Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KANSER ARAŞTIRMALARI GÜNCEL TIP Dr. Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com İlk Türk kadın doktoru Safiye Ali, Dünya Kadınlar Günü fikrini ortaya atan Uluslararası Kadınlar Konferansı’na 1924 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen katılan heyetin başkanlığını da yapar. Dünya Kadınlar Günü ve Kadın Doktorlar 1921 yılında Moskova’da toplanan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda alınan bir karar ile 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kabul edildi. Bu gün, ülkemizde de 1975 yılından beri düzenli olarak kutlanmaktadır. Aslına bakarsanız aile içi suçların %90’ının kadına karşı işlendiği, kadınların %57,7’sinin evliliklerinin ilk gününde şiddete maruz kaldığı, şehirlerde %18’inin, köylerde ise %76’sının kocaları tarafından dövüldüğü bir ülkede bu günü nasıl "kutlamak" gerekir, bilemiyorum. Dünya genelinde de durum ülkemizden çok farklı değil. Günümüzde kadınların dünyadaki tüm malvarlığının %1’inden, toplam gelirin ise %10’undan daha azına sahip oldukları bilinmektedir. Ama kadınların bu durumu kuşkusuz ki bir kader değildir, en azından tıp alanında. İngiltere’de yapılan bir çalışma, 1960’lı yıllarda tıp fakültelerine giren kadın hekim oranının %25 olduğunu, buna karşılık 1975’te %35, 1985’te ise % 46’ya ulaştığını göstermektedir. Bu oran 1990’lı yıllarda % 50, 2000’li yıllarda ise % 61,5 yükselmiştir. 1983 yılında kadın konsültanların oranı sadece %12 iken 2004 yılında bu oran % 24’e ulaşmıştır. Gelinen bu noktada ilk kadın doktorları hatırlamak gerekir. Bu cesur kadın hekimlerden biri Dorothy Reed Mendenhall’dır. Dr Reed, 20.yy başında erkek meslektaşı Stenberg ile birlikte Hodgkin lenfoma tanısında önemli olan ReedStenberg hücrelerini ilk kez tanımlamış ve dahası Hodgkin hastalığının tüberkülozun bir formu değil, lenf bezi kanseri olduğunu göstermiş bir bilim kadınıdır. Ailesinin karşı olmasına rağmen John Hopkins Tıp Fakültesi’ne devam etmiş, onca erkeğin arasında bu fakülteden dönem dördüncüsü olarak mezun olmayı başarmıştır. Dorothy Reed’in erkeklerin baskın olduğu bu çevrede kendisini kanıtlaması için insanüstü bir çaba harcaması gerekiyordu. Bu zorluğa rağmen ihtisas için John Hopkins Tıp Fakültesi’ne kabul edilen ilk bayan hekim unvanını kazanmıştır. Onun yaşamını değiştiren olay evlenmeye karar vermesidir. Eşi, bir fizik profesörüdür ve Dr. Reed’in patolojiden daha çok evine vakit ayırmasını istemektedir. Reed, bu isteğe boyun eğer. Evliliğini izleyen ilk yıllarda ailesine işinden çok daha fazla zaman ayırmaya başlar ve bu sürede arka arkaya üç çocuk doğurur. Evlilik öncesinin hırslı, erkek egemen bir ortamda Osler gibi tıbbın efsane isimleriyle çalışma şansını yakalamayı başarmış, herkeste derin hayranlık uyandıran karizmatik kadını, ne yazık ki, evlilik sonrası uysal bir ev kadını haline gelmiştir. Ülkemizde ise kadınların tıp dünyasına adım atmaları çok daha zor olmuştur. Dorothy Reed’in doğduğu yıllarda Osmanlı’da Tercümanı Hakikat dergisi, "Tabibeler" isimli bir yazı ile ilk kez kadınların hekimlik yapabilirliğini sorgulamaya başlar. Tartışma 1898 yılında sona erer ve resmen kadınların hekimlik yapamayacağına karar verilir, tıp eğitimi almalarına izin verilmez. İlk kadın doktorumuz 1921 yılında Almanya’da eğitim gören Dr Safiye Ali’dir. Safiye Ali, Osmanlı’nın tanınmış ailelerinden birinin çocuğudur ve iyi bir eğitim almıştır. Amerikan Koleji’nde öğrenciyken Balkan Savaşından gelen yaralı askerleri görmüş ve hekim olmaya karar vermiştir. Osmanlı’da yasak olduğundan Almanya’da tıp eğitimi alır ve arkasından çocuk hastalıkları uzmanı olur. İstanbul’a döndükten sonra Cağaloğlu’nda muayenehane açan Safiye Ali’ye Akil Muhtar gibi birçok önemli tıp adamı da destek verir. Safiye Ali, Dünya Kadınlar Günü fikrini ortaya atan Uluslararası Kadınlar Konferansına 1924 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen katılan heyetin başkanlığını da yapar. Ülkemizde, Safiye Ali kadar hatırlanması gereken öncü hekimlerden biri de Prof. Dr. Türkan Akyol’dur. Akyol hem Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın rektörü hem de ilk kadın bakanıdır. Bu ülke kadınına verdiği değer ölçüsünde uygarlaşmayı başarabilecektir. Bugün ülkemizi yönetenlerin sözünü ettiğim bu gerçeği anlamalarını ve içlerine sindirebilmelerini diliyorum. Herkesin kadınlar günü kutlu olsun. Nanoparçacıklarla kanser tedavisi gelişiyor Nanoparçacık tedavisiyle, kanser tedavilerinin yan etkileri ortadan kaldırılabilecek. Magforce terapisi önümüzdeki yılın başında uygulanabilecek. T ıp biliminin kanserle savaşımındaki son umudu nanoteknik. Ve Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü Nanoteknoloji Birliği araştırmacısı Mauro Ferrari, nanotekniğin halihazırdaki terapilerle gerçekleştirilemeyeni mümkün kıldığı görüşünde. Kanserli hücreler moleküler düzlemde en etkili bir biçimde devre dışı bırakılabilecek, dolayısıyla da en düşük yan etkili yeni terapiler geliştirilebilecek. Oysa günümüzde kullanılan terapilerden sağlıklı dokular da etkilenmekte. Araştırmacılar çözümün etki maddelerini doğrudan doğruya tümörlü dokulara taşıyacak işlevsel nanoparçacıklarla elde edilebileceğine inanıyor. Bu düşünce aslında pek yeni sayılmaz. 1980’li yıllarda örneğin lipozomlar kullanılmaya başlanmıştı. Birkaç yüz nanometre büyüklüğünde PEG (polietilenglikol) gibi polimer moleküllerinden oluşan kılıflara sahip olan bu taşıyıcıların olumlu yanı, suda çözünür olmadıkları için kan dolaşımında dağılmayan ve bağışıklık sisteminden etkilenmeyen ilaçların etrafını sarabilmeleriydi. Bu bazda üretilen ilaçlardan biri 1995 yılında Kaposil sarkomuna karşı geliştirilen Doxil’dir. İKİNCİ NESİLLER GELİYOR Massachusetts Teknoloji Enstitüsü biyotıp uzmanı Robert Langer, şimdi yalnızca bağışıklık sistemiyle başa çıkmakla kalmayıp, kanser hücrelerini son derece spesifik bir şekilde yönlendiren ikinci nesil nanopartiküller üzerinde çalıştıklarını söylüyor. "Targeting" olarak adlandırılan bu yöntemde, etki maddesi taşıyan nanopartiküllerin üzerine sadece belli başlı kanser hücrelerinin kılıfına yapışabilen reseptör moleküllerine tutunabilen moleküller yerleştirilmekte. Langer bu yöntemi birkaç ay önce RESİM 1: Kanserli hücre Harvard Tıp Okulu’ndan Omid Farokhzad ile birlikte bir prostat kanseri ilacında uygulamış. Araştırmacıların ilaç taşıyıcısı, içinde Docetaxel kemoterapi ilacı bulunan süngerimsi bir kopolimerden oluşmakta. PEG kılıf bağışıklık sisteminin saldırısını engelliyor. Tutunma mekanizması, özel proteinlerle kanser hücreleriyle birleşen kısa RNA zincirlerinden meydana gelmekte. Taşıyıcı partikül, kanser hücreleri tarafından alınan Docetaxel’i boşaltıyor. Hayvanlarla yapılan deneyler sırasında, konvansiyonel yöntemlerle Docetaxel’le tedavi gören farelerin %14’ü, Targeting işlevi bulunmayan ilaç taşıyıcılarıyla yapılan tedaviyle de %57’si hayatta kalmış. Oysa Targeting işlevli taşıyıcılar sayesinde tüm fareler kanseri yenerek hayatta kaldılar diyor araştırmacılar. Bunlar umut verici araştırmalar ama başlıca sorun çeşitli kanser hücresi türlerine ait bazı reseptörlerin hâlâ bilinmiyor oluşu. CBT 1043/10 16 Mart t 2007