Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 Necdet ADABAĞ ski zamanlar gibi değil, insanlar, çoğunlukla, uçak ile yolculuk yaptıkları için ilk uğrak yerleri gidecekleri ülkenin havaalanları olur. İlk izlenimler de havaalanlarında edinilen izlenimlerdir. Londra’ya beş tane havaalanından birine, Stansted Havaalanı’na inince doğrusunu isterseniz hiç etkilenmedim. Etkilenmem mi gerekiyordu? Evet, çünkü bir ülkeyle ilgili ilk izlenim çok önemli bence. Stansted, Hindistan’dan bildiğimiz bir yapıya sahipti. Sanki bir sömürge havaalanına inmiş gibi oldum. Bir tek, Hindistan’daki gibi yerlerde yatan insanlar yoktu. Pasaport denetimi için karşımıza bir de Asyalı bir polis çıkınca galiba ben yolumu şaşırdım Londra’ya ineceğime Yeni Delhi’ye indim diye düşündüm. Burada ilginç olan Asyalı görevlinin beni sorgularken kendisinin İngiliz olduğunu söylemesi ve yanındaki meslektaşının da ki o da siyahtı, üstüne basa basa onun Pakistanlılığını vurgulamasıydı. Bir beş saat kapıda beni bekletirler mi gene, acaba, gelgitleriyle kafam doluyken adamın bana sıcak davranmasından mutlu oldum. Öğrencilik yıllarımda İngiltere’ye gittiğimde beni kapıda durdurduklarını ve beşaltı saat beklettikten; Londra Öğrenci Müfettişliği’nden öğrenci olduğuma ilişkin olur alındıktan sonra içeri girebildiğimi, unutmamıştım. Böyle bir Kriz bankaları vurdu... olayı bir daha yaşamamak için önlemimi almıştım. Artık vize gerekliydi. Vizeniz olmadan içeri girmeniz olanaksız. Bu kez yeşil pasaportuma karşın birkaç gün İngiliz Konsolosluğu’na taşındım. Oradaki sorgulama da bence çok onur kırıcıydı. Parmak izleri ve sizin dışarıda çektirdiğiniz fotoğrafa karşın gene kendilerinin de kendi olanaklarıyla sizi duvara dayamaları olacak gibi değildi. ‘Ne işin var, sen de gitme’ diye söylenenleri duyar gibi oluyorum. ‘Ne yaparsınız! Evlat belası’ demek geliyor içimden ama yalnız o da değil… Bu konuda çuvaldızı kendimize batırmamız gerektiğini de unutmayalım (Bknz.Oktay Ekşi,Hürriyet,06.09.2008) Doğudan, batıdan öğreneceğimiz çok şeylerin olduğuna; dışa kapalılığın insana çok şey kaybettireceğine inanıyorum. Geniş bir dünya görüşüne sahip olmanın koşulları vardır. İnsanlar her zaman karşılaştırmalara açık olmalıdır. Gittiğiniz her yerde kafanızın arkasında ülkeniz varsa, ki var, gittiğiniz her ülkeden öğrenecekleriniz var demektir. Yabancı ülkeye gitmek demek sokaklarda aylak aylak dolaşmak demek değildir. İlk kez ben 1970’de gitmiştim İngiltere’ye. O günden bugüne değişen ne vardı merak ediyordum. Hiçbir şey değişmemişti. Hayır, abartıyorum. Değişen birçok şey vardı. Hayır gene abartıyorum birçok değil, kimi şeyler vardı. Belki vardı ya da yoktu ama değişmeyen bir tek şey vardı: Disipline, düzene, saygıya ve kibarlığa, nezakete dayalı bir toplumsal dizge vardı. O zaman da vardı, şimdi de var. Peşinen söyleyeyim beni en çok etkileyen de o düzen, o nezaket, E nadabag@gmail.com Ekonomileri zorda ancak insanlar geleceğe güvenle bakıyor… ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 6 Ekim 2008/223 İngiltere izlenimleri Bir dönemin ‘üzerinde güneşin batmadığı imparatorluğu’ son dönemde ekonomik sıkıntılar yaşıyor. Dönmeyen krediler nedeniyle bankalar batıyor, bazılarına da el konuluyor. Ekonomik kriz rakamlara da yansımış durumda… önünüze açabileceğiniz kadar büyük ve incelemeden, bir bakışta, anlayamayacağınız kadar geniş ve ayrıntılı bir yeraltı ulaşım ağı var. Söz gelimi beş kat yerin dibinden uçarak giden metroları gördüğünüzde adamlar bunları ne zaman yapmış demek geliyor içinizden. İçinizdekini dışa vurduğunuzda da ‘bize atalarımızdan kaldı’ dediklerini duyuyorsunuz. Otuz yıl önce de metro vardı İngiltere’de. Ve çok daha öncelerden. 1800’lerde yapımına başlandığı söylenmekte ve giderek genişlediği ve etkinleştiği. Ve vızır vızır çalışan yürüyen merdivenleri kuyudan çıkan çıkrıklar gibi. Geldikleri derinlikler belirsiz. Belirli olan taşıdıkları insan kalabalığı. Çok renkli, çok esenlikli ve mutlu insan kalabalıkları çok şaşırtıcı. Bu varsıllığın arkasında koca bir Britanya İmparatorluğu var, diyenleri duyar gibi oluyorum. Eğer doğruysa denilen, İstanbul’daki Tünel yapımı sırasında Ruslar kente bir metro ağı kurulmasını önermişler de bizim Osmanlılar öneriyi önemsememişler bile. Geçmişimizle övünürken duygusallığı bırakmamız gerektiğini söylemek istiyorum. Hiç kimse İngilizlerin koca bir imparatorluğun kalıtçısı ve bu nedenle çok varsıl olduklarından; kaynaklarının bolluğundan söz etmesin! Biz kimin torunlarıyız acaba? Bizim atalarımız da üç kıtada at koşturmadılar mı? Metro ağı gibi otoyol ağı da çok gelişmiş ve yetkinleştirilmiş. Otoyollar çok denetimli. Yollarda trafik polisleri yok. Belirtilen hız sınırını aştığınızda sizi saptayan fotoğraf makineleri, ardından faturayı evinize yollayan bir denetim dizgesi var. Polis kimseyle muhatap olmuyor. Siz de polisle. İngiltere bugün ulaşıma bütçesinden 10.150 milyon sterlin ayırmaktadır. Bütçenin yüzde 3’ü. TURİZMDE HARCAYANLAR... o saygı, o disiplin oldu tıpkı ilk kez gittiğimde olduğu gibi. Ve bir de okuma sevdası. Cambridge’de dil okuluna giderken öğretmenimizin ders aralarında cebinden kitabını çıkartıp okuması beni o genç yaşımda çok etkilemişti. O zamanlar İngiltere’de adam başına düşen kitap sayısı altıydı; bugün on iki. Dünyada bir tek ülke onların önünde; o da Japonya. Adam başına yirmi beş kitap düşüyor. Adımınızı evinizden dışarı atar atmaz tren önünüzde. Şaşmaz tren saatlerine uyduğunuz sürece beklemeniz söz konusu olmayabilir. Öyle bir düzen kurulmuş. Kentler arası trene binmedim ama kent içi trenlerin hızlarına bakılacak olursa çok hızlı trenler yapmışlar. Oraları çoktan aşmış Avrupa. Londra Paris arası iki saat. İngiltere hızlı trenlerini Hindistan’a da götürmüş. Metrolar da öyle. Londra’da bir harita olarak O geniş ve yetkin metro ağından istediğiniz yere kısa zamanda ulaşma olanağınız var. Biz de ilk olarak tarih kitaplarımızdan aklımızda kalan bir yere Trafalgar Meydanı’ndaki National Gallery’ye gitmek istedik. O görkemin içinde bize tanıdık olan bir atamızın da resmini görecektik. Gentile Bellini’nin yaptığı Fatih portresinin yerinde yeller esiyordu. Oysa kırk yıl önce gittiğimde oradaydı. Kimse ne olduğunu söyleyemedi. Daha sonra bir dergide satıldığını okudum. National Gallery başlı başına bir olay. O kadar çok başyapıt gördüm ki hangisinden söz edeceğimi bilemiyorum. Dahası, yeri olmadığını düşünüyorum. Ancak oraya gelen ve bilgilenmek, görgülenmek isteyen yüzlerce insan gördüğümü ve bir tek olsun bir yurttaşıma rastlamadığımı söylemek istiyorum. Londra’da müzelere giriş ücretsiz. Ama kiliselere değil. Örneğin, İtalya’nın tam tersi. National Gallery’nin ziyaretçi sayısı yılda ortalama 46 milyondur. 20022004 dönemine ilişkin verilere göre İngiltere yılda 48 milyar dolarlık turizm harcaması yapıyor; 23 milyar dolarlık turizm geliri elde ediyor. İngiltere yılda yaklaşık 28 milyon turist ağırlamaktadır. Bu turistlerin 13.5 milyonu Londra’yı ziyaret etmektedir. Bu sayı İtalya ile