24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A.M. Celal Şengör İmplant buraya ulaştığında şemsiye gibi açılarak deliği kapatıyormuş. Sistem iki yıl içinde %90 oranında indirgenmekte. Alman bilim adamları Biostar sistemini Amerikan NMT tıp firmasıyla birlikte geliştirmişler. Şimdi sorun, bu kişilerin Türkiye'de bilime minimum zarar vermelerini sağlamanın yollarını bulmak. Onun için yazmaya devam. 23 Temmuz ve Sonrası Düşünceleri Orhan Bursalı 27 Temmuz tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji'de benim 22 Temmuz seçimleri sonrasında köşe yazılarımı bırakmayı düşündüğümü CBT okurlarıyla paylaştı. Beni böyle bir irdelemeye iten, bu köşe yazılarının bir işe yaramadığı düşüncesi oldu. Şöyle ki: Cumhuriyet Bilim Teknoloji okurları zaten benim dünya görüşümü paylaşan insanlar. Bu kişilerin önünde bilimin savunulmasına gerek yok. Benim onlara verebileciğim bazı bilim haberleri de internet sayesinde o kadar yaygın olarak duyuluyor ki, benim yazılarıma ihtiyaçları yok. Belki okuyucularım benim her hafta bir köşe yazısıyla karşılarına çıkmamdan ziyade, özgün bilim yapmak olan esas işime daha çok vakit ayırmamı tercih edebilirler. Ancak yazılarıma son vermek istememin altında daha derinde yatan sebebin, seçim sonuçlarının yarattığı ümitsizlik ve korku olduğunu seçimden hemen sonra İskoçya'ya gidince anladım. Eski ve aziz dostum Prof. Donald McIntyre 84 yaşında Parkinson hastalığına tutuldu ve elektronik posta ve telefonla yaptığımız haberleşmede beni son bir kez daha görmek istediğini ima etti. Bu eski ve kıymetli dostun ve büyük bilim insanının böyle bir ricasını yerin getirmemek düşünülemeyeceği için 24 Temmuz'da soluğu İskoçya'nın Perth şehrinde aldım. Gittiğimde Donald'ı beklediğimden çok daha iyi buldum. O kadar ki, bir günlüğüne birlikte araziye çıktık, bana meşhur Drummond Bahçelerinin yakınında 1764'de James Hutton tarafından keşfedilmiş olan daykı gösterdi. Paralel kenarlı, bazaltik bir sokulum olan bu daykın, magmanın katılaşması sonucu oluştuğunu 1764'te düşünen Hutton'a bu düşüncesi, granitin de magmanın katılaşmasıyla oluşmuş bir sokulum kayacı olduğu fikrini iilham etmiş. Bu da modern jeolojinin doğuşunun önemli adımlarından birini oluşturmuştur. Arazi gezimize Donald'ın eşi Ann de katıldı. Ben gezide Donald'a sürekli takılarak sağlığı hakkında elektronik posta ve telefon vasıtasıyla bildirdiklerinin hiçbirinin doğru olmadığını, kendisinde gördüğüm tek sorunun biraz daha yaşlanmış olduğu gerçeği olduğunu söylüyordum. Gerçi Donald'ın Parkinsona tutulduğu maalesef doğru, ama, ömrünü arazide ve sürekli özgün düşünceler üreterek geçirmiş bu büyük bilim adamında Parkinsonun yalnızca pek hafif belirtileri vardı. Ama bunlar bile Donald'ın moralini bozmaya yetmişti. Ann, benim gelişimin ve neş'e içinde söylediklerimin Donald'a büyük bir moral verdiğini söyledi. Ben de Donald'a hastalığını unutup jeolojiye konsantre olmasını tavsiye ettim. İskoçya'da farkettim ki benim de Türkiye'deki karamsar düşüncelerimden eser kalmamış. AKP'nin Türkiye'nin (ve dolayısıyla benim) başına çok büyük sorunlar açacağına inandığım seçim zaferini unutmuştum. İskoçya'da gördüğüm herşey insan aklının ve onun yarattığı insan bilgisinin bir ürünüydü; doğa bile, çünkü orada insan aklı doğayı çirkinleştirmemiş. Arazide neşem katlandı diyebilirim. Donald'ı ziyaretten sonra İstanbul'a dönerken Edinburgh'a uğrayarak orada 1999 yılında hizmete girmiş olan Dinamik Dünya sergisini gezdim. James Hutton kılığında bir kişi, ziyaretçileri şehrin hemen dışındaki Arthur's Seat volkanının dibinde Hutton'ın onsekizinci yüzyıl sonunda modern jeolojiyi nasıl yarattığını anlatırken, bir diğer grup ziyaretçi enfes mekânlarda bir zaman yolculuğuna çıkarılıyorlardı. Burada kâinatın oluşumundan günümüze kadar geçen evrim değişik salonlardan değişik gösterimlerle anlatılıyordu. Edinburgh'a geliş İstanbul'a dönüşün başlangıcı olduğu için, Dinamik Dünya sergisini gezerken kendi talihsiz ülkem aklıma eldi. Türkiye'de böyle bir sergi yapılabilir mi? TÜBİTAK 2 milyon dolar harcayarak bir İslam bilimleri tarihi müzesi açtı ve açılışa Fuat Sezgin Hoca'nın istemesine rağmen protokola dahil olanlar hariç tek bir Türk bilim insanını çağırmadı. Beni Fuat Hoca bizzat çağırdığı için gittim ve orada davetliler listesinde olmadığımı öğrendim! Ülkenin parasını gayrikanuni bir yoldan harcayan TÜBİTAK, Türkiye'ye önemli bir eser kazandırmış olan Fuat Sezgin Hoca'nın ricasına rağmen beni davetli listesine almamıştı. Zaten davetiye Fuat Bey yerine TÜBİTAK'tan gelseydi, davete icabet edemezdim, zira TÜBİTAK yönetimi yasal olarak yok! Türkiye'ye yasadışı iş yapmayı empoze eden bir grup bilgi ve görgüsü yetersiz insanı halkımızın yarısı tekrar ülke yönetimine getirdi. Şimdi sorun, bu kişilerin Türkiye'de bilime minimum zarar vermelerini sağlamanın yollarını bulmak. Onun için yazmaya devam. HI VİRÜSÜNE KARŞI DİRENÇLİ KILAN ÜÇ GEN SAPTANDI İsviçre'de gerçekleştirilen bir araştırma çerçevesinde HI virüsüne karşı dirençlik kazandıran üç gen saptandı. Araştırmacılar yeni bulgu sayesinde AIDS hastalığına karşı aşı geliştirebilmeyi umuyorlar. Lozan Üniversitesi'nde Amalio Telenti ile çalışan araştırmacılara göre insanların %2'si AİDS hastalığına neden olan HI virüsüne karşı dirençli. HI virüsü taşıyan insanların incelenmesi sonunda, bazı bedenlerin HI virüsünü kontrol edebildiği, kimi insanların ise çabucak hastalandıkları ve AIDS'ten öldükleri görülmüş. CHAVY (HI/AİDS Vaccine Immunology)enstitüsü bilim insanları, bağışıklığın genetik olabileceğini düşünerek, milyonlarca veriyi ince lemişler, böylece HI virüsüne karşı direnç kazandıran DNA bölümlerini saptamışlar. Genetik çeşitliliğin daha büyük olması nedeniyle, Afrikalı insanların durumu araştırılamamış. EuroCHAVI projesi çerçevesinde altı ülkeden 30.000 kişi ve yaklaşık olarak 100 hastane incelendikten sonra 29 uzman tarafından değerlendirilmiş. Lozan Üniversitesi araştırmacılarının açıklamalarına göre farmakoloji uzmanları, yeni bulguya göre bir aşı geliştirecek. Yeni aşı tahminlere göre on yıl içinde hazır olacak. Nilgün Özbaşaran Dede AFRİKA’DAN UZAKLAŞTIKÇA BİRBİRİMİZE DAHA ÇOK BENZİYORUZ Afrika dışında bulunan insan kafatasları arasında çok fazla çeşitlilik yok. Bilim insanları şimdi uzaklık ve çeşitlilik arasında önemli bir bağlantının bulunduğunu saptadı. Cambridge Üniversitesi ve Japonya'daki Saga Üniversitesi araştırmacıları, bilimsel koleksiyonlardaki 6000 kafatasını ölçünce, halk grupları arasındaki çeşitliliğin Afrika'dan uzakta bulunmaları halinde zayıfladığını gördü. Mesela burun yüksekliği ve yüzün genişliği, Afrika'dan uzaklaştıkça birbirine daha çok benzemekte diyor Cambridge Üniversitesi'nden Andrea Manica. İnsanlar Afrika'dan Doğuya, Uzakdoğu ve Asya'dan Avustralya ve Amerika'ya hep küçük gruplar halinde göçtükleri için çeşitlilik azalmış. Manica bu süreci büyük bir bardak içinde, çeşitliliği sembolize eden renkli boncuklarla karşılaştırıyor. Küçük gruplar ayrıldığı zaman bardaktan az sayıda boncuk çıkarılmakta ve bu küçük grupta birçok renk bulunmaz. Küçük gruplar göçmeye devam ettiklerinde ise çeşitlilik azalmaya devam eder. Genlerde de okunabilen bu fenomen, göçe bağlı önemsiz çeşitliliği %85 oranında açıklamakta. Manica ve çalışma arkadaşları kafatası incelemelerinde daha küçük rakamlara ulaşmışlar. Örneğin kemik yapısındaki farklılıkların onda biri göçü yansıtmakta. Kafatasları ayrıca değişen güzellik ideallerinden veya yeni bölgelerin ikliminden etkilenmiştir diyor bilim insanları. CBT 1064/5 10 Ağustos 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle