20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
17 HAZİRAN 2010 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR [email protected] CMYB C M Y B ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Yürek Unutmaz! Grup Yorum’un konserini izleyenler, asla ama asla unutmayacaklar o akşamı... Konserden işte o olayda, yürekleri ısıtan o muhteşem olayda sahneyi olduğu kadar İnönü Stadı’nı dolduran her yaştan genç insanı da izliyordum bir yandan. Onları bir araya getiren ne salt müzik ne de salt protestoydu... Onları bir araya getiren yalnız geçmişte yaşanan ortak anılar, geçmişe ait unutmadıkları da değildi... Öyle olsaydı onca genç insan olur muydu orada! Neredeyse 60 bin insanı aynı coşkuyla bir araya getiren, insanı insan yapan kimi değerlerdi. Daha güzel, daha adil, daha insanca, bir dünya mümkün düşüncesiydi... Daha elit, sömürüsüz, savaşsız, zulümsüz, işkencesiz bir dünya inancı ve hayaliydi... Konser boyunca içimden, demek yürek unutmuyor, demek vicdan unutmuyor, diyordum. Demek hâlâ hayal kurabilme yeteneğini yitirmemiş gençler var diyordum. İdeallere inanan, haksızlığa, sömürüye, zulme başkaldıran... Unutturmaya çalışmaları boşuna! Yürek ve vicdan unutmuyor! Daha güzel bir dünya umudunu asla unutmuyor... Grup Yorum’un konserinden hemen sonra Hatice Tuncer harika bir yazıyla sizlere konseri anlattı... Yinelemeyeceğim, sadece konsere emeği geçen herkesi kutlarken, bize hayal etme gücünü verenlere, ve o akşam İnönü Stadı’nda olan yeryüzünün tüm devrimcilerine iyi ki varsınız diye teşekkür edeceğim. Onlar, soyadları İpekçi, Mumcu, Tütengil, Öz, Aksoy, Anter, Altıok, Dink, Göktepe, Erdost olanlar... Onlar, yakınlarını faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerle kaybettiklerimizin aileleri... Onlar, bir süre önce Toplumsal Bellek Platformu’nu kurdular. Bir araya gelip Meclis’e gittiler... Niyetleri siyasi bir hesaplaşma değildi, intikam falan hiç değildi... İstedikleri, Meclis bünyesinde bir araştırma komisyisyonu kurulmasıydı. Bunun için Meclis’e dilekçe verdiler. Ancak bugüne dek verilmiş nice dilekçe vardı, Meclis araştırma komisyonunun süre ve yetkileri sınırlıydı... Özetle, bu sorunlar halledildikten sonra ancak sonuç alınabilirdi... Faili meçhul bırakılan cinayetlerin iç yapılarının ortaya çıkarılması, ancak, daha geniş yetkilerle donatılmış bir komisyonla mümkün olabilirdi... Bugüne kadar aydınlatılmayan bu örgütlü cinayetlerin aydınlanması yolunda henüz bir sonuç alınamadı! Bugün Toplumsal Bellek Platformu yeniden bize sesleniyor: Bizler, yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybetmiş aileleriz, diye başlıyor çağrışlar... Ellerinden alınan hayatları unutturulmaya ve kabullendirilmeye çalışılan yakınlarımızı unutturmamak ve “karanlıkların aydınlatılması” yolunda bir adım daha atmak için yan yana geldik. Çünkü mahkemeler bizimle alay etti, hâlâ da alay etmeye devam ediyor, diyorlar. Cinayetlerin ardındaki emir komuta zincirinin ortaya çıkarılmasının devletin görevi olduğunu ve bu tür örgütlü cinayetlerin ardındaki yapılar ortaya çıkarılmadıkça, katil üreten bir toplum olmaktan kurtulamayacağımızı biliyoruz, diyorlar... Benzeri olayların bir daha yaşanmaması için bu görevi hatırlatma sorumluluğunu üstleniyoruz, diyorlar... Aklı ve gönlü buna razı olmayan, şimdiye kadar bu duruma sessizce tanıklık etmiş olan herkesi, bizimle birlikte ses vermeye davet ediyoruz, diyorlar. “Adalet istiyoruz” , “seyirci kalmayın” diye de bitiriyorlar çağrılarını! 19 Haziran akşamı Esenkent Rıfat Ilgaz Açıkhava Tiyatrosu’nda, durumu bütün açıklığı ve birçok sanatçının katılımıyla yeniden sunacaklar. Bellek unutmaz. Ama asıl unutmayan yürektir, yürek! Hele vicdan hiç unutmaz! [email protected] S onunda bu da oldu… “İçmimar”lar, mi- marlarõn “iç mekân tasarımı” yapma- larõnõ “suç” sayarak davacõ oldular! İç Mimarlar Odasõ’nõn, iki mimar hakkõnda “iç mimarlık da yaptıkları” gerekçesiyle savcõlõ- ğa başvurusunda deniyor ki; “mimarlar mesleki yetkilerimizi gasp ediyorlar.”(!) Konuya, “sonunda bu da oldu” diyerek gir- memin nedenini açayõm: Kamuoyuna pek yan- sõmõyor (daha doğrusu önemsenmiyor) ama son yõllardaki “eksen kaymaları” arasõnda “mi- marlığın parçalanarak etkisizleştirilmesi” de var. Gelişmeler böyle tanõmlanmasa bile, aşağõda özetlenen “parçalama”nõn, emlak rantõna sev- dalõ imar düzenimizin “mimari duyarlılıkları dışlama”sõyla “eşzamanlı” hali, rastlantõ olmasa gerek... Binlerce yõllõk kent uygarlõğõnõn “mimariyle iç içe”liği yadsõnarak başlatõlan bu süreçte, ön- ce kentsel planlama “mimarsız”laştõrõldõ... Bu- na kentsel mekânlarõn, ancak “peyzaj mimar- ları”nca düzenlenebileceği; hatta tarõmsal amaç- lõ köy yapõlarõna ait mimari projelerin bile “zi- raat mühendisleri”nce tasarlanabileceği ek- lendi... Şimdi ise yapõlarõn iç mekânlarõnõ sade- ce iç mimarlarõn düzenleyebilecekleri savõ, artõk yargõnõn da gündeminde... MİMARİSİZ ŞEHİRCİLİK Kent planlamasõnda “mimarisizleşme”mi- zin öncüsü 60’larda ODTÜ’de başlatõlan “mi- marlıktan bağımsız şehircilik” eğitimidir. Dünyanõn en eski kentlerini barõndõran bir ülke- deki “küçük Amerika” olma özlemleriyle de ör- tüşen ABD kökenli “mimarisiz şehircilik” an- layõşõ, 12 Eylül 1980’den sonra YÖK düzeniy- le tüm okullarda yaygõnlaştõ. Gerçi yüz yaşlarõnõ geride bõrakan “köklü” okullarõmõzõn görmüş geçirmiş hocalarõ şehirci- lik ile mimarlõk eğitimini yine de “birlikte” sür- dürmeye özen gösterdiler; ancak, “mimarlık eği- timi” almadan şehirci olan “yeni kuşak” aka- demisyenler, Anadolu kentlerinin herhalde hay- retle izledikleri bu “ayrışma”yõ daha da körük- lüyorlar... O kadar ki günümüzde planlama sürecine, “il- gili herkes”in katõlõmõ demokratikliğin gereği iken mimarõn katõlmasõ “karışma” sayõlabiliyor! Dahasõ eski kent dokularõndaki “tarihsel mi- mari”nin yaşatõlmasõnõ amaçlayan “geleneksel yapıları ve dokularını koruma planları”nda bi- le mimar yetkili değil; eğer plancõ isterse sade- ce “danışman” olabiliyor. Dünyada eşi benzeri görülmeyen bu “mi- marlık yoksunu kent planlaması”nõn en yağ- macõ iktidarlarca yasal güvencelere bağlanma- sõ ise ülkeye egemen rant ekonomisi ile “uyum”unun kanõtõ değil midir? ‘MİMARİ PEYZAJ’ Mimarlõğõn, “peyzaj mimarlığı”nõ geliştirme adõna kentsel mekânlardan ve hatta yapõlarõn çev- re düzenlemesinden dõşlanmasõ da yine Türki- ye’ye özgü “absürd” bir durum. Çağdaş yerleşimler bir yana, tarihi kent do- kularõnda kamusal alanlarõn, meydanlarõn, so- kaklarõn kentsel tasarõm kapsamõnda düzenlen- mesinde bile “Bunu mimarlar değil, ancak pey- zaj mimarları yapabilir” denilmeye başlandõ! Orman ve ziraat fakültelerindeki peyzaj mimar- lõğõ eğitiminin “mimarlığın yerine geçecek” bir fiziki mekân tasarõmõnõ değil, yapõlõ çevre ile do- ğal çevre arasõndaki uyumu sağlayacak bir uz- manlõğõ amaçladõğõ adeta unutuldu... İşte böylesi kültür yoksunu bir süreçte, şimdi de mimarõn yapõdaki iç mekânlarda da doğal ola- rak gözetilmesi gereken tasarõm hakkõ, hatta ya- põlarõn içi ile dõşõ arasõndaki kaçõnõlmaz bütün- selliğin mimari sorumluluğu da elinden alõnmak isteniyor. ‘SUÇLAMA’ VE ‘SAVUNMA!’ İçmimarlar Odasõ’nõn, içmimarlõk da yaptõk- larõnõ açõklayan mimarlar hakkõnda açtõklarõ “ceza davası”nda sanõklara “isnat edilen suç” şöyle tanõmlanmõş: “Müşteki TMMOB İçmi- marlar Odası vekili tarafından Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık Ltd. Şti. yetkilileri hakkında verilen şikâyet dilekçesinde; şirket yetkilile- rinin mimar oldukları, içmimar olarak da faa- liyette bulunduklarını belirttikleri, bunun suç olduğu ve 3458 sayılı Mühendislik ve Mi- marlık Hakkında Kanuna muhalefetten hak- larında dava açılması gerektiği...” Sanatlarõnõn tarihsel ve evrensel mesleki so- rumluluğunu yerine getirdikleri için “şüpheli” durumuna düşen mimarlarõmõzõn savcõlõğa sun- duklarõ ayrõntõlõ ve uzun yanõtlarõnõ aktaramõyo- rum, internetten okumanõzõ tavsiye ederim; an- cak, aynõ “şüpheli”lerinin, ülkenin en eski okul- larõ olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversi- tesi Mimarlõk Fakültesi Mimarlõk bölümünde ve İstanbul Teknik Üniversitesi İçmimarlõk Bölü- mü’nde proje hocalõğõ ve diploma jüriliği yap- tõklarõ bir davada, şu açõk gerçeklerin “savunma”! başlõğõyla yer almasõ bile hazin değil midir? “İç mimarlığı koruyan kuralların nedeni mi- marlar değil, marangoz, alçıcı, camcı gibi za- naatkârların mesleklerini ‘içmimar’ adıyla yap- malarını engellemektir. Halen tüm içmimar- lık bölümlerinin akademik kadroları mi- marlardan oluşmaktadır.” “Bina veya mekân projeleri hazırlanırken mimarın en önemli görevlerinden biri iç ala- nın kullanma amacını ve düzenlenme şeklini bilmektir. İç alan öngörülmeden yapılan mi- mari proje eksiktir; hatta hatalıdır.” TMMOB NE DİYOR? Neresinden bakõlõrsa bakõlsõn sadece mimar- lõğa karşõ değil, uygarlõk tarihine ve çağdaş ta- sarõm dünyasõna “saygısız”lõğõn doruğundaki an- layõşlarla açõlan bu davada “yargı”nõn ne diye- ceği merakla bekleniyor… ancak benim asõl me- rak ettiğim, TMMOB’nin yeni seçilen yönetim kurulunun ne dediği? Mimarlõktan “ayrılarak” meslekleşen uz- manlõklarõn, yõllardõr “mimari duyarlılıklardan kurtulmak” isteyen rantçõ politikalarla kol ko- la meslek odacõlõğõ yapmalarõna; aynõ nedenle TMMOB’de de asõl hedeflenmesi gereken “bir- liktelik” yerine sürekli “meslek şovenizmi”ni öne çõkarmalarõna “dur” deme zamanõ çoktan geldi; hatta geçiyor... İç mimarlar, mimarlarõn ‘iç mekân tasarõmõ’ yapmalarõnõ ‘suç’ sayarak dava açtõlar 1- Geleneksel mimarimizde evin içiyle dışı birlikte kurgulanır ve aynı sistemle inşa edilir... Yapı tamamlandığında, elmalık raflarından sabit sedirlerine, dolaplarından ocaklarına kadar tüm “mobilya”sı da hazırdır... 2 - İç mekânların ölçü ve oranlarını belirleyen “mimari tefriş”, cephelerdeki boşluklar (pencereler) ve doluluklar (sağır duvarlar) ile kapalı ve açık çıkmaların da “işlevsel”liğini sağlar... Bu nedenle, yapının görünüşündeki özgünlük ile mekânlarının kullanılabilir olmasını “eşdeğer önemde” gözeten tasarım “mimarlık”tır... Mimarlõk paylaşõlamõyor Kültür Servisi - Işõl Özgentürk Film Atölye- si’nin hayata geçirdiği, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projele- ri arasõnda yer alan “Dürbünümde 1001 İstanbul” ilk kez bugün 20.30’da Yeditepe Üni- versitesi’nde yapõlan bir galayla seyircisiyle bu- luşacak. 105 dakika olan film 10 farklõ hikâ- yeden oluşuyor. Bu hi- kâyeler Işõl Özgentürk Film Atölyesi’nde geliş- tirildi ve başta Handan İpekçi, Işıl Özgentürk, Alican Durbaş ile Ga- bor Ferenczi olmak üzere deği- şik yönet- menler tara- fõndan çekildi. İstanbul’da 54 mekâ- nõn kullanõldõğõ film- lerde, Ayla Algan, Emre Saka, Recep Yener’in yanõ sõra ge- niş bir oyuncu kadrosu yer aldõ. Film, ilk göste- riminden sonra değişik ulusal ve uluslararasõ festivallere katõlacak ve ardõndan İstanbul’un 39 ilçesinde kah- velerde gösterilecek. FİLMİN GALASI YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ’NDE CEREN ÇIPLAK “Bir Şehir Hikâyesi Konstantiniyye - İstanbul”, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamõnda hazõrlõk çalõşmalarõ Boston’da yapõlan özgün bir müzik projesi... Konstantiniyye ve İstanbul bölümle- rinden oluşan projede 1500 yõllõk süreçte, İstanbul’un özgün şehir müziklerinin oluş- masõnda belirleyici rol oynayan saray müzikleri, askeri müzikler, etnik müzik- ler kronolojik bir süreç içerisinde orijinal tõnõlarõ, çalgõlarõ ve sözleri ile izleyicilere sunulacak. Projenin prodüktörlüğünü Deniz Öz- sezen (San Grafik AŞ), yönetmenliğini akademisyen müzisyen Dr. Mehmet Ali Sanlıkol, koordinatörlüğünü de, Ülkem Özsezen üstleniyor. Konser repertuvarõnõn özellikleri hak- kõnda görsel bir sunum eşliğinde izlene- bilecek olan konser, Mehmet Ali Sanlõ- kol’un bestelediği “Byzantium” ile baş- layacak. Yarõn saat 21.00’de Harbiye Cemil To- puzlu Açõkhava Sahnesi’nde gerçekle- şek konserde ayrõca izleyiciler Osmanlõ- Türk müziği geleneğinin yaklaşõk 350 yõl önce kaybettiği “Çeng” çalgõsõnõ gör- me imkânõ da bulacaklar. Projeyi Deniz Özsezen anlattõ... - 7 topluluk, 36 sanat- çıyla bir şehrin hikâyesine müzikle yapacağımız bu seyahatte neler göreceğiz? Programõn repertuvarõnõ iki ana bölümde topladõk: Konstantiniyye (Hõristiyan dönem) ve İstanbul (Müslü- man dönem). Kentsel kültürel dokuyu kronolojisine uygun olarak orijinal tõnõlarla örnek- lemeyi amaçlõyoruz. - Tanıtım kitapçığında konser re- pertuvarı için “bir bütün olarak bakıl- dığında kozmopolit şehrin içine işlemiş olan melankoliyi görmemek neredeyse imkânsız” yazıyor... Programõmõz sõrasõyla Rum Ortodoks ilahileri, seküler Rum müzikleri, Haçlõ şar- kõlarõ, Osmanlõ merasim ve askeri bando- larõnõn müzikleri, Osmanlõ saray müzikleri, Tasavvufi merasim müzikleri, Türk halk müzikleri, Sefarad Yahudilerinin şarkõla- rõ, Ermeni ve Türklerin şehir müzikleri ve çağdaş popüler şehir müziklerine yer ver- mekte. Her eser kendi başõna kutlama, aşk, sadakat veya as- keri gücü dile getiriyor ola- bilir, fakat bir bütün olarak bakõldõğõnda melankoliyi görmemek mümkün değil. - Konser, Türk Arabesk müzik tarzının önde gelen isimlerinden Orhan Gen- cebay’ın tanınmış bir bes- tesi “Felekten Beter Vur- du” ile sonlanıyor, ilginç! Bu programõ sonlandõrmak için sözde “arabesk” diye tabir edilen ve şehrin son kõrk yõlõyla özellikle ilişkilen- dirilen bu müzik türünden daha iyi bir se- çenek var mõdõr? Arabesk, Türkiye’nin ya- kõn geçmişinde 1960’larõn sonlarõnda Anadolu’dan göç edip Türk şehirlerinin va- roşlarõnda yaşayan toplumlarõn arasõnda or- taya çõkmõş bir çeşit Türk pop müziğini ifa- de etmekte. ‘ B İ R Ş E H İ R H İ K A Y E S İ K O N S T A N T İ N İ Y Y E İ S T A N B U L ’ K O N S E R İ ‘Haçlı şarkıları’ndan ‘arabesk’e...Özgentürk’ün dürbününden 1001 İstanbul
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle