18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 2 OCAK 2011 / SAYI 1293 Mecidiyeköy’ü şeker gibi yapıyor ZUHAL AYTOLUN S evinç Yıldız, 1982 doğumlu genç bir tasarımcı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi reklamcılık mezunu olan Yıldız, 1990 yılından bu yana da resim yapıyor. Şimdilerde ise mesleğinin yanı sıra görsel iletişim tasarımı, konsept dizayn ve fonksiyonel sanat olarak mobilya tasarımı yapıyor. Onu haberin konusu yapan tasarımı ise şehrin görüntü kirliliğine karşı verdiği şekerle mücadele. İstanbul’a bir estetik katmak amacıyla yola çıktığı 7 Şeker İstanbul projesiyle şehri şekerlerle giydiriyor. İşte, ilk adımı Mecidiyeköy E5 karayolu viyadük alt duvarları üzerinde uygulayan Yıldız’ın tasarım yolculuğu. Günlük hayatın koşuşturmasında çok da dikkat etmiyoruz belki şehrin görüntüsüne. Oysa bir kaldırsak kafamızı, dikkatlice baksak, gökyüzüne doğru yükselen tabelaları, apartmanlara giydirilen reklam panolarını görürüz. Ne kadar da sabote ediyor şehri... Nasıl da üzerine kirlilikten bir elbise giydiriyor... Yıldız da 7 Şeker İstanbul tasarım yolculuğuna bu hassasiyeti nedeniyle çıkmış. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Nuh Group ve Şişli Belediyesi desteğiyle yapacağı tasarımlarla görüntüsü hoş olmayan kirli duvarlara sanat dokunuşu yaparak bölgeye sempati katmak istiyor. Ayrıca bakan gözlerde de bir imaj oluşturmak amacında. Çirkini güzelleştirme ve sevimli bir bakış sağlamanın insanların yaşamına olumlu geri dönüşleri olacağı kanaatinde. Zaten o yüzden şehrin estetiğine katkıda bulunarak onu renklendirmeye çabalıyor. Ama Yıldız’ın amacı yalnızca bu noktada kalmak değil, projeyi önce İstanbul’a sonra Türkiye’ye devamında da dünyaya duyurmak istiyor. 7 Şeker İstanbul projesini dünyada yedi tepe üzerine kurulu diğer şehirler olan Rio de Janeiro ve Roma’da uygulama niyetinde. Peki neden 7 ve neden şeker tasarımı? Yıldız, tasarımındaki şekerin yaşamı ifade ettiğini söylüyor. Erimek ve yok olmanın yanı sıra yaşamdaki kırgınlık ve hassasiyet, köprüyü şekerlerin taşıması ile anlatılmaya çalışılıyor. Şekerlerin kırmızı ve beyaz olarak renklendirilmesinin nedenini de yine yaşama bağlıyor yıldız. Alyuvar ve akyuvar hücrelerine bir gönderme aynı zamanda. Yedi rakamı ise öncelikle dünya, Türkiye, İstanbul, müzik, zaman, gökyüzü ve renklerle özdeşleşmiş. Türkiye yedi bölge, İstanbul yedi tepe, zaman yedi gün, müzik yedi nota, renk yedi renk gökkuşağı, gökyüzü yedi katman atmosfer ve dünyayı yedi kıta olarak kurgulamış Yıldız. Duvarlara uygulanan modern tasarımlar, şehirde yaşayanların kendisini fark etmesini bekleyecek. Tabii ki şehrin görüntü kirliliğine kalıcı bir çözüm gerek. Ancak süreli de olsa böyle bir çalışma yeni bir talebi doğurabilir. Ne dersiniz? G Fotoğraflar: UĞUR DEMİR Sevinç Yıldız’ın 7 Şeker İstanbul Projesi, şehirdeki görüntü kirliliğini yok etmek ve bölgeye estetik katmak amacıyla kurgulanıyor. İlk adım Mecidiyeköy E5 karayolu viyadük alt duvarlarında uygulandı. Yıldız, bu uygulamayı şehre yaymayı amaçlıyor. Bir sonraki adım da dünyada yedi tepe üzerine kurulu diğer şehirler olan Rio de Janeiro ile Roma’da atılacak. Karikatürist Turgut Yüksel’in kimliksiz figürleri, üzerimize yapışan kimlikleri sorguluyor. Kimlik sizsiniz DENİZ ÜLKÜTEKİN üdavimleri Turgut Yüksel’i Pink Floyd’dan ödünç “Mantığın Bir Anlık Çöküşü” isimli köşesiyle Radikal gazetesinden tanıyor. Şimdi Karşı Sanat’ta açtığı, 18 Ocak’a kadar sürecek ilk sergisinde köşesindeki işleri “Saadetler Dilerim” adıyla bir araya toplamış. Saadetler diliyor, tabii çizimlerinde sık sık göndermeler yaptığı bu sistem içinde bir saadet bulabiliyorsanız. Sergideki işler daha önce yayımlananların derlemesi mi? İçlerinde yeni işler de var mı? Hepsi daha önce Radikal’de çıkmış işler ama seçme işi özel bir mantık. Bir de mekâna taşınıyor. Gazetede ne kadar bası M lıyorsa o kadar çoğalıyorken mekâna taşındığı zaman ister istemez bir özelliği oluyor. Bu tip işleri büyütürken çok sorun çıkabiliyor. Siz nasıl bir işlem yaptınız? Evet çıkabiliyor. Zaten hepsi dijital çalışma ama çizerken gazete boyutunda küçük çalışıyorum. Büyük çalışsam bu sefer gazete için sorun oluyor. Bunları büyüttüm kenarları deforme oldu. Yeniden çizdim. Serigraf baskı olması gerekiyordu. İki ay filmci aradım. Artık matbaalar dijitale geçtiği için eski filmciler kalmamış, neyse matbacılar sitesinde Topkapı’da buldum. “Saadetler dilerim” diyorsunuz. Ana başlık zaten “mantığın bir anlık çöküşü.” Kıllandığım bir şey var. Kapitalizmin şirretleşmesi ve üzerimize saldığı şiddet. Sistem buysa elimden başka birşey demek gelmez Önümüze konulan hedeflerin yalancılığı nasıl yansıyor? Figürlerinizdeki kimliksizlik bunda önemli rol oynuyor sanırım. Artık her şeyde bir kimlik ve suret var. Peş peşe değişik ve elden geçirilmiş versiyonları da. O kadar çok olunca inandırıcılığını kaybediyor. Yüzü göstermek yerine durum, sokaktan geçerken ki hal ya da saçmalığı oradaki yalpalamayı göstermek istedim. Bir de siluet mağara resimlerinden gelen çok köklü bir şey. Hem avantajı hem dezavantajı var. Detayları insanın elinden alıyor. Başka bir şekilde durumu göstermeniz lazım. Onun için de sahneyi iyi tasarlamak gerekiyor. Detaylar ortadan kalkınca zorlama kimlikler daha çok göze batar hale geliyor. Tanımlanan bir şey var ya. Plazada çalışan bir kıza “sen işçisin” dediğin zaman şaşırıyor. Orada kendisine uygun gördüğü kimlik bilmem ne yöneticisi ama baktığın zaman sigortası yok, aldığı paranın yarısını kılık kıyafete, kuaföre veriyor. Şirket ona bir blackberry verdiyse ona bir aidiyet hissediyor. Blackberry’den önce giriş kartıyla bile bir ayrıcalık hissedebiliyor. Tabii bende de var giriş kartı, binaya girdiğimde üç defa okutuyorum ve bildiğin zulüm gibi geliyor. Öte yandan şehrin anahtarı verilmiş gibi algılayanlar var. Hayatı ele geçirilmiş ama dediğiniz zaman bozuluyor. Kurulan kimlik bağlarının bir temeli yok. Akvaryum gibi bir buçuk metrekare alanda çalışıyor. Oradaki kimlik bozulması çok ilgimi çekiyor. Biraz onu göstermeye çalıştım. Gazete çizerliği ve mizah dergisi çizerliği farklı mıdır? Mizah dergisine o üslup yakışıyor. Ben de o tadı severim. Ama gazete olunca okur kitlesi farklı zaten. Meşrebi gereği politik göndermeler yapılır. Birikim’e de oraya göre çiziyorum. G Ham oluşa farklı bir bakış S iemens Sanat’ın yeni sezondaki ikinci sergisi “Ham Hâller” 8 Aralık’ta sanatseverlerle buluşuyor. Mürteza Fidan ve T. Melih Görgün’ün küratörlüğünü gerçekleştirdiği sergide Özlem Gök, Melike Kılıç, Tunca Subaşı ve Johannes Vogl’un yapıtları yer alacak. Sergide yer alan yapıtların içeriği ve çözümlenme yöntemleri birbirinden farklı olmakla birlikte olabildiğince basit, ham müdahalelerle yapılandırılmış olmaları bağlamı oluşturmaktadır. Desen, yerleştirme, heykel ve video gibi farklı türde yapıtların yer aldığı serginin konsepti, ham oluşa farklı bir perspektif kazandırmayı amaçlarken bu kavramı baştan tanımlamaya yöneliyor. Serginin küratörlerinden Mürteza Fidan ilk varlık sorunsalını ve Heidegger’in “varlık” sözcüğünü karalamasından hareketle stratejik değeri yüksek “ilk Ayten Turanlı sergisi Taşları kaldırın kumsallar çıksın ESRA AÇIKGÖZ yten Turanlı, birbirine benzeyen yüzlerce parçayı yan yana, üst üste getirerek oluşturuyor kompozisyonlarını. Bir hayat anlatımı bu; inişleri, çıkışları, mutlulukları, hüzünleri, ümidi ve ümitsizliği sızdırıyor her eser insana. Ama en çok da ümit üzerinde duruyor Turanlı. Serginin adını, “Kaldırım Taşlarının Altında Kumsallar Var” koyması da bundan. Sergiye gelen herkes, 1968’in bu sloganını hatırlasın istiyor, ümit etmeye, daha iyisini istemeye cesaret etsin, çünkü kaldırım taşlarının altındaki kumsallar var! Biraz sizi tanıyarak başlayabilir miyiz? Ben seramikçiyim fakat çamuru, boya, tel, kâğıt gibi malzeme görüp, çağdaş anlayışla işlerimde kullanıyorum. Alışılmış seramik sanatına çağdaş bir yorum getirerek bir konu içine sokuyorum. Hisleri ve duyguları bir ressamın boyayı kullanışı gibi ben de çamuru ve kimyasalların sıcaklık içinde erimesinden elde edilen renkleri kullanıyorum. Kaldırım taşları sergimden önceki sergim “Kimlikler”di. Pi Artworks dışında Bulgaristan, Sirbistan, Yunanistan ve Romanya olmak üzere ağırlıklı olarak Balkan ülkelerinde izleyici buldu. Bu seri ise isleme ve raku teknikleriyle ortaya çıkan işlerdi. “Kaldırım taşlarının altında kumsallar var”. Bu 68’in önemli sloganlarından biri. Sergi başlığınız olarak bunu seçmenizin nedeni nedir? 1968’deki öğrencipolis çatışmaları sırasında doğan bu cümleyi bir umut sloganı olarak görüyorum. Umudun boşa çıkmasındaki hayal kırıklıkları... Bu sloganı sergi başlığı ve konusu olarak seçmemin nedeni de “benim” kaldırım Johannes Vogl’un çalışması. A taşlarımın altından umudu, ümidi, oyunu, güzel günlere olan özlemi çıkartmaktı. Aslında bu sloganla tesadüfen tanıştım. Tophane’de bir duvar yazısı olarak karşıma çıktı ve tam da o sıralarda çalışmalarıma başlamıştım. Birden bu sloganla aynı düşüncede olduğumu gördüm. Hem kumsala, umuda, ümide, güzel günlere olan özlemimiz, inancımız öte yandan sadece siyah rengini kullanarak kaldırım taşlarının altından bir türlü kumsalı çıkaramayışımız gibi bir ikilemi çalışmalarımda yansıtmak istedim... Nasıl bir hazırlık sürecinin eseri bu sergi? Kaldırım taşları gibi benim işlerim de birçok birbirine benzer parçanın yan yana, üst üste gelmesiyle oluşan kompozisyonlardır... Her kompozisyonu kaldırım taşlarının bir yorumu olarak hayat inişleri, çıkışları, ümit ve ümitsizlikleri olarak düşünüp çalışmaya başladım ve sonunda bütün renklerin karışımından meydana gelen rengi; siyahı çalışmalarımın rengi olarak seçtim. Yaklaşık 2000 küçük parçanın bir araya gelerek oluşturduğu kendi kaldırım taşlarımı oluşturdum. Sergi, 17 farklı duvar heykelinden oluşuyor. Aynı malzemeden, aynı teknikle yapılmış parçalardan oluşuyor bu heykeller. Ancak her bakışta başka bir duyguya, nesneye götürüyor insanı. Bu farklı algılamaları yaratan nedir? Her bakışta kişiye göre algılar, duygular değişiyor... İnişler, çıkışlar, bozuk yollar, eksik taşlar... Ama hepsinin altında bir ümit, bir oyun ve özlem var. Bunu yaratan belki çalışmalarımda uyguladığım teknik, belki siyah rengin değişik tonları, belki malzemem olan çamurun bizle olan iletişimi ve içsel bir sükunetidir... Ya da benim malzememle olan sıkı beraberliğimiz... Bu sergiden insanlar nasıl çıksa başarılı olduğunuzu düşünürsünüz? İnsanlara bu sergiden ne kalsın istiyorsunuz? Benim kaldırım taşlarımın üstüne basılmıyor, yürünmüyor, altında da kumsal yok ama insanlar bu taşların altında ümidi ve güzel günleri bulsunlar istiyorum. G hâl ve sonrasının” göstergelerine dayandırıyor; “Sözcük eksik ya da yetersiz olduğundan dolayı karalanır. Sözcük ve karalamaların oluşturduğu katmanlaşmalaşmalar çoğul okumalara da olanak sağlamaktadır. Ancak bu ‘ilk/ham hâl’ üzerinde yapılan her karalama / düzeltme, doğuşunda kekeme olan sözcüğün tinsel çekirdeğini de parçalamaktadır. Sergide yer alan çalışmalar, katmanlaşmalarla geliştirilen yetkinliğin cazibesini değil, ‘ham hâllerin’ tinsel kökenlerini içermektedir” diyor. Özlem Gök, minyatürün üçboyutlu yorumunda eşzamanlı ham katmanlar oluşturuyor. Melike Kılıç, desenlerinde hakikatle yaşamın temasının kesildiği masalsı dünyasında hayaletlerin cirit attığı yerde maddesel gerçeklikle ruhsal dünyayı birbirine kavuşturmaya çabalıyor. Tunca Subaşı, geçmişi güncelleştiren dokümanter formlar sunuyor. Johannes Vogl ise akıl ötesinde uygulamalarıyla yüce bir hayal ülkesi içinde, fonksiyonellik ve masalın kenarında, nesnelerin tutkulu bir mucidi olarak karşımıza çıkıyor. Euromessage, Garanti Bankası, Intercity, Madebycat, OSRAM, Ran Logistics ve Siemens Ev Aletleri’nin desteğiyle gerçekleştirilen sergi, 25 Ocak’a kadar ziyaret edilebilir. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle