24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 MART 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CRAMOFON İCNESİ SELİMİLERİ Seksenmde, çökgenç..."_ Hikâye bende nasıl oluşu- yor; bakın. size göstereyim. Şu karşıdaki çirkin siyah e>: 'Kara Şato* diye bir hikâye yazaca- ğun..." "... YıHara dönüp bakıyonım. İki ay sonra seksen yaşında ola- cağım. Çok uzun bir zaman-." "~ Çok bencil olduğumu dü- şüoüyorum. Bu beni iizer..." "... Hiçbir zaman nostaljiye kapümadım. Geçmiş. benim için geçmişte kalmıştır..." "_ Hep bir kaçma.gitme iste- ği. Aynı 'Kaçak'taki küçük kız gibi. Kendimi bildim bileli git- mek istedim. Kaçmak, gitmek; sonra yine gitmek, nereye olur- sa olsun..." Bunlar. Peride CelaHe bir ak- şam iizennden. o eşsiz söyleşı- den kulağımda çınlayanlar. Bir okuru olarak, Pende Celal'le aramda hayli uzun yıllara daya- lı dostiuk var: Başöğretmenım Refi Bey'le eşı Müeyyet Hanım'ın kutu gı- bı evlennde, oturma <xiasında. bir etajere dızili kıtaplar arasın- da Sönen Alev, Yaz Yağmuru, Ana-Kız duruyor. Sönen Alev'ı hayal meyal hatirlıyorum. Ana- KJZ'I yazık kı okuyamadım. Yaz Yağmuru bende Boğazıçı görü- nümleriyle bir peyzaj gıbı yaşa- dı. Sonra KızılYazo: Ateş kırmı- zısı çerçeveli el ilanlan dağitılı- yor. roman filme alınmış. baş- rollerde Beigin Doruk ve Gök- sel Arsoy. Kızıl Vazo kan davası- nı bir aşk romanı çizgısınde iş- lemıştir. Atmaca ve Dar Yoljn- kılap Kitabevi'nde nasılsa bul- duğum ciltlı iki roman. llkınde evlılik öncesı aşk anlatılır. "Efli yılı geçti gaJiba™" "Elli yıl olur mu? Çok daha eski. Dergılerde. gazetelerde ka- lan hikâyelen de sayarsanız. alt- mış yıl. llk. çocukluğumda baş- lıyor yazarlık hastalığı. Masal- lan. çocuk kıtaplannı, serüven romanlannı okurken başlıyor. Fakat bunlan çok anlattım. Hep- si defalarca yazıldı." Evet, ama serüven, benim için bir roman coşkusu taşıyor. "... Anadolu'dan annemleri bırakıp Istanbul'a kaçtım. Dii- pedüz kaçmaktı. Anadolu'da kalsaydım e\ lendirilecektim,ço- luğa çocuğa kanşacaktım. Üvey babamla annemin istedikleri buydu. Çevreleri de olduğu için böyle bir düzen çarçabuk kuru- lacaktı. Istanbul'a gelince tey- zemlere, anneannemin yanına sığındım. Stgındım. o bir sığıntı- lıktı çünkü. Her sofraya oturu- şumdayenilen yemeğe nasıl kat- kıda bulunacağımı düşünür- düm. Zaten çok geçmeden çalış- ma hayatına atıldını. Bunalımlı. sıkınhİı yıllardı. Dikkat edi>orsa- nız, öykülerimde olsun, roman- lannıda olsun bütün insanlarım aşağı \ukan mutsuz. Karanlık. A>dınlık >ok. Şimdi düşünmo- rum da. bunda. o günlerin derin etkisi olmalı. \ azın ha> atına gir- dikten sonra büyük güçlükierle karşılaştım. Babıâli'nin o za- manki halini siz bilemezsiniz: Özellikie kadın yazar için kor- kunçtu. Yazdığmız eser değiL ki- tabınız değiL sirinle ilgilenilirdi. O yıllarda bir kuyuydu bu. Ka- pıdan girdiğiniz zaman hemen sizin kadınlığınua, güzelseniz güzelliğinize bakan gözlerle kar- şılaşırdınız. Ben de bunlara çok içeıîeyen bir insandım; çünkü yazıdan başka bir şey düşünmü- yordum-." Reddedilen karasevda romanlan Yedıgün'de. Cumhunyet'te ve Son Posta'da 1935 sonrası Pen- de CelaPin yüzlerce hıkâyesı yayımlanır. Yazar bunlann hiç- birinı kitaplanna almamıştır, ne o yıllarda. ne de sonra. "._ Geçenlerde hepsini gözden geçirdim. Tam gazete hikâjeleri, hiçbir değeri yok. Anneannem çok tatlı bir kadındı. Onlan kes- miş saklamış. Bazılannın adını kesmeyi unutmuş, bazılannda son satırtar eksik. Fakat inanın Selim. bir iki pasaj hariç, anu- maya değmez." "Daha önce de konuştuk, ben size katılmıyorum. Daha ılk eseıiennizde, başka bıryöne gı- deceğmizi gösteren pek çok işa- ret \ardır. Sonra bütün o aşk ve kaTasevda romanlarının. özel- lıkde o yıllarda çok sayıda ger- çek roman okuru yetiştirdığıne insnıyorum. Hangi yaşta olursa olsun. aşk romanı okumak ede- bı bir ıhtiyaçtır. Bugün Türkı- >e"de hiç yazılmıyor olması önemlı bir sorun bence." Peride Celal, yazı masasının ba-şında gülümsüyor ve: "Bun- lam zaman zaman yazdınız, oku- dun. Ama size katılmıyorum" dı>e ıtıraz edıyor. Böyle düşün- dikğjnübılıvorum. Genç bir kı- zın M\atı tanıyışını dile getiren DarYoL kırklı yıllann gelenek ve- Eoreneğinı, Kadıköyü'nün o ka.dır başka. ağaçlar, bahçeler- le donanmış ortamında yaşat- mayır Peride Celal, Dar Yol'u 1383'de bana şu satırlarla imza- la«L *Dostum Selim İleri'ye / », İsviçre'den İsfanbul'a gel- . tş peşine düştüğüm •"Arfık hiçbir şeye inanmıyorum. Hiçbir şeye inanmadığım için de çok mutsuzurn. Bugünü çok karanlık görüyorum.. Ben size bir şey söyleyeyim mi Selim, ardımda up- uzun bir ömür var, pek çok şey gördüm, yaşadım, tanıklık ettim. Bunlann sonunda in- sanın inançsız kalması. her şeyi çok karanlık görmek zorunda bırakılması bana acı veriyor. Ben son senelerine gelrniş bir yazarım. Ama arkamda genç insanlar, insanlık var. Onlan bekleyen ortamı düşündükçe üzülüyorum. Bir bataklık içinde nereye kadar, nasıl yaşanabilir, ayakta durulur?" veyeniden gazete kapüannı aşın- dırdığım... Kırk yıl sonra. Size imzalamak hüzün veriyor biraz. Ne körii şeyler yazmışım! Eski zamanlardan ki'mi satıriar bel- gesel olarak işinize yararsa gene de sevineceğim. Sevgryle." Oysa Dar Yol bugün de büyük haz du- yularak okunabilir. "™ Ben sevgiye zaten çok önem veriyorum ve sevdaya da. Kadında da, erkekte de bugün sevginin yokluğu ağır basıyor. Ama bizim o aşk romanlan bas- makahp şeylerdi. İnsanlan an- latmak istiyordum, sc\da birçok gelgit için, geliş gidişler için bir fırsat olabiiirdi. O Sönen Alev'ler falan o zamanlar tutu- lan romanlardı. Tefrika başuıa para veriyorlardı. Ben hem etektrik şirketinde çauşryordum, hem de çoğu ısmarlama tefrika mın hepsınde söz konusu çizik- tirmelenn ızi var. Peride Celal'e apaçık öykünmüşüm. Cumhu- rıvet'te tefhka edılen Gecenin L'cundaki Işık, Güz Şarkısı her sabah heyecanla okuduğum say- falardan örülüdür. BehçetNeca- tigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nde bu dönemı şövle özetlemiş: "Dahasonragözlem, sanat ve çözümleme vatırunla- nyla, öncekilerden çok ayn ve Türk romanının gelişim çizgisi üzerinde ağırlığı olan romanla- ra geçti: Üç Kadının Romanı.." ".„ Daima diyordum: Ne za- man vakit bulacağım, istediğim gibi bir şeyler yazacagım. Biri- kimlerim de vardı. Evlendikten sonra o güç koşullar epey orta- dan kalkh. K'ocam çok varuklı değildi ama büviik bir avukatb, aydın bir insandı. 'Çok yazık daha aynntılı, daha cesaretk tş- lerdhn gibime geliyor. Bunlara belki Evlı Bir Kadının Günlü- ğünden de eklenebilir. Orada gerçek kişilerden yola çıktım. Ben zaten hep gerçek kişilerden, hayartaki gözlemlerimden yola çıkıyorum. Tabü bunlar yazar- ken çok değişiyor. Bazen birkaç ayn insanı tek bir kişide topla- nm. Sonra romanın tamamıvla kendine özgü ayn bir gerçekiigi var. O dünvanın içinde kişiler kendiliğinden boy ut kazann or~ "Bütün romanlannız içinde en çok hangısıni sevıyorsunuz dıye klasık bir soru sorsam..." Galiba Kurtlar.. Kurtlar'ı yazdıgım için çok mutluyum. Bi- livorsunuz. Kurtiarjn üzerinde yıllarca çalıştım. Önem verdt- gûn, iyi ki yazdun dediğim bir ro- manımdır. Bununla biriikte ro- lül'e kadar genış bir zaman di- limıni yansılayan Kurtlar,anla- tıcının büyük huzursuzluğuyla noktalanır. Peki, Peride Celal bugüne nasıl bakıyordu? "Arök hiçbir şeye inanmıyo- rum. Hiçbir şeye inanmadığun için de çok mutsuzum. Bugünü çok karanlık görmorum.. Ben size bir şey sö> leyeyim mi Selim, ardımda upuzun bir ömür var, pek çok şey gördüm. yaşadun, tanıklık ettim. Bunlann sonun- da insanın inançsız kalması, her şeyi çok karanlık görmek zorun- da bırakılması bana acı veriyor. Benson senelerine gelmiş bir ya- zanm. Ama arkamda genç in- sanlar, insanlık var. Onlan bek- leyen ortamı düşündükçe üzülü- yorum. Bir bataklık içinde nere- ye kadar, nasıl yaşanabilir, ayak- ta durulur?" romanlar vazıvordum. Ancak yakamın iki ucu bir araya geli- yordu. Günün modası neyse, ne tutuyorsa, onlan vazıyorduk. Onlan yazarken. ne zaman ben doğnı düriist bir şey yazabilece- ğim diye hayıflanırdım. O kitap- lar hakikaten iyi değUdir. 1 - "Pekı ama aşk romanı, serü- ven romanı edebıyatın ılkokulu sayılamaz mı 9 " "Hay ır. hayır. Ben bunlan çok düşündüm. Şimdi bir aşk roma- nı >azacağım. Farklı bir yerden alacağun ama. Aşkın çok güzel bir şey olduğuna inanı>orum. Söylediğiniz tarz romanlar aş- kın bu güzelliğini anlatabilecek düzeyde değUterdir." Bü\ük bir dönüşüm Bırdenbire Üç Kadının Ro- manı çıkagelir 1954; Çağlayan Yayınlan'nın cep kitaplan dizı- sinde, iki cilt. Bu romanı kimbı- lir kaç defa okudum; orada ro- mancı Fatma, kır gazinosunda bir şeyler çiziktirir. llkyazılan- .neneğin var, bunu koreltıyorsun' diyordu ba- na. Onun desteklemeleriyle Üç Kadın'ı yazmaya başladım. Ha- yatımda ilk kez ekonomik prob- İemlerden uzak, zamaıüa sınır- lanmamış bir şeldlde vazıvor- dum. Üç Kadın, 1950'lerin sanat \e entelektüel çe\Telerini anlat- mak istemiş bir roınandır." Yalnız o kadar mı? Bir yandan da unutulmaz Belkıs kinilığiyle ve Belkıs'ın yan sosyetık çevre- siyle Demokrat Parti'nin yarat- tığı yapay zenginlik dünyasının ilk tanıklığıdır bu roman. He- men ardından Gecenin Ucunda- ki Işık, doğrudan doğruya, De- mokrat Parti zengınlerinin ya- şayışı konusunda adeta belge nı- teliğindedır. "~ O romanı biraz da serve- rin nasıl el degiştirdiğine işaret etmek için yazmıştım. Bir çevre veonlann karşısında idealist, tek başına, hangi yolu seçeceği meç- hul bir genç kadın vardır. Fakat bugün yazsaydım bazı kişileri manın kendisinden çok, roman- daki kişilerin kimler oiabileceği üzerinde konuşuldu. Bu beni ha- kikaten çok uzdü. Çünkü roma- nın, Kurtlar'ın anlatmak istedi- ği başka bir şeydir. Şimdi,geçen- lerde bir çağn üzerine Anka- ra'ya girtim. Orada genç okur- lar. edebiyatia çok vakından ilgi- lenen genç asistanlar, sanat ve bt- lim adamlan tanıdım. Çok sevi- nerek gördüm ki, doğrudan doğ- ruya, romana ilişkin sorular yö- neİtiyorlar. Buna çok sevindim; çünkü ben sadece bir yazar ol- mak istedim. Bu bakundan yak- laşılmazsa, insan adamakılİı in- ciniyor. Dikkat ettiyseniz, hiçbir zaman angaje bir yazar olma- dım. Sadece insanı eîe aldım, bir- takım polirize sloganlardan uzak durdum." Bugün çok karanlık... Kurtlar'ın yan sannlı dünya- sını hatırlıyorum Bütün roma- na sızmış bir gelecek kaygısı söz konusuydu. 1930'lardan 12 Ey- "Belki bu yüzden. ilk roman- lannızdan sonrakilere artan yo- ğun bir karamsarhk söz konu- su..." "... Evet Çok bunalımlı, dedi- ğim gibi sıkıntüı dönemlerim oluyor. Aynca saklamava gerek duymuyorum, karamsanm. Güzel bir gelecek için çaba har- camadığunızı açıkça görebiliyo- nım. Vaatlerin yalan çıktığını, ülkülerin iflas etriğini her geçen gün daha açık biçimde görüyor- sunuz. Buna yaşlıhğın birtakım açmazlannı da ekleyin..." "Yaşlılık düşüncenize katıl- mayacağım. Peride Celal'ı çok genç buluyorum. Türkçe'yi si- zin kadar gençlikk kullanabilen o kadar az yazar v ar ki! Buradan şuna geçmek ıstıyorum: Roman çizelgenızde yoğunlaşan karam- sarlıgın yanında bazı konulara, temalara geçen zamanla bırlik- te yaklaşımınız değışmış. Me- sela cinsellik... Kurtlar'da cin- sel sorunlardaha ağırlıklı işlen- miştir"' "Bunda geçen zamanın bü- yük rolü var. Toplumu dilegetir- mek isteyen romancu gençlik ça- ğında. toplumsal baskıyı daha fazla hisseder. İnsan yaşlanınca bu baskılardan büyük ölçüde kurtuluyor. Biz sorunlan zaten anlatmayan, anlabnaktan kaçı- nan bir toplumu/- Hiç ounazsa yazuı daha açık sözlü, cesur ola- bilir. Yazuı entelektüel ounak zo- rundadır. Entelektüel düzeyde anlatümayacak şey yoktur." Pende Celal, birkaç ay önce yeni bir hikâye kitabı yayımla- dı: Mektup. Can Yayınlan ara- sında çıkan Mektup, dört hikâ- yeden oluşuyor. Beni alıp götü- ren "Koşucu"oldu. "Koşucu" yakın tarihin siyasal çalkantıla- nna dolaylı bir gönderme. Yer yer Bülent Ecevit'ten de söz açan "Koşucu"yu, Mektup'u Ecevıt okudu mu diye epey dü- şündüm. "Ydlar sonra yeniden hikâye_" derdemez. Pende Ce- lal'den unatamadığım hıkâyeler üşüşüyor: "Ada", "Çukur", "Bir Hanımefendinin Ölümü_" "„ Kurtlar'dan sonra birkaç öykü yazacağunı o zamanlar be- lirrmiştim. Mektupta onlan top- ladun. Ama ben övküvü hiçbir zaman bırakmadım zaten. Çoğu kez ö\künün romandan daha zor, daha incelik isteyen bir ça- lışma olduğunu düşünürüm. Burada Boeek'i evlilik kuru- munun yıkıcıhğı üzerine kur- dum. Çünkü e\ Kligin sürgit mut- lulukla ayakta kalabileceğine inanmıyorum. 'Mektup' hayab- nuzı çirkinleştiren insanlaruı bir panoramasıdır. Bu adamlarla dolu bir ülkede yaşıyoruz. Bir zift gibi hayatımıza yapışıp kab- >"orlar. Bütün değerİeri para. Ve bu, toplumun geriye kâlanının acı içindeyıkılmasına yol açıyor." "Bunda kültür eksiklığının, zenginlerin kültürsüz oiuşunun bir etkisi olamaz mı?" "Hayır, sanmıyorum. En gü- zel resmi alıyorlar. en güzel seya- hatleri yapıyorlar, en güzel mü- ziğ] dinliyoriar. Zevkli giyiniyor- lar. Güzel olanı kavrayamayacak kadar kültürsüz değiller. Fakat güzeUigi yauuz kendileri için ge- rekli görüyorlar. Asıl kötülük burada. Kişilikleri yauuz paray a bağlı olarak geliştiğinden. ülke- ye yaptıkian kötüiüğü hissetmi- vorlar. 'Mektup'tao ölüm ilam- nı bilhassa koydum. Her gün ga- zetelerde o türden bü\ük boy ölüm ilanlanna rasdıyoruz. On- lann görünmeyen içyüzünü an- latmak istedim." "Benim çok sevdiğim 'Koşu- cu' için neler söyleyeceksiniz?" "Anneme bir ağrt gibi yazdun galiba. Bir gün baktım, koşucu- \u anlatmakla başlamışım, ama annemle ödeşmeye kapılıp git- mişim. Ama koşucuyla öyküde- ki anne arasında zaten bir bağ vardır. O bağ herhalde dengele- di. 'Kaçak° küçük bir kızın kaç- mak, gitmek tutkusu. Uzun yıl- lar bu tutkuyu ben de duyumsa- dım. Hep gitmek istedim. O yaş- larda genç kızlar gitmek isterler, gitmek, düşlerine ka> uşnıak_." Neden yazmak, kim okur? "Ben yıne 'Koşucu'ya döne- ceğim. Anneme bir ağıt gibi de- dmiz; gerçekten de anne motifi öyküde çok yaralayıcı. Bir gün anılannızı yazmayı düşünüyor musunuz?" "Öy le bir çahşmam var; ama bütün bütüne anılar degil. 1972'den bu yana turfuğum def- terler var. Onlan elden geçirerek vayımlayacağim. Sıkıntılanmı >azmışım, roman üzerine notla- run var, yokuluklardan bir şey- ler yazmışun. Bu dcfterlerdeki \azilan, çiziktinneleri belki bir kitapta toplanm." "Karamsarlığa rağmen yaz- maktan vazgeçmiyor galiba in- san.. " "Yoo. artık öyle düşünmüyo- rum. Sadece abşkanlık; yazmak bizim için bir alışkanlık olmuş. Bir kere bu bunalımlann, artık hiçbir şeye, hiçbir yazıya çiziye üıanmıyor oluşumun sonucu, neden yazmak drvorum. Mesela kendi kendime neden yazmak diyorum, kim okur divorum... Ve hak veriyorum okumamala- nna. Bu kargaşa içinde kim alır da senin anlattığın bir adamı, herhangi bir adamı, herhangi bir kadını dikkatle okur. Niye merak etsin? Öylesine güçlük- ler. acdar ağır basıyor ki, okun- mayı beklemek yersiz olabiliyoı;'" Işte o alcşam üzen aşağı yuka- n bunlan konuştuk. Neden yaz- mak, kim okur sorusu bir ezgin- likbıraktı. Pende Celal'le ılk ta- nıştığımız günü gözlerimın önü- ne getirmeye çalıştım. Üç Yir- midörtSaat'i yazdığı yıllarday- dı. Her Gece Bodrum yeni ya- yımlanmıştı Peride Celal. ro- manımı okuduktan sonra be- nımle tanışmak istemiş; sevınç- ten uçuyordum. Neredeyse yir- mi yıl... Yalnızca yazmak. gü- zel romanlar okumak istiyor- dum. Yalnızca güzel romanlar- la mutluydum. Uç Yirmidört Sa- at'i heyecanla bekliyordum. Eve dönüşte Dar V'ol'u açtım. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Yaşamın ve Sanatın Butunlugu.•••• Eğitim çağındaki kuşaklara sanatın ne olduğunu anlat- maya çalışırken, sanatın yaşamla oluşturduğu, dahası oluşturması gereken bütünlükten söz etmemek, yanlış değerlendirmelere sanki daha başlangıçta açık kapı bırak- mak oluyor. önceki bazı yazılanmda, bu konuya felsefe açısından değinmiş ve felsefeyi günlük yaşamdaki düşünce uygu- lamasının çok uzağındaymış gibi göstermenin, ancak "meraklısının" ilgı duyabileceği bir alan olarak tanıtmanın sonuçta nasıl gerçek anlamda düşünmeye yabancı kal- maya yol açabileceğini dile getirmeye çalışmıştım. Yaşamın bütünlüğü bağlamına oturtulamamış ya da o bağlama gerekli göndermeleri içermeyen bir sanat kura- mı eğitimi de benzer bir sakıncayı beraberinde getirebilir; böyle bir eksikliği içeren bir tanıtım sonucu, birincil ama- cı imge yaratmak olan sanatsal eylemin başkaca bir ama- cı olamazmış/olmamalıymış gibi bir izlenirn doğabilir; gün- lük yaşam uygulamasından kaynaklanan sorular ve sorun- lar karşısında umursamaz ya da nesnel kalmayı yeğleyen bir tavır, sanat bağlamında nerdeyse bir olması gerekene dönüştürülebilir. Salt imgenin biçimi üzerinde odaklaştın- lan ölçütler ve tartışmalar, sanatın aynı zamanda toplum- sal bir olgu olma niteliğini sakıncalı boyutlarda perdeleye- bilır. Işın zanaatiyle sınırlı kalan bir hüner, sanat eserinin tümel değeriendirilmesinin ölçütü kılınabilir. Goethe'nin "Aynı zamanda bir zanaatkâr olmayan bir sanatçı, iyi bir sanatçı değitdir; gelgelelim bizim sanatçılanmızın çoğu da zanaatkâr olmaktan ıleri gidemıyor" sözü, degindiğimiz sa- kıncaları açık seçik özetlemektedır. Sanatla yaşam arasındaki bağı en özlü biçimde dile ge- tiren sözlerden biri de, Van Gogh'a aittir: "Dünya, tamam- lanmamış bir taslaktır." Bu sözden yola çıkan sanat tarih- çısi Arnold Hauser, "Sanatın Toplumbilimi" başlıklı ese- rinde, sanatın ve yaşamın bütünlüğüne ilişkin olarak şöy- le der: "Yaşamı değiştirmek, sanatın sürekli yönelimidir; dünyanın, Van Gogh'un deyişiyle, 'tamamlanmamış bir taslak1 olduğu duygusu oimasaydı, sanattan da genyepek bir şey kalmazdı. Sanat, kesinlikle salt iç dünyaya yöne- Iik, olup bitenleri öylece kabullenen ya da kendini edilgin bir tutumla onlann akışına bırakan bir tutumun ürünü de- ğildir." Hauser, sanatın etkin tutumu ve konumu bağlamın- da da şu saptamayı dile getirir: "Sanattan ister bir geçim aracı, rekabette birsilah, saldırganca içgüdülerin hafifleş- tirilmesi için bir yol olarak yarahanılsın, ister yıkma ve yoz- laştırma isteklerini yatıştıncı bir araç sayılsın ya da sanat aracılığıyla nesnelehn eksik yanlannın giderilmesine, bu- lanık ve donuk biçimlerine, anlam ve amaçtan yana ye- tersizliklerine baş kaldınlsın, sanat hep gerçekçi ve etkin tutumdadır; uygulamadan kaynaklanan sorular karşısın- da ilgisizya da yansız bir tutumu sergilemesi, kuraldışı bir durumdur." Kanımca bu konu, edebiyat eğitimi ve özellikie de, ister dünya edebiyatı, ister Türk edebiyatı çerçevesinde olsun, edebiyat ürünlerinin değerlendirilmesi bakımından büyük önem taşıyor. Üç hafta kadar önce, "Biraz da Edebiyat Yapsak..." başlıklı yazımda, edebıyatın bilgi kaynağı olma özelliğinden söz ederken, Manc'ın Balzac'ın romanlann- dan aldığı tarih dersleri üzerine söylediklerini de -Prof. Dr. Nermi Uygur'a gönderme yaparak- alıntılamıştım. Sanat ile yaşamım bütünlüğünün ne ölçüde bir "olması gere- fcen"niteliğıyle tartışılabileceği, ayrıca ele alınması gereken bir konu. Ancak bugüne kadar yaratılmış sanat ve edebi- yat ürünlerini böyle bir bütünlük bağlamında irdelemenin, sanata ilişkin çok daha somut bilgiler sağlayacağı da ke- sın bir gerçek. İnsanın estetik eğitimini, yaşamı çıkış noktası alarak ger- çekleştirmek, çoğu kez sanıldığının aksine, sanatı bağım- lı değil, ama çok daha güçlü ve canlı kılar... Bip yazardan herkes için denemeter H Kültür Servisi - Bilim adamı, yazar ve çevirmen Tahsin Yücel'ın denemelenni topladığı yeni kitabı "Yazın, Gene Yazın", Yapı Kredi Yayınlan'ndan çıktı. Özellikie "roman üzerine bir çözümleme çalışması aracılığıyla yapısalcı yöntemin Türkçe'deki ilk kapsamlı örneği" olan "Anlatı Yerlemleri" (1979, YKY 1993) gibi bilimsel çahşmalannda açığa çıkmakla biriikte, Tahsin Yücel'in bılim adamı özelliklerini bütün yazı ve çevirilerinde bulmak mümkün. Özellikie de çok sayıda okur için belki en anlaşılır, en kolay okunuryanı olan deneme yazarlığında. "Yazın, Gene Yazın", Tahsin Yücel'ın edebiyatta folklor ve gelenek, alay ve acı, yazann bağımlılığı, okurdan beklentileri ve "yann"a kalması, kitap tanıtımı vb. gibi başlıca konulan ele alarak yazı/yazar/okur üçgeni çevresinde yazdığı denemelerden oluşuyor. Mimar Sinan Üniversitesi'nde öğretim üyeleri sergisi • Kültür Servisi - Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi. kuruluşunun 112. yılını bir sergiyle kutluyor. Tüm Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üye ve yardımcılannın birer yapıtla katıldıgı sergi, Fındıklı'daki ünıversite binası Osman Hamdı Bey Salonu'nda ve Resim Heykel Müzesi Şeker Ahmet Paşa Salonu'nda 8 nisana dek sürecek. Bu yıl, okulun kuruculanndan Osman Hamdı Bey anısına düzenlenen sergi, her yıl kurumun geçmişinde önemlı rol oynamış büyük sanatçılar adına yınelenecek. 19. yüzyıl Osmanlı lmparatorluğu'nda Batılı anlamda kurulmaya başlanan okullardan biri, güzel sanatlar alanında kurulaniann ilki olan Sanayi-i Nefıse, Osman Hamdi Bey'in öncülüğünde, Paris'teki Ecole Natıonal des Beaux-Arts ve Viyana'daki Akademie der Bildenden Künste'den esinlenerek yaratılmış ve 1883 yılında çahşmalanna başlamış, Türkiye Cumhuriyetı'nin kurulmasıyla Güzel Sanatlar Akademisi adını almış. Cumhuriyet döneminin ılk mimarlannı, ressamlannı ve heykeitıraşlannı yetiştiren kurum, 1982 yılından bu yana Mimar Sinan Üniversitesi adıyla Türk kültür ve sanat yaşamına büyük katkılarda bulunuyor. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nda program değişikliği • İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın bu haftaki olağan konserlerinin programı değişti Degişikliğe göre, bu haftaki konserlerde Chopin ve Brahms'ın yapıtlan seslendirilecek. Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu'nda cuma günü 19.00'da ve cumartesi sabahı 11.00'de gerçekleştirilecek konserlerde orkestrayı şef Erol Erdinç yönetiyor, pıyanist Meral Güneyman solist olarak katılıyor. Daha önce konserlerde Borne, Bartok ve Brahms'ın yapıtlannın seslendirileceği ve Meral Güneyman'Ia biriikte flütçü Gülşen Tatu'nun da katılacağı duyurulmuştu. kona Semmerleri • Kültür Servisi- Ayasofya Müzesi araştırma görevlilerinden Nılay Yılmaz, dün KÜSAV'da başladığı ikonalar hakkındakı seminere 22 martta devam edecek. Avrupa'da 20. yüzyılın yansından ıtibaren sanatseverlerin dikkatıni çekmeye başlayan ikonalar, ülkemızde de çok tanınmıyor. Ülkemızde yalnızca Ayasofya, Antalya ve Sinop müzelerinde ikona koleksiyonu bulunuyor. Bu eksikliği gidermek için Kültür Bakanlığı'nın karanyla ve bakanlık müsteşan Prof. Dr. Emre Kongar'ın destegıyle Ayasofya Müzesi ikonalannı tanıtan iki ciltlik eser yine Nilay Yılmaz tarafindan hazırlanarak yayımlanmıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle