19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 ARALIK 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Mario Vargas Llosa, Nobel Edebiyat Ödülü töreni öncesinde yaptığı konuşmada ‘okumayı ve edebiyatı’ övdü SELAM OLSUN ÜLKÜ TAMER Edebiyatın politik gücü Kültür Servisi 2010 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Mario Vargas Llosa, ödül töreni öncesinde basına sunduğu konuşmasında, edebiyatın okurları dönüştürücü gücüne ağırlık verirken, roman ve öykü okumanın insanları dünyanın ve yaşamın var olan koşullarıyla yetinmemeye, siyasetten cinselliğe kadar pek çok alanda egemen ideolojilere karşı çıkmaya ve politik eyleme yönelttiğini vurguladı. Törende “Okumaya ve Edebiyata Övgü” başlıklı bir konuşma yapan Vargas Llosa, zaman zaman pek çok insanın yoksul ve cahil, kültürün ise küçük bir azınlığın ayrıcalığı olduğu, adaletsizliğin kol gezdiği kendi ülkesi gibi ülkelerde yazarlığın bir “lüks” olup olmadığını düşündüğünü söyledi. Perulu yazar, ancak yazma tutkusunun hiçbir zaman azalmadığını belirtti. Güney Amerikalı diktatör General Trujillo’nun fantastik bir portresini çizdiği “Teke Şenliği” gibi romanlarında dolaysızca politik konularını irdeleyen Vargas Llosa, “Okuduğumuz bütün o iyi kitaplar olmasaydı, şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk, ilerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamesi okunmazdı” diyerek, yazmak gibi okumanın da yaşamın yetersizliklerine karşı pro Son Yolcu... Kaptan Önce açık açık söyleyeyim: İlkgençliğimde beni en çok etkileyen şair Attilâ İlhan olmuştur. Sisler Bulvarı’nı neredeyse baştan sona ezber etmiştim. Yağmur Kaçağı’nın yayımlanışını ise eşi az bulunur bir sevinçle karşılamıştım. O yaşta kendi kitabım yayımlansa ancak o kadar sevinirdim. Kasap kâğıdından kapaklı büyük boy kitabı nereye gitsem yanımda taşımıştım. Antep’te Kırkayak Bahçesi’nde Cevat Özer’e kimbilir kaç kere okumuştum. İlk şiirlerim hep Attilâ İlhan’a öykünerek yazıldı. Yalnız şiirleri değil, fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla, giyim kuşamı bile etkilerdi beni. Siyah bir balıkçı kazağı almış, bir de uzun atkı edinmiştim. O kazağı giyip atkıyı boynuma birkaç kere dolayınca, üstüne üstlük Pia’ya özenip bir de Lucia diye şiir yazınca, benden büyük şair yoktu. Yıllar sonra tanıştım Attilâ’yla. Şiirlerim Pazar Postası’nda yayımlanıyordu. İkinci Yeni’nin filizlenmeye başladığı dönem. Bazı şiirlerimi de Seçilmiş Hikâyeler dergisine göndermiştim. Yolum Baylan Pastanesi’ne düştü bir gün. Masalardan birinde Attilâ İlhan’ı gördüm. Bana, bir yerlerden tanıyormuş gibi baktı. Cesaret alıp masasına gittim. Tanıştık. Karşısına oturttu. “Seçilmiş Hikâyeler’e gönderdiğin şiirleri okudum” dedi. Elini cebine attı. Benim şiirleri çıkardı. “Beğendim. Onları topluca yayımlamak, seni lanse etmek istiyoruz” dedi. Bir şair adayı için bundan büyük mutluluk olur mu! Şiirlerimi masaya, elini de şiirlerimin üstüne koydu. “Ama bir karar vereceksin” dedi. “Ya Pazar Postası ya Seçilmiş Hikâyeler.” Elimi uzatıp şiirlerimi çektim. “Pazar Postası” dedim. Kızmadı. Gülümsedi. Sonra biraz çene çaldık. Ayrıldık. Yıllar sonra dost olduk. İzmir’e yolum düştüğünde Demokrat İzmir’de ziyaret ettim onu. Hatırladığını yine sanmıyorum, beni Yeşilçam’a oyuncu olarak yollamak istedi. Yayınevi yöneticiliği yaptığım dönemde Fena Halde Leman’ı yayımlama mutluluğunu bana verdi. En sevdiğim şairler arasındaki yerini de hep korudu. Selim İleri’nin Attilâ İlhan’la uzun söyleşisi Nâmı Diğer Kaptan / Attilâ İlhan’ı Dinledim’i geçen hafta yeniden okudum. Bir yazarla bu tür söyleşi yapabilmek için sadece ön çalışma yeterli değil elbet. O yazarı okumuş, anlamış, sindirmiş olmak gerekiyor. Kitapta Attilâ İlhan’ın yaşam öyküsü, görüşleri kadar Selim İleri’nin “Attilâ İlhan sevgisi” de etkileyici biçimde beliriyor. Ne kadar acı... Yazarlararası diş bilemelere, hor görmelere, dalga geçmelere öylesine alışmışız ki, bu tür sevgi belirtileri bile bize şaşırtıcı geliyor. (Hemen bir anı daha: Uluslararası önemli bir şiir şenliğinde ünlü bir şairimizle birlikteydim. Yabancı şairlerin hiçbirini tanımıyordu. Kimi uzaktan görse, “Bundan şair olmaz” diyordu. Birini gözüne kestirdi. “Bak” dedi, “bu adam mutlaka iyi şairdir”. “Evet,” dedim, “Nobel adayları arasında bile adı ediliyor. Gerçekten çok iyi şair.” Bizim sanatçı patladı: “Yok canım, iyi şair dedikse o kadar da değil!”) Nâmı diğer kaptan, Attilâ İlhan’ın anıları. Galiba bu yazı da benim anılar oldu. Ama ne edeyim, daha önce de belirttim, eleştirmen değilim ben; bu yazılar da eleştiri değil, kitapların yarattığı çağrışımlar, izlenimler. Selim İleri’nin “dinlediği” Attilâ İlhan’ı siz de dinlemek isterseniz, kitabı alarak bu keyifli söyleşiye katılabilirsiniz. Hem “son yolcu”yu daha iyi tanıyacak, hem de yakın tarihimizin sanat ve toplum yaşamından “renkli manzaralar”la karşılaşacaksınız. Sıkılmayacağınıza güvence veririm. Baskı düzeni ve sansür  Okuduğumuz bütün o iyi kitaplar olmasaydı, şimdikinden daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk, eleştirel ruhun esamesi okunmazdı.  Edebiyat cehalet, ideolojiler, dinler, diller ve ahmaklığın kadınlarla erkekler arasına diktiği sınırları gölgede bırakır.  Bağnazlığın caniliğine karşı çıkarak, hayal etme ve hayallerimizi gerçek kılma hakkımızı Perulu yazar Mario Vargas Llosa, 2010 Nobel Edebiyat Ödülü’nü, İsveç Kralı Carl XVI. Gustaf’ın elinden aldı. savunmalıyız. testo olduğunu vurguladı. Baskı düzenlerinin edebiyat karşısındaki tutumu ve sansür konusundaki görüşlerini de dile getiren Vargas Llosa şunları söyledi: “Edebiyat olmasaydı, özgürlüğün yaşamı yaşanılır kılmadaki öneminin, özgürlüğün bir zorba, bir ideoloji ya da bir dinin ayakları altında çiğnenmesinin yaşamı nasıl cehenneme çevirdiğinin farkında olamazdık. Edebiyatın her türlü baskıya karşı gözümüzü açtığından kuşku duyanlar, yurttaşların davranışlarını beşikten mezara kadar denetim altında tutmaya kararlı tüm rejimlerin edebiyattan niçin bu kadar korktuklarını, onu bastırmak için neden sansür sistemleri kurduklarını, neden gözlerini bağımsız yazarların üstünden ayırmadıklarını sorsunlar kendilerine.” Nitelikli edebiyatın farklı halklar arasında köprüler kurduğunu, insanları ayıran diller, inançlar, âdetler ve önyargılara karşın birleşmemizi sağladığını söyleyen ünlü yazar şöyle dedi: “Büyük beyaz balina Kaptan Ahab’ı sulara gömdüğünde, Tokyo, Lima ya da Timbuktu’daki okurların yüreğine aynı korku düşer. Emma Bovary arseniği içtiğinde, Anna Karenina kendini trenin önüne attığında, Julien Sorel idam sehpasının basamakları nı tırmandığında, Buda, Konfüçyüs, İsa ya da Allah’a inanan ya da agnostik olan tüm okurların bedeninde aynı ürperti dolaşır. Edebiyat cehalet, ideolojiler, dinler, diller ve ahmaklığın kadınlarla erkekler arasına diktiği sınırları gölgede bırakır.” Konuşmasında bağnazlığın barbarlığına ve kitle imha silahları tehlikesine de değinen Vargas Llosa, günümüzde, insanları öldürerek cennete gideceklerine, masumların kanının adaletsizlikleri düzelteceğine inanan bağnazların öne çıktığını söyledi. Bağnazlığın kışkırttığı yeni barbarlık biçimlerinin geliştiğini belirten Vargas Llosa, ayrıca kitle imha silahlarının hızla çoğalması karşısında, dünyayı kurtarmaya kalkışacak bir avuç çılgının bir gün nükleer bir kıyamete yol açabileceği gerçeğini hafife alamayacağımızı söyledi. Bağnazların caniliğine karşı çıkarak, hayal etme ve hayallerimizi gerçek kılma hakkımızı savunmamız gerektiğini öne süren Perulu yazar, “Hayal etmeye, okumaya ve yazmaya devam etmeliyiz. Ölümlülüğümüzün ağırlığını hafifletmenin, zamanın aşındırmasını alt etmenin ve olanaksızı olası kılmanın bugüne kadar bulduğumuz en etkili yolu budur” dedi. Bağnazlığın barbarlığı Aynı korku, aynı ürperti Bu dudaklar 2.8 milyon lira Kültür Servisi New York Christie’s’de Playboy tarafından satışa sunulan 125 eser arasında derginin sahibi Hugh Heffner’ın yatak odasında bulunan Dali imzalı tablo 266.500 bin dolara (yaklaşık 500 bin TL) alıcı buldu. Müzayedenin en yüksek fiyatlı eseri ise Tom Wesselmann imzalı “Mouth No. 8” oldu, resim 1 milyon 874 bin dolara (2.8 milyon TL) satıldı. Playboy’un arşivlerinde beş bine yakın çağdaş sanat eseri bulunduğu biliniyor. ‘Irkçılığa karşı’ bir ajanda Kültür Servisi Metis Yayınları’nın 2011 Ajandası çıktı. Bu yıl “Irkçılık, Ayrımcılık ve Nefret Suçları”nı konu alan ajandayı Levent Şensever hazırladı. Metis Yayınları imzalı ajandanın tanıtım yazısında şu sözlere yer veriliyor: “Nefret söylemi ve nefret suçları, Türkiye’de olduğu kadar dünyada da yeni bir kavram. Nefret suçları, ırkçı ve ayrımcı bir zihniyetin korkularına, inanç kalıplarına, klişelerine dayanıyor. Yani şiddetten, saldırıdan, cinayetten, sokaktaki vurdu kırdıdan önce yanlış inanç, yanlış bilgi, yanlış düşünce söz konusu. Bu ajanda bir anlamda okurlarımıza bir davet. Nefret suçlarının yasalarda ayrı bir tanıma kavuşturulması, yasal mevzuatın nefret suçlarına hassas hale getirilmesi önemli bir hukuk mücadelesi. Hepimizin bir ucundan tutmamız, desteklememiz gereken bir mücadele.” Yine CUMHURİYET MAHALLESİ’ndeyiz İnşaatTadilatBahçe düzenlemesi Arsa, Gayrimenkul alımsatım Ali Seydi Şahin 0532 277 84 76 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle