Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam TÜRKİYE’ DE DURUM Milli Eğitim Bakanlığının Ön Raporunda, Türkiye’nin OECD ülkeleri sıralamasında son sıralarda yer aldığı göz ardı edilerek, bazı Orta Doğu ve Güney Amerika ülkelerinin üstünde puan topladığına değinilmekle yetinildi. Çok yanlış bir yaklaşım. PISA – 2006 Raporunda, PISA – 2000 ve PISA – 2003 sınavları sonuçları ile yapılan karşılaştırmalar Türkiye’nin yetersiz durumunun sürüp gittiğini gösteriyor. Bu başarısız durum, daha önce çeşitli eğitimciler, özellikle benim gibi Yüksek Öğretmen Okulu kökenli Prof. Dr. İsa Eşme tarafından açıklanmıştı. Bu denli kapsamlı bir sınav sisteminin yürürlükte olduğunu bilmediğim için, bazı basit fen ve matematik sorularındaki başarısızlıkları, sınav atmosferindeki yetersizlikler ve çeviri hataları olarak geçiştirmeye çalışmıştım. PISA – 2006 sınavlarının sonuçları sadece ortalama puanların çok düşük olması ile kalmıyor. Çizelge–2’den görüleceği gibi, büyük bir öğrenci grubunun (%12.9), en kolay soruların toplandığı 1. Düzeyin de altında yer aldığı görülüyor. Üniversite giriş sınavlarında matematik ve bilim sorularında sıfır çeken öğrenciler! İleri teknolojiyi üreteceği bildirilen 6. Düzey’de öğrenci yok! 5. ve 4. Düzey’deki öğrencilerin toplamı %7 dolaylarında. Büyük öğrenci kütlesinin ise 1. ve 2. Düzeylerdeki soruları yanıtladıkları görülüyor. Bu olumsuz durum. Şekil1’de daha belirgin olarak sergilenmiştir. ainam@metu.edu.tr Sorgulama geleneği, kabul edilen hayat hakkındaki görüşlerin anlamının ne olduğu soruları ilk kez Eski Yunan’da bildiğimiz kadarıyla ortaya çıkmıştır. Bu bir kültürün devamı için önemli midir? Felsefenin Doğuşu Üzerine Felsefe, bir insan etkinliğidir. İnsanın bu gezegende doğaya kattığı önemli bir özellik, başlangıçta bilimle, sanatla, dinle iç içe olmuş ama zaman içinde bütün bunlardan kopmuş, kendi bağımsızlığını elde etmiştir. Felsefe Eski Yunanistan'da ortaya çıkmıştır. İonia kıyılarında başlamıştır diyebiliriz. M.Ö. 7. yüzyılda felsefe tarihleri ilk filozofun Thales olduğundan söz eder. Thales hem felsefeci hem mühendis hem bilimcidir. Neden Thales'i felsefeci sayıyoruz? Thales'in cevabını aradığı sorular aslında o kültürde zaten var olan sorulardı. Yanıtlar da vardı. Felsefe yanıtı olmayan sorulara cevap vermiyor. Muhakkak felsefenin sorduğu soruların hepsinin yanıtı var. Kimler veriyor bu yanıtı? Hekimler veriyor, din adamları veriyor, gelenek veriyor, kültür veriyor, edebiyat veriyor. O kültürde egemen olan bilgelik geleneği bize cevap verebiliyor. Bütün bunlar arasında, felsefe kültürün geleneğinde bulunan yanıtları saygıyla kabul eder ama onları tartışır ve sorgular. Demek ki felsefe bir kültürün hayatında yerleşik olan bilgilerin ve yaşam görgülerinin sorgulanmasıyla başlıyor. Geleneğin, törelerin sorgulanması her kültürde olabilen bir şey değildir; çünkü birçok kültürde bu, töreye aykırı bir davranış olarak görülür ve yasaklanır. Mesela Eski Mısır’da böyle bir şey söz konusu değildir. Mezopotamya’da bu tip sorgulamalara rastlamıyoruz. Doğuda, Uzak Doğu’daki kültürlerde böyle bir felsefi sorgulama yok zaten. Dolayısıyla dini inanç ve bilgelik gelenek olarak yerleşmiş. Ama sorgulama geleneği, kabul edilen hayat hakkındaki görüşlerin anlamının ne olduğu soruları başka bir kültürde sorulmamış ve ilk kez Eski Yunan’da bildiğimiz kadarıyla ortaya çıkmıştır. Bu bir kültürün devamı için önemli midir? Bir kültür neden böyle sorular sorar? Yani bir toplumda yaşıyorsunuz, belli bir yaşam biçiminiz var ama sürekli olarak hayatın anlamını soruyorsunuz. Mutluluğun ne olduğunu soruyorsunuz. Güzelliğin ne olduğunu soruyorsunuz. Bilginin ne olduğunu soruyorsunuz. Yaşamın amacının ne olduğunu soruyorsunuz. Bütün bu sorulara ne gerek var? Zaten bize büyüklerimiz hayatın anlamının ne olduğunu söylüyorlar. Kitaplar varsa o kültürde, kitaplar bu soruların cevaplarını veriyor. Dolayısıyla bu sorular acaba sorunlarını çözmüş bir kültürde fazladan değil midir? Gereksiz değil midir? Yani felsefe neden var? Neden olagelmiş? Hayat olağan akışı içinde devam ederken felsefeye gerek yok diye görülüyor. Yani insanlar karınlarını doyurup geçinecek kadar para kazandıklarında, çevresiyle çatışma içinde olmadıklarında, neden yaşamlarının ve yaptıkları işlerin anlamının ne olduğunu sorgulamıyorlar? Sorgulama daha çok problemlerle karşılaşınca oluyor. Eski Yunan’da böyle bir şey mi vardı da bu sorgulama çıktı? Felsefi sorgulama ağır bir travma sonucu başlamamış, felsefe bir “şaşmayla” başlıyor; şimdiye kadar doğru bildiğiniz, şimdiye kadar anladığınızı sandığınız birçok şeyi gün geliyor ki anlamadığınızı, mutluluk diye yaşadığınız birçok şeyin mutluluk olmadığını; iyi diye bildiğiniz şeyin gerçekten iyi olmadığını; kötünün kötü olmadığını, bize verilen hayat anlayışının sorgulanabilir olduğunu anlıyorsunuz ve işte o zaman felsefe alanına, felsefi sorgulamaya başlıyorsunuz. Bu tabii Eski Yunan’da tarihsel olarak ortaya çıkmış birtakım koşulların uygun olmasından dolayıdır. Eski Yunan toplumu etkileşim halinde bir toplumdu. Akdeniz hareketli bir bölgedir. O zamanın İonia kentlerini düşünürsek, örneğin bir Milet'i, Thales'in yetiştiği, sürekli olarak gemilerin yanaştığı, ticaretin yoğun biçimde yapıldığı, çok değişik inanç gruplarının tapınaklarının olduğu, farklı kültürlerden birçok insanın yoğun bir etkileşim altında yaşayıp gittiği kentlerdir onlar. Dolayısıyla bu etkileşim insanların kendi kültür çerçevelerinin içine sıkışıp kalmasını engelledi; farklı hayatların, farklı düşüncelerin farkına varmaya başladılar. Bu da onların birçok soru sormalarına yol açtı ve bu soruların bir kısmı elbette bugünkü anlayışımıza göre bilimle cevaplanacak, teknolojiyle cevaplanacak sorulardı. Bunlardan bir kısmı fazla metafizik sorulardı, yani felsefenin alanına giren sorulardı. Bir kısmına dinle cevap verdiler, bir kısmına mitoloji ile cevap verdiler; ama felsefe, mitoloji ve dini inanç sistemleriyle birlikte yaşamasını sürdürdü. MİLLİ EĞİTİMİN YÜZ KARASI Cumhuriyet dönemi ile başlatılan milli eğitim seferberliğini bu olumsuz sonuca dönüştüren etmenleri açıklamalıyız. Burada sadece bugünkü hükümeti sorumlu tutmanın bir anlamı bulunmuyor. * 1950 yılından beri bütün hükümetler eğitime gerekli önemi vermediler, bütçelerden yeterli ödenek ayırmadılar. İlk ve ortaöğretim okulları çağdışı düzeydedir. * Mesleki kıskançlıklar nedeni ile Vefa Yüksek Öğretmen Okulu’nu kapattılar. * Ortaokullara öğretmen yetiştiren Gazi Eğitim Enstitüsü ile öbür eğitim enstitülerini kapattılar. Bütün yurtta hazırlıksız açılan ve Anadoluda tıp doktorlarına akademik ünvan sağlamanın ötesinde bir anlam taşımayan üniversitelerden, toptancı bir yaklaşımla devşirilen öğretmenlerle bu olumsuz sonucun ortaya çıkmasını sağladılar. * Öğretmen ücretlerini en düşük düzeyde tutarak mesleğin saygınlığını yitirdiler. * Bırakınız ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmayı, Hırvatistan, Sırbistan, Yunanistan , Bulgaristan gibi geçen yüzyıllarda birer eyalet olan ülkelerin bile arkasına düşürdüler. Milli Eğitimde bu olumsuz duruma yol açan TÜM YETKİLİLERİ KINIYORUM. Tayfun Akgül CBT 1119/ 11 29 Ağustos 2008