Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İslam ve sömürü bağlamında “sorumluluk” CBT’nin 8 Ağustos 2008 tarihli sayısında Osmanlı mimarisi üzerindeki çalışmalarıyla tanınan değerli bilim insanlarımızdan Doğan Kuban’ın “Türk aydınının, İslam dünyasının geleceğini düşünmek gibi bir sorumluluğu var” başlığı altında bir yazısı yayımlandı. Prof. Dr. Yakup Kepenek Y azının iyi bir özeti alt başlığında yer alıyor: “Dünya görüşü ve inancı ne olursa olsun, İslam ülkelerinde yaşayan, o ülkelerin dillerini konuşan, o gelenekler içinde yetişmiş, o geleneği sahiplenen genel bir politik bilinci olan insanların geleceği ile içten ilgilenen her aydının iki uygar sorumluluğu var: Kendi ülkesinin ve 1.5 milyarlık Müslüman’ın dünyanın ekonomik kölesi olmasına karşı çıkmak”. Yazıda sömürü olgusu din ve coğrafya ikilisine göre tanımlanıyor. Yazıya göre, Müslümanlar “dünyanın kölesi” durumundadır ve sömürülen yerler de Afrika ve İslam ülkeleridir. Bu yaklaşımla sömürü kavramı yanlış kurgulanıyor, alanı da fazlasıyla daraltılıyor. TEMEL: EKONOMİK SÖMÜRÜ Sömürünün kökeninde ekonomik sömürü vardır. Sermaye sahibinin, mülkiyetten doğan gücünü kullanarak, üretim sürecinde ücretli emeğin tam karşılığını ödememesinden kaynaklanır. Tarihsel gelişme sürecinde çok değişik sömürü biçimleri görülmekle birlikte bu ana kural varlığını sürdürür. Kuban’ın Türk aydınlaSömürü sürecinin çok önemli bir türevi, gelişmiş ülrına yüklediği sorumlukelerin sermayelerinin, azgelişluk her şeyden önce miş/gelişmekte olan ülkeleri bireyseldir ve “düşsel” çok yönlü sömürüsüdür. Ekonomik, siyasal ve kültürel ya da “ülküsel” güzelyönleriyle sömürgecilik, bunliği ne olursa olsun bir dan kaynaklanan savaşlar ve istekten öteye geçebunlara karşı verilen savaşım insanlık tarihinin son iki yüzyımez. Ancak bu istek, lına damgasını vurmuştur. gerek kuramsal dayaSon yirmi yılın belirleyici nakları, gerekse de uyözelliği olan küreselleşmeyle sögulama olanakları açımürü sürecinin uluslararası boyutu nitelik değiştirmiştir. sından sağlam bir sorSermaye “bilim ve teknoloji” gulamaya dayanamaz. ile bütünleşmektedir. Geçmişte de sermaye bilimsel ve teknolojik gelişmeleri “sonuna kadar” kullanıyordu. Şimdilerde, geçerli olan sermaye birikiminin bilim ve teknolojiyi içselleştirmesi ve ondan kaynaklanan değer artışına el koymasıdır. Günümüzde bilişim teknolojilerinde yaşanan büyük devrim, geçmişte emperyalizm olarak kavramlaştırılan uluslararası sömürü sürecini, bilim ve teknolojiyi ve finansal araçların kullanılmasıyla gelişmiş ülkelere kaynak aktarılması, yalnız sanayi ürünlerinin değil, tarım ve kültür ürünleri dahil her türlü mal ve hizmetin azgelişmişlere pazarlanması ve oralarda bulunan doğal kaynakların kullanımı ağırlıklı olmak üzere çok daha ileri boyutlara taşımaktadır. Çok kısaca özetlenen bu nesnel olgular çerçevesinde Kuban’ın Türk aydınlarına yüklediği sorumluluk her şeyden önce bireyseldir ve “düşsel” ya da “ülküsel” güzelliği ne olursa olsun bir istekten öteye geçemez. Ancak bu istek, gerek kuramsal dayanakları, gerekse de uygulama olanakları açısından sağlam bir sorgulamaya dayanamaz. karşı çıkılması, eğer bundan bir sonuç alınacaksa, yalnız ve ancak bir “karşı güç” ile olanaklıdır. Tarihsel olarak sermayenin sömürüsüne karşı “işçi sınıfının” örgütlülüğünün vurgulanması ve örgütlü savaşımın gerekliliği bu güç gereksiniminden geliyor. İkinci, ancak hiçbir zaman “ikincil” sayılmaması gereken nokta şudur. Adı, ister emperyalizm olsun, ister küreselleşme, sömürünün uluslararası biçimine karşı çıkmak, özellikle de arkasında silahlı güç bulunduğunda hiç de kolay değildir; dün olduğu gibi bugün de niteliği değişik de olsa çok boyutlu ve karmaşıktır. Uluslararası sömürüye karşı çıkabilen dünyanın çok az sayıdaki ülkesi arasında Mustafa Kemal Türkiyesi gerçekten bir yıldızdır. Türkiye’yi yıldızlaştıran emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın sonrasının, yani kuruluş Dönemi’nin, bir “sermaye birikimi modeline” sahip olmasıdır. Kuruluş Türkiyesi ekonomik gelişmeyi, bilim, hukuk, eğitim ve kültür yönlerinin “bütünlüğü” içinde alır. Bu çerçevede kurucunun “gerçek yol gösterici olarak” bilimsel ve teknolojik gelişmeleri” vurgulaması, ya da CBT’nin simgesi olan “Manevi mirasım bilim ve akıldır” sözleri, daha o yıllarda, Kuban’ın sözünü ettiği “Müslüman ülkelerin 300 yıllık bilimsel ve teknolojik gerilikleri” saptamasının “bilinciyle” davranıldığının somut kanıtıdır. Bu geniş temel üzerinde dış sömürüye karşı duruş, üretime önem verilmesi anlayışı ile tamamlanır; onun üstünde yükselir. O günlerin sermaye birikiminin sürükleyici gücü “sanayileşmekten” geçmektedir. 1930’larda uygulanan özgün “devletçi” sanayileşme, aslında emperyalizme karşı bir ekonomik başkaldırıdır. Toplum kesimlerini karşı dinden ya da etkin kökenden olanlara düşmanlıkla koşullandırmak, bir de bunu antiemperyalist ve sol bir gömlek giydirerek sunmak hiçbir biçimde sağlıklı bir yaklaşım sayılamaz. İster dinsel, ister ırksal olsun, “yalnızca” yabancı düşmanlığına dayalı anlayışlar olumlu sonuç vermez; çatışma getirir, ölüm ve kan getirir. Kaldı ki sömürüyü yabancıların işi saymanın iki büyük eksiği daha vardır: “yerli sömürüyü” görmezlikten gelmek ve özellikle günümüzde sermayenin küresel bütünlüğünün bilincinde olmamak. İşçi sınıfının örgütlülüğünü kırarak, kayıt dışılığı iş edinerek hiçbir sosyal hak tanımadan ve asgari ücretin altında bir ücretle işçi çalıştırarak ülkemizde yaşanan süreç, aydın olsun olmasın, kendini “sorumlu” sayan herkesin sorumluluğu olmalıdır. Sermaye ve üretim o kadar küreseldir ki, Kuban’ın modeli, örneğin, İstanbul Tuzla’daki “ölümlü sömürü”yü açıklayamaz. Değişik bir birikim modeli geliştirilmesi olanaklı mıdır? Bu sorunun yanıtı “evet”tir. Küresel yarışın rayları, bilimsel ve teknolojik gelişmedir. Türkiye insanının yaratıcı yeteneklerini en üst düzeyde geliştirecek ve bunu ürün ve hizmet üretimiyle katma değere dönüştürecek, eğitimi, kültürü, ekonomik sektörlerdeki gelişmeleri içe recek bir programlı ve bütüncül bir yaklaşımı yaşama geçirmek gerekmektedir. İKİ KATKI OLABİLİR Kuban’ın çözümlemesindeki Türk aydını Müslüman “dünyaya” iki önemli alanda katkı yapabilir. Bunlardan birincisi, “kadınerkek” eşitliği ya da “kadının özgürleşmesi için” uğraş verilmesidir. Siz bu tümceyi kadın+çocuk olarak alabilirsiniz. Kadının ve çocuğun insan hakları belgelerinde sözü edilen “insan değerini” kazanmalarının sağlanması, bugün Müslüman dünyasının en büyük sorunudur. İnsan kişiliğinin gelişmesindeki yetersizlikler, asıl sömürü noktalarından biridir. İkincisi, anadili Arapça olan Müslümanların ne kadar hoşuna gider bilinmez ama Müslümanların, “dinsel görevlerini”, kendi anadillerinde yapmalarının sağlamasına çalışılması da önemli sayılmalıdır. Başka dinlerin yüzyıllar öncesinden çözüm bulduğu bu sorun, Arapça bilmeyenler için İslamı “bilinmezliğe” büründürmektedir. Hem “iman eden birey” hem de “inanılan kavramlar” bir türlü bütünleşememekte ve böylece iki yönlü olumsuzluklar yaratılmaktadır. Kültür söz konusu olduğunda “dil” kullanımı büyük önem taşımaktadır Son olarak, yazıda sözü edilen “sorumlu aydını” nerede ve nasıl bulunacaktır? “YABANCI DÜŞMANLIĞI” Devletçi sanayileşme, en ileri teknolojilerin kullanılması; kültüre, eğitime ve nitelikli işgücünün oluşmasına önem verilmesi; çağdaş işletmecilik kurallarına uygun “yönetim” anlayışı; sanayinin bölgesel dağılımının dengeli olması, hammadde kaynaklarına yakınlığı ve iç pazarın dokuma, şeker, kâğıt, kimya ve çimento ve demir çelikte temel gereksinmelerini karşılama gibi özellikleriyle, emperyalizme karşı gerçek bir başkaldırı destanıdır. Daha sonraki yıllarda özel sanayinin gelişmesinin de, sağladığı ucuz girdi, nitelikli işgücü ve pazar olanaklarıyla tam anlamıyla “süt anası”dır. Günümüzün küreselleşme sürecinde, sömürüye karşı çıkmanın ya da Kuban’ın deyimiyle “ekonomik köle olmaktan kurtulmanın” yolu, bu döneme özgü bir sermaye birikimini ya da üretim anlayışını yaşama geçirilmesinden geçmektedir. Bir üretim birikim modeli olmadan, küreselleşme ile savaşım olanağı bulunmuyor. Birikim modeline dayanmadan yapılabilecek olan ve sabah akşam yapılan, yalnızca “yabancı düşmanlığıdır”. CBT 1119 / 20 29 Ağustos 2008 GÜÇ=KARŞI GÜÇ İlk olarak, sömürü bir “güç” konusudur ve sömürüye