24 Aralık 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

18 Erdal SARIZEYBEK TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı esarizeybek@tusam.net T arihler 2007’nin 12 Nisan’ını gösterdiğinde, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt basın mensuplarına terörle mücadelenin başarı parametrelerini sıralıyordu. Altı parametre üzerinden yola çıkan Büyükanıt, son başarı ölçütü olan yetki konusunu şu şekilde dile getirdi; “Tabii yasaların zamana bağlı olarak yenilenmesi değiştirilmesi çok doğaldır. Yasalar yaşayan olgulardır. Bir yasa yapıldıysa o yasayla yaşamak mümkün olmayabilir. Fakat bazı olgular var terörle mücadelemizi olumsuz olarak etkilemektedir. Bir örnek vereyim, bir yerde operasyon yapılıyor. Çok sert bir arazi. Bir terörist örgütten kaçıyor ve teslim oluyor. Orada operasyon yürüten komutan arkadaşımıza; 'ben yuvalandıkları yeri biliyorum' diyor. Alıyorlar bu teröristi gidiyorlar. Üstlendikleri bölgeleri görüyorlar. Oraya doğru operasyon yapılacak. O sırada teröristlerin atışı başlıyor. İlk açılan ateşte yeri gösteren terörist hayatını kaybediyor. Şu andaki yasalara baktığımızda böyle bir olay vuku bulursa o operasyonu yapan komutan mahkemeye gider. Çünkü yer gösterme diye bir şey yok. Neden yok? Yakaladığınız teröristi savcıya teslim edeceksiniz ama nasıl, dağın başındasınız?” Şimdi aradan bir yıl geçti, komutanlar değişti ama bu konu değişmedi. Komuta devir teslim törenlerinde görevle birlikte bu yetki sorunu da yeni komutanlara devredildi. Peki, nedir bu yetki sorunu, terör ve teröristle mücadelede bu yetki neden önemlidir? Güvenlik güçleri yasal olarak da güçlendirilmeli… ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 6 Ekim 2008/223 Terörle ‘yetkisiz’ mücadele dönüştürülememiş ve siyasi zihniyet de “yetkisiz kollukyetkili savcı” yaklaşımından yana tavır aldığı için sorun günümüze kadar sürüklenmiştir. Peki, Türkiye’de kolluk ve gerektiğinde asker, AB standartlarına uygun olarak görevinin gereği yetkilere sahip değil midir? SORUNUN GEÇMİŞİ Yetki sözcüğünden anlaşılması gereken şudur; kolluk, suç işlediği yolunda güçlü emareler olan şüpheli hakkında yakalama, gözaltına alma, teşhis etme, yer gösterme, yüzleştirme, arama ve el koyma işlemlerini yürütebilmesi ve bu görevlerin yapılmasını engelleyenlere karşı zor kullanılabilmesi için yasalardan güç almak zorundadır. İşte yasaların, gerektiğinde kamu adına zor kullanarak görevini yapabilmesi için, kolluğa verdiği güç “yetki” olarak tanımlanır. 2004 yılına kadar Türkiye böyle bir sorunla karşı karşıya değildir, çünkü bu güç ve yasa dengesi bir ölçüde sağlanmıştır ve kolluğun yetkilerini belirleyen 4 Nisan 1929 Tarih ve 1412 Sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu görev ihtiyacına cevap vermektedir. Bu yasaya göre kolluk; cumhuriyet savcısının yardımcısı sıfatıyla savcılara tanınan adli görev yetkilerini kullanabiliyor ve savcı adına hazırlık soruşturmasını yürütebiliyordu. Gerçeği söylemek gerekirse eğer, belki de bu alandaki tek sorun; yeterli hukuk bilgisine sahip olmadığı düşünülen jandarma erbaş erleriyle yeni mezun polis memurlarının savcı ile aynı yetkilere sahip olmasıydı ve bu durumun insan hakları ihlallerine yol açabileceği endişesi taşınıyordu. Yine de bu sorun kolayca aşılabilecek nitelikteydi, çünkü jandarma ve polis, AB’ye uyum programı kapsamında “Türkiye’de Adli Kolluk” kurulmasına ilişkin çalışmalarını zaten yıllar önce yapmıştı ve siyasi iradeye düşen görev, bu çalışmaları Türkiye gerçeğine uygun olarak yasalaştırmaktı ama bu olmadı. Siyasi irade Avrupa normlarına uygun bir adli kolluk teşkilatı kurmak yerine tam tersine bir uygulama ile 4 Aralık 2004 tarihinde 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nu çıkardı ve kolluğun tüm adli görev yetkilerini elinden aldı. Bu değişim köklü güvenlik kurumlarını çağdaş yapısından uzaklaştırdı ve “basit bir tutanak tutucusu” haline getirdi. Suç ve suçluyu açığa çıkarmada belki de kolluğun en büyük gücü olan arama yetkisi yeni yasanın 119, yakalama ve gözaltı yetkisi 91 ve el koyma yetkisi de 127. madde hükümleriyle kaldırıldı. Bu uygulamayla, çağdaşları arasında güçlü bir yere sahip olan jandarma ve polis teşkilatları, bulundukları düzeyden alaşağı edildi ve Fransa’nın yüzlerce yıl önce uygulamış olduğu “basit savcılık memuru” durumuna düşürüldü. YETKİ SORUNU NEDİR Adalet, en sade ve genel anlamıyla hakkın adil paylaşımını sağlayan kamu yönetim sisteminin kusursuz işleyişiyle yaşam bulur. İç güvenlik ya da terörle mücadelede adalet kavramı ise, hak edenin hak ettiği cezaya en kısa sürede çarptırılmasını sağlayan ceza adalet sistemini tanımlar. Sistemin çalışmasında önemli ve birbiriyle bağlantılı iki süreç vardır; birincisi, suç ve suçu işlediği iddia edilenin maddi ve hukuki delillerle ortaya çıkarılması, diğeri ise, birincisine bağlı olarak gelişen yargılamanın hızlı, adil ve kısa sürede sonuçlandırılmasıdır. Yargılama süreci ele aldığımız sorunun dışındadır. Yetki sorunu, işlenmiş suçlara el konulması, şüphelinin yakalanarak delillerle birlikte yargıya teslim edilmesiyle son bulan ilk süreci yani hazırlık soruşturmasında ortaya çıkmaktadır. Bu sürecin amiri yasa gereği cumhuriyet savcısıdır ancak, asıl aktör savcılar olsa da, jandarma ve polisi tanımlayan genel kolluğun süreçteki rolü göz ardı edilemeyecek ölçüde önemlidir. Çünkü suçun açığa çıkarılmasında ve şüphelinin yakalanmasında uygulanacak istihbarat yöntemleri ile taktik ve teknikler savcılık dışında kalan polisiye uygulamaları içermektedir. Cumhuriyet savcıları bu süreçte yönetici, yönlendirici ve koordine edici bir rol üstlenir ve kolluk hazırlık sürecini sahaya taşır. Suç sahasında kolluğu otorite yapan ise yasaların verdiği görev ve yetkilerdir. Sorun olarak karşımıza çıkan da işte budur; kolluğun görev ve yetkilerini düzenleyen yasalar. Kolluk, kamu düzenini ve ceza adalet sistemini sağlamak için çıkarılan yasaların suç ve suçlulukla mücadele için gerekli görev ve yetkiyi vermediğini düşünmektedir, neden? Terörle yoğun olarak mücadele eden Türkiye, insan haklarını koruma gerekçesiyle güvenlik güçlerinin elini zayıflattı. Kolluk güçlerinin tamamen yargının denetimine alınması yaklaşımı, dağda, sokakta suçla mücadele eden kolluk güçlerini zor durumda bırakıyor. YETKİ SORUNU ÖNEMLİDİR Türkiye’de ceza adalet sistemi dört aşamalıdır; kolluk, savcılık, yargı ve infaz olarak sıralanır. Hazırlık aşaması olan kolluk ve savcılık sürecinde suç açığa çıkarılır, şüpheli yakalanır ve deliller toplanarak konu yargı aşamasına taşınır. Bu süreç ne ölçüde süratli, doğru ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilirse, yargı süreci de o ölçüde etkinlik kazanır ve adalet yerini bulur. Bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi için kolluğun görev alanında tam yetkili olması gerekmektedir, çünkü yetkisiz kolluk arama yapamaz, gözaltına alamaz, suç delillerine el koyamaz, kısacası ceza adalet sistemini çalıştıramaz. Bu yetkilerin kolluğa tanınması hukuki bir zorunluluk olmasına karşın Türkiye’de, kolluk ile savcılık arasındaki yetki Eski Genelkurmay Beşkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt paylaşım dengesi bir türlü kurulamamıştır. Gereğinden fazla yetkili kolluk insan hakları ihlallerine neden olmuş, yetkisiz kolluk ise suç ve suçluluğun artmasına yola açmıştır. Aynı düşünce temelinde, tüm yetkileri elinde toplamış bir savcılık sistemde esneklik sağlayamamış, yetkisiz savcılık ise olayların arkasından gelmekle hazırlık sürecini yönetememiştir. Çağdaş ülkeler bu sorunu adli kolluk teşkilatını kurarak çözmüştür, ancak Türkiye’de kurulan adli kolluk işlevsel bir yapıya SORUNUN ANALİZİ 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 4 Aralık 2004 tarihinde yayınlanan hükümleri çerçevesinde kolluk ve askerin savcı adına kullanabileceği bir adli görev yetkisi yoktur. Üstelik bu yasayı takiben 23 Mart 2005 yılında çıkarılan 5230 Sayılı Kanun ile de “Meşhut Suçlarının Muhakeme Usulü Kanunu” ile “4422 Sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu” yürürlükten kaldırılmış olduğundan ki, bu kanunlar suç ve suçluya
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear