Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİLİMSEL BULUŞLAR TARİHİ GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam BARIŞ AMAÇLI ATOMLAR: Atom külleri kumaşları temiz tutuyor Atom reaktörlerinden gelen radyoaktif külün içinde bulunan maddelerden biri –strontium90, fırın üreticileri ve dokuma sektörü tarafından isin yarattığı lekeleri yok etmek için kullanılıyor. Kış aylarında dokuma tezgâhları öğle yemeği paydosu veya mesai bitiminde durdurulduğunda kumaşların üzerinde kirli bir çizgi beliriyor. Buralarda lekeli bir hattın oluşmasının nedeni kumaşın statik elektrik ile yüklü olması ve atmosferdeki kir parçacıklarını üzerine çekmesidir. Bu sorun üç şekilde çözümlenebilir: 1) Atmosferdeki kilerin temizlenmesipahalı ve zor bir yöntem 2) Makineler durulmaz ise kirli hatlar oluşmaz 3) Statik elektriği yok etmek Makineleri sürekli olarak çalıştırmak ekonomik değildir, ancak kumaşın üzerinde statik elektrik birikimi engellenebilir. Bunun için başvurulan yöntemlerden biri antistatik eriyikler veya radyoaktif element kullanmaktır. Bu radyoaktif elementin kumaş üzerindeki elektriği yok etmesi için atomik parçacıkların sprey ile kumaş üzerine sıkılması gerekir. Böylece kumaşın çevresindeki hava iletken hale gelir ve elektrik yükleri uzağa atılır. Strontium90, daha önce bu amaçla kullanılan talyumdan üstündür. Bir kere strontium talyumdan daha yavaş bozunur, yaydığı radyasyonun enerjisi daha yüksektir. Dolayısıyla daha kalın kumaşlara da işler. (6 Aralık 1956) Çağımız elbette daha farklı akademik sorunlarla, akademisyen görüntüsüyle karşı karşıya. Nietzsche’nin çığlığı ulaşabilir mi bugünün biliminin havasına? Ruhu Sıkışık Akademisyene Nietzsche’den Bakışlar Bilgisinin, duygu ve düşüncelerinin darlığı içine sıkışmış, kendini geliştirip aşamadığı için, çevresini, özellikle öğrencilerini baskı altında tutmaya çalışan akademisyen, yüzyıllardan beri hakikat yolculuğu yapan topluluğa büyük zararlar vermektedir. Bilgiyle nasıl bir ilişkiye girmelidir ki insan, bilginin yarattığı ruh darlığına (hipoepistemi desek örneğin bu rahatsızlığa!) düşmesin? Akademisyenin bilgiyle olan ilişkisi, kendisiyle, insanlarla olan ilişkisini belirliyor. Elbette tersi de doğru! Bilgi üretiminin insanın ahlak alanındaki karakteriyle ilgili olduğu göz önüne alınmadığında, bilgisiyle toplumsal ilişkilerinde sürekli sorun yaratan insanlar çıkar ortaya. "Çıkarsa çıksın, yeter ki bilgi alanında bize katkısı olsun" diyebilirsiniz. "Onların bilgi alanına yaptığı katkılara karşılık tuhaflıklarını, kaprislerini çekmek gerekir. Bu konularda katı ahlakçılığın ne gereği var?" Bir açıdan haklı olabilirsiniz, ama yanında yetişen insanlara verebileceği zararlar, bilgisiyle güzelleşemeyen insan örneği yaratarak genç insanların ruhlarını karartmasına izin verilmeli mi? "Bırakın onu, dâhi bir akademisyendir, ne yapsa yeridir" mi demeli? limin edepsizi olmalı mı arkadaşlar? "Onlar âlim değil, memur akademisyen" diyorsanız o başka. Akademik uğraşın dayandığı metafizik temellerin gözden geçirilmesiyle, akademisyenin darlaşmışlığı, sıkışmışlığı aşılabilir. Akademisyen, kesinlik talebi (Verlangen nach Gewissheit) ile güç kanıtı (beweise der Kraft) ardındadır. Kendisinde yeterince isteme gücü olmadığı için eksikliğini inanma ile kapatmaya uğraşır. Çünkü, istemenin eksik olduğu yerde, inanç her zaman en fazla arzulanan, en ivedilikle gerekli olandır. (Der Glaube ist immer dort am meisten begehrt, am dringlichsten nöthig, wo es an Willen fehlt.) (Şen Bilim § 347) İç gücümüzün yetersizliği, iç enerjimizdeki noksanlık, zayıflık dürtüsünün (Instinkt der Schwäche) iç dünyamızın yönetimini ele geçirmesine yol açıyor. Zayıflık dürtüsü ise bizi edilgin, kalıplara bağlı kılacak, katı inanmaya götürüyor. Nedir öyleyse bu sıkışmışlıktan kurtulmanın yolu? Bilimin havasını tanımalı, dönüştürmeli, ona can vermeliyiz, öncelikle. Bilimin havası havadardır, temizdir. Ciddi gücünden, apaçıklığından yola çıkacaktır, bilimin: Orada uçabileceğini görecektir. Bilimin temiz, açık, ciddi, güçlü havası, onu kültürün diğer alanlarındaki o güzelim kanatlarını kirletecek karanlık sulardan alıkoyacaktır. Güneşten değil, güneşe doğru giden ışık ışınları gibiyizdir artık, bilimin havasından süzülen kanatlarımızla; yeryüzüne ışık getiren ateşler gibiyizdir. (Şen Bilim § 293) Demek ki akademisyen, bilimin havası, hava olunca, temiz, duru, aydınlık, güç verici olduğunda kanatlarını açabiliyor. Salt, kendi bireysel gücüyle, bu güç nedenli "ciddi", "aydınlık", "temiz" olursa olsun darlıktan kurtulamıyor. Yüksek havaya, aydınlık, güneşli temiz "dağ havası"na gerek var. Bu hava içinde içimizdeki güçle, yanlıştan korkmayarak, onlardan öğrenerek, bizim olmayandan, farklıdan, ötekinden, yabancıdan edindiğimiz görgümüzle isteyenlerden (die Wollenden) biri olarak, coşkuyla, dalgalar gibi (Şen Bilim § 310) yaşamın çatlaklarından süzülerek, gizlerini arama sevdalarına katılacağız. Akademisyene bakışımız, onu kavrayışımız kökten değişecek, Nietzsche’nin filozof kavramını yaşayışındaki temel değişiklik gibi: "Yanındaki herkesi tehlikeye sokan bir korkunç patlayıcı olarak filozofu nasıl anladığım, filozof kavramının "geviş getiren" ("Wiederkaeuern") akademisyenler, diğer felsefe profesörleri bir yana, Kant’ı bile içeren filozof kavramından nasıl derin bir biçimde ayrı olduğu" (Ecce Homo, "Çağa Aykırı Yazılar" 3) görülünce, Nietzsche’nin gönlündeki bilim havası, bu hava içinde uçan, bir ışık, bir ateş olan akademisyen bir yanıyla anlaşılabilecektir. Çağımız elbette daha farklı akademik sorunlarla, akademisyen görüntüsüyle karşı karşıya. Nietzsche’nin çığlığı ulaşabilir mi bugünün biliminin havasına? Yürüyebilir mi, dans edebilir mi, uçabilir mi bu çağda akademisyen? Yoksa, çok ayrı bir çağın, çok ayrı bir filozofun, romantik, düş dolu, postmodern zırvalar yaratan sözleri olarak, akademik kalelerin duvarlarına çarpıp, yok olup gidecek midir sözleri? HAVACILIK: Devrim yaratan deneysel uçak 1958 yılında Batı Almanya hükümeti, Alman Hava Kuvvetleri’nin yeniden oluşturulması sırasında İngiliz ve Fransız avcı uçaklarını tercih etmediği için İngiliz ve Fransız hükümetlerinde büyük düş kırıklığı yarattı. Bunların yerine tercihlerini Amerikan Lockheed F104 Starfighter uçaklarından yana kullandı. Ancak bu arada Almanya hükümetinin dikey olarak havalanan uçak projesi üzerindeki çalışmalara destek verdiği biliniyordu. Dikey havalanma, hava üslerine yönelik saldırı olanağının ortadan kalkması anlamına geliyordu, çünkü sıradan bir yol veya bir tarla uçağın kalkması için yeterliydi. Bu uçağın hızla çok yükseklere tırmanması gerekiyordu, çünkü Doğu’dan gelebilecek bir saldırı için uyarı zamanı çok kısaydı. Bonn’daki Savunma Bakanlığı’nın kleopter adı verilen diklemesine havalanan uçak projesi için bir Fransız firmasıyla anlaştığı söyleniyordu. Fransa bu ilginç proje üzerinde tam 6 yıl çalıştı. SNECMA (Societe Nütional d’Etute et Construction de Moteurs d’Aviation) ve NordAviation isimli iki Fransız şirketi uçağın ilkbaharda uçuşa hazır olacağını söylüyor. Temel olarak Coleoptere (Koleopter) bir jet motorudur kuyruğunun üzerinde oturur durumdayken dikey olarak havalanabilir. ABD’de bu şekildeki birkaç uçak daha geliştirilmişti, ancak Coleoptere bunlardan farklı, çünkü bunun kanatları halka şeklinde ve uçak kanatların içinde oturuyor. Bu uçağın dikey havalanması için bazı güçlükleri yenmesi gerekiyor: Bu sorunların ilki uçağın kalkışta dengesini sağlamak için hassas ve güvenilir bir yöntem geliştirmek. İkinci sorun ise kontrol ile ilgili; dönen kompresör ve türbin tekerleklerinin yarattığı torku ortadan kaldırmak. SNECMA mühendisleri bu sorunların üstesinden gelebilecek bir türbojet geliştirdiler ve AtarVolant adını taktılar. Şimdi tüm gözler bu uçağın ilk uçuşunu gerçekleştireceği Le Bourget’deki International Paris Air gösterisine çevrilmiş durumda. (5 Şubat 1959) Daha sonraki olaylar: AtarVolant’ın son modeli 1959 yılının Mayıs ayında ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Tek bir prototipten oluşan uçak iki ay sonra başka bir denemede yere çakıldı. Pilot ciddi şekilde yaralandı. Projeden vazgeçildi. CBT 1029/10 8 Aralık 2006