23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 OCAK 2011 / SAYI 1293 13 Haute Couture asla ölmez Caddeden geçen şık giyimli kadınları seyrederek, pasta hamurundan ayakkabı şapka yaparak büyüyen Vural Gökçaylı’nın modacı olmaktan başka şansı yoktu herhalde. Hep haute couture çalışan Gökçaylı, “Hazır giyim çalışsaydım çok para kazanabilirdim ama ben yaptığım şeyi güzel ve değer verdiğim bir kadının taşımasını isterim” diyor. SİNEM DÖNMEZ Fotoğraf: VEDAT ARIK T ürkiye’nin yetiştirdiği en önemli moda tasarımcılardan biri Vural Gökçaylı. Geçen hafta Kariye Eğitim Kurumları’nın başlattığı öğrencilerine yönelik moda seminerlerinin ilkini veren Gökçaylı, tarih boyunca Türklerin moda serüvenini anlattı. Modayla biraz olsun ilgilenen herkesin Chanel’le tanışmış, Audrey Hepburn için elbise dikmiş bir modacıya tepkisiz kalması pek mümkün değil. Gökçaylı ile kendisinin modayla ilişkisinden başlayarak dünden bugüne modayı konuştuk. Gökçaylı’nın modaya, estetiğe, güzel giyinen kadınlara olan düşkünlüğü henüz çocukken başlamış. Asker kökenli bir aileden geliyor Gökçaylı. Pek tabii bir erkek çocuğun evde pasta yapılırken hamurlardan ayakkabılar, şapkalar yapması, bulduğu her kağıda elbiseler çizmesi pek hoş karşılanmıyor. Kendi deyimiyle, “Erkekler bu tür şeylerle meşgul olmaz diye devamlı ufak tefek popoma tokat yerdim” diyor. İstiklal Caddesi’ne bakan evlerinin balkonundan her gün şık giyimli kadınları, onların savrulan eteklerini seyredermiş. Gökçaylı, Beyoğlu’nda yaşayan bir aile olmanın verdiği etkiyle operalarla, tiyatrolarla kısacası sanatla iç içe bir çocukluk geçirmiş. Eğitimini de İtalyan Lisesi gibi bir okulda alınca sanata yakınlaşması kaçınılmaz olmuş. Rönesans, mitoloji derken büyülenmiş sanatın her dalından. İşin tuhafı, kendisindeki yeteneği keşfeden matematik öğretmeni olmuş. Her zamanki gibi arkadaşına terziye götürmeden önce aldığı kumaş için model çizerken yakalanmış öğretmenine. Aralarındaki tartışma öğretmeninin “Sen sanatkar ruhlu bir çocuksun, bence sen liseden sonra moda oku” tavsiyesiyle bitmiş. Ailesine kostüm tarihi okumak üzere Paris’e gidiyorum demiş ve orada başlamış moda yolculuğu. Yıllardan 1962. Okul biter bitmez Givenchy’de staj yapmaya başlamış. Vahdettin döneminde kaptanı deryalık yapan bir tanıdıklarında kalıyormuş, onların bağlantıları sayesinde girmiş Givenchy’e. Daha sonra Jean Patou’nun sanat yönetmeni olmuş. Oradan Hollanda, sonra yeniden Paris derken Türkiye’ye kesin dönüş yapmış. Paris’te yaşamanın kendisine çok şey kattığını söylüyor Gökçaylı. Her akşam kendine bugün burada ne öğrendim diye sorarmış. Her pazar gününü Louvre’da geçirir, orada da operaları kaçırmazmış. Peki bütün bunlar Vural Gökçaylı’nın moda anlayışını nasıl etkiledi? Bu bir modacı için gerekli mi? Gökçaylı, bunların tamamının bir modacı için gerekli olduğunu vurguluyor ve ekliyor: “Sanatla ilgilenmezseniz, yaratıcı, verimli olamazsınız. Kopyacı olursunuz. Ben arkeoloji, mimari, müzikle ilgilenmeseydim, asla modada yaratıcı olamazdım, bunlar beni ben yapan her şey. Yalnız körü körüne bir şey çizerseniz, batıyı kopye ederseniz terzi olursunuz. Bir mimarla duvar ustası arasında ne kadar fark varsa tasarımcıyla terzi arasında o kadar fark vardır.” Biz modayı sanat olarak kabul etme konusunda daha yeniyiz, Gökçaylı ise modanın bundan 100 yıl önce bile sanat olarak kabul edildiği bir yerde eğitim almış. Acaba hiç pişman olmuş mudur Türkiye’ye döndüğüne? Sakıp Sabancı günün birinde Vural Gökçaylı’ya “Biz sanata gözü kısık bakan bir toplumuz” demiş. O cümleyi tekrarlarken “Zaman zaman pişman oldum” diye yanıt veriyor. 4 yıl önce 12 ressamın desenlerini giysilere uyarladığı defilesinden sonra kendisini Berlin Sanat Müzesi davet etmiş ancak maddi imkansızlıklardan dolayı gidememiş. “Orada Türk sanatını, Türk Haute Couture’ünü tanıtacaktım. Bunun kıymeti bilinmeyince bir tokat yemiş oluyorsunuz” diyor. Durumun vahametini anlatmak için Japonya’da elektronik sanayiinin moda tasarımcısı yetiştirmek için milyarlar yağdırdığını örnek veriyor. Kendilerinin ise patates tüccarı muamelesi gördüklerini dile getiriyor. Bugün moda tasarımcıları destek görmeye nihayet başladı ancak Gökçaylı onların da gerektiği kadar desteklenmediğini ekliyor. Gökçaylı, moda konusunda kendisinin hiçbir zaman Batı’yı taklit etmediğini tam tersine onların yalnızca teknik bilgisini alıp ilhamını Anadolu topraklarından aldığını söylüyor. Yıllar önce Brüksel’de bir defilede kendisine “Siz gerçekten yüzde yüz Türk müsünüz” diye soran bir kadına verdiği yanıtı aktarıyor bize: “Siz Anadolu toprağını bilir misiniz? Oradan geçen bütün medeniyetlerin mirasçıları biziz, her kumaşın kıvrımında onun bir detayı var.” Gökçaylı, pantolonun bile ilk olarak Attila tarafından giyildiğini söylüyor daha sonra. Anadolu’nun Türk tasarımcılar için en büyük ilham kaynağı olduğunu ekliyor. Hayatında hep Haute Couture çalışmış Gökçaylı, bir kez hazır giyim koleksiyonu hazırlamış onda da tasarımlarının fabrikasyon dikimde bozulduğunu görünce pişman olmuş ve hep kaçınmış. “Hazır giyim yapan yaptığına mal der, biz sanat deriz. Pret a porter (hazır giyim) yapsam daha çok para kazanırdım ama ben yaptığım şeyi güzel bir kadının, değer verdiğim kadının taşımasını isterim” diyor. Dünden bugüne baktığında modanın değişimini nasıl görüyor Gökçaylı? 70’lere kadar en iyi moda tasarımcılarının yaşıyor olduğunu söylüyor önce; Chanel, YSL... O zamanlar ünlü, gerçekten moda ikonu diyebileceğimiz Audrey Hepburn, Grace Kelly, Ava Gardner gibi kadınların hep imzalı tuvaletler giydiklerini anımsatıyor. “Bugün öyle şık, hoş kadın yok, bir moda ikonu yok” diyor. O halde “Haute Couture ölecek mi” diye soruyorum, “Asla” diyor, “bu yıl 68’lere geri gidiyoruz. 1968'den sonra moda durdu ve sokağa indi, butikler açıldı, modacılar ekonomik krizden dolayı, daha ucuza mal etmek için, hazır giyime yöneldi.” Hatta ilk örneği Dior olmuş bunun. 25 bin Frank’tan 5 bin Frank’a indirmiş fiyatını ve ürettiği ceketlerinin düğmelerinin üzerine de markasını basmış. “Marka dışarı konur mu” diye eleştirilmiş o zamanlar Dior. “Gelsinler de şimdi görsünler” diyor Gökçaylı, “Marka giysilerin nerelerine konuyor, bu kadar soysuzlaştırıldı moda, ancak eski şanına geri dönecek...” G Tasarım ödüllü Haier i7D notebook DataStar’da DataStar, Haier’in 2010 Red Dot Tasarım Ödülü’nü alan dizüstü modeli Haier i7D’yi Türkiye’de satışa sunuyor. Şık tasarımı ile göz dolduran bu ürün teknik özellikleriyle de dikkat çekiyor. DataStar, Haier i7D’yi iki model seçeneği ile tüketicilerin beğenisine sunuyor. Dış kasası, son dönemde özellikle lüks otomobillerde çok moda bir renk olan antrasit rengi olan ürünün kapağı, parlak, gri / siyah fırça darbesi görünümlü olarak tasarlanmış. Haier i7D, 13.3 inç ekrana sahip. Pek çok uygulama için yeterli bir ekran alanı sunan bu boyut, aynı zamanda taşınabilirliği de rahatlaştırıyor. İnce ve şık kasalı Haier i7D, diğer Haier notebook modellerinde olduğu gibi bir adet HDMI yuvasına sahip. Bluetooth, bütünleşik 1.3 megapiksel kamera, eSata yuvası bulunan üründe yeni nesil Intel Core i işlemci kullanılıyor. Mükemmel fotoğraflar Casio, Exilim serisinin daha akıllı ve en ince üyesi EXS200’ün Türkiye satışına başlıyor. Kredi kartı büyüklüğündeki küçük boyutlarıyla profesyonel makinelerle yarışacak özelliklerle donatılan Casio S200 ile gözünüz kapalı 14.1 megapiksel çözünürlüğünde harika fotoğraf çekebileceksiniz. Şık ve kompakt gövdesinde gelişmiş birçok özelliği barındıran EXS200’ün fotoğraf tutkunlarına ilk sürprizi Single Frame SR Zoom fonksiyonu. Alışılagelmiş zoom özelliğini bir adım öteye taşıyan Single Frame SR Zoom, görüntü kalitesindeki azalmayı minimuma indirip, telefoto yeteneğini 1.5 katına çıkararak 6x optik zoom yapabiliyor. Casio’ya özgü Exilim Engine 5.0 işlemcisiyle, 14.1 megapiksel yüksek çözünürlükte fotoğraf çekimini mükemmel keskinlikte gerçekleştiren ürün, Premium Auto özelliğiyle de adından çokça söz ettirecek. Boyutlarına göre güçlü donanım özellikleri, 5 farklı renk seçeneğiyle yeni yıl için en şık hediye olan ürün Türkiye’de KDV dahil 429 TL fiyatıyla satışa sunuluyor. LG’den çift çekirdekli hızlı telefon LG çift çekirdekli işlemcisine sahip akıllı telefonu LG Optimus 2X’i tanıttı. LG Optimus 2X, daha güçlü multimedya özelliklerinin yanı sıra, üstün performanslı Tegra 2 işlemcisi ile daha hızlı, daha kesintisiz internet taraması ve uygulamaları sağlarken, kullanıcıların neredeyse hiç ekran gecikmesi olmaksızın birçok işi aynı anda yapmalarına imkân sağlıyor. LG Optimus 2X’in, grafik işlemcilerinin önde gelen markası NVIDIA tarafından geliştirilmiş Tegra 2 çip sistemi, 1Ghz’lik çalışma hızıyla, görüntü ve ses dosyalarını oynatmada düşük güç tüketimi ve üstün performansıyla öne çıkıyor. Kullanıcılar, dokundukları anda yanıt alma ve aynı anda birçok uygulamayı kesintisiz kullanma ayrıcalığının yanı sıra, aynı hızda çalışan tek çekirdekli işlemcilere göre daha hızlı internet tarama ve daha pürüzsüz bir oyun oynama deneyimine kavuşacak. LG Optimus 2X, harici ekranlarda içeriği tam HD kalitesine dönüştüren HDMI mirroring özelliğiyle, 1080p hızında HD video oynatma ve kayıt olanağı sunuyor. Asus’tan yeni moda ikonu NX90 Eşsiz tasarımı ile geleneksel notebook algısını değiştiren Asus NX90; kristal netliğinde ses üretimi, derin ve zengin bas sesleri ve çevresel ses sistemi ile kullanıcısına muhteşem bir ses deneyimi sunuyor. SonicMaster, NX90’ın ekran boyunca konumlandırılmış hoparlörleri ile dizüstü bilgisayarlarda şimdiye kadar duymadığınız netlikte ve farklılıkta bir ses kalitesi vaat ediyor. NX90’ın alüminyum kasası, 18.4 inçlik heyecan veren geniş ekranı, iki elle kullanımına izin veren ve sanal bir mouse işlevi gören çift touch pad tasarımı onu rakiplerinden bir adım öne çıkarıyor. Hazırlayan: HAKAN AKARSU (hakana@cumhuriyet.com.tr) C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle