24 Aralık 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cumhuriyet Strateji 6 Ekim 2008/223 ST R A T E J İ c 21 mada ölmüştür. Bahattin Şakir, Nusret Bey, bunların yaverleri gibi İttihatçılar da Ermeniler tarafından yurt dışında öldürülmüşlerdir. Dolayısıyla savaş mahkemesinin verdiği cezaların infazı, Ermeniler tarafından zaten intikam mantığıyla yapılmıştır. gun yer sayılacağını söylemek Osmanlı Devleti’ne mümkün müdür? Örneğin isyan eden genelevde veya hapishanedeki Ermenilerin yaptığı annebabaların çocukları için, katliamlar... ‘çocuğun yeri annebabasının ikametgahıdır’ demek akla yatkın mıdır? Dolayısıyla, çocukların göç ettirme uygulamasından muaf tutulmasının, göç sırasında yaşanabilecek zor koşullara çocukları muhatap ettirmemek amacına yönelik olduğunu görmemeye imkan var mıdır? Çocukların göç ettirme uygulamasından muaf tutulmasının, değil Ermeni varlığını yok etmek, bilakis korumak için yapıldığı açık değil midir? Daha ötesi, çocukların Müslüman ailelerin yanına verilmesi, bugünden bakıldığında tuhaf gözükmektedir, evet. Fakat bu, Osmanlı’nın yüzyıllarca uyguladığı devşirme sisteminin ta kendisidir. Osmanlı yöneticilerinin birçoğu zaten devşirmedir. Nitekim Osmanlı idare mekanizmasının işleyişini yüzyıllar boyu bu devşirme sistemi oluşturmuştur. Bu gerçek nasıl inkar edilebilir? Bugünün kavramlarıyla geçmişi değerlendirip, sonra da yargılamak, bilim ahlakına uygun mudur? Üçüncüsü; suçun faili Türkler değildir. Eğer bir fail aranacaksa, bu, ancak ve ancak, Osmanlı hükümeti olabilir. Osmanlı hükümeti denilen de, İttihat Terakki Partisi hükümetidir. Ancak bu ‘hükümet’ ifadesi de yanıltıcı olabilir. Çünkü, II. Meşrutiyet’in (1908) ilanından sonra, padişahın yetkileri, Meclisi Mebusan’ın tekrar açılması suretiyle sınırlandırılmıştır. Ancak bu sınırlandırma, egemen değişikliğine yol açmamıştır. Osmanlı padişahı egemen olmaya devam etmiştir. Egemen olan padişah, meşruiyetini halktan da almamaktadır, ona egemen olma ve her uygulamasının meşru olması yetkisini veren Tanrıdır. Müslüman olmayan tebaa da bunun dışında değildir. Dolayısıyla, gayri Müslimlerin yargılama veya vergi bakımından Müslüman tebaadan farklı uygulamalara tabii olmaları, padişahın egemenliğinin dışında oldukları anlamına gelmemektedir. Şu halde, bir fail aranacaksa, bu, Osmanlı padişahı ve hükümet üyeleridir. Ayrıca, Tehcir örneğinde, kurumsal irade ve kolektif irade unsurlarına da rastlanmamaktadır. Birkaç tane asker veya sivil memurun yaptığı, sadece kendisini bağlayacak, münferit aşırılığın kurumsal/kolektif irade özelliği taşımasına imkan yoktur. Ermenilerin ölümleri üzücüdür. Ancak Doğu Cephesinde 800 binin üzerinde ölüm olduğu akla geldiğinde, ölen gayri Müslim ve Müslüman tüm Osmanlı tebaası için üzülmek gerekir. KARARI İNGİLİZLERİN Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ermenilere yönelik soykırım yapıldığı iddialarını İngilizlerin araştırdığı ve gerekiyorsa bu konuda yargılama yapmak için Malta’da hazırlık yaptıkları biliniyor. Daha sonra İngilizlerin iddiaları temellendirecek bir kanıt bulamamaları nedeniyle bu amaçlarını gerçekleştiremedikleri de bir başka gerçek. Şu halde, cephelerde savaşan Müslüman askerlerin açlık içinde oldukları, Ermenilerin ise cephe gerisinde yaşamlarına devam ettikleri hatırlandığında, tehcirin, Ermeni varlığını korumak için yapıldığını söylemek mümkündür. Ermenilerin, genel ve özel kastın mevcudiyetini ispat edecek belgelere sahip olduklarını söylemelerine gelince, bunların düzmece belgeler olduğu araştırmalarla sabittir. Beşincisi; Şu ana kadar Ermeni iddiasının varsayımlarından hiçbiri soykırım suçunun unsurlarını oluşturamamıştır. Dolayısıyla aslında, suçun hukuka aykırılık unsurunun oluşup oluşmadığını incelemeye bile gerek kalmamıştır. Fakat yine de tekrar edilirse, Osmanlı yönetimi, kamu düzenini ve genel asayişi sağlamak için Ermenileri göç ettirmiştir. Şu halde Ermenilerin varsayımlarının soykırım suçunun unsurlarını oluşturmadığı hukuken açıktır. Tüm bunların dışında şu hususları da hatırlatmak gerekir: İlk olarak, Birinci Dünya Savaşı içinde, Osmanlı hükümeti, Tehcir uygulaması sırasında aşırılık yapan sivil ve askeri idarecileri mahkemelerde yargılamış ve bu kimselere hapis, kürek çekme cezası vb. verilmiştir. İkincisi, Birinci Dünya Savaşının bitiminde Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Bu ateşkesi müteakip İngilizler, Osmanlı hükümetinden, Tehcir Kanununun çıkartılması ve uygulanmasından yana olan hükümet üyeleri hakkında yargılama başlatmasını istemişlerdir. Osmanlı, İngilizlerin bu isteğini yerine getirmiştir. Ancak Talat, Enver ve Cemal Paşalar ve diğer İttihat ve Terakki ileri gelenleri 1 Kasım 1918 tarihinde yurt dışına kaçtıklarından, bunların yargılanması gıyabi olmuştur. 27 Ocak 1919 tarihinde Tehcir uygulamasının soruşturulması çerçevesinde tutuklamalar başlamıştır. Daha sonra bir savaş mahkemesi kurulmuştur. Mahkeme kurulduktan sonra tutukluların yargılanmaları neticesinde suçlu bulunanlar, hapis ve idam cezasına çarptırılmışlardır. Talat, Enver ve Cemal paşalar hakkında verilen idam cezası, onlar yurt dışında olduklarından uygulanamamıştır. Ancak, Talat ve Cemal Paşalar zaten, Ermenilerce, yurt dışında öldürülmüşlerdir. Enver Paşa ise Orta Asya’da bir çatış PLAN YOK Dördüncüsü; Tehcir uygulamasındaki yazışmalar, emirler ve diğer belgeler, dedektiflik yapmaya gerek olmayacak kadar açıktır: ‘İttihat Terakki hükümeti, bilerek ve isteyerek, Ermenilerin ölümlerine sebep olmamıştır’. Nitekim pek çok genelgede, göç ettirilenlerin can ve mal güvenliğinin sağlanması gerekliliği sıklıkla tekrar edilmiştir. Dolayısıyla, Ermenileri, kısmen veya tamamen yok etmeye yönelik bir örgütlenme, bir plan ve bu planın uygulanması söz konusu değildir. Ayrıca sistematik bir katliamdan söz etmeye imkan yoktur. Zaten Osmanlı yöneticilerinin böyle bir niyeti olmuş olsaydı, soykırım yapmak için, tehcir yapma masrafına katlanmazlardı. Çünkü, savaş ortamında, Ermenileri bulundukları yerlerde öldürmek daha maliyetsiz olurdu. Üçüncüsü; İngilizler, tehcir uygulamasını yapan veya bu uygulamaya müdahil olanlardan, kendilerince önemli bulduklarını Malta’ya göndermişlerdi. Çünkü İngilizler, bu kişilerin yargılamasının, Osmanlı hükümetinin kurduğu Savaş Mahkemesince yapılmasını istememişlerdir. Dolayısıyla, 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Antlaşması ile savaş suçlularının yargılamalarının uluslararası veya yabancı bir mahkemede yapılması öngörülmüştür. Bunun üzerine, İngilizler, delil araştırmasına girişmişlerdir. Ancak, tehcirin, soykırım suçunu oluşturduğuna dair herhangi bir delile ulaşamamışlardır. Nitekim, 29 Temmuz 1921 tarihinde, İngiliz kraliyet savcılığı, tutuklular hakkında dava açılmasına imkan verecek herhangi delile rastlanmadığına karar vermiştir. Dördüncüsü; Birinci Dünya Savaşının bitimindeki işgaller, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşını doğurmuştur. Bu savaşla, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk halkı işgalcileri ülkeden çıkarmıştır. Osmanlı padişahı ve hükümet üyeleri yurt dışına kaçmışlardır. Dolayısıyla Sevr Antlaşması uygulanamamıştır. Bunun yerine Türk hükümeti, işgalciler ile 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşmasını imzalamıştır. İşte bu antlaşmada, savaş sırasında davranışları dolayısıyla suç işlemiş sayılabilecek kişiler için genel af ilan edilmesi öngörülmüştür. Antlaşmanın gereği olarak da genel af ilan edilmiştir. Bu bağlamda, tüm anlatılanlardan şu sonuçları çıkarmak mümkündür: Ermeni iddiasındaki varsayımlar soykırım suçunun oluşmadığını göstermektedir. Tehcir kanunu ile bir savaş suçu işlenmişse de, bu kişiler hem savaş içinde Osmanlı hükümetinin kendi iradesiyle, hem de savaş sonunda İngilizlerin talebiyle yargılanmışlar ve cezaları infaz edilmiştir. Ayrıca İngiliz Kraliyet savcılığı, yaptığı arşiv incelemelerinde bir soykırım olduğuna dair delile rastlamamıştır. Daha da önemlisi, Lozan Antlaşması ile genel af ilan edildiğinden, Birinci Dünya Savaşı içindeki tüm savaş suçları affedilmiştir. Bu çerçevede, soykırımın varlığı iddiası ancak ve ancak, Lozan Antlaşmasını tanımamak demektir. Lozan Antlaşmasını tanımamak ise ancak ve ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini tanımamak demektir. Sonuç itibariyle, AKP hükümeti, bu gerçeğin ışığında, TürkiyeErmenistan ilişkilerini ele almalıdır. Aksi halde, AKP hükümeti, kendi temsil ettiği devleti tanımayan, dolayısıyla da kendi kendini yok sayan bir hükümet olarak tarihe geçecektir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear