Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
gerekliliğine inanır. Bu durumda eylem planı hangi listeye göre yapılacak? En popüler liste 1980 yılında biyolog Norman Myers tarafından hazırlandı. Bu listede tropik And Dağları ve Afrika Boynuzu gibi, bölgeye özel türlerin en fazla ve tehlikenin çok büyük olduğu bölgeler –biyo çeşitliliğin sıcak noktalarıyer alıyordu. Yok olma tehlikesinin en büyük olduğu bölgelere en fazla özenin gösterilmesi doğrultusundaki bu klasik düşünceyi sorgulayan Possingham, daha iyi bir koruma yöntemi bulduğuna inanıyor. “Bizim yaklaşımımızda, yok olma tehlikesinin en büyük olduğu bölgeye ve en tehlikede olan türe çok fazla para harcamak zorunda kalmıyorsunuz. Maliyet, tehlike ve biyoçeşitlilik arasında bir denge kurabiliyorsunuz.” Örneğin geçen yıl Possingham ve ekibi Dünya Doğa Koruma Vakfı’nın korunmaya en fazla ihtiyaç duyan 39 bölge ilgili çeşitli eylemlerin maliyet ve sonuç hesaplarını inceledi. Bu dökümlerde en az para ile en yararlı sonuçların alınmasına; başka bir deyişle en fazla sayıda türün kurtarılmasına çalışıldığı ortaya çıktı. Oysa Possingham bu yaklaşımın tam tersi bir yaklaşımı benimsedi. Bütün analizlerde maliyet/kâr analizlerinin göz ardı edildiğini fark eden Possindham, yeni bir yazılım üzerinde çalışmaya başladı ve tehlikenin cinsi, müdahalenin maliyeti, tehlikenin zaman içinde değişme eğilimi gibi yeni faktörleri de hesaba kattı. WWFAvustralya’nın başkanı Ray Nias, Possingham’ın yazılımı ile görüşlerini şöyle dile getiriyor: “Possingham matematiksel ve mantıksal yaklaşımı ile daha önceki sezgiye dayalı yaklaşımı geri plana itti. Onun programı hem daha gelişmiş hem de daha güvenilir sonuçlar veriyor.” Bilimin beşiği Antik Yunan mı, yoksa Mezopotamya mı? Ülkemizde, Atatürk devrimleri ve ilkeleri ülke içinden, dışından kaynaklanan yoğun bir saldırı altında; bugün Türkiye’yi savunmak: Atatürk ilkelerini ve bilimi savunmakla özdeşleşti. Çünkü Atatürk devrimleri kaynağını ve gücünü bilimden alıyor. Atatürk: “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır…” diyor. Onurlu, uygar ve gelişmiş bir ülkede yaşamak istiyorsak bilimin yol göstericiliğine sarılmaktan başka seçeneğimiz yok. Ülkemizde; bilimin yarattığı aydınlıkta yetişmiş önemli bir insan birikimi başta olmak üzere, iyi güzel dediğimiz ne kaldıysa hepsini Atatürk devrimlerine borçluyuz. Feyziye Özberk, fozberk@ttmail.com DAHA TEMİZ YİYECEK: SIRADA BÖCEKLER VAR Bazı beslenme uzmanları insanların protein ihtiyaçlarını inek, domuz ve tavuk gibi geleneksel hayvanlardan değil, böceklerden sağlamaları yönünde çalışmalar yapıyor. David Gracer adında Amerikalı bir beslenme uzmanı insanları böcek yemeye ikna etmeye çabalıyor. Gracer’i böyle düşünmete iten Birleşmiş Milletler’in 2006 yılında hayvancılıkla ilgili hazırladığı bir rapor oldu. Hayvancılığın en ciddi çevre sorunlarına yol açan sektörlerin başında geldiği belirtilen raporda, sera gazı emisyonlarının %18’inin hayvancılıktan kaynaklandığı öne sürülüyor. 2050 yılında dünyanın genel olarak 465 milyon ton ete ihtiyaç duyacağı ve bu miktarın 2000 yılında üretilen miktarın iki katı olduğu belirtiliyor. “Amerikalılar bu büyük memelilerin çevreye ne kadar büyük zarar verdiğinin farkında değil” diye konuşan Gracer, “Daha fazla miktarda insanı beslemek istiyorsanız, en doğru tercih böceklerdir. Böcekler besin deposudur. Ağırlık olarak sığır ve tavuk etinden daha az miktarda protein içermekle birlikte başka yararlara sahiptir. Örneğin çekirgeler sığırın içerdiği yağın üçte birini içerir ve demir içeriği açısından dört misli daha zengindir” diyor. Kaldı ki böcek yetiştirmek çevreye fazla zarar vermez; az miktarda suya, yetişme alanına ve gıdaya ihtiyaç duyarlar. Gracer şu anda böcek ile beslenme veya “entomofaji” denilen yaklaşımın benimsenmesi için BM’in düzenlediği seminerlere katılıyor. Zimbabve ve Botsvana’da böcek toplamak ticari bir uğraştır. Ve Güney Afrika’da köylüler yerel bir ağaçtan tırtılları toplayıp, pazarlarlar. Aslında dünya genelinde 1.400 böcek türü yenilir ve bu alışkanlığın geçmişi binlerce yıl öncesine dayanır. Bugün böcek ile beslenme alışkanlığının devam edebilmesi için böcek yetiştirme çiftliklerinin kurulması gerekiyor. Montreal’deki McGill Üniversitesi’nden Biyokaynaklar Mühendisliği Bölümü’nden Robert Kok bu çiftliklerde yetiştirilen böceklerin çeşitli amaçlarla kullanılabileceğini belirtiyor: “İnsanlar böcek yemek istemese bile, bunlardan protein ve yağ çıkartılabilir. Ve bu ürünlerden gıda maddeleri üretilebilir.” Amerikan Tarım Bakanlığı Tarım Araştırma Merkezi’nden William White en azından ABD gibi yiyecek sıkıntısının çekilmediği gelişmiş Batı ülkelerinde insanların böcek yemeye ikna edilmesinin çok zor olacağına dikkat çekiyor. Bu insanların ancak çok büyük bir yiyecek sıkıntısı durumunda diyetlerine böcek ilave edebileceklerini söylüyor. Derleyen: Reyhan Oksay, Kaynak: Discover, Mayıs 2008 C CBT 1103/ 14 9 Mayıs 2008 umhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisinin son sayılarında daha bir yoğunlukta yer alan bilim, bilim tarihi konulu yazılar umudumuzu besliyor güçlendiriyor; yazarlarının ellerine sağlık. Bu yazılardan birkaçında “bilimin Antik Yunan’da” başladığı saptaması vardı. Yazımda esas olarak bu konu üzerinde duracağım. Yaşamı ve eserleriyle ilgili bir çalışma yaptığım Aydın Sayılı, “Bilimin beşiği Yunanistan değil, Mısır ve özellikle Mezopotamya’dır,” açıklamasını yapıyordu. Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı, Atatürk’ün eğitimiyle bizzat ilgilendiği, Cumhuriyet ülküsüyle yetişmiş değerli bir bilim adamımız. O, ülkemizde bilim tarihini meslek olarak seçen ve bu konuda doktora yapan ilk kişi. Bu doktora Harvard Üniversitesi’nde ve bilindiği kadarıyla da dünyada bilim tarihi dalında verilen ilk doktora derecesidir. Sayılı’nın doktora çalışmasını, ünlü bilim tarihçisi Prof. Dr. George Prof. Adnan Sayılı Sarton yönetmiş. Sayılı, yayınları ile Müslümanların özellikle de Türklerin, bilim tarihinde çığır açan öncülüklerini kanıtlarıyla ortaya koymuş ve dünyaya tanıtmıştır. Uzun yıllar Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışan Sayılı, dünyada ilklerden biri olan Bilim Tarihi Kürsüsü’nü kurmuş ve bu dalda geniş bir kadro yetiştirmiştir. Aydın Sayılı, İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça ve Arapçayı da çok iyi biliyor. Araştırmaları genellikle basılmış ya da el yazması birincil kaynaklara dayanıyor. Türkçe olmayanların bazılarını Türkçeye çevirerek basılmalarını sağlıyor. Miletli Thales (MÖ 625–545), 28 Mayıs 585’te gerçekleştiği kabul edilen Güneş tutulmasını önceden hesaplayıp haber vermesiyle ünlüdür. Sayılı bu mucizevi tahminin, bilimsel açıklamasını Mezopotamya uygarlığını inceleyerek yapıyor: “Mezopotamyalıların tabletlerinden, Güneş tutulmasını bildikleri anlaşılıyor. Onlar, Güneş’in hangi zaman aralıklarıyla tutulduğunu cetvellerle göstermişlerdir. Mezopotamya’ya giden Thales de bu bilgilerden yararlanmıştır.” Sayılı’nın bu yorumu, daha sonra, Willy Hartner’in, Centaurus’deki (c.14, 1969, s.60–71) ve Asgar Aboe’nin, Journal for the History of Astronomy’deki (c.3, 1972, s.105–118) yazılarıyla desteklenmiş. YUNAN MUCİZESİ? Aydın Sayılı, ‘Yunan mucizesi’ iddiasını da şöyle yanıtlıyor: “Eldeki tabletler incelendiğinde; Mezopotamyalıların, dik üçgenler için Thales teoremini, Pithagor teoremini, Öklit’in ünlü 5. postülasını (hiç olmazsa zımni olarak) çok önceden (1000 yıl) bildikleri ve kullandıkları anlaşılıyor. Bilimin beşiği Yunanistan değil, Mısır ve özellikle Mezopotamya’dır. Derledikleri bilgi malzemesini, teknik bilgi hammaddesini ilkin Yunanlıların işleyerek gerçek bilimi yaratmış oldukları iddiası tarihi gerçeğe aykırı düşer. (…) Yunanlıların, yalnız matematik ve astronomide değil, tıp alanında da Mısır ve Mezopotamyalılardan önemli faydalar sağladıkları açıkça görülmektedir. Yunan bilimi bu yeni bilgilerimiz karşısında mucize görünümüne bürünen özelliğini tamamen kaybetmiştir. Yunan mucizesi sözü, bilgimizin çok noksan olduğu zamanların damgasını taşımaktadır. “Bilimde problem bilincinin uyanmasıyla bu deneysel teknik bilgi gitgide günlük hayattan çözülmüş, bu çözülme bilimle teknik bilginin birbirlerinden ayrılmaları ve böylece sadece meraka dayanan bilimin gittikçe belirginleşerek ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Yani bu anlamda da bilimin beşiği Yunanistan değil, Mısır ve özellikle Mezopotamya’dır. (…) Yunanlıların, önem