24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A.M. Celal Şengör İzlanda’daki Laki volkanının 1783 yılında püskürmesi, Mısır’da bile etkili olmuş. Püskürme yüzünden, Nil nehrindeki su seviyesi iyice düşünce, vadide yaşayan insanların %17’si açlıktan ölmüş. Kuzeydeki volkanik etkinlik ve Afrika kıtasındaki kuraklık arasındaki ilişkiyi çözen İngiliz ve Amerikalı bilim adamları, iklim modellerinde Laki volkanının püskürüşünü tasarlamışlar. Buna göre yanardağ, 1783 ve 1784 yılında aşağı yukarı 12 kilometreküp lav püskürtünce 100 milyon ton kükürt dioksit ve diğer gazlar atmosfere ulaşmış. Bu gazlar su buharıyla birlikte havada asılı en küçük parçacıkları (aerosol) oluşturmuşlar. Aerosoller güneş ışınlarını uzaya geri yansıtırlar. Bilgisayardaki hesaplara göre bu süreç kuzey yarımküresindeki sıcaklıkların 1 3 derece kadar azalmasına yol açmış. Sonuç, bu döneme ait ağaç halkalarının ölçümleriyle örtüşmekte. Araştırmacılar sürpriz bir şekilde kuzey yarımküredeki soğumanın mesela Hint Okyanusu’ndaki muson rüzgârlarını bile etkilediğini görmüşler. Muson rüzgârları su buharını okyanuslardan karaların üzerine taşırlar yani muson yağmurlarını getirirler. Muson rüzgârlarının tetikleyici gücü karalar ve okyanus suları arasındaki sıcaklık farklılıklarıdır. Bu farklılıklar, kuzey yarımküredeki soğumaya bağlı olarak azalınca, yağmur taşıyan muson rüzgârlarının etkisi de zayıflamış, dolayısıyla da Nil vadisine düşen yağış miktarı dönemli ölçüde azalmıştır diye anlatıyor araştırmacılar. Diğer bazı bilim insanları ise daha önceki araştırmalarla tropikal bölgelerdeki yanardağ püskürmelerinin kuzey yarımküre üzerinde etkili olduğunu kanıtlamışlardı. Son araştırmayı gerçekleştirilen uzmanlar, doğal afetlerin tahminine izin verecek bir model geliştirmeye çalışacaklar. Hazırlayan Nilgün Özbaşaran Dede Sekiz senelik köşe yazarlığı tecrübem, gerekse de Türk kamuoyuyla olan okuyucu, yazar ve konuşmacı tecrübelerim bana şu izlenimi verdi: Türk kamuoyu bilimsel düşünemiyor. Yazdığım Yazıların Yararı Cumhuriyet Bilim Teknik (şimdi Bilim Teknoloji) ekinde yazı yazmayı kabul etmemin tek bir amacı vardı: Türkiye'de yaşayan ve gazete okuyan halka bilim hakkında bir fikir verebilmek ve olabildiğince bilimi yaşamlarına temel yaptırabilmek. Bu amaçla pek çok konuda yazılar yazdım. Tanıdığım dostlarım arasındaki etkim hariç, bu yazıların yapabildiği en küçük bir etki görmedim. Bu dediğim yanlış anlaşılmasın: Hiç tanımadığım okurlarımdan yazılarımı beğendikleri ve yararlandıkları konusunda pek çok mesaj aldım; bunu bazıları bana muhtelif vesilelerle bizzat söylediler. Ancak ben nesnel bazı gözlemlerle yazılarımın topluma en küçük bir yararının olduğunu göremiyorum. Bu gözlemler nelerdir? Meselâ deprem konusunda pek çok yazı yazdım (hatta saygın bir gazetecinin bana yönelttiği sorular ve cevaplarından oluşan ufak bir kitap bile yayımladım). Ancak ne depremin ne olduğu, ne kullanılacak terminoloji (hâlâ, yani yazılarımın başlamasından yedi yıl sonra bile, hemen her gazetede ve her televizyon kanalında şiddet ve büyüklüğün karıştırıldığını görüyorum) ne de deprem hakkında bilimsel bir toplumsal diyaloğun nasıl olabileceği hakkında yazdıklarımın ve söylediklerimin en küçük bir etkisini gözleyebilmiş değilim. Davet edildiğim televizyon programlarında ve röportajlarda yedi yıldır aynı sorulara cevap vermekten bıktım. Aynı soruların yedi yıldır tekrar edilmesi, verilen cevapların ya düzgün ifade edilemediğinin ya da algılanmadığının işaretidir. Bir başka örnek: Cumhuriyet Bilim Teknik bir sayısında pterozorlardan uçan dinozorlar olarak bahsetmiş, ben de detaylı olarak pterozorların dinozorlarla hiçbir alâkalarının bulunmadığını anlatan bir yazı yazmıştım. Geo dergisinin Kasım 2006 sayısında Çin'de bulunan tüylü dinozorlarla ilgili bir yazı olduğunu duyunca derhal o sayıyı satın aldım. Bir de ne göreyim! Orada da pterozorlar uçan dinozor diye tanıtılmıyorlar mı? İnsan bekler ki, bu dergiyi çıkaranlar, üllkedeki diğer popüler bilim dergilerini de izlesinler, orada bahsi geçen yanlışları yapmasınlar. Ne gezer! Özetle gerek kendi sekiz senelik köşe yazarlığı tecrübem, gerek daha uzun olan popüler bilim yazarlığı tecrübem ve gerekse de Türk kamuoyuyla olan okuyucu, yazar ve konuşmacı tecrübelerim bana şu izlenimi verdi: Türk kamuoyu bilimsel düşünemiyor. (Bu demek değildir ki ülkemizde bilimsel düşünen insan yoktur; ben kamuya yansıyan genel ortalamadan bahsediyorum). Bilimsel mesajı alamıyor. Bunun temel nedeni, Türkiye Cumhuriyeti halkının genel kültür seviyesinin basit popüler bilimi bile anlayamayacak kadar düşük olması olabilir. 1946'dan sonra izlenen eğitim politikaları ve patlayan nüfus göz önüne alınırsa bunun tamamen normal bir sonuç olduğu kanısındayım. Bu nedenle son Millî Eğitim Şurası beni dehşete düşürmüştür. O şurayı yöneten, yönlendiren ve oy kullananların çoğunluğunun burada bahsettiğim genel kültür düzeyinin temsilcileri olduğu kanısını taşıyorum. Asıl korkutucu olan, bu kişilerin isimlerinin önünde taşıdıkları ve normal hallerde belli bir genel kültür düzeyi hakkında fikir vermesi gereken unvanların ülkemizde tüm anlamlarını yitirmiş olduklarının görülmesidir. Bu durum en basit muhabir unvanından profesör unvanına kadar aynıdır. Yani Türkiye'de bilgi üretmesi ve bilgi yayması beklenen kurumlar bu görevlerini yapamaz duruma gelmişlerdir. Bunları denetleyenlerin kültür eksiklikleri denetleme işlemlerini yapmalarına engel olduğundan, bu kurumların içine düştükleri durum halk tarafından görülememektedir. Türkiye nesillerin olumsuz birikimiyle pek korkunç bir geleceğe bu şekilde sürüklenirken şu anda Millî Eğitim Bakanlığı’nın başında Hüseyin Çelik Bey ve ekibinin bulunması ulusumuz için gerçek bir faciadır. Kendisini şu anda Türkiye'nin en büyük sorunu olarak gördüğümü daha önce yazmıştım, tekrarlıyorum. Millî Savunma Millî Eğitimle başlar, bunu asla unutmayalım. O cephede şu an tamamen savunmasız kalmış durumdayız. maddelerinin genelde erbezi dokusuna işlememesi nedeniyle önemli bir sorun oluşturmakta diyor Nathalie Dejucq Reinsford. Aslında erbezinin başlı başına bir HI virüs rezervi oluşturabileceği kuşkusu uzun bir süredir vardı. Nitekim antiretroviral ilaçlarla tedavi edilen enfeksiyonlu erkeklerin kanlarında virüs kalmasa bile spermalarında virüs partikülleri görülüyordu. Ayrıca spermadaki virüsler bazı durumlarda kanda dolaşanlardan farklı olabiliyor. Ancak virüslerin erbezinde mi saklandıkları yoksa başka yollardan mı buraya girdikleri bilinmiyordu. DejucqRainsford şimdi bir erbezi dokusunu incelerken, virüsün sığınağını buldu. Gerçi birçok hücrede virüs için gerekli bağlantı yerleri bulunmakta ama virüs genelde makrofaj veya obur hücre olarak adlandırılan belli başlı bağışıklık hücrelerine bulaşıyor. Bu hücrelerde virüsler çoğalabildikleri gibi, bulaşıcı partiküller olarak da gelişebiliyor. Araştırma, erbezi dokusuna da işleyebilen, antiretroviral etki maddelerinin üretilmesi gerektiğini göstermesi açısından önem taşımakta. Fransız bilim kadının araştırma yazısı American Journal of Pathology dergisinde yayımlandı. İZLANDA’DA VOLKAN PÜSKÜRÜNCE, NİL VADİSİ KURUMUŞ CBT 1029/5 8 Aralık 2006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle