20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz [email protected] Hukuk, kıyasıya dövüşülen boks maçları için tasarlanmış bir ring imiş gibi görünüyor. Ebedi bir barış düşünün avutucu, yumuşak yastıkları orada yok. Hukukun böyle kavranmasında sıfırlandığımızı, alçakça kullanıldığımızı görüyoruz. Hukukun Geleceği – Geleceğin Hukuku Güncel Hukuk’un (Mart/2007) Tahsin Yücel ve Akif Kurtuluş ile birlikte katıldığım ilk "Ütopya" söyleşisinde yönetmen Filiz Kerestecioğlu bize, Yücel’in "Gökdelen"inden esinlenerek hukukun geleceğinin ve geleceğin hukukunun nasıl olacağını soruyordu. Bu soruyu yanıtlayabilmek ayrıca, hukukun bugün duyumsadığımız bir "tükenmişliği sendromu"nu da birlikte düşünmemizi gerektiriyor. Bu durumun belirtileri, bir düzen olarak hukukun gücünü, anlamını, dolayısıyla inandırıcılığını yitirmesine yol açan olgulara işaret ediyor. Toplumun beklentileri karşısında yasaların, mahkeme kararlarının layıkıyla uygulanamaması; yargılamanın ağır ve kusurlu işlemesi; adalet bilgisinin, biliminin ve bilimcilerinin, geniş anlamda hukuk dizgesinin yetenek, erdem ve ürün bakımından yetersizliği; bunun sonucunda bireylerde toplumsal çürümüşlük, bozulmuşluk kuşku ve kanısının yaygınlaşması kamuoyunda bir "hukukun tükenmişliği sendromu"na yol açıyor. Kimi zaman şu düşünce ile bir sinizme sürükleniyoruz: Herkesin kendi kutsal adaleti karşısında kapsayıcı bir adalet olarak çıplak iktidarı, tüm çağlar görüp geçirmiştir. Buna göre, iktidar adalettir. Hukuk onun normatif–bilişsel örgüsüdür. Bu, tersinden okunması istenen tek yönlü bir eşitlemedir. Bu açıdan hukuk, kıyasıya dövüşülen boks maçları için tasarlanmış bir ring imiş gibi görünüyor. Ebedi bir barış düşünün avutucu, yumuşak yastıkları orada yok. Ancak bu platform gerçek adaletin nihayet tecelli edeceği bir yer olarak da hala bel bağlanıp korunuyor. Hukukun böyle kavranması bizi rahatsız da ediyor. Onda sıfırlandığımızı, alçakça kullanıldığımızı görüyoruz. Hukukun, günümüze değin varoluşunda bu yoruma nerede, ne zaman ters düştüğünü söylemek doğrusu kolay görünmüyor. Hukuk onurumuz olmayacaksa, olabileceği hiç bir şey bizim onurumuzu koruyamayacaktır. İnsan onuru hiç bugunkü kadar korunmaya muhtaç olmamıştır. Bunun için ondan en çok bugün söz ediyoruz. Hukuk geleceğe nasıl yürüyecek? Bu yorumu aşabilecek mi? Hukukun geleceği biraz da bu soruya bağlı.Yani hukukun gelecekte de aynı biçimde yaşanması onu zamandan, mekandan bağımsız, kara mizah dercesine, kara bir evrensellik içerisine sürüklüyor. Bu, hukuk için bir gelecek değildir. Bizim için de değil. Saplandığımız karamsarlıktan eski bir inanca yeniden yönelerek uzaklaşabiliriz: İktidara değil, adalete inanarak var olabildiğimizi unutmamalıyız. Bu inancın ilk önce temellendirilmesi gerekiyor: İlk sav, hukukun iktidarın ve ideolojinin kılıfı ve hizmetkarı olduğu düşüncesi karşısında onun bir kültür olarak bu ikisine varlık ve meşruluk sağlayan istikrarlı bir zemin oluşturduğu düşüncesidir. İkinci sav, geleceğin tasarlanmasında hukuka düşen görevin kaçınılmazlığıdır. Üçüncü sav, bu geleceği tasarlayanın, hukukun adaletle olan ilişkisini de belirleyeceğidir. Hukukun insan onuru ile özdeş kılınması, geleceği tasarlayan öznenin çok iyi tanınmasını ve tanımlanmasını gerekli kılıyor. Dördüncü sav, geleceğin tasarlanmasının, sorunlarıyla tanınabilmesine de bağlı olduğudur. İşte buradan hareketle hukuk kendisini bir düzen olarak yeniden var edecektir. Bir ölçüde bu süreç "sürdürülebilirlik" düşüncesi çerçevesinde başlamış bulunuyor. Bu nedenle sürdürülebilir bir yaşam için hukukun da sürdürülebilir bir hukuk olması gereği böylelikle bilinç düzeyine çıkmış oluyor. Hukuk kültürü içerisinde yer edinebilmiş, hukukta kültür ögesine dönüşmüş veya bu kültüre rağmen gücünü gösterebilmiş zulmün türlü görüngüleri yanında insanlık, gelecek sorunlarının yarattığı yoğun kaygıların itici gücüyle hukuka, önceki sorunlarını bertaraf etmek, gelmekte olan felaketleri önlemek amacına uygun bir işlevsellik ve yapısallık tasarlamak zorunluluğuyla karşı karşıya bulunuyor. Hukukun hem kendisi, hem gelecek için sürdürülebilir gelişimi, böyle bir direktifin altında düşünülmek durumundadır. Bu hukuk insanın özgeci, özverili yanına imkân veren özgürlükçü, bireyci, demokratik, dayanışmacı bir hukuksal yoruma dayandırılacaktır. İnsanın bencil yanının tüm türevleriyle kararttığımız adalete böyle bir şansı, hukuk kültürümüzün sürekliliği içerisinde, sürdürülebilir bir hukuk tasarımıyla vermek mümkündür. ŞEKİL 5: Evrim süresince, farklı türlerde duyu ve düşünce yapıları ve bu türlerin beyinlerinde açığa çıkan senkroni ve entropi değerlerinin şematik gösterimi Yazının devamı 22. sayfada CBT 1043 / 17 16 Mart 2007 2) Gelişme sırasında canlı varlıklar yaşamlarını devam ettirebilmek için yeni gelişmelerde bulunurlar. Buna doğal seçilim (natural selectivity) denmektedir. Gene Charles Darwin’in (8) kuramına göre en ilkel canlı varlıklar olan omurgasızlardan insana kadar meydan gelen evrimde bu varlıklar gittikçe ustalaşmakta, yeteneklerini arttırmakta ve nihayet insanda en çok gelişmiş özellikleri göstermektedir. Evrim sırasında gelişen beyinlerin EEG salınımları sistematik olarak çok az laboratuvarda incelenmiştir. Aplysia veya Helix Pomatia’dan (bağ sümüklüböceği) başlayarak insan beynine kadar yapılan araştırmalar hemen hemen sadece Almanya "Sezgi" nedir? Sezgi Lübeck Üniversitesi’nde Erol Başar ve arkadaşları ve Theodore Bullock tarafından San bir insanının herhangi Diego Kalifornia Üniversitesi’nde ortak yürübir problemi çözmekte tülmüş ve uzun yıllar Alman Araştırma kuruveya olayı anlamakta mu tarafından desteklenmiş analizlerdir. tüm olarak bir takım Şimdi bu veri tabanını bir kuramsal tabana yerleştirmeğe çalışıyor ve yorumlar için yeni yöntemler zinciri bir koordinat sistemini kullanıyoruz. (Bk 5). kullanmadan, anında Güncel beyin araştırmalarında elektrofizve direkt olarak yolojik yöntemlerle ve psikolojik testler ile bellek mekanizmaları, dikkat, algılama ve öğgösterdiği yetenektir. renme konusunda ölçümler yapılabilmektedir. Hatta insanların duygularını ölçmek üzere ölçümler artmaktadır. Ancak insanlardaki "sezgi" yeteneğine yaklaşım çok azdır. Aşağıda Henri Bergson’un sezgi üzerine yorumları, Charles Darwin’nin evrim teorisi ve laboratuvarlarımızdaki verilerden yayımladığımız bilgileri bir araya getirerek beynin alfa aktivitesinin sezginin gelişmesinde oynamış olabileceği rolü anlamağa çalışacağız. Bu incelemeyi yapmak için sistem teorisi yöntemlerine dayanarak üç olayı bereber inceleyeceğiz. 1) Entropi 2) Koherans 3) Beyin Salınımların farklılıkları "Entropi" ve "Koherans" birbirleri ile ilintilidirler. Beyin dokusunda nöronlar ve nöron populasyonlarının elektriksel aktivitesi yüksek koherans değerleri gösterirlerse o dokunun bölgeleri arasında "Senkroni" gözlemlenir. Buna göre bir nöral sistemin içinde senkroni düzenli davranışı işaret eder. Bu da düşük entropi demektir. "Entropi" nedir? Entropi, bir sistemin içerisindeki düzensizlik derecesidir. Beyinde koheransın tarifi T. H. Bullock tarafından aşağıdaki gibi yapılmıştır. "Koherans" beynin iki bölgesi arasında her frekans diliminde korelasyonunu gösterir. Bu da iki bölge arasında senkroni olup olmadığının en iyi tanımlayıcısıdır. T.H. Bullock ve ark. (3) insan beyninin korteksinin iki bölgesi arasındaki alfa frekans diliminde koherans değerlerini yayımlamıştır. Bu değerler 0.5 civarındadır ve oldukça yüksektir. Buna mukabil T. H. Bullock ve E. Başar (2) Aplysia’da elektrotlar bir milimetreden daha az aralıkla yerleştirilmesine rağmen hiçbir frekans diliminde anlamlı ölçeğe erişen koherans değerleri izleyememişlerdir. Buna karşın beynin elektrisel aktivitesini ölçtükleri balıklarda çok daha yüksek koherans
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle