16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
28 EK M 2010 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA KÜLTÜR [email protected] CMYB C M Y B ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Bebeklerden Katil; Katillerden Çocuk Yaratırken… Haberi okuduğum anda Rakel Dink’in yüzü ve o gün bugün aklımdan çıkmayan konuşması, sözleri geldi karşımda durdu. “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim…” Sonra … Sonra, yeryüzünün belki de en özel, en benzersiz, en güzel bir insanının, Hrant Dink’in katline adım adım nasıl varıldığını, nasıl göz yumulduğunu, nasıl kışkırtıldığını düşündüm… “Kanı kandan üstün tutmayan” sıradan insanlar olarak Hrant’ın ardından yürüyüşümüzü, sel olup akışımızı …Ve zanlıların yakalanışını, Türk bayrakları önünde çekilen fotoğrafları, zafer çığlıklarını, başarı kutlamalarını, “vatanseverlik” uğruna, “Türklüğü yüceltmek” adına internet sitelerindeki iğrenç yayınları… Sonra mahkeme sürecini düşündüm: Şaka gibi, alay eder gibi duruşmalar… (“gibi” sözcüğü fazla…) Yargılama mı yoksa bir meydan okuma mı diye kendime sorduğum bir süreç… Ve meydan okumanın adeta taçlandırıldığı önceki günkü karar… Utanç duyuyorum. Ülkemden, kendimden, çocuklarımdan, gelecek kuşaklardan… İki yıl önce bir avuç genç, ırkçılığa karşı bir yazı kaleme almışlardı. Bugün yalnızca onu sizlerle paylaşmak istiyorum. “Biz, aşağıda imzası bulunan Türkiyeli vicdan sahipleri, 23 Ocak’ta Hrant Dink’in cansız bedeninin arkasında yürüyen kalabalığın saygılı sessizliğinin ortak bir iradeye dönüşmesini istiyoruz. Irkçılığı, milliyetçilik adı altında meşrulaştıranların, bu korkunç cinayetin işlenmesinde sorumluluk sahibi olduğunu biliyor, bu söylemi ifşa etmenin böyle bir sivil iradenin gereği olduğuna inanıyoruz. TCK’nin 301. maddesi yüzünden aleyhinde açılan dava başta olmak üzere, bütün hayatı boyunca verdiği mücadelede Hrant Dink’i gerektiği gibi destekleyememiş olmaktan, kan, ırk, ölüm ve nefret üzerinden kişisel ve siyasi çıkar sağlayan çevrelere karşı daha önce yeterince ses çıkaramamış olmaktan ötürü kendimizi suçlu hissettiğimiz için; Hrant Dink’in ailesi, Agos Gazetesi çalışanları ve Türkiye Ermenileri başta olmak üzere, Türkiye’de ayrımcılığa maruz kalan tüm kesimlerle dayanışma içerisinde olmayı her zamankinden de çok istediğimiz için; İntikam ve yıkım üzerine kurulu bir ülkede değil, Avrupa Birliği’nin ve başka ülkelerin tutumu ne olursa olsun, demokratik, çoğulcu, insan haklarına ve ifade özgürlüklerine saygılı, içindeki farklı kimlikleri zenginlik olarak görebilen bir ülkede yaşamak istediğimiz için; Yıllardır gözlerimizin önünde, medyada, televizyonda, reklam dünyasında, toplumsal yaşamın her alanında bilinçli bir biçimde beslenerek bebeklerden katiller yaratma noktasına getirilen ırkçılığın bu ülkede başka canlar aldığını bir daha görmek istemediğimiz için; Hrant Dink’in inandığı ve anlatmaya çalıştığı gibi, 1915’ten itibaren yaşananların ve Ermenilerin bugün hâlâ maruz kaldıkları ayrımcılıkların sorgulanabilmesine olanak tanıyacak toplumsal koşulların oluşturulması gerektiğine inandığımız için; Irkçılığın, ülkemizde ve başka ülkelerde toplumun tümü için her zaman yıkıcı sonuçlar doğurduğunu; buna karşı barışçı, sürekli ve geniş çaplı bir çabayı şimdi başlatmazsak, Türkiye’nin farklılıklarından arındırılmış bir şiddet toplumuna dönüşeceğini gördüğümüz için; Irkçılığın bilinçli bilinçsiz tüm aktörlerini, resmi kaynaklarını ve kültürel mimarlarını bu cinayetin azmettiricileri ve yükselen toplumsal şiddetin sorumluları olarak, sözlerimizin ya da kalemlerimizin ulaşabildiği her platformda ifşa edeceğimizi; onlarla mücadelemizin, elimizden gelen tüm barışçı eylem biçimleriyle, bundan böyle sürekli olarak devam edeceğini; bu çabaya katkıda bulunan ya da bulunmak isteyen kişi ve kurumlar ile birlikte, ırkçılığın açıkça ya da dolaylı olarak tehdit ettiği bütün Türkiyelilerle sürekli, kararlı ve somut bir dayanışma içerisinde olacağımızı ilan ediyoruz. Ermeni olmanın, Kürt olmanın, Türk olmaya karşı bir kışkırtma, bir hakaret, bir tehdit olmadığı gerçeği benimsenene dek, bu ve benzeri kimlikler bizlere de ait olacak.” [email protected] T ürkiye yarın Cumhuri yet Bayramımızı kutla maya hazırlanırken Kars, hem bu en büyük bayramı, hem de kendi “kurtuluşu”nu ardı ardına anmanın heyecanı içinde... Her yıl olduğu gibi önce 29 Ekim 1923’ün 87. yıldönümü coşkusu yaşanacak; ertesi gün de 30 Ekim 1920’nin 90. yılı “bay ram”ı kutlanacak... Türk ordusu nun, Çarlık Rusyası desteğindeki Taşnak Ermenilerinin işgalinde olan Kars’a 30 Ekim 1920’de 9 şe hit vererek girmesini Kazım Ka rabekir şöyle anlatır: “Karargâhımı Berne’ye aldım. Kars’ın ileri mevzilerindeki Er meni kıtalarını tamamıyla Kars kalesine kadar sürdükten sonra Üçler Tepesi hattını baskınla iş gal ettik. 30 Teşrinevvelde bir ta arruz ile Ermeni ordusu üç saat içinde perişan oldu. Ters cephe ile yaptığım bu taarruz, tarihteki emsalleri vechile bize büyük bir zafer kazandırmış, bir düşman ordusunun mühim bir kısmını ez mek ve modern bir kaleyi (Kars Kalesi) almaya mukabil bize cü zi bir zayiata mal olmuştu: 9 şe hit 47 mecruh (yaralıgazi)” (İs tiklal Harbimizs.897) Bu destansı “kurtuluş” ne anla ma geliyordu? Anadolu’daki “Ulu sal Kurtuluş Mücadelesi”nin ef sanevi serüveni yaşanırken Kars’ın bağımsızlığına kavuşmasındaki ta rihsel gerçekliğin sırları nelerdi? Soruyu, araştırmalarını saygıyla izlediğim tarihçi Erkan Karagöz dostuma sordum. Anlattıklarını okurlarla da paylaşmak istiyorum... ‘GAZ ’L Ğ N TAR H “Kars’ın kurtuluşu söz konusu olduğunda diğer kentlerin kur tuluşu gibi söz etmenin oldukça zor olduğunu düşünüyorum” di yen Karagöz, örneğin Kahraman maraş’ın, Adana’nın, İzmir’in ve birçok kentimizin kurtuluşunun “bir kez” yaşandığına dikkat çe kerek Kars’a gelince oldukça kar maşık bir “kurtuluş süreci”ne dik kat çekiyor. “Fazla derinlere inmeden 1855 Kars zaferini hatırlıyoruz. Hani Yüzbaşı Williams’ın komutasın da gösterilen olağanüstü dire nişle kazanılan Kars zaferini; hani Osmanlı padişahını Kars’ı ‘gazi’ ilan edecek kadar heye canlandıran savaşı” diye başlayan Karagöz, bu başarı için Karl Marx’ın bile 1855’te iki uzun ma kale yazdığını hatırlatıyor. Ardından İngiliz emperyaliz minin GüneyBatı Kafkasya’da ki sömürgeci planlarıyla desteği ni kestiği için yenik düşen Kars’ı da anmak gerektiğini belirten Ka ragöz şöyle devam ediyor: “Son aylarda Kars valisinin de dile getirdiği, adeta gasp edilmiş, verilmemiş ‘Gazi’lik unvanına sahip bir kentin ma cerası kitaplara sığmaz... 1918 Nisanı’nda Osmanlı orduları BrestLitovsk’ta varılan anlaş mayı öne sürerek yeniden Rus egemenliğindeki Kars’a giri yorlar. Kars bir kez daha kur tarılıyor, yapılan plebisitle (bir çeşit referandum) bölge halkı Osmanlı’yı tercih ediyor…” Ne var ki altı ay sonra, İngiliz ler Mondros Ateşkes Antlaşma sı’nı öne sürerek Osmanlının 1914 sınırlarının gerisine çekil mesini istediğinde; Osmanlı yöne timi, halkın desteğiyle kazandıkla rı Kars’ı yeniden yüzüstü bırakıp geri çekiliyor. Bunun üzerine yöre halkının “kendi iradesiyle örgütlendi”ğini belirten Karagöz, Atatürk’ün 1919’da Samsun’a çıkmasından çok önce bölgede ilk “bağımsız cumhuriyet”in kurulmasını ise şöyle özetliyor: ‘DEMOKRAT K CUMHUR YET’ “Kars halkı Osmanlı desteğini yitirip düşmana karşı yalnız ka lınca kendi devletini kuruyor. Bu ‘Cenubi Garbi (Güneybatı) Kafkas Demokratik Cumhuriye ti’dir. Aslında bu cumhuriyet, Kars halkının kurtuluşu sayıla bilecek öneme sahip tarihsel bir oluşumken günümüzün tarihçi leri tarafından neden yok sayıl maya çalışılıyor; anlaşılır gibi değil…” Bakanlar Kurulu’nda kadınların dahi görev aldığı, yine kadınların seçme ve seçilme haklarının bu lunduğu; daha o çağlarda “demo kratik” niteliğiyle varlığını sürdü ren, başkenti ise Kars olan Güney batı Kafkas Demokratik Cumhuri yeti’nin varlığı, tahmin edileceği gi bi emperyalist müdahalelerle uzun süreli olamıyor… Atatürk’ün li derliğindeki ulusal kurtuluş müca delesini destekleme kararlarıyla birlikte yöneticileri tutuklanarak sürgüne gönderiliyor. Karagöz, bunun nedenini de şöy le açıklıyor: “…çünkü 1917 son ları 1918 ortalarına doğru yörede ağırlığını koymaya çalışan Almanya’nın Os manlı’yla işbirliği içinde şe killendirmeye çalıştıkları dev letler Kuzey Kafkasya, Da ğıstan, Ermenistan, Gürcis tan’dı. Bu süreçte Osmanlı ların da pay almaya çalışma sı Mondros’tan sonra şekil değiştirmiş, İngilizlerin Gü neybatı Kafkasya Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulduğu bölgeyi Ermenistan’a vermesi projesine dönüşmüştü. Kars Cumhuriyeti, 1919’un Nisanı’nda tümüyle çökertildi.” Karagöz’e göre Kars’ın izleyen dönemi “karanlık çağ”ıdır. Böl gede hak iddia ederek korku dev leti kurmaya çalışan Taşnak (Er meni) Asyatik faşistlerinin baskıcı dönemi başlar. Bu terör dolu yıllar, 1920 ortalarından sonra harekete geçen Kazım Karabekir kumanda sındaki ordunun zaferiyle sona erer... İşte hem Cumhuriyet Bayramı mızın, hem de “Kars’ın Kurtuluş Bayramı”nın, emperyalizmin İs tanbul’dan Kafkasya’ya yayılan sömürgeci planlarına karşı bağım sızlık mücadelemizin derinliği açı sından böylesine tarihsel bir “ka der birliği” var. 29 Ekim’in 87. yılı ile 30 Ekim’in 90. yılını birlikte kutla maya hazırlanırken yazımızı da yi ne Erkan Karagöz’ün Kars Vali si’nin de konuşmalarından esin lenerek anımsattığı bir soruyla noktalayalım: “Sahi, Kars için vaktiyle sıkça gündeme gelen “gazi” unvanı neden unutulur oldu?” Serhat kentimiz için vaktiyle sıkça gündeme getirilen ‘gazi’ unvanı neden unutulur oldu? 1 1870’de başlayan Çarlık Rusyası işgalinden önce Kars Kalesi’nin eteklerindeki 500 yıllık kent dokusu... 2 Bir Rus kartpostalında Kars... 3 Kars’ı 30 Ekim 1920’de kurtaran Kazım Karabekir Paşa... Kars’ın kurtuluşu farklıydı Kültür Servisi Marmara Üni versitesi İletişim Fakültesi Haber Ajansı (MİHA) muhabirleri Doğu Karadeniz’in şehirlerini, yaylaları nı gezdi, çay tarlalarında dolaştı, in sanlarla tanıştı, yazdı, fotoğrafladı, ortaya “Ciddik, Cördük, Celdik” adlı bir fotoğraf sergisi çıktı. Geçen yıl yitirdiğimiz gazetemizin Yazı işleri Müdürü Mehmet Sucu’ya adadıkları sergi, önceki akşam üni versitenin Nişantaşı Yerleşkesi’nde Prof. Dr. Erdal İnönü Bilim ve Kül tür Merkezi’nde açıldı. 16 genç muhabirin, hocaları Ka yıhan Güven eşliğinde Karadeniz’i insanı, doğası, sorunlarıyla en iyi ifa de eden fotoğraflarından oluşan ser giye, gezi yazılarından oluşan “Za mane Herodotları” başlıklı kitap çık da eşlik ediyor. Mehmet Sucu’nun annesi Şeku re Sucu, eşi Canan Sucu, yakın ar kadaşları Kâmil Masaracı, Mehmet Ünal, Prof. Dr. Nurçay Türkoğ lu’nun da katıldığı açılışta MİHA Genel Yayın Yönetmeni Kayıhan Güven “Mehmet Sucu her hafta bir gün öğrencileriyle çalışır, on ları dinler, fikirlerini alır, onlar dan öğrenirdi. Mehmet onu his settiğimiz sürece, bu çalışmalar sürdükçe, burada olacak, yaşa yacak” sözleriyle Sucu’ya duyduğu özlemi dile getirdi. Mehmet Su cu’nun eşi Canan Sucu ise “Bu et kinlikle Mehmet’in MİHA’ya ver diği değeri, MİHA da Mehmet’e gösterdi” diyerek Mehmet Sucu için öğrencilerle olmanın önemini belirtti. Gazetemiz çizeri Kâmil Masara cı da “Mehmet Sucu çok seri bir insandı. Mesleği yaparken şov yapmaz, olanı aktarırdı” diyerek Sucu’nun örnek gazeteciliğine de ğindi. Genç muhabirler ise “Hoca mız Mehmet Sucu’dan hayata ve gazeteciliğe dair çok şey öğrendik. Yapacağımız işlerle onu anımsa mak ve anımsatmak istiyoruz” sözleriyle ona adayacakları yeni MİHA fotoğraf albümü projesinin de müjdesini verdi. Mehmet Sucu’nun anısına ‘Ciddik, Cördük, Celdik’ Kayıhan Güven’in yönetmenlğinde Güven ve 16 genç muhabirin çektiği fotoğraflardan oluşan sergiye Mehmet Sucu’nun annesi Şekure Sucu ve eşi Canan Sucu da (sağda) katıldı. Sahnede Orhan Asena zamanı Kültür Servisi Diyarbakır’ın yetiştirdiği önemli kültür ve sanat insanları arasında oyun yazarı olarak farklı yere ve öneme sahip Orhan Asena adına Diyarbakır Devlet Tiyatrosu tarafından düzenlenen 8. Orhan Asena Yerli Oyunlar Tiyatro Festivali, bugün başlıyor. 14 Kasım’a kadar sürecek festival kapsamında Orhan Asena Sahnesi’nde Diyarbakır DT’nin yanı sıra Ankara, İzmir, Van, Sivas, Adana, Trabzon ve İstanbul DT de 10 değişik oyunla 19 oyun sahneleyecek. 1 2 3 Fotoğraflar:UĞURDEMİR Kültür Servisi “Kar Beyaz” filmine yaptığı müziklerle bu yıl “En İyi Müzik” dalında Altın Por takal kazanan Mircan Kaya ve filmin yapım şirketi Ağustos Film, müziklerin Kaya’ya ait olmadığı ile ilgili iddialar üzerine dün bir basın toplantısı düzenledi. Murat Bardakçı’nın Haber türk gazetesinde müziklerin çellist Uğur Işık’a ait olduğunu yazmasının ardından, Işık da bestelerin kendisine ait olduğunu iddia etmişti. İddiaların asılsız olduğunu ve 2008 yılında film için çalışmaya başladığını, 2010’da ise Işık’ın projeye dahil ol duğunu söyleyen Mircan Kaya “Filmin sözleşmeli müzik ya pımcısı benim. Bütün besteler bana aittir. Hepsi de MESAM ve MSG’de kayıtlıdır. Işık’ın bana ait dediği 22 eser ‘scor müzik’tir yani motifler, efekt seslerdir. Işık’ın amacı ödüle ortak olmak” diyerek Işık’ın filmin jeneriğinde isminin yer al dığını ve yok sayılmadığını da sözlerine ekledi. Filmin yönetme ni Selim Güneş ise ‘Mircan’ın Ninnisi’ isimli şarkıyı dinledik ten sonra filmin müziklerini Kaya’nın yapmasını istediğini belir terek, “Filmin ve müziklerin yapım aşamasında tek muhata bım Mircan oldu. Onun seçtiği müzisyenlerin adını biz sade ce yapım aşamasında duyduk ve jeneriğe ekledik” dedi. ‘Amaç ödüle ortak olmak’ M RCAN KAYA’DAN AÇIKLAMA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle