28 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Üniversite sorunları: Vurun abalıya Üniversitelerle ilgili olarak son haftaların tartışma konusunu Prof. Dr. Celal Şengör başlattı. Görüşlerine katılmıyorum. Prof. Dr. Bahattin Baysal Ş işmanca yapısı, sakalı ve papiyonu ile pitoresk ama sempatik bir hocadır Şengör. İsrarla ileri sürdüğü başlıca konuları sıralıyorum: • Türkiye’de (harp okulları dışında) bir üniversite bile yoktur. • Üniversite öğrencileri ilgisizdir. Yabancı ünlü bir bilim adamını dinleyecekleri yerde bir şarkıcıyı görmeye gidiyorlar! • Öğrenim ve öğretim kalitesi son derece düşüktür. • Yurtdışında belli bir başarı ile yaptığı öğretmenlik görevinin Türkiye’de fiyasko ile sonuçlandığını söylüyor. Öğrenci, asistan, öğretim üyesi ve araştırıcı olarak tam (65) yıldır üniversitelerde çalışan bir kişi olarak sayın Şengör’ün yukarda sıralanan görüşlerine katılmadığımı belirtmek istiyorum. Türkiye’de üniversite sistemine kuşbakışı bir göz atalım: Üniversite sayısı 1980’li yıllardan sonra hızla artmıştır. Kaynaklar yetersiz olduğu için İstanbul, Ankara ve İzmir’deki üniversiteler yeterince desteklenemedi. Bu hızlı sayısal artışı desteklemeyenler çoğunluktadır. Ancak, sonuçta üniversite sistemi bütün Anadolu’ya ve Trakya’ya yayıldı. Üniversite açılan şehirlerin atmosferi değişti. Memleket köylü görünümünü aşmaya çalışıyor. Kısa zamanda yeni kurulan üniversiteler gelişecek ve memleket daha uygar bir atmosfere bürünecek tir. Son yıllarda büyük şehirlerdeki üniversitelerin, geniş ölçüde, çağdaş alet ve malzeme ile donatıldığı görülüyor. Moleküler biyoloji gibi bazı çok pahalı malzemenin harcandığı konulardaki sıkıntıların da önümüzdeki yıllarda giderileceği kuşkusuzdur. Üniversitelerde ileri düzeydeki bilimsel çalışmaların gelişmesi bekleniyor. ÖĞRETİM VE ÖĞRENCİ KALİTESİ 1940’lı yıllarda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Profesör F. Arndt’ın verdiği kimya derslerini izledim. Prof. Dr. A. Rıza Berkem’den "Atomistik" dersi aldım. 19451950 yıllarında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde doktora çalışmalarımı yaparken Profesör A. G. Parts’ın fiziksel kimya derslerinde asistan olarak çalıştım. 19501960 döneminde ise New York, Princeton Üniversiteleri ile Boston’da Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde benzer derslere katıldım. Türkiye’de aldığım lisans ve lisans üstü derslerin ABD’nin tanınmış üniversitelerinde verilen derslerden geri kalır bir düzeyde olduğunu söyleyemem. 19601990 yıllarında Orta Doğu, Karadeniz ve İstanbul Teknik Üniversitelerinde benim verdiğim derslerin de, yurtdışı üniversitelerde verilen dersler düzeyinde olduğunu birçok öğrencim belirtmiştir. İzmir Lisesinde okuduğum 1936 – 1939 yıllarında Türkiye’de (15) kadar lise bulunuyordu. Profesyonel lise öğretmeni sayısı oldukça kısıtlı, lise kitapları ise son derece yetersizdi. Bugün yurt sathında lise sayısı 6400’ün üstündedir. Özellikle Fen Lisesi Programları için geliştirilen materyal nedeni ile, fen kitapları, dünyada okutulan lise kitaplarını aratmayacak düzeydedir. Üniversitelere giren öğrenciler her yıl daha büyük bir öğrenci kütlesi içinden oldukça güç bir sınavı geçerek üniversiteye geliyor. Bu nedenle, kendi yaşıtları döneminde öğrenci kalitesinin yüksek olduğunu, son yıllarda üniversitelere giren öğrencilerin düşük kalitede olduklarını ileri sürmek komiktir. BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR Türkiye’de 19231966 döneminde yapılan matematik, fizik, kimya araştırmaları üzerinde bibliyografya çalışmaları Prof. Dr. Erdal İnönü tarafından üç kitap halinde yayınlanmıştır. Bu bibliyografyalarda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Avrupa ülkelerinde okuduktan sonra, İstanbul ve Ankara Üniversiteler’inde öğretim üyesi, olarak çalişan birinci kuşak araştırıcıların etkinlikleri ile, onların (benim gibi) öğrencileri olan ikinci kuşak bilim adamlarının araştırmaları incelenmiştir. Birinci kuşak bilim adamları arasında Cahit Arf, Ratıp Berker, Sait Akpinar, A. Riza Berkem, Muvaffak Ulusal bilim ve teknoloji politikaları Türkiye bilimcileri, Türkiye Araştırma Alanı ile Avrupa Araştırma Alanı arasında çok önemli ayrımların varlığını bilmek zorundadır. Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı [email protected] Türkiye’de Ulusal Bilim ve Teknoloji (BT) politikaları için ön koşullar, aşağıda tartışılıyor. 1. Küreselleş(tir)meyi doğru yorumlamak: Küreselleş(tir)me, zengin ya da metropol sermayenin karlılıklarını sürdürmek için uyguladıkları yeni–liberal politikaların bütünüdür. Bu amaca yönelik olarak, dünya ekonomileri tek bir pazara dönüştürülmek istenmektedir. Bu da ulusal devletlerin denetim güçlerinin yok edilmesi, en azından sınırlandırılmasıyla olasıdır. Küreselleş(tir)me ideologları, küreselleş(tir)meye karşı çıkmayı, dünya ticaretinden pay alma etkinliklerine karşı çıkmak şeklinde yorumluyorlar. Oysa yeniliberal politikaları kabul etmeden, ulusal ve devletçiplanlamacı ekonomilerle de dünya pazarına çıkmak olasıdır. Bu iki konu, sürekli ve kasıtlı olarak birbiriyle karıştırılmaktadır. Küreselleş(tir)meciler bağımsız kalkınma fikrini marjinalleşme tehlikesi olarak da görüyorlar. Onlara göre ekonomide bağımsız kalkınma girişimleri, Türkiye’yi Tekelci Şirketler (TŞ)’lerle eklemlenmiş fason üretim siparişlerinden bile mahrum bırakacak ve daha da fakirleşmeye neden olacaktır. 2. Özelleştirme politikalarına karşı çıkmak: Küreselleş(tir)meyle çevre ülkelerine dayatılan önemli konulardan birisi, belki de en önemlisi özelleştirme olmuştur. Bu doğrultuda, Türkiye’de de 1980’li yıllardan bu yana sanayi, tarım ve hizmet sektörlerinde görev yapan KİT’ler özelleştirilmektedir. Özelleştirme ile devletin ekonomideki etkinliği gerilemiş ve denetim ağırlıklı olarak TŞ’lerin egemenliğine girmeye başlamıştır. Özelleştirmeyle aynı zamanda Türkiye’de BT üretiminde önemli gerilemeler ortaya çıkmıştır. TELETAŞ’ın özelleştirilmesiyle, ARLA adlı araştırma birimi kapatılmıştır. TİGEM (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü)’e bağlı kamu çiftliklerin özelleştirilmesi ile tarım araştırıcılarının ARGE yapacakları materyal neredeyse kalmamıştır. Bu nedenden dolayı; özelleştirmeye karşı çıkmadan Ulusal BT politikalarını savunmak olası değildir. 3. Devletçiliği / Kamuyu savunmak: Türkiye TŞ’lerin güdümünde yeniliberal politikaları uygulamaya çalışıyor.Bu bağlamda "Ekonomiyi ne kadar liberalleştirirsek piyasa dinamikleriyle kendiliğinden kalkınırız. Liberalleşme olmazsa, yabancı sermaye de gelmez", gibi fikirler kamuoyuna pompalanıyor. Neredeyse herkes liberal oldu. Devletçi olanları bile örtük olarak fikirlerini belirtir oldular. Ancak bugünün gelişmiş ülkelerinin liberal küresel sistem ile değil, güdümlü ve koruyucu bir ekonomik düzenle bu düzeye geldiği unutturuldu. Türkiye gibi çevre ülkeleri ise dünya pazarlarına TŞ’lerin denetimindeki firmalarla değil, devletin öncülüğünde kamu ağırlıklı firmalarla çıkabilir, rekabet edebilir. Çin, Hindistan, Kore gibi ülkeler böyle yapmıyorlar mı? 4. Türkiye’de Araştırma Alanı’nı sağlıklı ta nımlamak / AB ve AB araştırma fonlarına karşı çıkmaktır: Türkiye Araştırma Alanı’nı sağlıklı bir şekilde tanımlamak, Ulusal BT politikalarının ön koşullarından biridir(1; 2). Türkiye Araştırma Alanı’nı belirlemek için birinci koşul, Ulusal BT politikası ve buna bağlı yol haritasının belirlenmesidir. İkinci koşul, kararlılık ve sürekliliği sağlamaktır. Üçüncü koşul ise, önceliklerin belirlenmesidir. Oydaşma, Türkiye’nin Batı’ya değil, kendi beyin gücüne dayanan ulusal politikaların üretilebilmesi konusundaki askeri müştereklere sahip toplumsal katmanlarla gerçekleştirilebilir(3). Bununla birlikte 2004 yılında "TÜBİTAK, Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikaları, 2003 CBT1005/20 23 Haziran 2006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle