25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÇEVRE GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam Kent içi egzoz zehirleri üzerine bilimin alarm çanları Kural ihlalleri ve yasa tanımazlığın sonuçları artık bir "akıldışılık" düzeyine ulaştı; 25 yıllık bir araştırma sonucuna göre, taşıt egzoz gazlarının bebeklerde önemli kalıcı etkileri saptandı… Sami Eren; seren@novagenix.com "Özgür insanın en baştaki ayak bağı kendisidir" diyebilir miyiz? Elbette, o çıkıyor ortaya. Çünkü özgür insan, kendini belirleyen koşulların farkında olan insandır. Çünkü her özgürlük, belli bağımlılıkların ve belirlenimlerin içinde oluşur. Özgürlüğün Ayak Bağları Benim uçma özgürlüğüm var mı? Bakıyorsunuz ki, yerçekimi var; uçamam diyorsunuz. Çünkü koşullar, belli kütlesi olan insanı aşağı doğru çeker. Oysa, aerodinamik ilkelerini, prensiplerini kullanarak, ilk bakışta sanki benim uçma özgürlüğüm gibi bir şey söz konusu değilken; benim hayal gücümün, "Ben de uçabilirim, benim de kanatlarım olabilir" gibi, iç dünyamın getirdiği zenginliğin sonucunda uçabileceğim düşüncesinden kaynaklanan bir uçma özgürlüğüm çıkıyor. Kanat takıyorum, bir yere kadar uçuyorum, sonra düşüyorum, uçaklar yapıyorum, birçoğu uçmuyor, kazalar oluyor falan; ama karar verip, o kararımda direnebilme özgürlüğüm, gücüm sayesinde bunu pratiğe, uygulamaya, eyleme geçirebiliyorum. Öyleyse, özgür insanın birey temelinde üç temel özelliği var. Bu üç boyutu içerisinde insanın özgürlüğünü; öncelikle, bir, düşünce ve düş kurma, iç dünyasıyla, kendisiyle yüzleşebilme, karşılaşabilme gücüyle ortaya çıkan iç özgürlük olarak anlayabiliriz. İki, özgürlüğü, karar verme gücü, harekete geçmeye hazırlanma gücü olarak anlayabiliriz. Üç, karar vermesinin ardından, bu kararını eyleme geçirebilme, uygulayabilme gücü olarak anlayabiliriz. Özgür insanın özgürlüğü üzerinde konuşurken; bir, o insanı birey olarak; iki, toplum olarak; üç, kültür olarak düşünmek gerektiğini düşünüyorum.Bu üç özgürlüğün, biraz önce bireysel özgürlükten söz ederken andığım gibi, üçer koşulu var. Bir iç özgürlük,i ki irade, üç eylem koşulu. Demek ki, bu anlamda üçe üç, dokuzlu bir özgürlük modeli çıkıyor karşımıza O zaman her birimiz, bu üç gücümüzü, birey olarak, toplum olarak, kültür olarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğimizi sorgulamalıyız diye düşünüyorum. Üçüncü özgürlük, kültürel özgürlük, beni daha çok ilgilendiriyor. Çünkü gitgide köy haline geldiğini söylediğimiz, küreselleştiğini söylediğimiz dünyada, kendi kültürel benliğimizi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu; dilimizi, geleneklerimizi, musikimizi, folklorumuzu yitirme tehlikesi içerisinde olduğumuzu görüyorum. Özgür kültürler kendi kaynaklarından beslenebilip, kendi kaynaklarından bütün diğer kültürlere söyleyebilecek sözleri olan, bütün insanlığı kuşatabilen; bilim, sanat ve düşünce ürünleri verebilecek güçte olan kültürlerdir. Özgürlüğü bize haram eden önce kafamızın içindeki düşünceler, duygulardır; sonra dışımızdaki koşullar, sınırlar: Bedenimizin sınırlı olanakları, fiziksel, toplumsal, kültürel, ekonomik, engellerin yarattığı zorunluluklar. İç özgürlüğümüz salt bireysel anlamda anlaşılmamalı, toplumların, kültürlerin de iç özgürlüğü var. Bir toplumun kendisi hakkında düşünceleri, tasarıları, geleceğe ilişkin umutları, özgüveni, kendi kendisiyle karşılaşabilme cesareti, onun toplumsal iç özgürlüğünün oluşumunda etkin olan bazı özelliklerdir. Benzer biçimde, bir kültürün iç özgürlüğü, kendi tarihi ve değerleriyle hesaplaşabilme cesaretiyle ilgilidir. Bu açıdan Türk Toplumu ve Türk Kültürünün iç özgürlüğünden söz edebilir miyiz? Diyebilirsiniz ki, toplum ve kültür olarak bizi içine alan dış koşulların elinde inim inim inlerken, yaşam biçimimizi, toplumsal ilişkilerimizi, eğitimimizi, sanat, bilim, düşünce alanında etkinliklerimizi belirleyen bunca ağır koşullar altında nasıl özgür olabilir, toplumsal ve kültürel içimiz? Dış koşulların baskısına direnme gücünün kaynağı nerededir? Elbette içimizde! Vereceğimiz kararlarda, kendimiz hakkındaki düşüncelerde, özgüvenimizde, inançlarımızda! Bireysel olmayan, toplumsal ve kültürel iç dünyamızın ayırdına varamadıkça, toplumsal ve kültürel anlamda iç özgürlüğümüze ulaşamayız; iç özgürlüğe kavuşamadıkça, toplumsal ve kültürel alanda, giderek ekonomi ve siyasi alanlarda atılımlar yapamayız, özgür olamayız, kendimiz olamayız. Sorun hem bireysel iç özgürlüğümüzü hem de bireysel olmayan iç özgürlüğümüzü oluşturmak için kendi içimizle, hem bireysel hem de bireysel olmayan anlamda bizi iç özgürlüğe kavuşturacak muhabbete geçebilmede. Aslında muhabbet edebilmek de özgürlük ister. "Dünyanın özgürleşmesine muhabbetle başlamalı" sözü çoğu insana ayakları havada bir söz gibi gelecektir. Muhabbet edebilmek için gereken özgür olma gücünü gerçekçi olma adına göremiyorlar; göremedikleri için bu gücü keşfedemiyorlar. Muhabbet özgürlüğü, özgürlük muhabbeti gerektirir. Bir yerden başlamak gerek. B aşkent Ankara trafiğinde hem insan yaşamını doğrudan tehdit eden, hem de "arabesk" bir yasa tanımazlığın göstergesi olan öğeleri üç temel başlık altında sıralamak olası: 1. Trafik akışındaki kuralların "sistematik olarak" ihlâli 2. Yaya kaldırımlarına her cinsten taşıtın park edilmesi. 3. Egzoz dumanları. Üç yıl önce CBT’de, "süreğenleşen trafik sorunumuz"u irdeleyen bir yazım yayımlanmıştı (1). Ancak, aradan geçen zamanda bu yazıda değindiğim konularda, başkent trafiğinde hiçbir düzelme olmadığı gibi, kural ihlalleri ve yasa tanımazlığın sonuçları artık bir "akıldışılık" düzeyine ulaştı: Kırmızı ışıkta beklerken arkadaki arabanın "gitmeniz" için ısrarla klakson çalması; yasak yönlere pervasızca girilebilmesi; süratli "pizzakebap" servisi için 1516 yaşındaki çocukların mobiletlere bindirilerek trafiğe çıkarılmaları; yaya kaldırımlarına çekincesizce araba park edilebilmesi ve sonuçta insanların "kaldırımlardan itilmiş olmaları", trafik bağlamında artık bir "kaos toplumu" olduğumuzun göstergelerinden sadece birkaçı. HASTALIK OLUŞTURUCU Ankara’da, bazı resmi ve özel kurumlara ait otobüsler, kamyon ve kamyonetler, minibüs dolmuşlar başta olmak üzere, motorlu araçların birçoğunun egzozlarından siyah dumanların yükseldiğini gözlemliyoruz Özellikle dizel yakıtlı taşıtlardan çıkan bu egzoz dumanı bazen o kadar yoğun ki, hemen arkasında veya yanında iseniz soluk almakta zorlanmakta ya da görüş mesafeniz aniden düşmektedir! Oysa yıllardan bu yana egzoz muayenesi zorunludur. Üstelik, bırakın detektörlerle içeriğini belirlemeyi, çıkan siyah dumanlar çıplak gözle bile fark edilmektedir ve trafikten derhal men edilmeyi gerektirir! Ama, bu çok önemli çevre kirleticisi ve hastalık oluşturucu etmene karşı yaygın bir duyarsızlık, yaptırımsızlık sürmektedir. Taşıt egzoz dumanının bileşiminde, genellikle yakıtın tam yanmamasından kaynaklanan ve sağlığa zararlı birçok madde bulunur: hidrokarbonlar, poliaromatik hidrokarbonlar, azot oksitler, kükürt oksitler, karbon monoksit, karbondioksit, kurşun ve küçük karbon tanecikleri. Azot ve kükürt oksitler ile küçük tanecikler, ekolojik sorunlar bir yana, solunum sistemi hastalıklarına ve alerjik reaksiyonlara neden olabilmekte. KANSER İLİŞKİSİ Karbonmonoksit solunması, özellikle kalpakciğer hastaları için son derece tehlikelidir. Kurşun ise, önemli bir toksisite (halsizlik, kansızlık, nörolojik belirtiler, bilişsel işlevlerde bozukluk.) nedenidir. Ancak, taşıt egzoz dumanının içindeki hidrokarbon bileşiklerine kronik maruziyet sonucunda değişik tipte kanserler oluşması, sorunu daha da ürkütücü hale getirmektedir. Bu maddeler ile kanser arasında olası bir ilişkiyi gösteren çok sayıda epidemiyolojik çalışma var (2, 3, 4). İngiltere’de yapılan ve sonuçları bu yıl yayımlanan geniş kapsamlı bir araştırmada, 25 yıllık bir zaman diliminde doğan ve kanserden (lösemi ve solid organ tümörleri) ölen 12.000 bebek ve 16 yaş altı çocuğun % 24’ünün doğduğu ve/veya yaşadığı evlerinin karayolu, demiryolu, otobüs durağı, su kanalları ve nehirlere çok yakın (0.10.5 km) olduğu; annelerinin hamileliğinden (yani fötüs aşamasından) itibaren yaşamlarında taşıt egzoz gazlarına kronik bir maruziyetlerinin bulunduğu saptandı (5). Bu ilginç ve uyarıcı araştırmada, başlıca sorumlunun 1,3bütadien olduğu öne sürülmekte; egzoz gazlarının, özellikle bu madde açısından, ivedilikle ve çok sıkı kontrol edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Başkentte bile, ilkel ve bireylerin yaşamını/ülkemizin geleceğini tehdit eden bir "trafik terörü" sürüyor, ama çözüm bulunamıyorsa, diğer kentlerimizin durumunu tahmin etmenin güç değil. Öyleki, her yeni gün daha çok taşıttan çıkan ve adeta bir tür "dokunulmazlığı olan" siyah egzoz dumanları, trafik sorunumuza radikal bir çözüm bulunacağı, kentlerimizde temiz bir hava solunacağı, yollarında güvenle yürüneceği/araç sürüleceği umudunun ışığını da karartıyor sanki... Kaynaklar: 1. Eren S. CBT 2003; 864: 13. 2. Nordlinder R, Järvholm B. Int Arch Occup Environ Health 1997; 70: 5760. 3. Nyberg F, Gustavsson P, Järup L ve ark. Epidemiology 2000; 11(5): 487495. 4. Kagawa J. Toxicology 2002; 181182: 349353. 5. Knox EG. J Epidemiol Community Health 2006; 60: 136141. CBT 1036/ 11 26 Ocak 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle