22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Anar SOMUNCUOĞLU TUSAM RusyaUkrayna Araştırmaları Masası asomuncuoglu@tusam.net Bölgede istikrarsızlık artıyor… C S TRATEJİ 19 varlığı bugüne kadar sürdürüldü. Balkanlarda ise benzer sürecin, bu bölgede ABD askeri varlığının oluşturulması yönünde kullanıldığı görülüyor. ABD ve Rusya arasındaki fark, Kosova’nın bağımsızlığı konusunda tam olarak sergilendi. İki ülke de etnik çatışmaları kendi nüfuz alanlarını oluşturmak için kullanıyor. Ancak bu süreç içerisinde Rusya, "koruma altına aldığı" bölgeleri hukuki bağımsızlığa kavuşturma isteğine ve gücüne sahip değildir. ABD ise, Kosova’nın bağımsızlığının tanınması noktasında hem böyle bir niyete hem de uluslararası topluluğu sürükleyecek güce sahiptir. Dolayısıyla ABD ve Rusya’nın etnisite kartını kullanmalarının sonuçları düzey olarak farklıdır. ABD’nin etkisi istikrarsızlaştırma ile kalmayarak, bölgedeki ve dünyadaki diğer etnik ayrışmaları tetikleyebilecek, uluslararası hukuku etkileyebilecek niteliktedir. I rak savaşının başladığı 2003’de Ortadoğu’daki askeri varlığını yeni bir düzeye bağımsız bir ülkenin doğrudan işgaline taşıyan ABD’nin ortaya attığı Büyük Ortadoğu Projesinin önemli bir ayağının Büyük Karadeniz Projesi olduğu anlaşıldı. Bu çerçevede 2003’de Gürcistan, 2004’de ise Ukrayna’da Batı yanlısı yönetimlerin iktidara gelmesi için çaba sarf edildi ve başarılı olundu. 2003’den başlayarak Moldova Komünist Partisi yönetimiyle yapılan görüşmeler neticesinde Moldova’nın da "devrim" olmadan Batı’ya yönelmesi sağlandı. 20052006 yıllarında ABD, Romanya ve Bulgaristan’da askeri üs anlaşmaları yaptı ve böylece bu iki Karadeniz’e kıyıdaş ülkeye askeri olarak yerleşti. Karadeniz havzasının ABD’nin kontrolü altına girmesinin şartı ise, başlatılan "Doğu’ya doğru ilerleyişin" sürdürülmesi, yani Ukrayna, Moldova, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın Batı ile bütünleşmesinin sağlanmasıdır. Karadeniz’de etnik kozlar Karadeniz bölgesindeki ilerleyişini Moldova, aynen Ukrayna gibi, tarihte farklı zaman dilimlerinde Rusya tarafından ele geçirilen bölgelerden oluşuyor. Nitekim, Rus Çarlığı tarafından en önce ele geçirilen Dinyester nehrinin sağ tarafındaki Rus nüfusunun ayrılıkçı talepleri sonucu, bu bölge Moldova’nın fiili kontrolü altında değil. Ne var ki, buradaki gelişmeler, Gürcistan’dakinden farklı bir seyir içerisindedir. Bugün Moldova ve Rusya arasında aktif görüşme süreci devam ediyor. İddialara göre, Dinyester’deki dondurulmuş çatışma konusunda iki taraf da çözüme yakındır. Son zamanlarda MoldovaRusya ilişkilerinin seyri, bu iddiayı doğrular niteliktedir. Ne var ki, 2003 yılında da Rusya’nın askerlerin kalıcılığı konusundaki ısrarının ve Batı ülkelerinin müdahalelerinin sonucu olarak, imzalanmaya hazır bir anlaşmanın ortada kaldığı hatırlatılmalıdır. Bugün de Batı tarafı, Dinyester problemi konusunda 5+2 (Rusya, Ukrayna, AGİT, ABD, AB ve Moldova ile Dinyester bölgesi) görüşmelere dönülmesinden yanadır. Bugün görünen o ki, Moldova ve Rusya bir orta yol arayışı içerisindedir. Bu orta yol arayışında ise belirleyici olan Dinyester bölgesindeki halkın durumu değil, Rusya’nın güvenlik endişelerinin giderilmesidir. Bu endişe, zaman içerisinde Moldova’nın Romanya ile birleşmesi ve bu durumun Rusya’nın güvenliği açısından yaratacağı durumdur. NATO aracılığıyla yapmak isteyen ABD ile bu duruma karşı çıkan Rusya etnik kozları kullanıyorlar. Kilit konumdaki Türkiye’nin ise milli TÜRKİYE ANAHTAR ÜLKE kimliği zayıflatılmaya çalışılıyor. İSTİKRARSIZLIKLARIN ARTMASI Gürcistan ve Ukrayna’daki iktidar değişikliklerinden sonra, bu devletlerin Batı ile bütünleşmelerini kolaylaştırmak için Batı kurumlarının devreye girmesi gerektiği açıktı. Ancak kısa süre içerisinde, AB’nin Ukrayna ve Gürcistan’a üyelik perspektifi veremeyeceği anlaşıldı. AB’nin bu yaklaşımının Ukrayna ve Gürcistan için bir Batı çıpası işlevini yerine getiremeyeceği açıktı. ABD ise, böyle bir çıpanın NATO olabileceği kararına vardı. ABD’nin, iki ülkeye NATO perspektifi verilmesi önerisini Batı Avrupa başından beri serinkanlı karşıladı. Buna rağmen ABD çabalarının, 2008 NATO zirvesinde sonuçsuz kaldığını söylemek mümkün değildir. Ukrayna ve Gürcistan için Üyelik Eylem Planı kabul edilmemiş olabilir, ancak zirvede bu ülkelere doğru NATO genişlemesinin devam edeceği yönünde prensip karar alındı. Dolayısıyla bu konusundaki AvrupaABD anlaşmazlığı stratejik değil, taktik boyutlardadır. NATO’nun genişlemesiyle alakalı olarak Rusya, sadece kısa bir tenefüs molası kopardığının farkındadır. Dolayısıyla Rusya’nın, Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya sokmamak için çabalarını sürdürmesi gerekiyor. Tartışmalı geçen NATORusya Konseyi’nin toplantısında Rusya, sadece zaten fiilen parçaladığı Gürcistan’ın değil, şimdiye kadar toprak bütünlüğünü tanıdığı Ukrayna’nın bile NATO’ya üye olması halinde parçalanabileceğini göstermeye çalıştı. Toplantıdan sonra çıkan haberlere ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un açıklamalarına göre, tartışmalar sırasında Putin, üstü kapalı olarak Kırım meselesini dile getirdi. 1997’de Ukrayna ve Rusya arasında Putin kapsamlı bir anlaşma imzalandıktan sonra kapanmış gibi görünen sorun böylece tekrar gün ışığına çıkarıldı. Ayrıca Rusya, Kosova etrafındaki tartışmaları kullanarak, Gürcistan’ın ayrılıkçı bölgelerinin bağımsızlık taleplerini pekiştirecek adımlar atmaya başladı. Rusya, Abhazya ve Güney Osetya ile ilgili olarak "tanıma dışında her şey" formülünü uygulamaya koymuş durumda. E DİNYESTER HATTI Gürcistan ile Ukrayna’daki problemlerin benzerlerini yaşayan ve bundan dolayı BDT içindeki Batıcı ülkeler arasında sayılan Moldova, bugün NATO genişlemesi bağlamında konu edilmiyor. Karadeniz havzasındaki durum genel olarak değerlendirildiğinde, 20032006 döneminde ABD’nin bölgede karşılaştığı sorun, ortağı Türkiye’nin ABD’den uzaklaşmış olması ve Rusya ile yakın işbirliği içerisine yönelmesiydi. Bunun en çarpıcı örneği, Türkiye ve Rusya’nın Karadeniz’de ABD deniz gücünün varlığına ortaklaşa karşı çıkmış olmalarıdır. Bölgedeki çıkarlarının RusTürk işbirliğinden dolayı zedelendiğinin farkında olan ABD, yeni bir yaklaşım geliştirdi. Bu yaklaşımın amacı Türkiye’yi yanına çekmekti. Bu amaçla Türkiye’ye karşı sindirmeözendirme politikası devreye sokuldu. Özendirme olarak Türkiye ve Batı arasındaki enerji işbirliği canlandırılarak, Türkiye’nin enerji piyasasında belirleyici aktör olma planları desteklendi. İdeolojik bazda ise Rusya’nın hala bir tehdit olduğuna dair algılama yerleştirilmeye çalışıldı. Ancak aynı süreç içerisinde Türkiye’ye karşı Ermeni iddiaları kullanılarak Türkiye’nin Ermenistan ile sınır kapılarını açması sağlanmaya çalışıldı. PKK terör örgütü saldırıları da diğer bir baskı unsurudur. Bu süreç içerisinde Türkiye üzerindeki etnik ayrıştırma çabaları arttı. Kısacası Türkiye’yi "kazanmaya" çalışan ABD’nin bunu "kabadayı" üslubuyla yaptığı gözlendi. Süreç içerisinde Temmuz 2006’da ABD ve Türkiye arasında ortak vizyon belgesi imzalanarak, iki ülkenin bölgesel ve küresel problemlerle ilgili çakışan çıkarlara sahip oldukları vurgulandı. Enerji konusunda denge TNİK KART DEVREDE politikasından vazgeçen Türkiye, tekrar tamamen Batı projelerine bel bağladı. NATO’nun genişlemesi konusundaki rekabet Yaşanan gelişmeler, bulunduğumuz dönemin Soğuk çerçevesinde, "taarruz eden" ABD’nin de, "savunma Savaş döneminden ne kadar farklı olduğunu gözler yapan" Rusya’nın da ellerindeki etnik kartları önüne seriyor. ABD’nin Büyük Karadeniz Projesinin olabildiğince kullandıkları dikkat çekicidir. Sovyetler gerçekleştirilmesi noktasında Türkiye anahtar ülkedir. yıkılırken, Abhazya, Güney Osetya ve Dinyester Ermenistan dahil Güney Kafkasya ülkelerinin Batı ile bölgesinde patlak veren etnik ve kültür çatışmalarının bütünleşmesi ve Hazar havzasından Batı piyasalarına kullanılması sonucunda bu bölgelerdeki Rus askeri enerji kaynaklarının aktarılması gibi amaçların Türkiye olmadan Yuşçenko Saakaşvili gerçekleşmesi imkansızdır. Ayrıca Türkiye’nin bugünkü çıkar algılamaları çerçevesinde ABD’nin Karadeniz’deki askeri varlığının sağlanması mümkün değildir. ABD açısından Türkiye’nin bu "vazgeçilmezliği", Türkiye’yi içeriden kontrol etme ve dönüştürme zorunluluğunu getiriyor. Zira bugünkü ABD’nin dış politikası, çıkarlar uyumuna değil, tabiri caizse kimlikler uyumuna dayanıyor. Kimliğin çıkarı belirlediğine inanan ABD, çıkarlarına uygun olarak hedef ülkelerdeki milli kimlikleri zayıflatma veya güçlendirmeye çalışıyor. Bu bağlamda, Türk milli kimliğinin ABD tarafından bölgedeki çıkarlarına bir tehdit olarak ele alındığı ortadadır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear