Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Fiziksel ortamda çöküntü eşiği 1951’de kurulan Mimarlar Odası’nın tarihi kente göçün tarihi ile örtüşür. O dönemden başlayarak Mimarlar Odası her zaman çağdaş ve insana saygılı bir planlama mantığının yerleşmesi için büyük bir çaba sarfetmiştir. Birkaç gün önce de Türkiye için bir mimarlık politikasının saptanmasına yardım edecek bir programı iyi hazırlanmış bir manifesto ile basına duyurdu. Ne var ki yarım yüzyılı aşan çabaların sonucu olumsuzdur. Doğan Kuban risini gökdelenler ve TOKİ apartmanlarıyla birlikte düşünebilen insanların Türkiye’si için hayaldir. GERÇEKÇİ OLMAYAN BEKLENTİ Türkiye’nin bugünkü ilkel kültür karmaşasında ev sahibi olmak isteyen köylüler, kat eklemek isteyen apartman sahipleri, sürüsüne bereket türde yapı spekülatörleri, politikayı kazanç kapısı yapanlar, paradan başka amaçları kalmamış profesyoneller, menfaat gruplarının sözcüleri, yatırım şirketleri, turizm şirketleri, emlakçiler, malzeme satanlar, beyaz eşya satanlar, yeni strüktürler pazarlayanlar, iç dekorasyon dergileri, ve bunların rerklamını az okuBu küçük yazı, davmuş bir tüketici kütlesine satan bir medya karşısında bir ranışlarında biraz kaç hoca, birkaç mimar uygar ahlak ölçütü kalmış bir mimari politikanın yerleşmimar ve aydınların mesini sağlayabilirler mi? Bu gerçekçi bir beklenti dikkatine, mimarlık değildir. Fakat Mimarlar Odapolitikasının doğası sı’nın bu etkinliğini destekleüzerinde bir kaç gözmek gerekir. Çünkü çöküntü lem sunmaktadır. eşiğindeyiz. Yapı, kent, yol, çevre bağlamında, kimsenin hayır diyemiyeceği bir gerçek var: Dünyanın en güzel ülkelerinden biri olan Türkiye’nin %95’i çirkin bir yapılaşma ortamıdır. Ve hızla büyüdüğü için altyapı arkadan gelir, ya da gelmez. Bu görüntünün tarihi nedenleri, cehalete bağlı nedenleri, yağmaya, dolayısıyla politikaya bağlı nedenleri var. Bu bağlamda Mimarlar Odası’nın gözardı etmemesi gereken bir yöntem sorunu şudur: Cahil ve kalabalık bir toplumun her gün karşımıza çıkardığı rahatsızlıkların günlük polemiğinde boğularak, Türkiye’yi alıp götüren ilkesiz yağmanın geleceği karartan tümel M imarlar Odası’nın pek çok iyileştirici katkısına karşın, fiziksel çevre düzenlemenin yasal, entelektüel, kültürel düzeyi bir minimumu gösteriyor. 10000 yıldır yerleşmiş kültürlerin kullandığı bu toprakların kenti, ormanı, kıyısı ve hatta gök’ü, kırsal kültür taşıyıcıları için yağmalanacak ba kir tropik ormanlar olarak görünüyor. Toplumun cahil çoğunluğu yakın geleceğin ne getireceğini göremiyor. Şimdilik tek algılanan tehlike çanı trafik rezaleti. Fakat otomobil reklamları çok çekici. Ormanlar uzak, kıyılar turizmcilerin tekelinde. Yağma politikacıların kontrolünde herkese açık bir şans oyunu niteliğinde. Mimarlık politikası bir ilkeli davranışlar programı ise devletin, öğretim kurumlarının, meslek odalarının ve kuşkusuz yağmacıların değişik politikaları olacaktır. İnşaat, Türkiye’nin en büyük, ve en etkili ekonomik sektörüdür. İnşa edilmemiş bu ülkenin bitmeyen bir imar etkinliğine gereksinimi vardır. İnşaat sektörü en niteliksiz işgücünü kullanır. Böylece Türkiye’de işsizliğin ilacıdır. Bu en çok ve en kolay para kazanılan sektörde ortak bir yapı ve mimarlık politikası sadece Atatürk döneminde olmuş, 1950’den sonra ise bir yapı politikası bir sermaye dağıtım mekanizmasına dönüşmüştür. Doğrusu istenirse toplumun değişik kesimlerinin mimarlık ya da ülkenin yapılanması bağlamında ortak bir politikaları olması olanaksızdır. Kaldı ki dünyanın hiçbir büyük ülkesinde toplum kesimlerini tek bir politikada birleştiren bir durum sağlanamaz. Ancak yüksek bir kültür ortamı, estetik kaygılarla, aşırı spekülasyona engel olacak uygar bir concensus’a olanak verebilir. Bu da hangi koşullara yanıt vererek ortaya çıktığını hiç bir zaman anlamadıkları Osmanlı sivil mima Yazının devamı arka sayfada Bu rakamlara bakınca akla hemen şu sorular gelmekte: Uzmanların çoğunun yer aldığı Adli Tıp anabilim dalları neden bu kadar az hizmet üretiyor? Tembelliklerinden veya yetersizliklerinden mi? Ya da neden sadece eğitimle ilgilenmekle yetinmeyip hizmet üretmek istiyorlar? Aslında bu sorular birbirleri ile bağlantılıdır. Adli Tıp anabilim dalları hizmet vermek istiyorlar. Çünkü daha iyi hekim, daha donanımlı uzman hekim yetiştirmek için onlara yeteri kadar hasta gösterebilmeli, rapor yazdırabilmeli ve otopsi yaptırabilmelidirler. Ayrıca bilimsel çalışmaları artırabilmek ve standartları yükseltebilmek için laboratuvarlar ve laboratuvar aletleri gerekmektedir. Bunları talep ettiğinizde de sizden ne kadar hizmet ürettiğiniz sorulmaktadır. Yani bir kısır döngü söz konusudur. ASIL HEDEF HUKUKCULAR Bu yazıda şimdiye kadar bahsedilenler Adli Tıp uzmanları tarafından sıklıkla dile getirilen, konuşulan ve çözüm aranan konulardandır. Bu nedenle, bu yazının asıl hedefi konunun diğer ucu olan hukukçulardır. Cumhuriyet savcıları, hâkimler ve avukatlar neden adli tıp anabilim dallarından görüş istemez, ölü muayene işlemlerini ve otopsileri neden mutlaka ATK ile hatta pratisyen hekimlerle yapmak ister? İlgili adliyelere yazılar yazılmasına rağmen gelen dosya ve hasta sayısı Adli Tıp şubesinin ancak %10 ları düzeyinde kalır, otopsiler ise hiç yaptırılmaz? Doğal olarak, bu soruların hepsinin cevaplarını bilemeyiz, ancak bilimsel toplantılarda hâkim ve savcıların ko CBT1043/21 16 Mart 2007 nuşmalarından ve bire bir konuşmalardan çıkarımlarda bulunabiliriz: • Hâkimler ve Cumhuriyet Savcıları üniversitelerin Adli Tıp anabilim dallarının resmi bilirkişi olduklarını bilmiyor. • Yargı bilirkişi olarak sadece Adalet Bakanlığı’na bağlı olan birimleri tanıyor. • Antalya’da yapılan Adli Tıp Günleri Toplantısında, bir yargıtay dairenin başkanı olan sayın hâkimin, "ATK’dan rapor alınmadan gelen her dosya bozulur" şeklindeki ifade ettiği düşünce nedenlerden biri olabilir. Yine aynı nedenle Adli Tıp anabilim dalında üç akademisyenin imzası ile çıkan raporun doğruluğu, kendilerinden uzmanlık alarak ATK’da çalışmaya başlayan yeni bir uzmana sorulabiliyor. Ya da Adalet Bakanlığı’na bağlı olan bilirkişilerin daha "bağımsız" çalışacaklarına inanılıyor. Sayılan nedenleri kendi açımızdan uzatmak mümkündür. Tıp fakültelerinin diğer dalları için bir sorun yokken neden Adli Tıp için var? Çünkü diğer dallara kişi sevk edilerek veya kendi isteği ile başvurabiliyor. Ancak kişi Adli Tıp hizmetlerine başvuramıyor. Yasalarımızda, savunmanın bilirkişi raporları sunmasında, daha önce bir düzenleme yok iken 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun’da "Cumhuriyet Savcısı yanında şüpheli sanık müdafii veya vekilinin de uzman görüşü alabileceği belirtilmesine rağmen" savunmadan böyle taleplerin gelmesi çok nadiren görülmektedir. Ülkemizde birçok alanda olduğu gibi Adli Tıp alanında da bir Cumhuriyet savcıları, yanda yetişmiş iş gücünü kullanmahâkimler ve avukatyan, diğer yanda ise iş yoğunluğu altında ezilen bir kurum görülmektelar neden adli tıp dir. Dava sürelerinin çok uzun olanabilim dallarından masının nedenleri arasında gösterigörüş istemez, ölü len, "bilirkişi raporlarının hazırlanmasının uzun sürmesi konusunda" muayene işlemlerini tüm raporlarını aynı kurumdan isteve otopsileri neden yen yargının sorumluluğunu da dümutlaka ATK ile hatşünmek gerekir. ta pratisyen hekimBuraya kadar bahsedilenler Adli Tıbbın tüm sorunlarının çözülerle yapmak ister? müne yönelik değildir, tartışılacak çokbaşlılık vardır. ATK yapılanması, Adalet Bakanlığı’na bağlı olan bir yapının bağımsız olup olamayacağı, dünyadaki örneklerin nasıl olduğu, bilimsel düşüncenin etkin olduğu ülkelerde böyle bir yapılanmanın olup olmadığı, bunların her biri başka bir yazının konusu olabilir. Burada sadece yetişmiş insan gücünün etkin kullanılması gerektiği, Adli Tıp anabilim dallarının bilimsel ve bağımsız hizmet üretebilecek yerler olduğu, bunun yargı mensuplarına hatırlatılması gerekliliği düşünülerek yazılmıştır. 1. Adli Tıp İşleyişinin Değerlendirilmesi Raporu. Adli Tıp Uzmanları Derneği (ATUD), 2003, İstanbul. KENT VE KÜLTÜR