Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 MART 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
CRAMOFON İCNESİ SELİMİLERİ
Seksenmde, çökgenç..."_ Hikâye bende nasıl oluşu-
yor; bakın. size göstereyim. Şu
karşıdaki çirkin siyah e>: 'Kara
Şato* diye bir hikâye yazaca-
ğun..."
"... YıHara dönüp bakıyonım.
İki ay sonra seksen yaşında ola-
cağım. Çok uzun bir zaman-."
"~ Çok bencil olduğumu dü-
şüoüyorum. Bu beni iizer..."
"... Hiçbir zaman nostaljiye
kapümadım. Geçmiş. benim için
geçmişte kalmıştır..."
"_ Hep bir kaçma.gitme iste-
ği. Aynı 'Kaçak'taki küçük kız
gibi. Kendimi bildim bileli git-
mek istedim. Kaçmak, gitmek;
sonra yine gitmek, nereye olur-
sa olsun..."
Bunlar. Peride CelaHe bir ak-
şam iizennden. o eşsiz söyleşı-
den kulağımda çınlayanlar. Bir
okuru olarak, Pende Celal'le
aramda hayli uzun yıllara daya-
lı dostiuk var:
Başöğretmenım Refi Bey'le
eşı Müeyyet Hanım'ın kutu gı-
bı evlennde, oturma <xiasında.
bir etajere dızili kıtaplar arasın-
da Sönen Alev, Yaz Yağmuru,
Ana-Kız duruyor. Sönen Alev'ı
hayal meyal hatirlıyorum. Ana-
KJZ'I yazık kı okuyamadım. Yaz
Yağmuru bende Boğazıçı görü-
nümleriyle bir peyzaj gıbı yaşa-
dı. Sonra KızılYazo: Ateş kırmı-
zısı çerçeveli el ilanlan dağitılı-
yor. roman filme alınmış. baş-
rollerde Beigin Doruk ve Gök-
sel Arsoy. Kızıl Vazo kan davası-
nı bir aşk romanı çizgısınde iş-
lemıştir. Atmaca ve Dar Yoljn-
kılap Kitabevi'nde nasılsa bul-
duğum ciltlı iki roman. llkınde
evlılik öncesı aşk anlatılır.
"Efli yılı geçti gaJiba™"
"Elli yıl olur mu? Çok daha
eski. Dergılerde. gazetelerde ka-
lan hikâyelen de sayarsanız. alt-
mış yıl. llk. çocukluğumda baş-
lıyor yazarlık hastalığı. Masal-
lan. çocuk kıtaplannı, serüven
romanlannı okurken başlıyor.
Fakat bunlan çok anlattım. Hep-
si defalarca yazıldı."
Evet, ama serüven, benim için
bir roman coşkusu taşıyor.
"... Anadolu'dan annemleri
bırakıp Istanbul'a kaçtım. Dii-
pedüz kaçmaktı. Anadolu'da
kalsaydım e\ lendirilecektim,ço-
luğa çocuğa kanşacaktım. Üvey
babamla annemin istedikleri
buydu. Çevreleri de olduğu için
böyle bir düzen çarçabuk kuru-
lacaktı. Istanbul'a gelince tey-
zemlere, anneannemin yanına
sığındım. Stgındım. o bir sığıntı-
lıktı çünkü. Her sofraya oturu-
şumdayenilen yemeğe nasıl kat-
kıda bulunacağımı düşünür-
düm. Zaten çok geçmeden çalış-
ma hayatına atıldını. Bunalımlı.
sıkınhİı yıllardı. Dikkat edi>orsa-
nız, öykülerimde olsun, roman-
lannıda olsun bütün insanlarım
aşağı \ukan mutsuz. Karanlık.
A>dınlık >ok. Şimdi düşünmo-
rum da. bunda. o günlerin derin
etkisi olmalı. \ azın ha> atına gir-
dikten sonra büyük güçlükierle
karşılaştım. Babıâli'nin o za-
manki halini siz bilemezsiniz:
Özellikie kadın yazar için kor-
kunçtu. Yazdığmız eser değiL ki-
tabınız değiL sirinle ilgilenilirdi.
O yıllarda bir kuyuydu bu. Ka-
pıdan girdiğiniz zaman hemen
sizin kadınlığınua, güzelseniz
güzelliğinize bakan gözlerle kar-
şılaşırdınız. Ben de bunlara çok
içeıîeyen bir insandım; çünkü
yazıdan başka bir şey düşünmü-
yordum-."
Reddedilen karasevda
romanlan
Yedıgün'de. Cumhunyet'te ve
Son Posta'da 1935 sonrası Pen-
de CelaPin yüzlerce hıkâyesı
yayımlanır. Yazar bunlann hiç-
birinı kitaplanna almamıştır, ne
o yıllarda. ne de sonra.
"._ Geçenlerde hepsini gözden
geçirdim. Tam gazete hikâjeleri,
hiçbir değeri yok. Anneannem
çok tatlı bir kadındı. Onlan kes-
miş saklamış. Bazılannın adını
kesmeyi unutmuş, bazılannda
son satırtar eksik. Fakat inanın
Selim. bir iki pasaj hariç, anu-
maya değmez."
"Daha önce de konuştuk, ben
size katılmıyorum. Daha ılk
eseıiennizde, başka bıryöne gı-
deceğmizi gösteren pek çok işa-
ret \ardır. Sonra bütün o aşk ve
kaTasevda romanlarının. özel-
lıkde o yıllarda çok sayıda ger-
çek roman okuru yetiştirdığıne
insnıyorum. Hangi yaşta olursa
olsun. aşk romanı okumak ede-
bı bir ıhtiyaçtır. Bugün Türkı-
>e"de hiç yazılmıyor olması
önemlı bir sorun bence."
Peride Celal, yazı masasının
ba-şında gülümsüyor ve: "Bun-
lam zaman zaman yazdınız, oku-
dun. Ama size katılmıyorum"
dı>e ıtıraz edıyor. Böyle düşün-
dikğjnübılıvorum. Genç bir kı-
zın M\atı tanıyışını dile getiren
DarYoL kırklı yıllann gelenek
ve- Eoreneğinı, Kadıköyü'nün o
ka.dır başka. ağaçlar, bahçeler-
le donanmış ortamında yaşat-
mayır Peride Celal, Dar Yol'u
1383'de bana şu satırlarla imza-
la«L *Dostum Selim İleri'ye /
», İsviçre'den İsfanbul'a gel-
. tş peşine düştüğüm
•"Arfık hiçbir şeye inanmıyorum. Hiçbir
şeye inanmadığım için de çok mutsuzurn.
Bugünü çok karanlık görüyorum.. Ben size
bir şey söyleyeyim mi Selim, ardımda up-
uzun bir ömür var, pek çok şey gördüm,
yaşadım, tanıklık ettim. Bunlann sonunda in-
sanın inançsız kalması. her şeyi çok karanlık
görmek zorunda bırakılması bana acı veriyor.
Ben son senelerine gelrniş bir yazarım. Ama
arkamda genç insanlar, insanlık var. Onlan
bekleyen ortamı düşündükçe üzülüyorum.
Bir bataklık içinde nereye kadar, nasıl
yaşanabilir, ayakta durulur?"
veyeniden gazete kapüannı aşın-
dırdığım... Kırk yıl sonra. Size
imzalamak hüzün veriyor biraz.
Ne körii şeyler yazmışım! Eski
zamanlardan ki'mi satıriar bel-
gesel olarak işinize yararsa gene
de sevineceğim. Sevgryle." Oysa
Dar Yol bugün de büyük haz du-
yularak okunabilir.
"™ Ben sevgiye zaten çok
önem veriyorum ve sevdaya da.
Kadında da, erkekte de bugün
sevginin yokluğu ağır basıyor.
Ama bizim o aşk romanlan bas-
makahp şeylerdi. İnsanlan an-
latmak istiyordum, sc\da birçok
gelgit için, geliş gidişler için bir
fırsat olabiiirdi. O Sönen
Alev'ler falan o zamanlar tutu-
lan romanlardı. Tefrika başuıa
para veriyorlardı. Ben hem
etektrik şirketinde çauşryordum,
hem de çoğu ısmarlama tefrika
mın hepsınde söz konusu çizik-
tirmelenn ızi var. Peride Celal'e
apaçık öykünmüşüm. Cumhu-
rıvet'te tefhka edılen Gecenin
L'cundaki Işık, Güz Şarkısı her
sabah heyecanla okuduğum say-
falardan örülüdür. BehçetNeca-
tigil, Edebiyatımızda İsimler
Sözlüğü'nde bu dönemı şövle
özetlemiş: "Dahasonragözlem,
sanat ve çözümleme vatırunla-
nyla, öncekilerden çok ayn ve
Türk romanının gelişim çizgisi
üzerinde ağırlığı olan romanla-
ra geçti: Üç Kadının Romanı.."
".„ Daima diyordum: Ne za-
man vakit bulacağım, istediğim
gibi bir şeyler yazacagım. Biri-
kimlerim de vardı. Evlendikten
sonra o güç koşullar epey orta-
dan kalkh. K'ocam çok varuklı
değildi ama büviik bir avukatb,
aydın bir insandı. 'Çok yazık
daha aynntılı, daha cesaretk tş-
lerdhn gibime geliyor. Bunlara
belki Evlı Bir Kadının Günlü-
ğünden de eklenebilir. Orada
gerçek kişilerden yola çıktım.
Ben zaten hep gerçek kişilerden,
hayartaki gözlemlerimden yola
çıkıyorum. Tabü bunlar yazar-
ken çok değişiyor. Bazen birkaç
ayn insanı tek bir kişide topla-
nm. Sonra romanın tamamıvla
kendine özgü ayn bir gerçekiigi
var. O dünvanın içinde kişiler
kendiliğinden boy ut kazann or~
"Bütün romanlannız içinde
en çok hangısıni sevıyorsunuz
dıye klasık bir soru sorsam..."
Galiba Kurtlar.. Kurtlar'ı
yazdıgım için çok mutluyum. Bi-
livorsunuz. Kurtiarjn üzerinde
yıllarca çalıştım. Önem verdt-
gûn, iyi ki yazdun dediğim bir ro-
manımdır. Bununla biriikte ro-
lül'e kadar genış bir zaman di-
limıni yansılayan Kurtlar,anla-
tıcının büyük huzursuzluğuyla
noktalanır. Peki, Peride Celal
bugüne nasıl bakıyordu?
"Arök hiçbir şeye inanmıyo-
rum. Hiçbir şeye inanmadığun
için de çok mutsuzum. Bugünü
çok karanlık görmorum.. Ben
size bir şey sö> leyeyim mi Selim,
ardımda upuzun bir ömür var,
pek çok şey gördüm. yaşadun,
tanıklık ettim. Bunlann sonun-
da insanın inançsız kalması, her
şeyi çok karanlık görmek zorun-
da bırakılması bana acı veriyor.
Benson senelerine gelmiş bir ya-
zanm. Ama arkamda genç in-
sanlar, insanlık var. Onlan bek-
leyen ortamı düşündükçe üzülü-
yorum. Bir bataklık içinde nere-
ye kadar, nasıl yaşanabilir, ayak-
ta durulur?"
romanlar vazıvordum. Ancak
yakamın iki ucu bir araya geli-
yordu. Günün modası neyse, ne
tutuyorsa, onlan vazıyorduk.
Onlan yazarken. ne zaman ben
doğnı düriist bir şey yazabilece-
ğim diye hayıflanırdım. O kitap-
lar hakikaten iyi değUdir.
1
-
"Pekı ama aşk romanı, serü-
ven romanı edebıyatın ılkokulu
sayılamaz mı
9
"
"Hay ır. hayır. Ben bunlan çok
düşündüm. Şimdi bir aşk roma-
nı >azacağım. Farklı bir yerden
alacağun ama. Aşkın çok güzel
bir şey olduğuna inanı>orum.
Söylediğiniz tarz romanlar aş-
kın bu güzelliğini anlatabilecek
düzeyde değUterdir."
Bü\ük bir dönüşüm
Bırdenbire Üç Kadının Ro-
manı çıkagelir 1954; Çağlayan
Yayınlan'nın cep kitaplan dizı-
sinde, iki cilt. Bu romanı kimbı-
lir kaç defa okudum; orada ro-
mancı Fatma, kır gazinosunda
bir şeyler çiziktirir. llkyazılan-
.neneğin var,
bunu koreltıyorsun' diyordu ba-
na. Onun desteklemeleriyle Üç
Kadın'ı yazmaya başladım. Ha-
yatımda ilk kez ekonomik prob-
İemlerden uzak, zamaıüa sınır-
lanmamış bir şeldlde vazıvor-
dum. Üç Kadın, 1950'lerin sanat
\e entelektüel çe\Telerini anlat-
mak istemiş bir roınandır."
Yalnız o kadar mı? Bir yandan
da unutulmaz Belkıs kinilığiyle
ve Belkıs'ın yan sosyetık çevre-
siyle Demokrat Parti'nin yarat-
tığı yapay zenginlik dünyasının
ilk tanıklığıdır bu roman. He-
men ardından Gecenin Ucunda-
ki Işık, doğrudan doğruya, De-
mokrat Parti zengınlerinin ya-
şayışı konusunda adeta belge nı-
teliğindedır.
"~ O romanı biraz da serve-
rin nasıl el degiştirdiğine işaret
etmek için yazmıştım. Bir çevre
veonlann karşısında idealist, tek
başına, hangi yolu seçeceği meç-
hul bir genç kadın vardır. Fakat
bugün yazsaydım bazı kişileri
manın kendisinden çok, roman-
daki kişilerin kimler oiabileceği
üzerinde konuşuldu. Bu beni ha-
kikaten çok uzdü. Çünkü roma-
nın, Kurtlar'ın anlatmak istedi-
ği başka bir şeydir. Şimdi,geçen-
lerde bir çağn üzerine Anka-
ra'ya girtim. Orada genç okur-
lar. edebiyatia çok vakından ilgi-
lenen genç asistanlar, sanat ve bt-
lim adamlan tanıdım. Çok sevi-
nerek gördüm ki, doğrudan doğ-
ruya, romana ilişkin sorular yö-
neİtiyorlar. Buna çok sevindim;
çünkü ben sadece bir yazar ol-
mak istedim. Bu bakundan yak-
laşılmazsa, insan adamakılİı in-
ciniyor. Dikkat ettiyseniz, hiçbir
zaman angaje bir yazar olma-
dım. Sadece insanı eîe aldım, bir-
takım polirize sloganlardan uzak
durdum."
Bugün çok karanlık...
Kurtlar'ın yan sannlı dünya-
sını hatırlıyorum Bütün roma-
na sızmış bir gelecek kaygısı söz
konusuydu. 1930'lardan 12 Ey-
"Belki bu yüzden. ilk roman-
lannızdan sonrakilere artan yo-
ğun bir karamsarhk söz konu-
su..."
"... Evet Çok bunalımlı, dedi-
ğim gibi sıkıntüı dönemlerim
oluyor. Aynca saklamava gerek
duymuyorum, karamsanm.
Güzel bir gelecek için çaba har-
camadığunızı açıkça görebiliyo-
nım. Vaatlerin yalan çıktığını,
ülkülerin iflas etriğini her geçen
gün daha açık biçimde görüyor-
sunuz. Buna yaşlıhğın birtakım
açmazlannı da ekleyin..."
"Yaşlılık düşüncenize katıl-
mayacağım. Peride Celal'ı çok
genç buluyorum. Türkçe'yi si-
zin kadar gençlikk kullanabilen
o kadar az yazar v ar ki! Buradan
şuna geçmek ıstıyorum: Roman
çizelgenızde yoğunlaşan karam-
sarlıgın yanında bazı konulara,
temalara geçen zamanla bırlik-
te yaklaşımınız değışmış. Me-
sela cinsellik... Kurtlar'da cin-
sel sorunlardaha ağırlıklı işlen-
miştir"'
"Bunda geçen zamanın bü-
yük rolü var. Toplumu dilegetir-
mek isteyen romancu gençlik ça-
ğında. toplumsal baskıyı daha
fazla hisseder. İnsan yaşlanınca
bu baskılardan büyük ölçüde
kurtuluyor. Biz sorunlan zaten
anlatmayan, anlabnaktan kaçı-
nan bir toplumu/- Hiç ounazsa
yazuı daha açık sözlü, cesur ola-
bilir. Yazuı entelektüel ounak zo-
rundadır. Entelektüel düzeyde
anlatümayacak şey yoktur."
Pende Celal, birkaç ay önce
yeni bir hikâye kitabı yayımla-
dı: Mektup. Can Yayınlan ara-
sında çıkan Mektup, dört hikâ-
yeden oluşuyor. Beni alıp götü-
ren "Koşucu"oldu. "Koşucu"
yakın tarihin siyasal çalkantıla-
nna dolaylı bir gönderme. Yer
yer Bülent Ecevit'ten de söz
açan "Koşucu"yu, Mektup'u
Ecevıt okudu mu diye epey dü-
şündüm. "Ydlar sonra yeniden
hikâye_" derdemez. Pende Ce-
lal'den unatamadığım hıkâyeler
üşüşüyor: "Ada", "Çukur",
"Bir Hanımefendinin Ölümü_"
"„ Kurtlar'dan sonra birkaç
öykü yazacağunı o zamanlar be-
lirrmiştim. Mektupta onlan top-
ladun. Ama ben övküvü hiçbir
zaman bırakmadım zaten. Çoğu
kez ö\künün romandan daha
zor, daha incelik isteyen bir ça-
lışma olduğunu düşünürüm.
Burada Boeek'i evlilik kuru-
munun yıkıcıhğı üzerine kur-
dum. Çünkü e\ Kligin sürgit mut-
lulukla ayakta kalabileceğine
inanmıyorum. 'Mektup' hayab-
nuzı çirkinleştiren insanlaruı bir
panoramasıdır. Bu adamlarla
dolu bir ülkede yaşıyoruz. Bir
zift gibi hayatımıza yapışıp kab-
>"orlar. Bütün değerİeri para. Ve
bu, toplumun geriye kâlanının
acı içindeyıkılmasına yol açıyor."
"Bunda kültür eksiklığının,
zenginlerin kültürsüz oiuşunun
bir etkisi olamaz mı?"
"Hayır, sanmıyorum. En gü-
zel resmi alıyorlar. en güzel seya-
hatleri yapıyorlar, en güzel mü-
ziğ] dinliyoriar. Zevkli giyiniyor-
lar. Güzel olanı kavrayamayacak
kadar kültürsüz değiller. Fakat
güzeUigi yauuz kendileri için ge-
rekli görüyorlar. Asıl kötülük
burada. Kişilikleri yauuz paray a
bağlı olarak geliştiğinden. ülke-
ye yaptıkian kötüiüğü hissetmi-
vorlar. 'Mektup'tao ölüm ilam-
nı bilhassa koydum. Her gün ga-
zetelerde o türden bü\ük boy
ölüm ilanlanna rasdıyoruz. On-
lann görünmeyen içyüzünü an-
latmak istedim."
"Benim çok sevdiğim 'Koşu-
cu' için neler söyleyeceksiniz?"
"Anneme bir ağrt gibi yazdun
galiba. Bir gün baktım, koşucu-
\u anlatmakla başlamışım, ama
annemle ödeşmeye kapılıp git-
mişim. Ama koşucuyla öyküde-
ki anne arasında zaten bir bağ
vardır. O bağ herhalde dengele-
di. 'Kaçak° küçük bir kızın kaç-
mak, gitmek tutkusu. Uzun yıl-
lar bu tutkuyu ben de duyumsa-
dım. Hep gitmek istedim. O yaş-
larda genç kızlar gitmek isterler,
gitmek, düşlerine ka> uşnıak_."
Neden yazmak, kim
okur?
"Ben yıne 'Koşucu'ya döne-
ceğim. Anneme bir ağıt gibi de-
dmiz; gerçekten de anne motifi
öyküde çok yaralayıcı. Bir gün
anılannızı yazmayı düşünüyor
musunuz?"
"Öy le bir çahşmam var; ama
bütün bütüne anılar degil.
1972'den bu yana turfuğum def-
terler var. Onlan elden geçirerek
vayımlayacağim. Sıkıntılanmı
>azmışım, roman üzerine notla-
run var, yokuluklardan bir şey-
ler yazmışun. Bu dcfterlerdeki
\azilan, çiziktinneleri belki bir
kitapta toplanm."
"Karamsarlığa rağmen yaz-
maktan vazgeçmiyor galiba in-
san.. "
"Yoo. artık öyle düşünmüyo-
rum. Sadece abşkanlık; yazmak
bizim için bir alışkanlık olmuş.
Bir kere bu bunalımlann, artık
hiçbir şeye, hiçbir yazıya çiziye
üıanmıyor oluşumun sonucu,
neden yazmak drvorum. Mesela
kendi kendime neden yazmak
diyorum, kim okur divorum...
Ve hak veriyorum okumamala-
nna. Bu kargaşa içinde kim alır
da senin anlattığın bir adamı,
herhangi bir adamı, herhangi
bir kadını dikkatle okur. Niye
merak etsin? Öylesine güçlük-
ler. acdar ağır basıyor ki, okun-
mayı beklemek yersiz olabiliyoı;'"
Işte o alcşam üzen aşağı yuka-
n bunlan konuştuk. Neden yaz-
mak, kim okur sorusu bir ezgin-
likbıraktı. Pende Celal'le ılk ta-
nıştığımız günü gözlerimın önü-
ne getirmeye çalıştım. Üç Yir-
midörtSaat'i yazdığı yıllarday-
dı. Her Gece Bodrum yeni ya-
yımlanmıştı Peride Celal. ro-
manımı okuduktan sonra be-
nımle tanışmak istemiş; sevınç-
ten uçuyordum. Neredeyse yir-
mi yıl... Yalnızca yazmak. gü-
zel romanlar okumak istiyor-
dum. Yalnızca güzel romanlar-
la mutluydum. Uç Yirmidört Sa-
at'i heyecanla bekliyordum.
Eve dönüşte Dar V'ol'u açtım.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Yaşamın ve Sanatın
Butunlugu.••••
Eğitim çağındaki kuşaklara sanatın ne olduğunu anlat-
maya çalışırken, sanatın yaşamla oluşturduğu, dahası
oluşturması gereken bütünlükten söz etmemek, yanlış
değerlendirmelere sanki daha başlangıçta açık kapı bırak-
mak oluyor.
önceki bazı yazılanmda, bu konuya felsefe açısından
değinmiş ve felsefeyi günlük yaşamdaki düşünce uygu-
lamasının çok uzağındaymış gibi göstermenin, ancak
"meraklısının" ilgı duyabileceği bir alan olarak tanıtmanın
sonuçta nasıl gerçek anlamda düşünmeye yabancı kal-
maya yol açabileceğini dile getirmeye çalışmıştım.
Yaşamın bütünlüğü bağlamına oturtulamamış ya da o
bağlama gerekli göndermeleri içermeyen bir sanat kura-
mı eğitimi de benzer bir sakıncayı beraberinde getirebilir;
böyle bir eksikliği içeren bir tanıtım sonucu, birincil ama-
cı imge yaratmak olan sanatsal eylemin başkaca bir ama-
cı olamazmış/olmamalıymış gibi bir izlenirn doğabilir; gün-
lük yaşam uygulamasından kaynaklanan sorular ve sorun-
lar karşısında umursamaz ya da nesnel kalmayı yeğleyen
bir tavır, sanat bağlamında nerdeyse bir olması gerekene
dönüştürülebilir. Salt imgenin biçimi üzerinde odaklaştın-
lan ölçütler ve tartışmalar, sanatın aynı zamanda toplum-
sal bir olgu olma niteliğini sakıncalı boyutlarda perdeleye-
bilır. Işın zanaatiyle sınırlı kalan bir hüner, sanat eserinin
tümel değeriendirilmesinin ölçütü kılınabilir. Goethe'nin
"Aynı zamanda bir zanaatkâr olmayan bir sanatçı, iyi bir
sanatçı değitdir; gelgelelim bizim sanatçılanmızın çoğu da
zanaatkâr olmaktan ıleri gidemıyor" sözü, degindiğimiz sa-
kıncaları açık seçik özetlemektedır.
Sanatla yaşam arasındaki bağı en özlü biçimde dile ge-
tiren sözlerden biri de, Van Gogh'a aittir: "Dünya, tamam-
lanmamış bir taslaktır." Bu sözden yola çıkan sanat tarih-
çısi Arnold Hauser, "Sanatın Toplumbilimi" başlıklı ese-
rinde, sanatın ve yaşamın bütünlüğüne ilişkin olarak şöy-
le der: "Yaşamı değiştirmek, sanatın sürekli yönelimidir;
dünyanın, Van Gogh'un deyişiyle, 'tamamlanmamış bir
taslak1
olduğu duygusu oimasaydı, sanattan da genyepek
bir şey kalmazdı. Sanat, kesinlikle salt iç dünyaya yöne-
Iik, olup bitenleri öylece kabullenen ya da kendini edilgin
bir tutumla onlann akışına bırakan bir tutumun ürünü de-
ğildir." Hauser, sanatın etkin tutumu ve konumu bağlamın-
da da şu saptamayı dile getirir: "Sanattan ister bir geçim
aracı, rekabette birsilah, saldırganca içgüdülerin hafifleş-
tirilmesi için bir yol olarak yarahanılsın, ister yıkma ve yoz-
laştırma isteklerini yatıştıncı bir araç sayılsın ya da sanat
aracılığıyla nesnelehn eksik yanlannın giderilmesine, bu-
lanık ve donuk biçimlerine, anlam ve amaçtan yana ye-
tersizliklerine baş kaldınlsın, sanat hep gerçekçi ve etkin
tutumdadır; uygulamadan kaynaklanan sorular karşısın-
da ilgisizya da yansız bir tutumu sergilemesi, kuraldışı bir
durumdur."
Kanımca bu konu, edebiyat eğitimi ve özellikie de, ister
dünya edebiyatı, ister Türk edebiyatı çerçevesinde olsun,
edebiyat ürünlerinin değerlendirilmesi bakımından büyük
önem taşıyor. Üç hafta kadar önce, "Biraz da Edebiyat
Yapsak..." başlıklı yazımda, edebıyatın bilgi kaynağı olma
özelliğinden söz ederken, Manc'ın Balzac'ın romanlann-
dan aldığı tarih dersleri üzerine söylediklerini de -Prof. Dr.
Nermi Uygur'a gönderme yaparak- alıntılamıştım. Sanat
ile yaşamım bütünlüğünün ne ölçüde bir "olması gere-
fcen"niteliğıyle tartışılabileceği, ayrıca ele alınması gereken
bir konu. Ancak bugüne kadar yaratılmış sanat ve edebi-
yat ürünlerini böyle bir bütünlük bağlamında irdelemenin,
sanata ilişkin çok daha somut bilgiler sağlayacağı da ke-
sın bir gerçek.
İnsanın estetik eğitimini, yaşamı çıkış noktası alarak ger-
çekleştirmek, çoğu kez sanıldığının aksine, sanatı bağım-
lı değil, ama çok daha güçlü ve canlı kılar...
Bip yazardan herkes için denemeter
H Kültür Servisi - Bilim adamı, yazar ve çevirmen Tahsin
Yücel'ın denemelenni topladığı yeni kitabı "Yazın, Gene
Yazın", Yapı Kredi Yayınlan'ndan çıktı. Özellikie "roman
üzerine bir çözümleme çalışması aracılığıyla yapısalcı
yöntemin Türkçe'deki ilk kapsamlı örneği" olan "Anlatı
Yerlemleri" (1979, YKY 1993) gibi bilimsel çahşmalannda
açığa çıkmakla biriikte, Tahsin Yücel'in bılim adamı
özelliklerini bütün yazı ve çevirilerinde bulmak mümkün.
Özellikie de çok sayıda okur için belki en anlaşılır, en kolay
okunuryanı olan deneme yazarlığında. "Yazın, Gene Yazın",
Tahsin Yücel'ın edebiyatta folklor ve gelenek, alay ve acı,
yazann bağımlılığı, okurdan beklentileri ve "yann"a kalması,
kitap tanıtımı vb. gibi başlıca konulan ele alarak
yazı/yazar/okur üçgeni çevresinde yazdığı denemelerden
oluşuyor.
Mimar Sinan Üniversitesi'nde öğretim
üyeleri sergisi
• Kültür Servisi - Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi. kuruluşunun 112. yılını bir sergiyle kutluyor. Tüm
Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üye ve yardımcılannın birer
yapıtla katıldıgı sergi, Fındıklı'daki ünıversite binası Osman
Hamdı Bey Salonu'nda ve Resim Heykel Müzesi Şeker
Ahmet Paşa Salonu'nda 8 nisana dek sürecek. Bu yıl, okulun
kuruculanndan Osman Hamdı Bey anısına düzenlenen sergi,
her yıl kurumun geçmişinde önemlı rol oynamış büyük
sanatçılar adına yınelenecek. 19. yüzyıl Osmanlı
lmparatorluğu'nda Batılı anlamda kurulmaya başlanan
okullardan biri, güzel sanatlar alanında kurulaniann ilki olan
Sanayi-i Nefıse, Osman Hamdi Bey'in öncülüğünde,
Paris'teki Ecole Natıonal des Beaux-Arts ve Viyana'daki
Akademie der Bildenden Künste'den esinlenerek yaratılmış
ve 1883 yılında çahşmalanna başlamış, Türkiye
Cumhuriyetı'nin kurulmasıyla Güzel Sanatlar Akademisi
adını almış. Cumhuriyet döneminin ılk mimarlannı,
ressamlannı ve heykeitıraşlannı yetiştiren kurum, 1982
yılından bu yana Mimar Sinan Üniversitesi adıyla Türk kültür
ve sanat yaşamına büyük katkılarda bulunuyor.
İstanbul Devlet Senfoni
Orkestrası'nda program değişikliği
• İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın bu haftaki olağan
konserlerinin programı değişti Degişikliğe göre, bu haftaki
konserlerde Chopin ve Brahms'ın yapıtlan seslendirilecek.
Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu'nda cuma günü
19.00'da ve cumartesi sabahı 11.00'de gerçekleştirilecek
konserlerde orkestrayı şef Erol Erdinç yönetiyor, pıyanist
Meral Güneyman solist olarak katılıyor. Daha önce
konserlerde Borne, Bartok ve Brahms'ın yapıtlannın
seslendirileceği ve Meral Güneyman'Ia biriikte flütçü Gülşen
Tatu'nun da katılacağı duyurulmuştu.
kona Semmerleri
• Kültür Servisi- Ayasofya Müzesi araştırma görevlilerinden
Nılay Yılmaz, dün KÜSAV'da başladığı ikonalar hakkındakı
seminere 22 martta devam edecek. Avrupa'da 20. yüzyılın
yansından ıtibaren sanatseverlerin dikkatıni çekmeye
başlayan ikonalar, ülkemızde de çok tanınmıyor. Ülkemızde
yalnızca Ayasofya, Antalya ve Sinop müzelerinde ikona
koleksiyonu bulunuyor. Bu eksikliği gidermek için Kültür
Bakanlığı'nın karanyla ve bakanlık müsteşan Prof. Dr. Emre
Kongar'ın destegıyle Ayasofya Müzesi ikonalannı tanıtan iki
ciltlik eser yine Nilay Yılmaz tarafindan hazırlanarak
yayımlanmıştı.