18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 OCAK 2011 PAZAR KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 17 Ülke sinemasının yurtdışındaki sesi 2010’da çok yüksekti Sinemada doruk noktası Dışa açılımda, Berlin ve Venedik festivallerinde kazanılan iki büyük ödül yanında, Toronto’dan Paris’e, Locarno’dan da Tokyo’ya dek birçok etkinlikte ciddi bir yer alan Türk sineması, iç pazar payıyla da Avrupa ülkeleri sıralamasında ilk sırayı korumayı sürdürüyor. MEHMET BASUTÇU Kosmos PARİS Bir ülke sinemasının belli başlı uluslararası festivallerdeki varlığı ve aldığı ödüller, elbette o sinemanın özgün olgunluğunun en güvenilir göstergesidir. İletişimin hızlandığı küresel ortamda daha da önem kazanan bu göstergeyi, sanatsal başarının vazgeçilmez temel ölçütü saymak gerekir. Popüler sinema yanlılarının ön planda tutmakta direndiği ikinci ana göstergeyse o sinemanın kendi seyircisi önünde gördüğü niceliksel ilgi ve aldığı pazar payıdır. İki ölçütün de verileri, Türk sinemasının 2010’da tarihi bir doruk noktasına ulaştığını göstermekte. Dışa açılımda, Berlin ve Venedik festivallerinde kazanılan iki büyük ödül yanında, Toronto’dan Paris’e, Locarno’dan da Tokyo’ya dek birçok etkinlikte ciddi bir yer alan Türk sineması, iç pazar payıyla da Avrupa ülkeleri sıralamasında ilk sırayı korumayı sürdürüyor. Bu olağanüstü başarı zincirinin ilk halkası, Semih Kaplanoğlu’nun, “Yusuf” üçlemesinin son çekilmiş ilk sayfası olan “Bal” ile Türk sinemasına Berlin’de ikinci kez Altın Ayı kazandırması oldu. Bu ödülü ilk kez Metin Erksan, 1964’te “Susuz Yaz” ile almıştı. Fatih Akın’ın 2004’te “Duvara Karşı” ile Altın Ayı sahibi olmasını, Türk sinemasının değil, Türk kökenli ve çift kültürlü bir Alman Saç Zefir yönetmenin başarısı olarak değerlendirmek, kuşkusuz daha doğru olacaktır. Altın Palmiye almasından uzun bir süre sonra, Türk sineması dünyaca önemli üç festivalin ikisinde, üçüncü kez ilk sırayı almış oldu. Kaldı ki bu yıl, yaratıcı Türk sinemasının başka bir başarılı örneği, Reha Erdem’in başyapıtı “Kosmos” da Berlinale’nin Panorama bölümünde alkışlanıyordu. Büyük festival yöneticileri, ne yazık ki yarışmalı bölümlerine iki Türk filmi birden alacak kadar cesur değiller henüz... Bu noktada, “Sinema dünyasının en eski etkinliği Venedik’te Altın Aslan almak kalıyor geriye...” diyebiliriz. Aslında, 2010 yılının ikinci önemli başarı halkası, bu yolda atılan ciddi bir adım sayılmalı. Venedik’te gösterilen bir ilk filmi ödüllendiren “Luigi de Laurentiis Geleceğin Aslanı”nın Seren Yüce’nin “Çoğunluk” adlı filmine verilmesi, genç Türk sinemasına bağlanan umutların ne kadar gerçekçi olduğunu göstermekteydi. Genellikle bireysel konuları işlerken annekız ya da babaoğul ilişkileri gibi temel psikolojik sorunlara eğilen, çoğu kez belgesel sinemanın sınırlarını zorlayan genç yönetmenlerimizin ortak paydasına ters düşmeyen Seren Yüce’nin en önemli farklılığı, bireysel sarmalların gerisindeki toplumsal ve siyasi boyutu da göz ardı etmeden, karakterlerinin sınıfsal kimliğine incelikli bir yaklaşımla göndermede bulunmasıydı. Aynı incelik, Tayfun Pirselimoğlu’nun 63. Locarno Festivali’nin yarışmalı bölümüne seçilen son filmi “Saç”ta da gözlemleniyordu. Kuzey Amerika’nın en önemli etkinliği Toronto Festivali de bir ilk filmi, Belma Baş’ın “Zefir”ini ön plana çıkarırken, bu güz İstanbul’a ayırdığı “Kentten Kente” bölümünde 8 kısa filmden oluşan bir paketle birlikte uzun metrajlı 9 Türk filmi programlıyordu. Hemen ardından, “Zefir”i yarışmalı ana bölümüne alan 23. Tokyo Festivali’nin onur konukları arasında bulunan Reha Erdem’in bütün filmleri Japon sinemaseverlerle buluşuyordu... Ayrıca, nisan ayında son bulan “Fransa’da Türkiye Mevsimi” etkinlikleri kapsamında, sinemamızın Rennes’de yaklaşık 60 filmden oluşan İstanbul konulu bir festivalin konuğu olduğunu; Vesoul kentinde düzenlenen Asya sinemaları festivalinde Ömer Kavur’un bütün filmlerinin gösterildiğini; Paris sinematekinde de Metin Erksan toplu gösterisi düzenlendiğini anımsarsak, 2010 yılının dışa açılımdaki yoğunluğunu daha iyi kavramış oluruz. 2000’li yılların hemen öncesinde başlayan “yeniden doğuş” süreci içinde olan Türk sinemasının olgunluk aşamasına ulaştığını rahatlıkla ileri sürebiliriz. Düzeyli geniş kitle filmlerinden sanat sinemasının özgün örneklerine dek geniş bir yelpaze oluşturan bu sağlıklı gelişim, ülke içinde ve dışında kuşkusuz yeni başarılara gebe. Önümüzdeki 10 yılın temel hedefi, yurtiçinde alınacak önlemler ve oluşturulacak kaynaklarla yaratıcı özgürlüğünü desteklemek, ve hazırlık aşamasında olan sinema kanununun getireceği yeni yapılanma içindeki kurumların yaşama geçirilmesiyle filmlerimizin dışa açılımını daha etkin biçimde geliştirmek olmalı. Simgesel bir başka hedef ise “yarışmalı bölümlerimize, gerektiğinde Türk sinemasından iki örnek de alabiliriz” düşüncesini, uluslararası festival yöneticilerine benimsetecek zenginliğe ulaşmak olabilir. ‘Serseri Mayınlar’a ödül Kültür Servisi “16. Londra Türk Film Festivali”nin “Golden Wings Seyirci Ödülü”, Ferzan Özpetek’in “Serseri Mayınlar” filmine verildi. Özpetek’e ödülü, 4 Ocak’ta İstanbul’da düzenlenecek törende sunulacak. Londra Türk Film Festivali’nin geçen yıl Türkan Şoray’a verdiği “Golden Wings Yaşam Boyu Başarı Ödülü”ne ise bu yıl Şener Şen değer görüldü. Festivalin açılış galası ise Çağan Irmak’ın “Prensesin Uykusu” filminin dünya prömiyeri ile başlamıştı. Sazın ustası yaşamını yitirdi İstanbul Haber Servisi Özel Tolga Sağ Müzik Okulu öğretmenlerinden bağlama sanatçısı Rıza Kılıç (30) yılbaşını geçirmek üzere ailesinin yanına gittiği Ankara’da geçirdiği kalp krizi sonrası yaşamını yitirdi. Kılıç sevenlerinin katıldığı törenle dün Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verildi. Kılıç, son dönemlerde beste çalışmalarını, bağlamanın geleneksel çalım tekniklerini yeniden ele alıp yorumladıkları bir ekip çalışması ve Pir Sultan Abdal deyişleri üzerine bir repertuvar çalışması yapıyordu. Adalılar geliyor! Kültür Servisi Adını 2004 yılında öldürülen Önder Babat’tan alan Önder Babat Müzik Topluluğu, 4 yıllık müzik yolculuğuna “Adalılar” adıyla bir albümle devam ediyor. 8’i yeni parça olmak üzere toplam 12 parçadan oluşan “Geceyi Kuşatanlara” adlı albümleri ise İdil Müzik’ten çıktı. Düzenlemesinin Edip Emre’ye, yönetmenliğinin de Serhad Raşa’ya ait olduğu albümde, topluluğa vokal olarak İlkay Akkaya ve Hakan Yeşilyurt da eşlik ediyor. Altyazı, Nijat Özön’ü anıyor Kültür Servisi Aylık sinema dergisi “Altyazı”, 2011 yılına İtalyan yönetmen Luca Guadagnino’nun imzasını taşıyan “Benim Adım Aşk” filmini kapağına taşıyarak merhaba diyor. Dergi yeni sayısında, geçen aralık ayında yaşamını yitiren Türk sinema yazarlığının ve tarihçiliğinin duayen ismi Nijat Özön’ü, Mithat Alam Film Merkezi’nin gerçekleştirdiği ‘Görsel Hafıza Projesi’ kapsamında Özön’ün hayatı ve kariyeri üzerine söyledikleriyle anıyor. Candeğer Furtun’un ‘Yankısız İm’ler’ adlı sergisi Maçka Sanat’ta Duyarsızlığa karşı sanat Kültür Servisi Candeğer Furtun’un “Yankısız İm’ler” isimli seramik sergisi 22 Ocak’a kadar Maçka Sanat Galerisi’nde gezilebilir. İlk kişisel sergisini 1963 yılında ABD Worcester’daki Craft Center’da açan Candeğer Furtun, 7. kişisel sergisi “Yankısız İm’ler”de duyarsızlığa, kuralsızlığa, yoksulluğa ve haksızlığa karşı tepkisini dile getiriyor. Sergideki eserlerde kendi el formunu kullanarak bu oluşumlara karşın işlevini yitiren bazı “im”leri biçimlendiren Furtun, onların vurguladığı anlamları ve önemi dile getirerek tekrar işlevlerini kazanmalarını sağlamaya çalışıyor. 1959 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Seramik Bölümü’nü bitiren, 1963’te ABD’de Rochester Institute of Technology School for American Craftsmen’den yüksek lisans derecesini alan Furtun’un çalışmaları iki yönde gelişti. Sanatçı bir yandan kap sanatının işlevsel kuralları çerçevesinde yeni form arayışlarına yönelirken, diğer yandan heykel ve onun kuralları içinde işler üretti. 1970’lerde doğa ve kaligrafiden etkilenerek yaptığı işlere, 1980’den itibaren “gövdeyi” irdeleyen çalışmalar ekledi. Candeğer Furtun, 1990’lardan sonraki işlerinde gövdeyi parçalayarak, kol, bacak, el ve ayak gibi uzuvları seriler halinde işlemiş, insanın yiten bireyselliğini, kimliksizliğini ve önemini vurguladı. Yüksek Sadakat Eurovision’da Kültür Servisi TRT’de yılbaşı nedeniyle yayımlanan özel eğlence programında, Türkiye’yi 2011 yılında Almanya’da yapılacak Eurovision şarkı yarışmasında Yüksek Sadakat grubunun temsil edeceği açıklandı. 1997 yılında şarkı yazarı ve bas gitarist Kutlu Özmakinacı tarafından temelleri atılan Yüksek Sadakat, kendi adını taşıyan ilk albümünü Ocak 2006’da çıkardı. Albümdeki “Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer” şarkısı birçok ulusal radyoda bir numaraya kadar yükseldi. Grup, vokallerde Kenan Vural, gitarda Serkan Özgen, basta Kutlu Öz İkinci albümlerini 2008 yımakinacı, tuşlu çalgılarda Uğur Onatkut, davulda Alpay Şalt’tan oluşuyor. lında “Katil&Maktul” ismiyle çıkaran grup, bugüne kadar 150’nin üzerinde konser verdi. Grubun son kadrosu; vokallerde Kenan Vural, gitarda Serkan Özgen, basta Kutlu Özmakinacı, tuşlu çalgılarda Uğur Onatkut ve davulda Alpay Şalt’tan oluşuyor. Eurovision 2010 Şarkı Yarışması’nda, Lena’nın seslendirdiği parçayla birinciliği elde eden Almanya, 56. Eurovision Şarkı Yarışması’na ev sahipliği yapacak. Eurovision 2010 Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi Manga grubu temsil etmiş ve Türkiye’ye “We Could Be the Same” isimli şarkıyla ikinciliği getirmişti. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle