26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜLDEN BİLİME ması ise, siyasi faktörlerin yanı sıra, ülkemizin bilim teknoloji ekonomi alanlarındaki kapasitelerinin yüksekliği ile de yakından bağlantılı olacaktır. Bu gelişmeler üyelik sürecinin genelinin güçlendirilmesi açısından da etkili olacaktır. 2023’te Türkiye o günün bilgi ekonomisine dönüşmüş ileri konumdaki ülkelerine, ekonomilerine yakınsıyor mu yoksa bunlardan uzaklaşıyor mu olacaktır? Uzaklaşmakta olacak olursa bu durum gelecek için olağanüstü güçlükler getirecektir. Gelişmenin, başlangıçta da belirtildiği gibi, yalnızca birkaç faktöre indirgenemeyeceğini unutmadan, 2023’te Türkiye’nin bilgi ekonomisine dönüşüm açısından erişmiş olacağı performansı sınırlı bir biçimde de olsa tartmak için, en azından bir kopuş olmadığını yansıtmak açısından yararlı olacağı düşünülen şu birkaç yalın gösterge belirtilebilir: 2023’te: • Türkiye’nin dünyada iki teknolojide önde olması; • Üç Türk şirketinin dünyada önde gelen şirketler arasında bulunması; • 40 Türk şirketinin hisselerinin dünya borsalarında işlem görmesi; • Uluslararası patent başvurusu sayısının yılda 3000’e ulaşarak bu alanda bugün göreli olarak gerilerde olan, örneğin 3000 dolayında uluslararası patent başvurusu bulunan İtalya gibi ülkelerin bugünkü düzeyine çıkması; • Eğitim alanında eğitim süresi ve niteliği bakımından en gelişmiş ülkelerle farkın bugünkünün yarısından aza inmesi; • Doğa bilimlerinde bir Nobel veya matematikte Fields Madalyası kazanılması. Türkiye geçen onyıllarda, kaydettiği gelişmelerin yanı sıra bilgi ekonomisine dönüşüm açısından birçok alanda önemli fırsatlar kaçırmıştır. Bunların bir bölümü belirli kritik alanlarda çok büyük gecikmelere ya da bazı durumlarda geri dönülmez kayıplara yol açmıştır. Ülkemiz ileri teknoloji ve yüksek katma değer yaratılmasıyla bağlantılı bazı sektörlerde var olan potansiyelini yitirmiştir. Bununla birlikte Türkiye’nin en gelişmiş ülkelere ve AB’ne 2023’te değilse de bu tarihi izleyen dönemde çok büyük ölçüde yakınsaması olanağı bulunmaktadır. Ülkemiz bunu başarabilmek için gerekli potansiyele sahiptir. Bilgi ekonomisine dönüşüme odaklı ve ana çizgileri yukarıda belirtilen politikaların izlenmesi ve gelişmelerin sağlanması bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için vazgeçilmez koşullardan biridir. 2023’te Türkiye’nin 2050 ufkuna etkili biçimde hazırlanabilmesi bu gelişmeleri başarmasına, bunun için de bu doğrultuda şimdiden harekete geçmesine yakından bağlı olacaktır. Ahmet İnam Bizim kültürümüz, hatta Batı kültürü, bugün dünya gezegeni içerisindeki yaşanan hayat özgürlüğe çok imkân vermiyor. Yaşadığımız dünya düzeni, özgürlüğe izin vermiyor. Sürekli olarak şöyle bir propaganda da yapılıyor: “Sen özgürsün.” Özgürlük Üstüne Özgür insanın yalnız insan olduğu gibi bir inanç var. İnsanın yalnız olduğu zaman, daha doğrusu bağlarından koptuğu zaman; toplumsal baskıların üstesinden gelebildiğinde özgür olduğu düşünülür. Bu böyle değil tabii. Sebebi de gayet basit; çünkü özü gereği, insan dediğimiz varlık, yalnız bir varlık değil. Yalnızlık, insana yakışan bir şey değil. Bir başına olmakla yalnızlığı ayırmak lazım. İnsan, bir başına, bağımsız bir varlık olarak, diğer insanlarla paylaşabildiği oranda özgür olabiliyor. Paylaşamayan insan özgür olamaz. Kendinizi soyutlayıp bir odaya kapattığınızda veya insanlardan kaçtığınızda, dağ başında yaşamaya başladığınızda, “Ben özgürüm” diyemezsiniz. Bu, kendinizi başka türlü bir mahkumiyet içerisine sokmaktan başka bir şey değil. Özgürlük, birlikte gerçekleştirilebilecek bir erdemdir, özelliktir. Onun için, kaçışlar ve kopuşlarla sağlanabilecek bir şey değil. Birtakım insanlarda böyle bir düşünce oluşuyor, toplumdan koparak özgür olunabileceği düşünülüyor. Bu, özgürlük değildir, kendimizi başka türlü mahkum etmektir diye düşünüyorum. “Anarşizm özgürlük mü?” Bu sorunun cevabı, anarşizmden ne anladığımıza bağlı olan bir şey. Ben, anarşizmi çok önemseyen bir insanım. Hatta kendi kendime de, “Ben anarşistim” diye dolaşıp duruyorum. O ayrı bir konu. Ama özgürlüğün hasının böyle bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü anarşizm, müthiş bir bilinç meselesidir.Dogmalara, kalıplara karşı çıkan bir yaşam biçimi önerisidir. Anarşist, farklı düşünme biçimlerini, yaşama biçimlerini, algılama biçimlerini, kültürleri görebilen, onların farklılığını algılayabilen; o farklılıklar içerisinde onlara saygı duyup, kendi farklılığını onlarla birlikte yaşamak isteyen birisidir. O anlamda, ideal özgürlüğe gitme yolunda önemli bir insandır diye düşünüyorum. Özgürlük eğitimi olabilir mi, eğitimle öğrenilebilir mi? Özgürlük terbiyesi dediğimiz bir terbiye olabilir. Bu, maalesef bize öğretilmiyor, sadece nutuklarla geçiştiriliyor. Çocuklar küçük yaştan beri aile baskısı içerisinde oldukları için, aile baskısından kurtulmayı bir özgürlük zannediyorlar. Kız çocuğunuza, “Haydi kızım, istediğin yere git” diye kapıyı açtığınız zaman, aileden kurtulduğu zaman özgür olabileceğini sanıyor. Bu, çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü özgür olabilmek, bir hazırlık, bir donanım, bir eğitim, bir deneyim ve birikim sonucu elde edilebilecek bir şeydir. Özgür olmak, bir çabanın sonucu oluşan bir şeydir. Özgür olmak, karnımızın acıkması gibi, gayet doğal bir şey değildir; özgür olabilmek, hak edilebilecek bir şeydir, kazanılabilecek bir şeydir ve uzun bir öğrenim ve eğitim yolu olduğunu düşünüyorum. Bizim kültürümüzün, hatta Batı kültürünün de, bugün dünya gezegeni içerisindeki yaşanan hayatın, bu anlamda özgürlüğe çok imkân vermediğini düşünüyorum. Yaşadığımız dünya düzeni, özgürlüğe izin vermiyor. Sürekli olarak şöyle bir propaganda da yapılıyor: “Sen özgürsün.” Amerikalılar bir zamanlar çok söylerlerdi, hâlâ da söylüyorlar: “Burası Amerika, özgürlükler ülkesi.” Halbuki insan, özgürlük konusunda büyük ölçüde yanılgılar taşıyabilir. Bu özgürlük eğitimi, bir özgürlük bilinci eğitimidir, özgürlük iradesi edinme eğitimidir ve aynı zamanda, bunların eyleme geçirilebileceği cesaret eğitimidir. Çünkü özgür olmak, cesur olmayı gerektiren bir şeydir. Yiğit insanların, korkusuz insanların, risk alabilecek insanların özgür olabileceklerini görüyoruz. Sürekli olarak bir sürü içinde, sürünün orta yerinde yer alarak, “Ben de sürüye uyuyorum, o halde özgürüm” diyerek, özgür olunabilir mi? Dolayısıyla bizim kültürümüz, boyun eğmenin, tek otoriteye boyun eğmenin kültürü olarak anlaşılmıştır. Ama yine bizim kültürümüzün köklerinde, bunu kırabilecek olanaklar da vardır. Tasavvufun, insanlara inanılmaz bir özgürlük kapısı açtığını söyleyebilirim. Burada takınılmasını önerdiğim tavır şudur: Özgür olup olmadığımı mutlak anlamda saptayacak bir olanağa sahip değilim; öyleyse olanakların elverdiği ölçüde kendimin özgür olduğuna inanmalıyım. Eğer özgür değilsem bu inancımın yeterince dikkatli olduğum ölçüde bana bir zararı yoktur. Yok eğer özgürsem, o zaman beni gerçekten özgürleştirir. Elbette tartışmalı bir sav ileri sürdüm. Gelin bunu “özgürce” tartışmayı sürdürelim. Tayfun Akgül CBT 1111/11 4 Temmuz 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle