20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Mavi sermaye, bizlerin kullanımını bekliyor! Deniz araştırmalarına önem vermiyoruz. Ülkemizin karadaki yüzölçümüne yakın denizlerde egemenlik alanı var. Ülkemiz denizlerinin bütün derinlikleri, bu derinliklerdeki bütün canlı ve cansız kaynakları bu ülkenin doğal ekonomik öğesi olarak araştırılmayı, korunmayı ve Türk ulusunun refahı ve gönenci için işletilmeyi bekliyor. Bayram Öztürk, İ.Ü.Su Ürünleri Fakültesi turizm ekonomimizi nasıl etkileyecek? Ankara'daki bakanlıklar acaba bunu merak ederler mi? Denizlerimizin kirlenmesi bu hızla devam ederse turizmdeki mukayeseli üstünlüğümüz ne kadar devam eder? Acaba sadece kumda güneşlenen, denize girmeyen insanları mı ağırlayacağız artık? Süveyş Kanalı’nın derinleştirilmesi devam ettiğine göre Doğu Akdeniz'in su bütçesi nasıl değişecek? eki biz ne yapıyoruz? Bütün ülke kıyılarına çirkin oteller, konutlar ve tatil köyleri diktik. Denizlerimizi başta çöp ve atıklarımızı atacağımız derin mavi çukurlar olarak görüyoruz. Son 50 yıllık plansız ekonomik gelişme plansız kıyı kullanımını ve yönetimini de beraberinde getirdi. Diğer yandan, son yıllarda denizlerimizde üretilmeye başlanan ve ulusumuzun beslenmesinde kaçınılmaz olan su ürünleri üretimini engellemek için elimizden geleni yapıyoruz. Tabii bu balık çiftliklerinin hepsinin doğaya ve denize Ne doğru düsaygılı üretim yaptığını söyleyemeyiz. Ama son zamanların moda deyimiyle rüst petrolle ayağımıza kurşun sıkıyoruz. Çünkü nüilgileniyoruz, fusu artan ülkemizin en iyi beslenme ne sahillerikaynağı su ürünleridir. mizi basan Biz ise üretimi teşvik etmek, desteklemek yerine bu konuda yatırım yapanve giderek ların burnundan getiriyoruz. İyi balık turizmi tehdit üretmek için önce iyi kalitede deniz sueden deniz yu veya tatlı su olması gerektiğini unutuyoruz. Denizlerimizin ve iç sularımıanalarıyla, zın korunması sorununa o kadar hazırne Süveyş’in lıksızız ki, AB'nin telkinlerini ciddiye derinleştirilalıp acele tedbirler almak isterken daha mesinin bizi büyük hatalar yapıyoruz. Denizlerimizin korunması veya gıda güvenliği sorunasıl etkilenunu ulusların gelecekte en büyük soyeceğiyle ne runlarından biri olacağını sadece yade kültür bancılar söylerse ciddiye alıyoruz. P TÜBİTAK'ın bir çalışması olmadığı gibi araştırma destek öncelikleri arasında da yoktur. Bu kurumun, deniz araştırma programlarının planlanması ve uygulanması mutlaka gözden geçirilmeli ve sorgulanmalı. Bu haliyle Türkiye bilimsel bakımdan Akdeniz'in ve Ege'nin açık deniz alanları konusunda hiçbir şey yapmamak için adeta direnmektedir. VE DİĞER SORULAR Türk Boğazlarının tartışıldığı son 15 yılda acaba bu boğaza gerçek zamanda oşinografik ölçüm yapacak cihazı ne zaman koyduk? Bizim zaman serisine göre verilerimiz kaç yıl geriye gidiyor? İstanbul Boğazı'ndaki en temel tuzluluk ve sıcaklık değişimini bile doğru dürüst incelemeyen, denizlerinin yıllara bağlı bir akıntı haritasını bile yapamayanlar acaba görevlerini ne kadar doğru yaptı? Ne yazık ki bütün bu konularda çok yavaş ve geriden gidiyoruz. Kurumsal ve bütünsel yaklaşımdan uzağız. O halde, kritik bir kütle oluşturarak deniz bilimlerindeki önceliklerimizi tanımlamalıyız. Bu arada hangi kurumun ne yaptığını, sorumluluklarını, üniversitelerin bu konudaki bölümlerinin başarımlarını sorgulamalıyız. Gerekli kurumlar bir araya gelip gerçekçi bir şekilde ulusal deniz araştırmaları ve öncelikleri programını oluşturmalıdır. Deniz araştırmaları olmadan denizlerdeki hak ve menfaatler korunamaz. Onun için AB ülkelerinin Akdeniz'li olanları örneğin İtalya her yıl deniz araştırmaları 10 milyon EU ayırmakta. Acaba biz ne ayırıyoruz? Hedefimiz ülke güvenliği ve denizlerde güçlü bir Türkiye için deniz bilimlerinin en az 20 yıl öncelikle desteklenmesi olmalı. Eğer Türkiye'de deniz araştırmalarının yetersizliği kimseyi rahatsız etmiyorsa o zaman kestirmeden Türkiye denizleri sahipsiz mi sorusunu sorabiliriz. Ama biz buna inanmak istemiyoruz ve Maliye Bakanlığı’na gemimize personel almak için yazı yazmaya devam ediyoruz.… YUNANİSTAN AÇIK ARA ÖNDE Yunanistan Poseidon uydusuyla bütün Ege'yi kontrol ederek açık ara bizden önde. Babakale'den sonra Türk radyosu duyulmuyor. Türk denizciler hava raporu için genellikle Poseidonu kullanıyor. Derin sularda araştırma için komşumuz ciddi çabalar içindeyken biz hiç oralı değiliz. Dünkü fakir komşularımızın birer ikişer AB'ye girdiği günümüzde AB'nin deniz politikasının oluşturulması tartışılırken, Türkiye'nin öncelikleri ortada yok. Neredeyse her gün küresel ısınma konusunun konuşulduğu ülkemizde acaba hangi kurum bu konuda ne kadar araştırma yaptı veya yapıyor? Bir konuda araştırma yapılmadan konuşulması genellikle yanılgılara neden olur. Yapılan konuşmaların ve demeçlerin doğruluk oranı nedir test edilmiş bilgi var mı? Bu konuda kaç uluslararası projede ortağız? Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra ülkemize giren deniz canlıları sadece balıkçılığı değil, turizmi ve insan sağlığını da etkilemeye başladı. Son 2 yılda deniz analarının artmasıyla birçok plajda insanları rahatsız edecek boyutta daha fazla denizanası görülmeye başlandı. Bunların izlenmesi için kim ne yapıyor? Acaba yakın gelecekte Doğu Akdeniz'deki bu yabancı deniz canlılarının artışı balık üretimiyle... MAVİ SANAYİ CBT1055/22 8 Haziran 2007 Günümüzde deniz diplerinde yeni keşfedilecek canlılar, moleküller, gen kaynakları için bütün uluslar büyük politik ve bilimsel çaba sarf ediyor. Bu mavi endüstrinin gelecekte birçok ülkenin gelişme ve rekabet gücünü arttıracağı bilinmektedir. Bu nedenle deniz diplerinden birçok canlının kimyasal yapıları taranarak gelecekte kullanılması planlanmakta. O halde Türkiye geleceğin başta gıda amaçlı kullanım olmak üzere bu konudaki çabalarını artırmalıdır. Uluslararası bölgesel ve küresel rekabetin bir boyutu olarak, araştırma ve yeni keşifler dikkate alınmaktadır. Bu nedenle, örneğin Marmara Denizi'ndeki deprem faaliyetlerinin izlenmesi ülkemiz için hayati önemdedir. Bunun için bizim gerekli planlama ve araştırmaları yapmış, geleceğe yönelik senaryoları hazırlamamız gerekiyor. Eğer Akdeniz'de Tsunami olacaksa önce Türkiye ve Yunanistan'ın etkileneceğini bilerek Tsunami uyarı sistemlerinin yerleştirilmesi için çaba sarf etmeliyiz. Ne yazık ki toplumumuzu, ülke endüstrisini ve günlük hayatımızı bu kadar ilgilendiren konular sadece kendini bu işlere adeta vakfetmiş üç beş gizli kahramanla yürütülmekte. Yine, Türkiye Ege ve Akdeniz'in açık denizlerinde petrol arama ihtiyacını birçok kez politik irade beyanıyla ortaya koymaktadır. Ama bu konuda Üniversitede Yabancı Dille Öğretim? Doğan Kuban Üniversitelerde yarım yamalak öğrenilen İngilizce bir sömürgeleşme aracı olabilir mi? Bu üzerinde dikkatle durulması gereken bir sorun haline gelmiştir. Kuşkusuz yabancı dil bilmek bir aydınlanma ve uygarlaşma aracıdır. Başka kültürlerin içinden tanınmasını sağlar. Dünya başka boyutlarıyla öğrenilir. Katı şovenizmler çözülür. İyi dil bilenlerin dünyayı daha geniş perspektifler içinde algıladıklarını biliyoruz. Bunu baştan vurguluyorum. Fakat Türkiye'de yabancı dilde yüksek öğretim bu boyutlarda söz konusu değil. Çünkü kimse gerçekten bir dil öğrenmiyor. Bizdeki uygulama bir düşünme kısırlığı aracı olmaktadır. Batılı ülkelerin, özellikle iyi Amerikan üniversitelerinin lisansüstü (master) ve doktora öğretimlerini bilenler oradaki öğretimin üst düzeyde entelektüel, yoğun bir araştırma, okuma ve tartışma ortamında olduğunu bilirler. Türkiye'de bir sayfa İngilizceyi beş on dakikada yarım yamalak anlayan, üç beş sözcükle konuşan, yazı yazamayan, sorgu soramayan öğrencilerle bunu sağlamak söz konusu değildir. Bunu İngilizce yapamayanlar Türkçede de yapamazlar. Çünkü kavramsal sözlüğü yabancı dilde öğrenmektedirler. Bizim öğrencilerimiz, bu sistemle iki cami arasında binamaz kalmışlardır. Ne anadillerinde ne de İngilizce kavram ve düşünce üretemez, tartışamazlar. Yapabilecekleri tek şey papağanlıktır. Taklitçi olmaya zorlanmışlardır. Kanımca bu sömürülmeye hazır bir yarım aydın olma yoludur. Bu eğitim vaktiyle sömürge eğitimlerinin yetiştirdiği aydın tipinden daha kötüdür. Kuzey Afrika'da ya da Hindistan'da okula gidip yüksek eğitimlerini Batılı metropollerde yapanlar sömürgeciler kadar onların dillerini biliyor ve kullanıyorlardı. Bizimkiler sadece kekeliyor. Kanımca bu aksak yabancı dille eğitim çağdaş sömürgeleşmenin bilincine varılamayan bir aracı olmaktadır. İnsan düşüncesinin dil yetersizliğinden kaynaklanan kısırlığına reklamı, interneti, Amerikan filmlerini ve müziğini ve okuma yazması olmayan köylüye 'byebye' dedirten dayatıcı kültür ortamının varlığını, parlamenter rejim komedisini, dış sermaye egemenliğini, ılımlı İslam politikasını, sahte demokrasi nakaratını da eklerseniz, ne kendi dilinde ne de başka bir dilde üretici olamayan bir toplumun geleceğinin parlak olmadığını düşünebilirsiniz. Genç beyinleri yarım öğretimden kurtarmak zorundayız. Türkiye sararıp kara lekelerle kaplanan bir yaprak gibi cehalet batağına saplandıkça belediyeler de daha çok çiçek dikip, kentleri daha çok aydınlatıp daha çok şenlik yapıyorlar. Bu Timur döneminde ödeyemeyecekleri kadar vergilendirilen Konya halkının davul zurna ile eğlence yapmasına benziyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle