23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK Baştarafı 1. Sayfada Üç yıl süren Genelkurmay Başkanlığı’nda Orgeneral İlker Başbuğ; bir yandan terörle savaşırken bir yandan da TSK’ye haksız kimi iddia, iftiralarla mücadele etmek zorunda kaldı. Medyada, siyasal alanda TSK’ye saldırıları yanıtlamak, gerçeği açıklamak zorunda kaldı. Daha çok savunu içerikteki basın toplantıları asker olarak fazla konuşuyor diyen eleştirilerle karşılandı... Ayrılış konuşmasında Orgeneral İlker Başbuğ; “Bizi asıl rahatsız eden, iç güvenlik harekâtında mücadele eden TSK’nin art niyetli ve önyargılarıyla ve sadece kendilerince hatalı olduğu değerlendirilen uygulamaların ısrarla günlerce, aylarca medyada gündeme getirilmeye çalışılmasıdır” demek zorunda kaldı. Orgeneral Başbuğ’un konuşmasını medyamız; Türkçesi asker düşmanlığını özetleyen TSK’ye yönelik psikolojik harekâtla son değerlendirmelerine… TSK’nin demokrasi bağlılığına değinen söylemlerine yer veremedi. Önemsemez davrandı. Hükümetin daha önceki üç Genelkurmay Başkanı’na (Karadayı, Özkök ve Büyükanıt) verilen Devlet Şeref Madalyası’nı Orgeneral İlker Başbuğ’dan esirgediği haberini yandaş, yandaş olmayan “malum medya” ön plana çıkardı. Orgeneral Karadayı’ya madalya AKP iktidarından önceki hükümetler döneminde layık görüldü. AKP (RTE) hükümetleri döneminde ise Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli olan iki orgenerale Bakanlar Kurulu kararı ile Devlet Şeref Madalyası verildi. Kimdi bu orgeneraller? AKP hükümeti ile şiir gibi çalıştığını söylediği iddia edilen, Başbakan’ın “Hocam” diye hitap ettiği Hilmi Özkök ile… … 27 Nisan’daki e-muhtırayı yayımlayan, ancak hemen ertesi hafta Dolmabahçe’de RTE ile ölünceye kadar içeriğini açıklamayacakları iki buçuk saat süren bir konuşma yapan… hiçbir emekli Genelkurmay Başkanı’na verilmeyen lüks bir Audi marka binek arabası armağan edilen Yaşar Büyükanıt!.. İlker Başbuğ’a madalya verilmemesindeki nedeni öğrenmeye çalışan gazetecilere - örneğin Fikret Bila’ya- tecahülü arifaneden (bildiği şeyi bilmez görünen), daha doğrusu işine geldiğinde hangi konu olursa olsun bülbül kesilen Başbakan RTE; inanılmaz bir vurdumduymazlık örneği vererek “Ben konuyu inceletmedim” diyor. Ankara’daki işçilerle toplusözleşme toplantılarının dağıldığını anında, saati saatine öğrenip miting meydanında ilan eden RTE’nin; böylesine duyarlı bir konuyu inceletmemiş görünerek yan çizmesi makul karşılanabilir mi? Ancak madalya konusunda “Prosedür neyse ona göre ‘sonra’ değerlendireceklerini” söyleyerek asıl niyetini yutturmaktan da geri durmuyor. Orgeneral Başbuğ ise Bila’ya “Beni ilgilendiren konu değil. Şimdilik onu düşünmüyorum” demiş. Başka gazetelerde habere göre “umurumda değil” diye de eklemiş. AKP hükümetinden madalya almamak… Elbette umurunda olmasın İlker Başbuğ Paşa’nın… Şerefle, onurla görevini yapmış… AKP hükümetinden Devlet Şeref Madalyası almamış olmak… …Orgeneral Başbuğ’un AKP’nin dümen suyunda gitmediğini… iktidar siyasetinin bir parçası olmadığını… yasalar doğrultusunda görevini gerektiği biçimde yaptığını kanıtlar... Bu hükümetin “sonra değerlendirerek” Orgeneral Başbuğ’a madalya vermeye girişmesi… ancak idare-i maslahatçılığının bir örneği olacaktır! Üç yıl Genelkurmay Başkanlığı görevini yapacak olan Orgeneral Işık Koşaner’in konuşmasını medyamız tek tip askerlikle ilgili açıklamalarını ön plana çıkararak yansıttı. Oysa Orgeneral Koşaner’in konuşmasındaki kimi önemli vurgulamalarla medyamız ilgilenmedi. Örneğin Cumhuriyet’teki haber konuşmaları özetliyor. Lakin; haber madalya sorununa ne diğer gazete ve gazeteciler kadar ilgileniyor, gerektiği ölçüde değiniyor... ne de Genelkurmay Başkanı Koşaner’in geleceğe dönük önemli vurgulamalarını ön plana çıkarıyor, altını çiziyor. Oysa Milliyet’te Fikret Bila’nın köşesinde okuyoruz: “Koşaner Paşa sert, keskin sayılabilecek bir konuşma yaptı. TSK’nin üniter devlet, laik devlet ve ulus devlet konusunda taraf olduğunu ve olmaya devam edeceğini birkaç kez vurguladı. TSK’nin her zaman değişime ve gelişime açık olduğunu, ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘bazılarının istediği gibi değiştirilemeyeceğini üzerine basarak’ ifade etti.” Genelkurmay Başkanı Koşaner’in altını çizerek söylediği bir başka vurgulama ise TSK’yi “değiştirme heveslerine karşı; ‘belli düşüncelerin sesi’ olarak TSK’nin yapısını ve temel değerlerinin hedef alınarak bunların ‘değişim’ bahanesiyle ‘değiştirilmeye’ çalışılması ziyadesiyle endişe vericidir” diyor. Giden ve gelen Genelkurmay başkanlarının devir teslim törenindeki konuşmaları kimi temel konularda çoktandır duymadığımız değerlendirmeleri içeriyor. Asker ağzından karamsar dünyamıza ışık! SAYFA 29 AĞUSTOS 2010 PAZARCUMHURİYET 10 HABERLERİN DEVAMI TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 29 Ağustos Oslo Y 13 Helsinki Y 15 Stockholm Y 25 Londra B 18 AmsterdamY 16 Brüksel Y 16 Paris Y 24 Bonn Y 18 Münih Y 19 Berlin Y 17 BudapeştePB 20 Madrid B 32 Viyana B 18 Belgrad Y 24 Sofya Y 21 Roma PB 27 Atina B 35 Zürih Y 20 Moskova Y 16 Aşkabat A 33 Taşkent A 32 Bakû B 30 Bişkek B 28 Tiflis B 31 Kahire B 37 Şam B 37 İstanbul PB 32 Edirne PB 34 Kocaeli PB 35 Çanakkale PB 32 İzmir A 33 Manisa A 36 Denizli A 36 Zonguldak PB 31 Sinop A 32 Samsun A 35 Trabzon PB 32 Giresun PB 32 Ankara A 37 Eskişehir A 36 Konya A 35 Sivas A 34 Antalya A 32 Adana PB 35 Mersin PB 34 Diyarbakır A 38 Şanlıurfa A 40 Mardin A 37 Siirt A 38 Hakkâri A 31 Van A 27 Kars A 28 Ülkemizin ku- zey kesimleri ile Doğu Akdeniz’in iç kesimleri par- çalı bulutlu, di- ğer yerler az bu- lutlu ve açık ge- çecek. Hava sı- caklığı kuzey- doğu kesimler- de 2 ila 4 dere- ce artacak. Ölümsüzlüğü ve derinliği nasıl tanımlar insan? Akdeniz güneşinin doğuşunda neyi duyumsar? Saydam bir günün içinde uyandığımda bu iki soru geldi aklıma nedense... Wislawa Szymborska’nın güneşle karışan körfezinde balina avcılarını anımsadım... Yaşamın o bembeyaz atlasında acıları, hüzünleri bir kez daha anımsadım. Belki de, Akdenizli bir kadının dudaklarından dökülen şarkı gibi: “Mevsim güz... Dalgalar sonbaharda vurur kıyılara... Yalnızlık alıp başını gider...” Sözü edilmeyen bir tutku vardı her yerde hüzünlerle sarmaş dolaş. Akdenizli İspanyollar söylüyordu o şarkıları: “Kasımpatılar kasımda açar ve yakışır en çirkin sevgilinin avuçlarına...” Öykümüz burada başlıyordu... Hayallerimizin nasıl çalındığını anlatan!.. Kızkulesi’nden, Seyhan kıyısından Adana’nın o sarı sıcağından kopan fırtına güz çiçeklerini vururken, “Deniz Kızı”nın şarkısıdır o eski gramofonda çalan... “Mevsim güz... Gelmediğim uzaklara özlemle bakıyorum... Ayrılık diyorum anlamlanıyor.” Octavio Paz’ın dizelerinde avunuyorum, Akdeniz kokan kadınları, genç delikanlıları, sevgilileri gördükçe. Umutlarının nasıl çoğaldığını anlamak için şu soruyu sormak geçiyor aklımdan: “Octavio Paz kim?” Bu soruyu bir üniversiteliye, badem bıyıklı öğretim üyelerine, bir edebiyat öğretmenine, TV’lerde her konuda bilgi sahibi olduğunu söyleyen kimi gazetecilere sorabilirim aslında... Nasıl bir yanıt verirler sizce, haydi yazın bana... Bir İyonya düşü kurdum kendi kendime... Ahmet Piriştina, Rutkay Aziz, Cem Karaca, Barış Manço, Tanju Okan’la birlikte o gençlik günlerimize gittim, Alsancak iskelesinin önünden geçtim. Bir gece yarısı Tanju Okan’la birlikte söylediğimiz “Kadınım” şarkısı çalıyordu bir kafede. Ne Tanju, ne Cem, ne Barış ne de Ahmet yaşıyor... Marx baba ve Engels’in yazdığı “Komünist Manifesto”yu okuduğumuzda devrimci ruhumuzun şahlandığı yıllardı. Biz başka telden çalardık, Barış ve Tanju başka telden... Kavgalarımız sürüp giderdi ama arkadaşlığımız bitmezdi hiç... Yıl 1979 olmalıydı... Şarkılar ve şiirler birleştirirdi bizi... Demirtaş Ceyhun, biraz külhanvari ben de biraz Eşrefpaşalı. İlhan Selçuk, Aziz Nesin, Sadun Aren ve Behice Boran, Tayyar Eraslan’la sabaha dek süren sohbetler. Nasıl da çalıp götürdüler gençliğimizi, hayallerimizi ve anılarımızı... İşkenceler, zindanlar! Geçen yıl Burhaniye Ören’de Rutkay, Tarık Akan, Serdar Kızık ve Turhan Günay’la “Işık Sahili”nde yıldız yağmuru altında devrimci ruhumuz yine ayağa kalkmıştı gün ışıyana dek... Karmakarışık duygular içindeyim şimdi. Lara 11 yaşına bastı, Lila ve Batu 1 yaşında... Batu’nun masmavi gözlerinde maviler giymiş bir kadın dolaşıyordu sessizce... Avuntular içindeydim... Belki siyahlar giyecekti yine İda’nın en yüksek tepesinde.. çocukların türküsünü söyleyecek, yağmalanan topraklarımızı geri isteyecekti. Belki su perisi gibi binlerce yıllık tarihin ve kültürün simgesi olacaktı, sular