19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Şükrü Erbaş. Hasan All Toptaş ve yapıtlarım irdeliyor Hasan Ali kılığında bir sonsuzluk' Ben başta olmak üzere, Hasan Ali'yi okuyan herkes, onu edebiyatımızın birkaç büyük romancısından birisi olarak bilir. Oysa 0, bizîm Zeytin Hanımın makam şoförüdür. Kuşkusuz bu, onun büyük romancı olmasına engel değll. Hatta tam da bu nedenle Zeytin Hanımın makam şoförüdür. Bunu anlatacağım. Sükrü ERBAS I m ^ en o zamanlar "gölgesiz" I 3 Hasan Ali'yi görmemişim. I ^ O zamanlar dediğim, nere- JL^^deyse on yılı Ankara'nın. Ankara dediğim de, iki cadde, üç sokak, beş masadan oluşan şiirli, devrimli, aşklı, kitaplı, hcpimizi do- ğuran bir giizel anne. Insan bir ma- sada yok gibi oturursa, görmek için sessizliğin gözleri gerekirmiş. Dünyayı, devrim düşüncesinin ve ilk şiirlerin baş dönmesiyle bîr topaç gibi çevirdiğini sa- nan yüksek sesli l>en, masada bir kasaba yalnızlığı ile oturan bu kocanıan gözleri, tenha evlerin alın yazısı gibi silik, sisli uzun parmakları nasıl görccektim ki? Asıl hayıf, aynı kaderden gelen ben, kim bilir hayatın hangi iğvasıyla, karşımdaki ben'i görmemişim. Sonra, bu kasabalı mahcu- biyetin "kayıp hayalleri"ni de görmemi- şim onca zaman. Gördüğümde, Hasan'ım Ali değil ben, sinema kapısında, afişlerde- ki biitün artistlerin yerine adımı yazarken, baba tokadıyla başımdan fırlayıp gitmiş ~r san şeritli ortaokul şapkamı bulmaya çalı- şıyordum. Olü Zuman Gezftinlcri yayım- landıktan iki yıl sonra buldum bu harften adamı. Öyle bir harften adam ki, sesli harflcr bile ağzında birer scssizlik ayiııine dönüşüyor. O güııdcn sonra bırakmadun yakasını. Bırakır mıyım, gürültümün vic- danını bulmuşum. Sonrası, ikimizden biri değil, ikimiz de ölülerin dünyasına geçene kadar sürecek onurlu, büyük, acıyla da sevinçle de malıcııp; güvcn duygusunun bütün anlamlanyla menevişli; kendi ken- dini yere gömen bir mizah duygusuyla, bir virgüllük acıdan gökler kadar büyük trajedi yaratan bir hayat bilgisini, aynı us- talıkla harmanlayan bir dostluk. KENTE YENİ GELMİŞ KASABALI MEMUR • "Güzellik hulâsa edilemez" der Valery. însanı var eden hiçbir şeyin hulâsa edile- meyeceğine inanırım ben. Giizel olsun ol- tnasın, zaman, acı, iyilik, anılar. Hiçbir şey hulâsa edilemez. Yaşadıgımız her şey bize dönüşıniişken, duyduğıımuz her ses- te, söylediğimiz her sözde, bütün zaman- ların ruhu yankılanırken, bir hayattan ne- yi, nasıl seçerek söz edebiliriz ki? Üstelik o hayat, üç öykü, bir şiir, beş roman, bir dcneme kitabıyla insanlıgın bütün halleri- ni, gerçeklikten gcrçek dışına, gerçek dı- şından gerçeklige aynı ustalıkla geçiren bir baş dönmesiyse, söyleyeceklerimiz ne kiKİarma deginmiş olacaktır bu hayatın? Sanırım sıradan, giindelik dedigimiz şey- lere bakmak en iyisi. Yoksa bu korkuyla. söz burada düğümlenip kalacak. Ölii Zaman Gezginlerfyle başladı scr- semliğim. Öncesinde iki öykü kitabı daha varmış,. Birkaç arkadaşıma sordum he- men. Ankara'da, Sincan'da yaşıyormuş. lyice kızdım kendime. Zerrin (Taşpmar) telefonunu verdi. 1 fâlâ ara ara anımsadı- SAYFA 8 ğunız şu sözlerdi, bu onurlu dostluğun ilk heceleri: "Sen kimsin kardeşim; in misin cin misin; ben neden tanımıyorum seni; Kızılay'a en hızlı nasıl geliyorsan gel, he- men görniem gerek." Once, postayla Yoklar Fısıltısı ve Bir Gülüşün Kimliği geldi, bir-iki gün sonra da hakikaten tam bir yoklar fısütısı halinde Hasan Ali Top- taş. Kasabalı bir memur oturuyordu kar- şımda. Tamam, kasabalıydı da, daha çok kentc ycni gelmiş bir kasabalı memurdu. Devlet kaşlarını azıcık çatsa, kasabasıyla birlikte kaybolacaktı. İlk karşılaşmanın tedirginliği diye düşünmüştüm. Yıllar geçtikçe öğrenecekrim, karşımda otura- nın } lasan Ali degil, l icrkes Gibi Safa Be> r , Cıngıl Nuri, Muhtar, Alaaddin, Hay- dar ve diğer bütün öykü-roman kahra- manlan olduğunu. Ükuduğum öyküler, okuyacagını romanlar, Hasan Ali kılığın- da bir gerçeklik olarak oturuyordu kar- şımda. Semih Gümüş bir gün, "Bu adam bu.romanları nasıl yazıyor anlamıyorum" demişti. Ben de hâlâ anlayabilmiş deği- lim! Anlamaya çalıştıkça da, u bu roman- ları ancak bu adam yazar"dan başka söz bulamıyorum. Bilmiyorum kaç kez, birer sessizlik çanı gibi oturup, "oooff of, ne olacak bu ha- yat'' sonısuna uzun uzun baktık. Üçiincü bardak rakıya on yılda geçen bir adamla ne kadar sarhoş olunursa o kadar sarhoş Mesut variık. hazırladıOı 'Efendlme SOyleye- ylm'de Hasan All Toptas'ın hayatını ve kltap- lannı ele alıyor... olduk. (Bu benim için kârlı bir paylaşun- dı!) Hisarlı Ahmet'ten Muharrem Er- taş'a, Mukim Tahir'den Zaralı Halil'e, Karacaoğlan'dan Âşık Veysel'e, bilmiyo- rum kaç türküyü, hoyratı, bozlağı koca- man gözlerle açıp, anlamaktan öte bir ür- pertiyle, binlerce aşkın, ayrılığın, kavuş.- ınanın içinde kaybolduk. Bir keresinde, bir Denizli türküsünde geçen, "Daracık sokakta buldum iziııi/ dııman sandım şal- vaıının tozuntı" dizelerindeki şalvann na- sıl bir şey olduğunu anlamak için, kaç ka- dını, kaç sokakta, kaç bir eda ile yürüt- tük. Onun sakin, benim aceleci aklımla, aşkı ve evliliği kaç heves ve keder terazisi • ne vurdıık. Sonuçta, ikisinin de kocaman birer yalnızlık olduğunda scssizce anlaş- Efendinti' tık. Yazı yoldaşlanmı- Sliyl<y<yirn zuı ruhsuz ustahğından, görünme fetişizminden, yaratıcılığı edaya indir- gemiş narsisizminden, aynı acıyla utandık. îmza günü için gittiği kitabevinin sokagında, ismini kocaman bir afişte göriir görmez geri dönen bu tuhaf dostumu ben, okurlanyla buluşturmak için yıllarca neler çektim. Konuşma yap- tığım her yerde, "Hasan Ali Toptaş'ı tanı- yor musunuz" sorusuna, "davet etsek ge- lir mi" sorusu düğümleniyordu. Dipten gelen bir okurıı vardı. Birlikte gitmeyi önerdiğim her seferinde, "Ne diyecegim; ben konuşamam ki" dcyip susuyordu. So- nunda ben ve okur denen saygılı ısrar, onu konuşmanın afına düşürdük. Bir se- ferinde Mersin Üniversitesi'ne gitmiştik. 'Dil-edebiyat dili-kültür' gibi bir konuda konuşacaktık. Önceden hazırlamıştık me- tinlerimizi. Gittik. Üç yüz kişilik salon dolu. Ben bitirdikten sonra r lasan Ali'ye bıraktım sözü. Metnı önündeydi. Par- makları çıkış kapısına kadar uzamış, göz- leri salondan büyük, elindcki kâğıdı gös- tererek, "Buraya üç kere, 'sakin ol, sakin ol, sakin ol' diye yazdım" dedi. Uzandım baktım, gerçekten yazmıştı. Bin Hüzünlü Huz'la Uykuhnn Doğusu nun yazdma sürecine, zaman za- man yazmayı bırakmaya varan bunalımla- rıyla, birkaç cümle y.ızdığında romanı bi tirmiş kadar büyük heyecanıyla, en yakın- dan tanık olan iki kişiden biriyim. Bu, yazmanın bana sağladığı en onurlu birkaç ayncalıktan birisidir. Her iki romanda da, biten bölümleri ilk okuyandım. Ne had- dime... Her seferinde, büyülenmiş olarak açardım telefonu: "Sen yaz, ot çöp ağaç taş kuş börtü-böcek bok püsür, ne oîursa olsun, kaleminin değdiği her şey birden bire bir yücelik kazanıyor. Ne okur, ne yayınevi, düşünme ne olur. Yav ben oku- yorum ya, yetmez mi" derdim, bütün kal- bimle. Bir cümlenin başında birkaç ay bekleyen kaç romancı vardır bilmiyorum. Bu titizlik bizi de ayaklandınrdı zaman zaman. Romana buşlamasından iki üç yıl sonra, "Herkes, üstüne üç roman yayım- ladı" diye başlardık biz de güler yüzlü bir tacize. ZEYTİN HANIMIN MAKAM ŞOFÖRÜ Sonsuzluğa Nokta'nın ikinci baskısı (ilki Kültür Bakanlı^ı Yayınları'ndan çık- mıştı) yayınevinden, "dikiz ayııası şoföre göre ayarlıdır, yolcu aynayı göremez, ora- dan geçmişine dönemez"; "öpüşürken üst dudağın iizcrindeki tüyleri diliyle saya- maz insan " gibi akıl almaz kcnar notlany la çevrilmişti. Ardından Bin Hüzünlü Haz, "yanlış dosyayı göndermişsin bize; sen hiç Erendiz Atasü, Buket Uzuner, Ahmet Altan okumuyor musun" gibi onur kırıcı bir mektupla çevrilmişti aynı yayınevince. (Bunlan yazmalı Hasan Ali, edebiyat tarihi için ne güzel bir değerlen- dirme örneği olur!) Yazarken zaten, "Bu roman çekmecede kalacak ve ben bir da- ha yazamayacağım" diye kıvranıp durur- ken, öldüren darbe bir edebiyatçı-yaymcı- dan gelmişti. En az Hasan Ali kadar şaş- kın ve darmadagındım. Dosyayı ve eski ı kitaplardan bir takımı alıp doğnı istan- bul'a, Adam Yayınlan'na, Scmih Gü- müş'e gittik. Elbette benim söz dinlemez zorlamamla. Ben, kasabalı bir politikacıy dım, Hasan Ali de, çocuğuna iş isteyen bir mahcup köylü! Bizim çocuğumuz çok değerliydi, bunu biliyorduk. Adam Ya- . yınları'nın o günkü yayın kurulu bu dege- 1 ri içtenlikle, sevgiyle gördü. Başka neden söz edeyim ki? Üçüncü evliliginin tek nikâh şahidi olmamdan mı? Yalnız yaşayacagım diye kendime iki göz bir yer bulduğumda, eski koltuk takımını 1 vermesinden mi? Eryaman'da altı ay iki j yalnız olarak paylaştığımız yoksul zaman- larımızdan mı? Antakya'dan Istanbul'a, ! Safranbolu'dan lzmir'e, Yozgat'tan Si- 1 nop'a, bir sözle halka halka olan yollar- ; dan mı? Akifli, Mahmut'lu, Orhan Ko- | çak'lı, Ethem'li, Abdullah'lı 'rakı barda- | ğmda eve döndüğümüz geceler'den mi? ' Bunlar anlatılabilir mi hiç? Başta sözünü ettiğim Zeytin Hanım'ın makam şoförlü- ğü ile susmak en iyisi. Antalya'ya taşınma sırasında otobüsler köpeğimizi almamış- i lardı. Kalakalmıştık. Ozel arabamız yok- ' tu. Söyleyebileceğim tek kişi Hasan i Ali'ydi. Bir harf bile kekelemeden "Tabii ', ki" dedi. Geçen yıl bizi sevgisine boyayıp giden Zeytin bilseydi şoförünün kim ol- , duğunu, benim kadar şımarır mıydı acep? Benzin parasını nasıl halledemediğimi hiç anlatmayayım... i Bu özcl adamın Crölgesizlct'de, Cen- net'in oğlunun ağzından saldıgı "Kaar, nedeen yağaar. kaar" çığlıgını, şöyle çevi- rerek bitireyim sözümü: bir insaan, güler- keen, nedeen eliylee agzınıı kapaar, netie- en... • * Mesut Vnrlık taralından lıazırlaıiiin. llılı^iııı ; Yayınhın'ndnn (,'ikan Hnsnn Ali Toptaş Kita /jMHİ.lll. ! Efendime Söyleyeyim-Hasan Ali ' Toptaş Kiubı/ Haztrlayan. Mesut Var- lık/ \leti\im Yayınları/ 52H s C U M H U R İ Y E I K İ T A P SAYI 106 1
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle