22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 OCAK 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA 15 Ülkelerin yıldız haritaları var, belli bir burçları yok. Olsaydı, Türkiye’ninki kuşkusuz ne su, ne toprak, ne de hava, çünkü hepsi kirli değilse tarümar; ama ateş burcu olurdu. Şiddetin yakıp kanın söndürdüğü bir ateş, yakışırdı valla... Koçlar, boğalar zaten kurbanlık; akrebinden terazisine, başağından yengecine, balığından ikizlerine, tüm burçlardan insanların bu ülkeye yüzyıllardır ödedikleri astronomik bedel de hiç olmazsa, astrolojik bir anlam kazanırdı. Çünkü gerisi, daha doğrusu ilerisi ne kehanet gerektiriyor, ne de fal... 2011 yılında, Türkiye burcunda yükselenler, hiç tartışmasız imamlar... TBMM’de sırasını bekleyen “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun Tasarısı” çıkacak, özel hukuk anlaşmazlıklarını arabulucular (mediatör) çözecek. Arabulucu olmak için yüksekokul mezunu olmak ve 100 saat eğitim almak yetecek! Memlekette en bol bulunan, en ihtiyaç fazlası yüksekokul mezunları imamlar ve hatipler, elbette “arabulucu” olarak istihdam edilecek. Böylece mahkemesiz adalet sağlanacak. Zaten işsiz genç avukatlar açlığa mahkum edilirken, hukuk okumanın, avukat olmanın gereği de kalmayacak! Boşanma, nafaka, mal paylaşımı, miras konularında “kadılık” sistemine dönülecek ve bu muazzam ilerleme, “AB’de de var!” diye yutturulacak. Çünkü AB’de böyle bir uygulama yok ve yalanın dayandırıldığı “prud’homme” mahkemeleri, meslek odalarının oylarıyla seçilen meslek uzmanlarından oluşup, RÖVEŞATA MİNE G. KIRIKKANAT sadece ve sadece sözleşmelerden doğan mesleki anlaşmazlıklara bakıyor ve son karar mercii, yine devlet hukuk mahkemeleri. Üstelik “herhangi bir inanca tarafgir” din adamlarının, Avrupa’nın en eski seküler kurumu, “prud’homme” mahkemelerine arabulucu seçilmeleri yasal anlamda mümkün değil. naylondan ipeğe, yaldızlı ve parlak! Peki, 2011 yılında imamların tahtından ettiği hukukçuları ve kolluk güçlerini neler bekliyor? Gayet basit. Başta Ergenekon, Balyoz’du, çekiçti, keserdi gibi bitmemek üzere başlamış ve başlatılacak davalarda tutukluluk sürecinin 10 yıla kadar uzatılabileceğine karar verecek ulemaya hukukçu denecek ve tercihen Yargıtay üyesi atanacak. Panik atak hastası genci “cin çıkarmak için” döverek öldürmekten sanık İsa Şahin ve Yusuf Gülmez’in tahliye kararında olduğu gibi, bundan böyle katiller, caniler tutuksuz yargılanacak. Tuncay Özkan, Mustafa Balbay ve benzer 50’den fazla gazeteci, kimseyi öldürmedikleri, dövmedikleri, kısaca şiddete başvurmadıkları ve zaten ne suç işledikleri de belli olmadığından, mümkünse ömür boyu, değilse 10 yıla kadar tutuklu yargılanacaklar. Ve bunun adına, hukuk denecek. Pankart asan, yumurta atan gençleri, adam öldürmedikleri ve dövmedikleri, üstelik darbe falan da yapmaya kalkışmadıkları için, 2 yıl hapis cezasıyla yargılayacak mahkemelere teslim etmeden önce güzelce döven polislerden de TSK’ye alternatif, F tipi bir ordu kurulacak. Tank, tüfek, roketatar gibi ağır silahlarla donatılacak bu kolluk gücü, olacak size Türkiye’deki İslamcı devlet politikalarını laik TSK’ye karşı koruyacak Folluk gücü... Devam edeyim mi? Yoksa bir burçta bu kadar yükselmek yeter mi? [email protected] www.minekirikkanat.com 2011: Yükselen Burç İmamlık “Dinde, edilen yemin dışında, ne varsa doğrudur. Din adamı dışında, ne varsa iyidir.” ALAIN PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Yeni Yıl Dönemin Bakanlar Kurulu 26 Aralık 1925 günü o Takvim Yasası’nı çıkarmamış olsaydı bugün tarihler 1 Ocak 2011’i değil 26 Muharrem 1432’yi gösterecek, böylece 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece “ille de eğleneceğiz” diye bir çabamız olmayacaktı. Eğer bugün her günkünden biraz daha yorgun isek, gözlerimiz biraz daha uykulu ise ve başımız da davul gibi ise tüm bunların nedeni ufak bir yasa değişikliğidir yani… Ama ne yapalım, olan olmuştur bir kere. Madem başka bir dünyanın peşine takılmışız, o dünyaya ayak uyduracağız. Uyduruyoruz da. Ben, eğlenmeyi seven biri olmama karşın “sıkı” bir “yılbaşı kutlayıcısı”, yani o gece kafamda mutlaka renkli, parlak bir külah olsun, mutlaka kahkahalar atayım, kalkıp oynayayım diyenlerden değilim. Planlanmış, programlanmış eğlenceler bana çocukluğumdan bu yana hep yapay gelir. O gece, o geceye uygun eğlenenleri de eleştirmem, kıskanmam da, ama pek ayak uyduramam. Oysa yeni yıla Paris’te, Eyfel Kulesi’nin ayakları altındaki parkta da, Hamburg’un kırmızı lambalı “günah caddesi” Reeperbahn’da, bizim İstiklal Caddesi’nin karmaşık insan kalabalığında da girmişliğim vardır. Fakat huyum hiç değişmedi. Hani güzel sesli, iyi şarkı okuyan insanlar vardır, “Hadi bir şarkı söyle,” dendiğinde bir türlü söyleyemezler, işte ben onlar gibiyim. Bir sayısal hesaplama sonucu da olsa gelen yılın duygularımda belli bir kabarmaya, heyecana yol açtığını da söylemeliyim. Örneğin, o yeni yıl dilekleri… Yeryüzünde yüz milyonlarca, belki de milyarlarca insanın birbirlerine ilettikleri, sağlık, mutluluk, başarı, barış, iyi günler dilekleri… Tümü de aynı zaman dilimi içinde. Müthiş bir enerji, müthiş bir küresel ortak coşku bu. Bu coşkunun doğal ki bilinçli pompalayıcıları var, onlar için yeni yıl pazara daha fazla mal sürmek, daha fazla satmak, daha fazla kazanmak demek. Kentleri, caddeleri, sokakları ışık ve renk cümbüşüne boğanlar da onlar. Ama olsun, yılda bir kez görmezlikten geliyorum bu tüketim bombardımanını. İyi duyguları öne çıkartıyorum. Öte yandan da düşünmeden edemiyorum. Madem yüz milyonlarca, milyarlarca insan birbirlerine sağlık, mutluluk, başarı, barış gibi iyi şeyler diliyor, birbirleri için güzel şeyler düşünüyor, o zaman dünya niçin hâlâ bu kadar kötü? Niçin birbirlerini öldürüyorlar? Niçin birbirlerine işkence yapıyorlar? Niçin birbirlerine haksızlık yapıyorlar? Niçin savaşıyorlar? Niçin kendileri gibi düşünmeyenleri, kendileri gibi konuşmayanları, kendileri gibi yazmayanları zindanlara tıkıyorlar? Niçin birbirlerinin özgürlüğünü, sağlığını, geleceğini çalıyorlar? 2011, bu sorulara yanıt aradığımız, bulduğumuz yanıtlarla kendimizi, çevremizi, ülkemizi, dünyamızı dönüştürmede ilk adımlarımızı attığımız bir yıl olsun. Değerli dostlarım, hep birlikte layık olduğumuz aydınlık günlere kavuşmamız dileğiyle, sevgiyle… [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Perşembeninbelli gelişi çarşambadan olsa da siz benim söylediklerime, yazdıklarıma aldırmayın. Karamsarlığa kapılmayın. Çünkü dünyada ve Türkiye’de umulmadık depremler olacak ve bu kehanetlerin hiçbiri gerçekleşmeyecek, sayın seyirciler. Çünkü genelinde dünya, özelinde bu topraklarda ne tarih, ne de coğrafyanın kaldıramayacağı ağırlıkta kötü enerji birikti. Tüm hesapları altüst edecek 2011 yılında, el mi yaman, bey mi yaman, hep birlikte göreceğiz ve sağ kalırsak, çok eğleneceğiz. Cumhuriyet okurlarına, sağlık ve eğlence diliyorum. AKP devletinde imamlar, kafasının dışı açık, içi kapalı, çünkü göstermesi günah saç varlığı zaten epeyce seyrelmiş Kadın ve Aile Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın da baş tacı: 2011’den öteye karılarını döven kocalara, kızlarına dayak atan babalara imamlar müdahale edecek, vaaz verecek. Ehli müslimi dayaktan caydırmak için dört yıl içinde 100 bin “kanaat önderi imam”, yani düpedüz “molla” eğitilecek. Bundan önceki dört yılda konuya eğitilen 40 bin 500 polisle kadına yönelik şiddetin yüzde 1400 arttığına bakarsanız, aile içi şiddeti de molla imamların bitireceğine emin olabilirsiniz! Dayağa karşı “kanaat önderleri” neden imamlar arasında aranıyor da, öğretmenler arasından çıkmıyor, okulda, eğitim sürecinde oluşturulmuyor, diye sorarsanız, yanıtı bulabilmek için... Bakan Kavaf’ın başını yıkamadan Fotoğraf: DANİEL COLAGROSSİ önce badem yağı sürmesi, ılık havluya sarması gerek, derim. Zihni gürleşirse, fikri de hürleşir belki. Ama o zaman da gören olur, bakan olamaz, o da ayrı. Diyanet Vakfı Kadın Merkezi Başkanı Ayşe Sucu’nun “baş örtmek farz değildir” dedi diye görevden alındığına, Ayşe Sucu’nun yerine kimin getirildiğine ve Bakan Faruk Çelik’in “eksen şimdi oturdu” dediğine bakılırsa, Türkiye’de kadının olmasa bile tesettür sektörünün önü açık, istikbali ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ 2010’un Demokrasi Karnesi Yeni yılı bir kez daha “demokrasi nutukları”yla karşıladık... Tarihe “2010’un fantezisi” olarak geçecek “demokratik açılım”, ayrılıkçı Kürtçülüğün özerklik taleplerine bile ortam hazırlarken iktidarı eleştirmenin “demokrasi karşıtlığı” sayılmasını 2011’e de taşıyoruz. Oysaki sadece “alkış”a dönük siyasal bağrışmalar yerine yaşamın içindeki “gerçekler”e bakıldığında, demokrasinin “d”sini bile hazmedebilen bir yönetim anlayışını görmek mümkün değil... İşte ÇED Köşesi’nin ilgi alanındaki konulardan 2010’un “demokratik!” uygulamalarından bazı örnekler: “ak(a)maz sular” haline getirecek “HES” projelerine yerel halkın itiraz etmediği tek bir örnek olmadığı gibi, yargının “dur” demediği proje de “yok” denecek kadar az.. O kadar ki HES’lere karşı “Derelerin Kardeşliği”yle yükselen toplumsal muhalefet “Karadeniz İsyandadır” sloganıyla tarihe geçerken, aynı HES’lere “taş atan kadınlar” da gün geçtikçe destanlaşıyor... Her yaptığına “milli irade” diyen iktidarın böylesine “milli bir direniş”e rağmen akarsularımızı “pazarlama”ya yönelik HES projelerini ülkenin her yerinde dayatması, demokrasiyle bağdaşabilir mi? KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Sulukule ve demokrasi Sadece iktidarın değil, kimi “kafası almayanlar”ın da çarpık yapılaşmaya “mucizevi çözüm” saydıkları “kentsel dönüşüm”ün gerçek amacı Sulukule, Tarlabaşı ve FenerBalat projelerinde açığa çıktı… Yılların ilgisizliğiyle ba Rektörler ve demokrasi Üniversitelerimiz artık kendi okullarında “en az oy alan” adaylarla yönetiliyor! Demokrasi adına “darbe”ciliğe meydan okuyan iktidarın, 12 Eylül’ün YÖK Yasası’nı aynen kullanarak, “seçilmeyen”lerin Çankaya onayıyla “rektör” yapılmasına sessiz ve tepkisiz kalması da, demokrasi kültüründen ne denli yoksun olunduğunu açıkça gösteriyor. Aynı rektörlerin, büyük çoğunluğunun “türban bildirisi”ne imza atanlar arasından olması da demokrasinin bir kenara itildiği siyasal hedefi tanımlamaya yetiyor. BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] kımsız kaldıktan sonra “kent merkezi”ndeki yüksek rant bölgelerine dönüşen tarihsel semtlerin “kadim” sakinlerini zorla kovarak; hatta terk etmeyenlerin evlerini başlarına yıkarak elde edilen “dönüşmüş arsa”larda, yandaşlara pazarlanan lüks siteler inşa etmek, “kentsel faşizm” değil de nedir? ‘Termik’ ve demokrasi Başta Bartınlılar olmak üzere, cennet illerinin AB dayatması termik santrallarla zehirlenmemesi için on binlerin katılımıyla eylem yapan yerel halka karşı adeta “inadına yapacağız” diyen bir iktidarın demokrasi anlayışı nasıl tanımlanabilir? Benzer şekilde Kozak Yaylası’nda, Kaz Dağları’nda ve birçok yerde, yine yerel halkın yüz binlerce imzalık itiraz dilekçelerini hiçe sayarak doğayı madencilerin sömürgeci tahribatına teslim eden; neredeyse tüm ülkenin karşı çıkmasına rağmen Hasankeyf’i, hatta Allianoi’yi sular altında bırakmaktan vazgeçmeyen bir anlayış, asla demokrat olamaz! Okul karnelerimizdeki notlardan biri de “hal ve gidiş”e verilirdi... Onca “açılım” nutkuna rağmen, iktidarın 2010 yılı demokrasi karnesindeki ‘hal ve gidiş’i kocaman bir “sıfır” değil midir? [email protected] HARBİ SEMİH POROY 3. köprü ve demokrasi Yılın sonlarına doğru “kent ve çevre bilinci” açısından en görkemli “demokratik” etkinlik Kadıköy’deki “3. Köprüye Hayır” mitingiydi... Çok sayıda STK’nin, meslek odalarının ve siyasal parti temsilcilerinin binlerce kişilik katılımla gerçekleştirdiği eylemde “köprü yerine orman” isteyen milyonların “yaşanılır kent” özlemi dile getirildi. Sadece İstanbul değil, ülkenin tüm uzmanlarının, akademik kurumlarının, ilgili belediyeler ve demokratik kuruluşlarının “hayır” demelerine rağmen, 3. köprü ısrarı nasıl bir demokrasi anlayışıdır? UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] ‘HES’ler ve demokrasi Hemen tüm akarsularımızı 1/ “Liçi” de denilen Uzak 1 doğu kökenli 2 bir meyve. 2/ 3 Telli balıkçıl... Eşitliğe uy 4 gun, haklı. 3/ 5 Birçok efsane 6 ye konu olmuş ünlü Frigya 7 kralı... Yaşan 8 mış olayların 9 anlatıldığı ya1 2 3 4 5 6 7 8 9 zı türü. 4/ Bir süs ta1K A K I R C A şı... Aktinyum eleA mentinin simgesi. 5/ 2 O N U R A L A Z Öpücük... Osmanlı 3 M A N G I R L A devlet ileri gelenle 4 P T A S R İ T rinin kullandığı bir 5 R O T I N A Z tür bıçak. 6/ Yarı 6 E K O R E B A P memnunluk belirten 7 S A R M A N R E bir ünlem... “ 8 P U A N M İ T Hayworth”: ABD’li 9 F İ K S K A N A aktris. 7/ Sıkıntı, gam... Asma kütüğü. 8/ Kuzey Amerika’nın beş büyük gölünden biri... Maden eşya üzerine vurulan bir cins cila. 9/ “Gelinfeneri, ılgıncar” gibi adlar da verilen, reçeli ve likörü yapılan bir meyve. 9/ Küme, topluluk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Küme, topluluk... İstanbul’un bir semti. 2/ “ kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece” (Âşık Veysel)... Afrika’nın en yüksek dağı Kilimanjaro’nun yerli dillerdeki adı. 3/ Tarlayı sürerek dinlenmeye bırakma... Duvar içinde bırakılan oyuk bölüm. 4/ Küçük tuzlu bisküvi... İlave. 3/ Bir nota... Jüpiter gezegeninin, uzayın en kızgın kayası olan uydusu. 6/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Bir tür börek. 7/ Kadastro haritalarında parseller topluluğu... Afrika’da yaşayan bir antilop. 8/ Tokat’ın Reşadiye ilçesinde bir göl... Bir müzik türü. 9/ Kastamonu’nun Pınarbaşı ilçesinde bir şelale... Bir hayvan. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle