25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam mesi için otlaklarda yetişen doğal inekler bile kısa aralıklarla gebe bırakılmakta. Fabrikalardaki ileri teknolojiye dayalı işlemlerle doğal süt, meyve ve sebze ile aynı besin değerlerine sahip ürünler elde edilmeye çalışılıyor. Birinci aşamada ürün mekanik işlemler ve kimyasal yıkama işlemleriyle temizlenip, ayrıştırılıp toz haline getirilirken, ikinci aşamada “içi boşaltılmış” ürünlerin içine her türlü katkı maddesi doldurulmakta. Örneğin bazı meyveli yoğurtlar, meyveden çok özel katkılı maddeleri ve emülgatörlerle tatlandırılmakta. Her gün düzenli olarak tükettiğimiz temel gıdamız olan ekmek bile “fonksiyonel gıda ürünleri” trendinden nasibini aldı. Hedef kitleye ulaşma çabası ve ekonomiye yararlı olduğu düşüncesi gitgide daha fazla katkı maddesine besinlere giden yolu açıyor. Avrupa Birliği'nin sağlık yasaları üreticiye, her ne kadar hiçbir ürününü hastalıkları iyileştirici bir ürün olarak pazarlamasına izin vermiyorsa da neredeyse ambalaj üzerine bir ürünün belli başlı bir hastalığa yakalanma riskini düşürdüğünün yazılmasına izin verecek hale geldi. Gelişmeler, “fonksiyonel gıda” için yeni bir çağın başladığını göstermekte. Sağlığa yararlı olduğu söylenen katkılar Avrupa Birliği uzmanlarınca da onaylanması halinde, kuruluşlar için çalışan bilim insanları, belli başlı hastalıklara yakalanma riskini düşüren yeni gıda katkı maddeleri bulmaya çalışacaklardır. Avrupa Birliği bu konuda Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi'nin (FDA) kurallarına örnek almakta. Sağlıklı olduğu kabul edilen katkı maddelerinin listesi Amerika'da günden güne uzamakta. Probiyotikler dışında özellikle de vitaminler katılıyor ürünlere. Bunlar BASF ve DSM gibi büyük kuruluşlarca üretilip dağıtılmakta. ACE vitamin karışımı örneğin meyve sularına katılıyor. Peki özel katkı maddeli ve “fonksiyonel gıda” ürünleri insanın beslenme ihtiyacını karşılamıyor mu ve beslenme kültürümüzü iyileştirmek yerine dejenere mi ediyorlar? Kimi beslenme uzmanları özel katkı maddelerinin yetersiz beslenmeye yol açacağını, hatta hatalı beslenme alışkanlığını bile tetikleyebileceğine inanıyorlar. Mesele hiçbir besin değeri bulunmayan yağlı, tuzlu ve şişmanlatıcı çerez türü ürünlere sağlığa yararlı katkı maddesi katıldığında, insanlar bu tür yiyeceklerle karın doyurmaya çalışabilirler. Gerçekten sağlıklı beslenen yani günlük protein, vitamin, mineral vb maddeleri doğal ürünlerden alanların ilave olarak vitamin almalarına gerek yok. Diğer bir görüşe göre de özel katkılı maddeler sadece vicdanları rahatlatmakla kalıyor. Sonuçta günde bir kutu probiyotik yoğurt ve birkaç vitamin hapıyla, sağlıksız yaşam biçimi dengelenmeye çalışılmakta. Oysa sağlıksız beslenme ve şişmanlık için yapılacak şey çok basit: Doğal ürünler tüketmek ve düzenli olarak spor yapmak. Probiyotikler ve sağlığa yararlı diğer katkı maddeleriyle ilgili tartışmalar ve eleştiriler aslında bir soruyu da beraberinde getiriyor. Yovita'nın web sitesinde gözümüze şu bilgiler takıldı mesela: “Yovita'nın içerdiği doğal Acidophilus ve Bifidus mayaları düzenli kullanıldığında, kabızlık, şişkinlik, gaz, ishal, ağız kokusu gibi sindirim sorunlarında fayda sağlayabileceği, vücut direncinin arttırılmasına yardımcı olabileceği konusunda bilimsel çalışmalar bulunmaktadır”. Ülker firması ise “Kalbim Benecol ürünleri, her gün düzenli olarak tüketildiğinde kötü kolesterolü 2 haftada %15'e varan oranda düşürüyor ve kontrol altına alıyor” diyor. Yani her iki ürün de öyle veya böyle sonuçta belli başlı hastalıkları iyileştiriyor. O halde bu ürünler ilaç sayılmazlar mı? Nilgün Özbaşaran Dede www.danone.com.tr,www.yovita.com,www.nmisolitions.com,www.aj cn.org,www.healingpeople.com , www.fda.gov Sokak gerçekten düşüncenin ve birlikteliğin olduğu bir yer. Tek başınalıktan felsefe çıkmıyor. Çok başına olmak gerek. Onun için sokak felsefenin beşiğidir... Sokak ve Felsefe Felsefe sokakta çıkmıştır. Agora belki bir anlamda sokaktır. Çünkü felsefenin hayatı, örneğin Sokrates'le birlikte orada oluşur, orada gelişir, orada çiçek açar ve orada ölür. Belki sürekli olarak sokakta yenilenir. Çünkü sokağın dışına çıktığınız zaman ya kırlara açılırsınız, doğaya; ya da evlerin içine girersiniz. Birisi doğadır, belki yalnızlıktır. Öbürü yine bir anlamda yalnızlıktır. Çünkü odanıza çekilebilirsiniz, ama canların sokakta buluşması sözkonusu. Dolayısıyla, sokak gerçekten düşüncenin ve birlikteliğin olduğu bir yer. Tek başınalıktan felsefe çıkmıyor. Çok başına olmak gerek. Onun için sokak felsefenin beşiğidir diyebiliriz. Oysa şimdilerde sokak çekmiş felsefeden kendini, onu ite kaka dersanelere sıkıştırıyorlar. Tam tersini yapmalı: Dersaneleri de belki sokağa dökmek gerek.. Sokağı dersaneyle birleştirmeli. Bana sorarsanız, dersane, sokak ve doğa, kırlar, akarsular, dağlar, uçurumlar, hepsi bir arada olabilse keşke! Çünkü sokakta yine de bir yabancılaşma söz konusu. Çağımız sokakları doğayla bütünleşmiş gibi gözükmüyor. Felsefe zaten sokakta gözükmüyor çağımızda. Ama başlangıçta sokaktaydı, sonradan dersanelere çekildi maalesef. Sokağın ilk bildiğimiz kadarıyla bilgesi Herakleitos'tur. Ama herhalde Herakleitos soyluların geçtiği sokaklara isyan etmiştir. Çöplüklerde falan dolaştığı söylenir. Hatta kendisini gübrelerin içine gömmüştür. Sokağa bir isyandır, yaptığı. Çünkü sokak şimdiki anladığımız anlamda bir sokak değil. Çünkü şimdi soylular sokaklarda pek dolaşmıyorlar, onların ayrı evleri var ve sokaklardan geçseler de arabayla geçiyorlar. Ama sokakların bilgesi bence sokaklarda duvar kenarında oturanlardır, kedilere yiyecek verenlerdir ya da bir köşeye oturup kafa çekenlerdir, bir kıyıda sevişenlerdir; sokaklarda atan bir can var. Bilgeler sokağın kıymetini bilen, sokağı hayata dönüştürenlerdir. Bunu zaten çok eski sokaklarda görüyoruz. Yeni sokaklarda yok. Hele şimdi giderek çok parası olanlar sitelerde yaşıyorlar ve çevresini duvarlarla ve güvenlikli tel örgüleriyle çeviriyorlar, dolayısıyla oralarda hayat gözükmüyor. Çok özel ve itici bir özelliği var. Oysa sokak çok doğal olmalı ve herkesin dolaşabildiği bir yer olmalı. Onun için ayrıca para vermek; bilet, pasaport, vize almak gerekmemeli. Sokağın bilgeleri sokağı hayata dönüştürebilirler, sokakta yaşayabilen, sokakta yatabilen, sokakta yazabilenlerdir. Sokaksa, öyle kasıntılı,vıcık vıcık entelektüel sokağı olmamalı, gerçekten sokak olmalı. Kasketli insanlar da orada yazmalı, yoksa bir takım entel insanlarının kendine sokak adını verdiği, açtığı kafeler gibi bir şey olur, o hale düşmekten sakınmak gerekir. Edebiyatın kanı, kalbi oradan atıyor diye düşünüyorum, sokaklarda kan ve can var. Benim korkum, parası olanlar ayrı yerlere taşınıyorlar ve garibanlar zaten çok ayrı yerlerde, sokağı olmayan yerlerde yaşamak zorunda kalıyorlar ve sokaklar boşalıyor giderek. Dolayısıyla sokaklarda yaşanılmıyor ya evlerde olunuyor ya özel kafelerde, sokaklarda çok fazla kimse kalmıyor, kediler, köpekler veya işten dönen, okuldan dönen çocukların dışında. Halbuki sokağa yeniden bakabilmeyi sokaktaki canlılığı, hayatı, sokaktaki bahçeyi sokaktaki doğayı, sokaktaki heyecanı gösterebilmek gerekir. Belki de burada mimar arkadaşlar ya da şehir planlamacı arkadaşlara da iğnebatırmak gerek. Sokağı olmayan kentler tasarlanıyor. İnsanlar belki çok keyiflerine düşkün oldukları, sokakla buluşamadıkları için, sokaktan çok fazla etkilenmeyen, sokağın soğuğu, sıcağı, gürültüsünün gelmediği, korunaklı, hırsızın girmeyeceği yerler tasarlıyorlar.. Ama eski sokakları düşünürsek, örneğin Üsküdar'da Arnavut kaldırımının, cumbaların olduğu.Orada yaşıyordu insanlar, orada kalpleri atıyordu, orada kendi kalplerini, gönüllerini, düşüncelerini paylaşabiliyorlardı. İşte sokaklarda maltız kokuları, yemek kokuları vardı, insanların birbiriyle bakışmaları, heyecanları, birbirlerinden yardım istemeleri, dertleşmeleri hep sokakta oluşuyordu. Sokakta hayatın kalbi atıyordu. CBT 1084 / 11 28 Aralık 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle