19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 ARALIK 2010 CUMARTESİ DIŞ HABERLER CUMHURİYET SAYFA [email protected] 11 Avrupa Komisyonu’nun Genişleme Komiseri Füle’ye göre Türkiye beklentileri yerine getirmeli: SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Ne kadar reform o kadar müzakere ÇİMEN TURUNÇ BATURALP Öğrenciler Neyin Peşinde? Prens Charles’la Camilla’nın arabasına saldıran Londralı öğrencileri de Ergenekon örgütlemiş olmasın? Her şeye muktedir, güçlü, böyle dört kol çengi bir örgütten her şey beklenir… Ahtapot gibi baksanıza… Hangi kolunun, ne zaman, nereye uzandığını bilen var mı? Kara mizah bir yana… Her an, her taşın altında “Ergenekon” arayan hükümetin bu bayat, çiğ hamasetinden artık gına geldi. Gerçeğe dönüp, ayağımızı biraz yere basacak olursak… Yalnız Türkiye değil…. Avrupa boydan boya Fransa, İngiltere, İtalyaöğrenci hareketleriyle kaynıyor. Üniversite öğrencileri Çizme’de; ülkenin tüm tarihituristik sembolleri sayılan anıtlarının tepesine çıkıp, çatıları işgal ediyor. Dam/çatı tepelerinde yağmur, kış demeden yatıp kalkıyor. Çadır kurup; günler boyu isyanlarını dile getiriyor. Fransa ve İngiltere’de keza öğrenciler yollarda güvenlik güçleriyle sert çatışmalara giriyor. İki gün önce Londra’da 55 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan öğrenci olayları, bir aydır durulmadığı gibi hep tırmanıyor ve yağ halkarı gibi yayılıyor… Londra ile birlikte Bristol, Liverpool, Manchester, Brighton, Oxford, Cambridge de bir aydır öğrenci protestoları ortalığı yıkıyor… Niçin? BRÜKSEL Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle, açılacak başlık kalmasa da Türkiye’nin AB sürecini ilerletecek bir formül bulunacağını düşünüyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecini Birlik adına yürüten Füle ile, TürkiyeAB ilişkilerinden AB liderlerinin WikiLeaks’teki “sızıntılarına” kadar bir dizi başlığı görüştük. WikiLeaks’ten öğrendiğimize göre Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, “70 milyon Müslüman’ı AB’ye almam” demiş. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? FÜLE Birincisi “sızıntı” olarak nitelendirilen, gizli görüşmelerle ilgili yazılanlara dair yorum yapmayacağım. Önemli olan bir kişinin pozisyonuna dair gizli belgelerden sızanlara bir yorum getirmek değil, ortadaki gerçeklere göre hareket etmektir. Gerçek şudur: Fransa diğer AB ülkelerinin kararına katılmıştır. Türkiye ile katılım müzakerelerine ilişkin çok açık ve ayrıntılı bir çerçeve oluşturulmuş, kabul edilmiş üle: Kadın haklarına saygı duyulmadığını gösteren herhangi bir haber veya daha da kötüsü örneğin bir namus cinayeti haberinin tabii ki üye ülkelerin kamuoyu üzerinde bir etkisi oluyor. Sanıyorum AB halklarının Türkiye’deki “hoşgörü atmosferine” ilişkin kaygıları var. Türkiye’nin bu temel hakların ne kadarını sağlayabileceğine ilişkin kuşkular var. tir. Önemli olan Fransa’nın diğer üye ülkelerle birlikte bu kararın arkasında durmaya devam etmesi ve aralık ayında toplanan AB zirvelerinde genişleme raporu ele alındığında sürece olan angajmanın her yıl yenilenmesidir. Bu aynı zamanda bütün AB’nin sürece bağlılığı adına size de sunabileceğim somut kanıttır. Açılabilecek sadece üç başlık kaldı. Türkiye limanlarını Güney Kıbrıs’a açmazsa açılacak başlık kalmayacak. Daha o nehre yaklaşmadık. İzin verin köprüyü o nehrin kenarına gidince bulalım. Şu anda doğru koşulların doğru zamanda sağlanabilmesi için büyük bir çaba sarf ediliyor. Henüz o nehre yaklaşmadık diyorsanız, bu da sürecin ne kadar yavaşladığını gösteriyor. Daha önce her altı ayda 3 veya 2 başlık açılırdı. Sonra bu bire düştü... Şunu sormak lazım. Süreç açılacak başlık kalmadığı için mi yavaşladı, yoksa başka unsurlar yüzünden mi? Bir gecede açılabilecek başlık sayısı üçten on bire çıkarılabilir. Türkiye ek protokolü imzalamakla üstlendiği yükümlülükleri F yerine getirirse bu olur. Aynı zamanda diğer ülkelerin başka konulardaki gelişmeleri göz önünde bulundurarak başlıklardaki blokajı kaldıracaklarını umuyorum. O zaman süreci Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmesine bağlıyorsunuz. “Yükümlülükleri yerine getirmek” fazla sert bir ifade. “Beklentileri yerine getirmek” diyelim. Sürecin güvenilirliği çok önemli. Ama güvenilirlik her iki oyuncu için de önemli. Türkiye’nin karşısında güvenilir bir ortak olmak durumundayız. Oyunun ortasında bazı politikacıların yaptığı gibi “imtiyazlı ortaklık” fikrini ortaya atmamalıyız. Ama Türk tarafında da bir güvenilirlik meselesi var. Ve bu reform süreci ile çok ilintili. Çünkü kararlar bu masada alınmıyor. Ankara’daki bu süreci bir bakıma ileriye iten AB başmüzakerecisi bakanın masasında alınıyor. Reform sürecinin motoru Türkiye. Reform sürecinin tam hızla ilerlemesi bizim yeni başlıklar açabilmemize olanak sağlayacaktır. Müzakere süreci reformlardan daha hızlı yürüyemez. ‘AB HALKLARI HOŞGÖRÜ ATMOSFERİNE İLİŞKİN KAYGILAR TAŞIYOR’ Avrupa’daki İslamafobi TürkiyeAB ilişkilerini etkiliyor mu? FÜLE Türkiye laik bir ülke. AB’nin temelini oluşturan değerleri paylaşıyor ve destekliyor. AB’ye bir ülkenin üye olup olamayacağı, sahip olduğu değerlerin paylaşılıp desteklenmesine bağlıdır. Komisyon elbette İslamafobinin yaygınlaşmasından kaygı duymaktadır. Ama bunun bazı ülkelerde yükselmesiyle, Türkiye’nin üyeliği arasında net bir ilişki görememektedir. Ama bu sokaktaki insan için bir sorun... Tabii ki kamuoyunu bilgilendirme programları var. Ve tabii Türkiye’ye de kendisini dinamik, açık bir topluma sahip, korkmayı gerektirecek bir ülke değil. Ama benim argümanım şu: Türkiye sürecin sonunda, bütün reformları başarıyla tamamladığında ki 35 fasılda bunlar ele alınıyor, çok modern ve çok Avrupalı bir Türkiye haline gelecek. Avrupalılar için o zaman İslamafobiye yol açacak hiçbir neden olmayacak. İlerleme raporunda “cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddetin Türkiye’nin mücadele etmesi gereken başlıca konular olmayı sürdürdüğü” belirtiliyor.... Bu konu listenin en üst sıralarında yer aldı. Kadınerkek eşitliği çok önemli bir konu. Kadınların istihdam piyasalarına ulaşabileceği koşullara sahip olması ve ulaşabilmesi, erken evliliklere zorlanmaması, namus cinayetlerinden dolayı korku yaşamaması, bizim için önemli olan sorunlar bunlar. Bunu söylemek için AB komiseri olmak gerekmez ama kadın haklarına saygı duyulmadığını gösteren herhangi bir haber veya daha da kötüsü örneğin bir namus cinayeti haberinin tabii ki üye ülkelerin kamuoyu üzerinde bir etkisi oluyor. Sanıyorum AB halklarının Türkiye’deki “hoşgörü atmosferine” ilişkin kaygıları var. Türkiye’nin bu temel hakların ne kadarını sağlayabileceğine ilişkin kuşkular var. ‘Demokratik üniversite’ istiyorlar Çünkü bu rüzgârın etkisine giren Avrupa ülkelerinde öğrenciler “üniversitenin yeniden demokratikleşmesini” istiyor. Bu kadar basit. İngiltere’de öğrenci hareketlerinin merkez üssündeki kurumlardan biri olan Goldsmith College’da ders veren Doçent Dr. Alberto Toscano’nun tanımı bu. Türkiye’deki öğrenci olayları da aynı “zeitgeist”ın parçası. Türkiye’ye bu tanımı uyarlayacak olursak; Türk öğrencilerin taleplerini haliyle bir “yeniden demokratikleşme arayışı” şeklinde değil, kestirmeden “demokratikleşme” olarak okumamız gerekir. Mücadelelerini “yumurta eylemleriyle” yürüten öğrencilerin isteklerini “Birgün” dün manşetine harçlar, ulaşım, gıda, barınma giderlerinin aşağı çekilmesi; darbe ürünü YÖK’le, polis şiddetine tepki ve daha çok “söz sahibi olmak isteği” başlıkları altında taşımıştı. Bunları tek bir kavram/sözcük altında toparladığınızda; bundan bir dizi somut problemin çözümüne endeksli bir “demokratikleşme” talebi çıkar. Avrupa’da öğrencilerin dile getirdikleri istekler; Türkiye’deki öğrenci isteklerine bu bağlamda hem çok yakın ve çok benziyor, hem biraz farklı ama her halükârda talepler aynı doğrultuda. Bizde “üniversite” Avrupa üniversiteleriyle koşut bir “demokrasi ortamını” geçmişte hiçbir zaman yakalayamadığı için; (YÖK’ü de kapsayan) çok daha geniş bir yelpaze söz konusu. Avrupalı üniversiteliler; sahip olageldikleri hakların ellerinden alınmasına; haklarının aşınmasına ve de artık gelinen noktada giderek “yitirilmesine” karşı çıkıyor. ‘Geleceklerinin çalınmasına’ isyan ediyorlar Üniversitenin “yeniden demokratikleştirilmesi” derken; kastedilen şey içine girilen bu “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!/neoliberalizm/vahşi kapitalizm” ortamında; “kazanılmış hakların” yitirilmesi... “Refah devletinin” çözülmesi… “Sağlık güvencelerinin”, “emeklilik haklarının” aşamalı biçimde geri alınması… “Araştırma”, “kültür” gibi metalaştırılamayan sektörlere giden fonların kırpılması… Eski Kıta demokrasilerinin kazanımı olan “sosyal mobilitenin” tırpanlanması ve herkese açık “üniversite öğretiminin” bu bağlamda belli aşamalarla “paralı” hale getirilmesi. İngiltere, Fransa, İtalya gibi Avrupa’nın köklü ülkelerinde üniversitelileri sokağa döken can alıcı sorun bu; bu son nokta. Üniversite öğrencilerini İtalya’da, kış ortası, damların tepesine tırmandıran isyanın temelinde; harçların üçe katlanması yatıyor. Çizme’de yılda 3000 Avro’ya yükselen harçlar; İngiltere’de onaylanan yeni yasayla 9000 sterline fırlıyor. Avrupa üniversiteleri başka deyişle Amerikan sistemindeki gibi “paralı” hale geliyor ve “elitist” bir yapıya kavuşuyor. Avrupa’nın eski demokrasilerinde yetişen gençler; bu “seçkinci”, “elitist yeni düzene” başkaldırıyors ve de “geleceklerinin ellerinden alınmasına” isyan ediyor. Prens Charles ile Camilla’nın arabasına yapılan saldırının içerdiği “sembolizm”; göz göre göre seçkinleşen bu düzene karşı duyulan “öfkeyi” dile getiriyor. Buradan devam ederiz... [email protected] ‘Özür dilemeye gerek yok’ TEL AVİV (AA) İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Dani Ayalon, Gazze’ye yardım gemilerine düzenlenen baskın ile ilgili İsrail’in Türkiye’den özür dilemesine gerek olmadığını söyledi. Ynet haber sitesine göre Ayalon, Avrupa ülkelerinin, “teröre destek veren sivil toplum kuruluşlarına mali yardımları” ile ilgili bir konferansta yaptığı konuşmada, “İsrailli ve Türk yetkililer arasındaki müzakere ve temasların henüz sonlanmadığını” belirterek, bu konuya yapılan atıfların sürece yardımcı olmayacağını ifade etti. İsrail basınında çıkan haberlerde, İsrail’in gemi baskınında hayatını kaybeden Türklerin her birine 100’er bin dolar tazminat ödemeyi ilke olarak kabul ettiği, ayrıca Ankara’dan İsrail donanması hakkında hukuki sürece başvurulmamasını istediği iddia edilmişti. İsrail’in eski başbakanlarından Ehud Olmert de, İsrail’in Türkiye’ye tazminat ödenmesi yönündeki niyetini eleştirdi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle