Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Bu tezi kontrol etmek isteyen Joshua Susskind (Toronto Üniversitesi) ve ekibi deneklerden korkuyu ve iğrenmeyi yansıtan yüz ifadelerini taklit ederken çeşitli algı testlerini çözmelerini istemişler. Korku anında gözler daha fazla açılınca görüş alanı büyümekte, göz hareketleri hızlanınca da iki obje arasında kalan alan daha çabuk taranabiliyor. Ve genişlemiş burun delikleri sayesinde daha fazla hava solunmakta. İğrenme ifadesinde ise tam tersi bir etki görülmüş. Araştırmacılar bu nedenle yüz ifadelerinin farklı durumlara uyum sağlayabilmemiz için geliştiğine inanıyor. Daha sonra ise bunların aynı zamanda iyi bir iletişim aracı olduğu ortaya çıkmış olabilir diyen bilim insanları, bundan sonra sevinç, şaşkınlık veya kızgınlık gibi yüz ifadelerinin de benzer bir şekilde gelişip gelişmediğini öğrenmeye çalışacaklar. PROF. NİHAT BERKER’E HUMBOLDT ARAŞTIRMA ÖDÜLÜ 1966 yılından beri neredeyse her yaz ülkemize gelerek özellikle Batı Toroslar’da ve bilhassa Antalya bölgesinde jeolojik araştırmalar yapan sevgili dostum, hocam ve meslektaşım Prof. Dr. Jean Marcoux’nun (okunuşu Marku) vefatını bugün Jean Besse’in Paris’ten yolladığı bir mesajla öğrendim. Zayıf yüz hatları, muhteşem pos bıyıklarıyla bizim Marko Paşa’ya çok benzeyen Marcoux’nun aramızdaki adı da Marcoux Paşa’ydı. Türkiye Jeolojisinin Büyük Kaybı: “Marcoux Paşa” Vefat Etti! Aslen Marsilyalı olan Jean Marcoux, Paris 11 (Orsay) üniversitesinde merhum Jan Brunn’un öğrencilerindendi ve 1966 yılında ilk defa Türkiye’ye getirdiği bir grup öğrenciden biriydi (diğerleri meş’um bir otomobil kazasında çok erken kaybettiğimiz merhum Marcel Gutnic, Thierry Juteau, Olivier Monod ve André Poisson). Kendisini 1977 yılında Torosar’da düzenlenen uluslararası bir arazi gezisinin liderliğini yaparken tanımıştım. O gezi esnasında Marcoux bana büyük yakınlık gösterdi, peşinden bir sürü önemli gözlem yerine götürdü ve ben hayatımda bir nap kontağını ilk kez Marcoux’nun kılavuzluğunda gördüm. Daha o zamanlar bir dağ keçisi çevikliğiyle tepeden tepeye koşan bu sevimli ve müthiş becerikli adama yetişmekte zorlanıyordum. Marcoux arazi jeolojisinin büyük üstatlarındandı. Ben o gezide Marcoux’dan Türkiye jeolojisinin ana hatlarını da öğrendim. Kendisi geçenlerde vefat eden yakın arkadaşı LucEmmanuel Ricou ile birlikte 1975 yılında «Toros kireçtaşı ekseni» başlıklı bir makale yazmıştı. Gezide bana bu makalenin ana çizgilerini anlattı ve bazı öğelerini bizzat arazide gösterdi. Geziden sonra bana bir paket yayınını da yolladı. Yücel Yılmaz ile 1981’de yayımladığımız ve en çok atıf alan Türkiye kökenli bilimsel makale unvanını hâlâ koruyan Türkiye’nin tektonik gelişmesiyle ilgili yazımız aslında, İhsan Ketin’in 1966’da yayımlamış olduğu Türkiye tektonik birliklerinin, Marcoux ve arkadaşlarının 1975’teki makaleleri ışığında bir yeni yorumundan ibarettir. Bu yetenekli ve bilgili jeoloğun bir kusuru vardı: Jean Marcoux eser kısırıydı. Hiçbir eserini beğenmez, bu nedenle de hiçbir çalışmasını bitmiş addedemezdi. Yaptığı yayınların hemen hepsi, kendisinin gözlem ve fikirlerinin birlikte çalıştığı insanlar tarafından kaleme alınmış şekilleridir. Sonunda Marcoux doktorasını da tamamlayamadı! Ancak kendisinin jeolog olarak büyük maharetinden, bilim insanı olarak müstesna yerinden hiç kimsenin kuşkusu yoktu. Hocası Jan Brunn çoktan emekli olmuştu. İş rahmetli arkadaşı Ricou’ya kaldı. Ricou, Marcoux’nun «doktora hocalığını» üstlendi ve bir jüri oluşturuldu. Jüri başkanı o zamanki Fransız Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Jean Aubouin, imtihan komisyonunda Fransa’nın belki de en meşhur iki jeoloğundan biri olan ve daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış olan Claude Allègre, gene Marcoux’nun doktora arkadaşlarından ofiyolit uzmanı Thierry Juteau, merhum Brunn ve bendeniz! Bana Marcoux’nun jürisinde bulunma daveti gelince ne kadar şaşırmıştım, anlatamam. Derhal Ricou’yu aramıştım: «Yahu» dedim, «bu nasıl olabilir? Ben zaten Marcoux’nun tez arazisi hakkında ne biliyorsam ondan öğrendim. Üstelik kendi memleketim hakkındaki modern düşüncelerimin önemli bir kısmını da ona borçluyum. Ben bu adamı nasıl imtihan ederim? Ben bir yerde Marcoux’nun öğrencisiyim, her şeyden önce utanırım!» Ricou gülerek «Boş ver» dedi. «Ben nasıl hocası olabiliyorsam sen de jüri üyesi olabilirsin». O imtihan gününü hiç unutmayacağım. Jüri mi Marcoux’yu imtihan etti, Marcoux mu jüriyi imtihan etti, belli değildi ama söz sırası bana gelince yalnızca Marcoux’nun kendisini imtihan etmekte olduğumuz konuda zaten dünyanın bir numaralı uzmanı olduğunu, konuyu kendisinden öğrenmiş bulunduğumu ve üstelik Antalya civarının jeolojisinin Türkiye tektoniği içine oturtulmasını da bizzat Marcoux’nun yapmış olduğunu söyleyerek kendisini canı gönülden tebrik etmek ve bir Türk vatandaşı olarak ülkem için yaptıklarına teşekkür etmekten başka bir şey söyleyemeyeceğimi dile getirdim. Marcoux doktorasını sonunda (1988’de!) aldı ve bir ay sonra da Claude Allègre onu Fransa’nın belki de en prestijli jeolojik eğitim ve araştırma kurumu olan Institut Phsique du Globe’a (Küre’nin Fiziği Enstitüsü) profesör olarak atadı. Marcoux çalışmalarına Türkiye, Umman ve Himalayalar’da devam etti. Ben kendisiyle Himalayalar’da birlikte bulunmak şansını elde ettim ve orada da ondan çok şey öğrendim. Marcoux Türkiye’ye her geldiğinde bir grup öğrencimizi de birlikte araziye çıkarır, onların heyecanlarını körüklerdi. TÜBİTAK Marcoux’ya bir hizmet ödülü vermelidir. Nur içinde yatsın! KERTENKELELER NİÇİN İKİ AYAK ÜZERİNDE KOŞUYOR? CBT 1111/ 5 4 Temmuz 2008 Avustralyalı ve İngiliz araştırmacılar, bazı kertenkele türlerinin hızlı koşmaları sırasında beden kontrolünün bedenin alt kısmına geçtiğini saptadı. Batı Avustralya Üniversitesi’nden Christofer Clemente bu sonucu on altı farklı Avustralya kertenkelesini bitkin düşene kadar koşu tekerleğinde koştururken filme alarak elde etmiş. Böylece kertenkelelerin ne kadar sık ve ne kadar süreyle iki ayak üzerinde hareket ettikleri görülmüş. Sonuçlar iki ayak üzerinde koşmanın kertenkelelerde enerji tasarrufu sağladığını veya bu şekilde daha hızlı koştuklarını söyleyen tezi geçersiz kıldı. Araştırmacılar bunun yerine hızlanma ve ön ayaklarının zeminden uzaklaşması arasında güçlü bir bağlantının bulunduğunu söylüyorlar. Hızlanma nedeniyle bedenin ağırlık noktası arkaya taşınmakta ve bu da hayvanları iki ayak üzerinde koşmalarını zorluyor. Fizik dalındaki çalışmalarıyla dünyaca tanınan Türk bilim insanı Prof.Dr.Nihat Berker, Humboldt Araştırma Ödülü’ne layık görüldü. 2324 Haziran 2008 tarihinde Berlin’de düzenlenen tören ile ödülünü alan Prof. Dr. Nihat Berker, bu ödülü alan ilk Türk bilim adamı.. Alman Cumhurbaşkanı Prof. Dr. Horst Köhler de toplantıda hazır bulundu. Koç Üniversitesi, Fen İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi’nde görevli Prof. Dr. Nihat Berker Humboldt Araştırma Ödülü’ne layık görüldü. Bu, Alexander von Humboldt Vakfı’nın en yüksek ödülü. Ödülün kimlere verileceği konusunda vakıf şu tanımlamayı yapıyor: “Humboldt Araştırma Ödülü’ne aday gösterilen bilim insanları ve akademisyenlerin, temel keşiflere, yeni kuramlara veya kendi araştırma alanlarında belirgin bir etki yaratan görüşlere katkı sağlamış olmaları gerekir. Adaylar eski çalışmalarında olduğu kadar gelecekte de aynı düzeydeki başarılara imza atması beklenilen aktif durumdaki bilim insanları arasından seçilir. Ayrıca ödüle layık görülen bilim insanının, Almanya’da uygun gördüğü bir meslektaşıyla yakın işbirliği içinde, kendi tasarımı olan orijinal araştırma projesini 6 ile 12 aylık bir süreyle yürütmesi beklenir. Bu ödül için adaylar, Almanya’daki herhangi bir üniversite veya araştırma enstitüsünde görevli bilim insanları veya akademisyenler tarafından önerilir. Doğrudan başvurular kabul edilmez”. Cumhurbaşkanı Prof. Dr. Köhler, Bellevue sarayındaki buluşmada, Prof. Dr. Nihat Berker’den Almanya üzerine yorumlarını sormuş, Prof. Dr. Berker de hem TürkAlman arkadaşca bir futbol rekabeti algılarından, hem de gerçekleştirilecek ortak nanofizik araştırmalarından bahsetmiştir. Nilgün Özbaşaran Dede