altında ölmeyip yaşayacaktı Allionai’de... Tarihle iç içe, biraz kırılgan, biraz da hüzünlü. Bir uygarlık Teos’tan Milet’e değin uzanıp gidecekti... Belki Tanju Okan “Kadınım”ı bir kez daha söyleyecek, Rutkay Aziz mırıldanmaya başlayacaktı Octavio Paz’ın “Unutuş” şiirini... “Bırak kendini karanlığa / kendi etine gömül, kendi yüreğine; / kemik o mor şimşek, / kamaştırsın gözlerini kör etsin, / mavi göğsünü göstersin akşam ışığı / körfezler ve gölgeli koyaklar arasında.” Şiir burada bitmeyecekti elbet... “Yum gözlerini yitir kendini karanlıkta Gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında.” Athena, Helen ve tüm yıldızlar acaba ne düşünüyordu? G. Şimşek’in bir yazısı dikkatimi çekti bir süre önce... Çok eskiden sokaklara çıkmanın bir anlamı olduğundan, sinema önünde sevgili beklemenin güzelliğinden söz ediyordu. O yıllar yaşamın derinliği vardı. Yaşamın, aşkın, sevginin... Bilmem size Kızıldere baskınında katledilen havacı Teğmen Saffet Alp’in, havacı Üsteğmen Mehmet Alkaya’nın öyküsünü anlatsam mı?.. G. Şimşek, “Ben hüzün çaldım sonu acıklı biten aşk filmlerinden” derken; Octavio Paz ise haykırıyor: “Gömül vızıldayan sesin / düşen sesin halkalarına / ve uzaklarda yankılanan / dilsi bir çağlayan gibi, / davulların çaldığı yerde.” Muhammed Bennis, “Aşkın Kitabı”nda (Kırmızı Yayınları) yaşamı anlatır, aşkı, sevdayı, tutkuyu: “Ve ben gözlerimi yakan bu havadan ağladım Sen de benim gibi ayrılıktan” Saffet ve Mehmet’i anlatıyor sanki Paz... Karmakarışık saçlı bir yıldız kayıyor gökyüzünde... Gün ışıyor yavaş... Gün sevincin, umudun resmi oluyor birdenbire. Dağ geçitlerinin arasından Venüs kumruları uçup gidiyor... Turna sürüleri geçiyor mavi göğü sarsarak. Tıpkı kırların sessizliğinde bir tüfek patlaması gibi. Yıllar geçiyor gülüm yıllar... Nâzım’ın dizelerinde olduğu gibi, farkında mısın Gülhane Parkı’ndaki ceviz ağacının titreyen yapraklarının, aşkın, sevdanın... POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA Hayallerimizi Çaldılar Bizim... hikmet.cetinkaya@cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: 0212 343 72 69 IŞIL ÖZGENTÜRK Amerika Ne İstiyorsa O Olur Darbelerden sonra da ortaya çıkan durum, ülkedeki dinci kesimin işlerini kolaylaştırmış ve Amerika’ya kayıtsız şartsız biat eden sağ iktidarların ekmeğine yağ sürmüştür. Ondan sonra gelsin imam hatipler, gelsin ülkenin en değerli kaynaklarının uluslararası şirketlere satılması, gelsin işçi ve memur haklarının ortadan kaldırılması, gelsin tüketim hayvanına dönüştürülmeye çalışılan bir halk, gelsin kara para. Sohbet devam ediyor, benim aklıma da tuhaf sorular geliyor, PKK’nin uyuşturucu madde taşımacılığından elde ettiği rant ne kadardır? Doğulu milletvekillerinin en çoğu AKP’de... Peki, bunlar bu zamana kadar süren rantlarından vazgeçerler mi? Niye geçsinler? Niçin Doğu’da mevcut oligarşinin AKP kökenli olduğu hiçbir yerlerde söylenmez? Özerklik sözcüğü bir kez söylendiğinde artık dönülmez bir noktaya gelinmiş demektir. Bu söylendi, şimdi koşulları tartışılacak ve bu tartışmada benim vergilerimin, sizin vergilerinizin nereye gittiği hiç gündeme gelmeyecek. Sohbet devam ederken, Karadenizli bir arkadaş söze giriyor, Karadeniz’in asla HES’lerin (hidroelektrik santral) bölgelerini işgal etmesine izin vermeyeceğini söyleyip yüreğimize biraz su serpiyor. Ama ben kaygılıyım, çünkü bir yıla yakın bir zamandır, bizzat Amerikalılarla çalışan bir mühendis arkadaşımdan duydum, her şeyin anlaşması yapılmış, HES’ler ne olursa olsun Karadeniz’e geleceklermiş. Korkuyorum ama bir yandan da Karadeniz insanının özellikle de kadınlarının inadına güvenmek istiyorum. Tıpkı pek çoğumuz gibi bir şeylere güvenmeye ihtiyacımız var. KPSS’deki kopya meselesine geliyor sohbet, öğretmen adaylarının bir kısmının soruları ele geçirdiği o kadar açık ki, bunun için YÖK toplanmış, savcılar dava açacak, ama inandırıcı gelmiyor. Çünkü kopya çektikleri belirlenen adaylar sadece davet edilebileceklermiş, haklarında hiçbir işlem yapılamıyormuş. Nedir bu? Yani bu kişiler öğretmen olacaklar ve tayinleri çıkacak ve bizlerin çocuklarını okutacaklar ve bu durumda hiçbir zaman kopya çeken bir öğrenciyi cezalandırmaya hakları yok, çünkü bunu önce kendileri yaptılar. Bu sohbet çok uzadı, bir pazar sabahı canınızı sıkmak istemem, denize koşanlar koşsun, denizden uzak olanlar da vantilatörün karşısına geçip, Fazıl Say’dan CD’lerine bir parça koyup dinlesinler, yüreklerimizin pası gitsin. Baştarafı Arka Sayfada isilozgenturk@gmail.com İstanbul Haber Servisi - Gözaltõna alõnan 13 ya- şõndaki oğlunun akõbetini öğrenmek için 15 yõldõr mücadele eden Ramazan Doğan (76), oğlunun ke- miklerini dahi bulamadan yaşama veda etti. Ramazan Doğan, 31 Temmuz’da Galatasaray’da gerçekleş- tirilen Cumartesi Annele- ri’nin eyleminde “Başba- kan ne yaptığımı bilmi- yorsa söyleyeyim, ben oğlumun kemiklerini arı- yorum” diye haykõrmõştõ. Doğan, 24 Ağustos Salõ günü yaşamõnõ yitirdi ve önceki gün Cumartesi An- neleri ve insan haklarõ sa- vunucularõ tarafõndan Ka- narya Altõn Şehir Mezar- lõğõ’nda son yolculuğuna uğurlandõ. Doğan, 31 Tem- muz’da Galatasaray’daki eylemde çocuklarõ 13 ya- şõndaki Seyhan ve 9 ya- şõndaki kardeşi Hazni’nin Dargeçit’teki evlerinden gözaltõna alõndõğõnõ, Haz- ni’nin birkaç gün sonra bõrakõldõğõnõ anlatõyordu. Oğlunun gözaltõnda iş- kenceciler tarafõndan öl- dürüldüğünü söyleyen ba- ba Doğan, eşi Asiye Do- ğan’õn da evladõnõn adõnõ sayõklayarak öldüğünü di- le getiriyordu. Doğan şun- larõ anlatmõştõ: “Eşim Sey- han diye diye öldü. Eski- den Galatasaray’a o ge- lirdi. Şimdi ben geliyo- rum. Benim oğlum daha çocuktu, onu benim ku- cağımdan alıp götürdü- ler. Bilgimiz dışında nü- fus kütüğümüze Sey- han’ın öldüğünü yaz- mışlar.” Öte yandan Cu- martesi Anneleri dün Ga- latasaray’daki 283. ey- lemlerinde Ramazan Do- ğan’õ andõ. Eylemde, Ra- mazan Doğan’õn oğlu ve torunu da katõldõ. SERTAÇ EŞ ANKARA - “Ergenekon” ve “Balyoz” davalarõndaki tutuklu sanõklarõn savunmalarõnõ hazõrla- malarõ, dosyadaki ve ek klasör- lerdeki belgeleri incelemeleri için istedikleri bilgisayarlarõn veril- memesi konusu Danõştay’a ta- şõndõ. Danõştay, Çetin Doğan’õn avukatlarõnõn başvurusunu kabul ederek, bilgisayar yasağõ konu- sundaki tüzük hükmünün iptali is- temini karara bağlayacak. Tutuklulara cezaevlerinde bil- gisayar verilmemesi ilk olarak Si- livri’deki “Ergenekon” yargõla- malarõnda gündeme geldi. Gaze- temiz yazarõ Mustafa Balbay, “Nâzım Hikmet’e daktilo ve- rildiğini, kendilerine bunun bi- le çok görüldüğünü, savunma- sını yazarken sağ eli yorulunca sol eliyle yazmayı da öğrendi- ğini” söylemişti. Aynõ yakõnma- lar daha sonra Balyoz davasõnda emekli Orgeneral Çetin Doğan ta- rafõndan gündeme getirildi. Ergenekon yargõlamalarõnda da birçok sanõğõn avukatlõğõnõ yapan Doğan’õn avukatlarõ Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz, tutuk- lu sanõklara bilgisayar verilme- mesi konusunu da ilk önce yerel idari yargõ makamlarõna ardõndan mahkemelere yaptõ. Olumlu yön- de bir karar çõkmamasõ nedeniy- le Danõştay’a başvuruda bulun- dular. Avukat Hüseyin Ersöz, yasa koyucunun hükümlüler için geti- rilen uygulamalarõn tutuklular için uygulanõp uygulanmayacağõ yetkisini idareye bõraktõğõnõ be- lirterek, “İdare de bu yetkisini tutukluların lehine kullanmıyor. Ancak bu etkin adil yargılanma ve masumiyet karinesi ilkeleri- ne aykırı. Bu yönde AİHM’nin verdiği kararlar var. Bu yönde yüksek yargının verdiği bozma kararları var. Yüksek yargı bu tür uygulamaları ‘adil yargõlama ilkesi gözetilmemiştir’ genel baş- lığı altında veriyor” değerlen- dirmesini yaptõ. Ersöz, idarenin savunmasõnõ yapmasõnõn ardõndan Danõştay’õn konuyu görüşerek karar verece- ğini dile getirdi. İstanbul Haber Ser- visi - Birinci Ergekon davasõnda Cumhuriyet gazetesine bomba at- maktan sanõk Tekin Ir- şi tahliye edildi. Doğu Perinçek’in avukatõ İb- rahim Erdoğan’õn tale- bini kabul eden mahke- me heyeti, davada tu- tuksuz yargõlanõrken 21 Haziran’da kaybettiği- miz gazetemiz imtiyaz sahibi ve başyazarõmõz İlhan Selçuk’un 28 Ha- ziran-6 Temmuz 2010 tarihlerinde yayõmlanan savunma özetine esas olan belgelerin Cumhu- riyet gazetesinden isten- mesine karar verdi. Mah- keme heyeti iddia ma- kamõnõn “Haliç’te Ya- şayan Simonlar: Dün Devlet Bugün Cema- at” adlõ kitabõyla ka- muoyunda büyük yankõ uyandõran Hanefi Av- cı’nõn tanõk olarak din- lenmesi talebinin daha sonra değerlendirilme- sine karar verdi. Savcõ Mehmet Ali Pekgüzel, Avcõ’nõn so- ruşturma sõrasõnda din- lendiğine dikkat çeke- rek “Mahkemenizce uygun görülecek bir takvimde tanık olarak dinlenilmek üzere mahkemeye çağrılma- sı” doğrultusunda müta- laada bulundu. Mahke- me, Hanefi Avcõ’nõn din- lenmesi talebinin Da- nõştay olayõyla ilgili di- ğer tanõklarõn ifadeleri alõndõktan sonra dinlen- meleri konusunda karar verilmesine hükmetti. Mahkemenin tahliye ka- rarõ verdiği Tekin Irşi, 19 Nisan 2010 tarihli otu- rumda alõnan savunma- sõnda bombayõ pimini çekmeden attõğõnõ belir- terek şunlarõ şöylemişti: “5 Mayıs 2006 günü Osman Yõldõrõm, biz Coco Bar’da oturur- ken yanımıza geldi. ‘Bir iş var. Cumhuriyet ga- zetesine bomba ataca- ğõz’ dedi. ‘Hayõrdõr niye atõyoruz’ dedik. O da ‘Çõkar amaçlõ bir iş ola- rak almõşõm bunu’ dedi. Yani çıkar amaçlı iş olduğunu ancak bu- nun başörtüsü mese- lesi olduğunu, kendisi- ne işi verenlerin türban meselesi olduğunu söy- ledi. ‘Bombalayalõm pa- ramõzõ alalõm’ dedi. Biz de Cumhuriyet gazetesine gittik bom- bayı attık.” Heyet 2. davada AKP’nin kapa- tõlma davasõna ilişkin dosya geldiğinde bir örneğinin bu dava dos- yasõna da konulmasõnõ hükmetti.Duruşma 20 Eylül 2010 tarihine er- telendi. Bilgisayar, ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ davalarõnda önemli bir yakõnma konusu olmuştu Bombacı Tekin Irşi serbest Yasak Danıştay’da 13 yaşõndaki çocuğunu gözaltõnda kaybeden Doğan 15 yõldõr mücedele veriyordu Oğlunu göremeden gitti YAŞ KRİZİ DEVAM EDİYOR BARKIN ŞIK ANKARA - Balyoz sanõklarõnõn terfi durumlarõ nedeniyle çalõşmalarõ gergin geçen Yüksek Askeri Şû- ra’daki (YAŞ) kriz altan alta sürüyor. YAŞ’taki terfi kararlarõ Milli Sa- vunma Bakanõ Vecdi Gönül tara- fõndan imzalanmayarak geri gönde- rilen Tümgeneral Halil Helvacıoğ- lu, Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu, Askeri Yüksek İdare Mahkeme- si’ne (AYİM) dava açtõ. Mahkeme de, Milli Savunma Bakanlõğõ’ndan (MSB) hangi gerekçeyle terfilerin onaylanmadõğõ konusunda savunma istedi. AYİM, savunma için MSB’ye 10 gün süre tanõdõ. Terfi eden isim- lerin görev süresinin uzatõlmasõ ise mümkün gözükmüyor. YAŞ’ta bir üst rütbeye terfi eden Tümgeneral Helvacõoğlu, Tümgeneral Kaya ve Tuğamiral Gavremoğlu, Türk Silahlõ Kuvvetleri’nin Danõştay’õ olarak bi- linen AYİM’ye gitti. Söz konusu per- sonel, “Terfi ettirilmemeleriyle il- gili tasarrufun / işlemin iptal ve yü- rütmenin durdurulmasını” talep et- ti. Başvurular, üzerine AYİM de, “Kararlar neden, hangi gerekçe ile yürürlüğe konulmuyor” sorusuy- la MSB’den savunma istedi. “Ter- fi kararları onaylanmazsa bu üç isim 1 Eylül tarihi itibarıyla oto- matikman emekliye ayrılır” şek- linde görüş nedeniyle krizin daha da büyümesi söz konusu. Genelkurmay Başkanõ Orgeneral Işık Koşaner’in ev sahipliğinde ya- põlacak 30 Ağustos resepsiyonuna bu konunun damga vurmasõ bekleniyor. Bakanlõk yetkilileri, “Zor durumda” olduklarõnõ kabul ediyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle