26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

OKURLARA Buket Uzuner’in “Su” adlı romanı, Türkiye’nin güncel sosyal, politik ve kültürel yarasına dokunurken kendi geleneklerimiz içinde saklı çözümleri hatırlamamıza yol açan siyasi ve çevreci bir roman olarak edebiyatımıza bir soluk getirmeyi amaçlıyor. Kitabı Ayşe Babayağmur değerlendirdi. “Gölge Gününün Azabı ...Ve Ateşin Gül Serinliği”, Fırat Mehmet Eroğlu imzalı ve on yıllık bir emeğin ürünü. Bir kayıp yakının ardından yola düşüş... Bir derin yol hikâyesi elimizdeki... Hem bulabilmenin ve bulamamanın... Yola düşme, yoldan çıkmama mücadelesi, hayat gailesi; hamd edilen, yürekten inanılan, sığınılan Allah’tan uzaklaşmadan ama onunla yüz göz de olmadan... Dili bağlanan, ket vurulan, nutku tutulan, derdi taşan, yüreği dağlanan insanların, hepimiz gibi insancıkların hikâyesi. Eroğlu’yla kitabı üzerine söyleştik. William S. Burroughs’un yarım asırlık kitabı “Junky”, özel baskıyla okurla buluştu. Yazarın ilk uyuşturucu deneyimlerini anlatan metninin yanı sıra bu özel baskıda Allen Ginsberg ve yayıncılarından Carl Solomon’un yazıları da yer alıyor. Celâl Başlangıç imzalı “Hayatın Rengi Gökkuşağı”, insanın, yaratıcılığın yönlendiği alanda varoluşunu, bütün unsurlarını, kişisel çabalarını, azmini, düşlerini, hayal kırıklıklarını, direncini, doğuştan gelen yeteneğini, hatta genetik kodlarını anlama çabasının bir ürünü. Kitapta kırk dört insanın öyküsü var. Yazarının nitelemesiyle bu kez “Sinemacılar, Tiyatrocular, Müzisyenler”, “Gazeteciler, Foto Muhabirleri, Belgeselciler”, “Çizgiler, Desenler, Değerler” başlıkları altında bileştirdiği “Hayat Röportajları.” Başlangıç’la kitabını konuştuk. Bol kitaplı günler... P azmamak, yazamamak, yazmayı bırakmak: Üç durum. Aynı paydanın farklı payları. Edebiyat, Yazı/n tarihleri, doğal olarak, yazmayanları içermez: Onları yapmadıkları şey nedeniyle tanımayız. Yazmayı reddettiğini söyleyenlerle karşılaştığım olmuştur; bilemem, bilemezler: Yazabilecekken mi, bilinçli bir kararla, yazma edimine, uğraşına sırtlarını dönmüşlerdir? Kırılmaz bir paradoks bekler orada: Yazmadıkça yazmama kararı verilemez. Öyle ya: Yazabilirdim nereden biliyorsunuz? Bu ‘hayalet ordusu’nun tek somut (ama çok güçlü) temsilcisi Sokrates: Konuşmayı seçen, yazmaya diklenen adam. Yazabileceğini Platon yazdığı için görüyoruz ya, benim gözümde paradoksu kırmaya yetiyor “söz”ü. (İzini süren Lacan’ın iki koca Yazılar cildi bıraktığını arkasında görmezden gelemeyiz). Kendi payıma, yazamamak ile yazmamak arasındaki bir bölgede gerçekleşen duruşları ayırıyorum sözgelimi Valéry yapıt vermeye ara vermiştir, yazmayı bırakmamıştır. Hoffmansthal ve Roche nesir yazmayı sürdürmüşlerdir. Rimbaud’nun son mektupları, genç yaşta ölmeseydi döneceğini düşündüren ifadeler taşır. Sonuç olarak, yazmayı hepten bırakan tek örnek, 1982’de noktayı koyan Roger Laporte’dur (19252001) bilebildiğim kadarıyla tabiî. Yazamamak, yazmış olanların karşısına çıkan, içinde beliren, masalarında doğan ve büyüyen düğüm. Her yazı/n tarihi için bir son bölüm eklenebilir bu konuda: 25 yıl kalemi eline almayan Racine’den “Elvedâ”yla noktayı koyan Rimbaud’ya, şiir yazmayı bırakan Hoffmansthal’dan Denis Roche’a, kalemi arada bırakan Valéry’den hepten bırakan Roger Laporte’a geniş bir aile. Gelgelelim, “karar”larla sınırlanamayacak bir durumun sularındayız: Yazamayışlarına yazarak direnmeye çalışanlar canalıcı bir kategori; Beckett’ten Vüs’at O. Bener’e bir başka geniş aile. Yazmamak, Sokrates’te bir susma niyetine bağlı değildi: Onunkisi bir araç olarak yazıya güven duymamaktan kaynaklanan seçimdir: Ünlü Phaidros’unda altedilmesi pek güç gerekçelerini sıralar. Sözlerinin yazıya aktarılışı bir çelişki yaratmamıştır: Bütün diyaloglar Platon imzasıyla okura ulaşmıştır, orada Sokrates hâlâ bir “konuşan” kimliğiyle karşımızda duruyor. Yazamamak, az ya da çok kilitlenmek. ervasız Pertavsız ENİS BATUR Yazının ucu Y Binbir türlüsüyle karşılaşıyoruz, geçmişe bakışımızı çevirdiğimizde. ‘Deşifre’ edilmesi, dolayısıyla yorumlanması kolay olmuyor her bir örneğin. Yazarken, yakın ve uzak çevremde ciddi tutukluk biçimlerine tanık oldum; gördüklerim kural aranamayacağını düşündürdü bana: Yazamamak, derin yazma sıkıntıları çekmek, her seferinde farklı sorunların işin içine karıştığı apayrı denklemler ortaya koyar bütün yazı serüvenleri nasıl biricikse, bütün yazamama halleri öyle benzersizdir. Akıllı uslu birçok şairin, yazarın, bir aşamada değilse bir başka aşamada, yazmaya ara vermeyi de hepten bırakmayı da tartmış olduğunu sanıyorum. Yazmanın profesyonel bir işten çok bir varoluş biçimi koşuluna dönüştüğü örneklerde yoklama, bana kalırsa, sinsi ya da apaçık bir ‘basso continuo’ gerçekliği taşıyordur. Yazmadan yaşayamamak ile yazmadan yaşamak seçeneği ara rulamak adına? Roger Laporte’un Hiçkimseye Mektub’u ölümünden sonra yayımlandı. Yazmayı bırakma kararını kuşatan defter, vazgeçişin, bırakmanın ille de yaşamsal bir boyut taşımadığının belgesi: “Yazmasam çıldırırım”dan da, “yazmazsam yaşayamam”dan da eser yok o kitapta. Üstüne üstlük, Laporte kadar kendi(si)ni yazmış yazar olmasın: Bugün Bir Yaşam başlıklı tek bir ciltte toplanan bağımsız kitapları düpedüz biyolojik bir yazıya dayanıyor: Tek konusu öznesi olan bir yazı serüveni. BUNDAN SONRASI... Bundan sonrası yazılamaz eşiğine mi dayanmıştı Laporte; yoksa, yazılmasa da olur, yazılmamalı eşiklerinden birine mi? Yazmayınca yaşamaya başlamıştır yollu ironilere karnım tok, yaşamasız hiçbir yazar yoktur, olmamıştır. Laporte’un yazmadan da pekâlâ yaşanabileceğini, yazma uğraşının bir olmazsa olmaz gerçekliğine dayanmadığını iletmek için bıraktığını ileri sürmek de zayıf bir gerekçelendirme biçimine sığınmak olur bana kalırsa. Bir efsane türetme, bir söylem kurma niyeti görülemez mi bu kararda? Hiçkimseye Mektub’u açıkçası fazla buldum ben. LacoueLabarthe’ın ön, Blanchot’nun son ‘söz’leri daha da pekiştirdi içimde doğan fazla bulma duygusunu: ‘İlân’ edilmemeli böyle bir karar, susarak uygulanmalı: Laporte’un yazmayı ölümünden 20 yıl önce bırakmış olduğunu görmek ve anlamak okuruna kalmalıydı. Bu soy ‘jest’ler kirpileştiriyor beni. Pavese’nin son üç cümlesinde de “jest” sözcüğü yeralır gerçi, ne var ki o “jest” herkesin harcı değildir, eksiksiz fazlasız bir son “jest”i Laporte’vari olanla denk tutamayız. Yazı adamı, yazmaya bırakma kararı vermesinin bütün yazdıklarının üstüne kapaklanacak bir gölge, bir kafes olarak algılanması olasılığını göze almamalı(ydı). Bütün itirazlarım mahfuz, Laporte’un kararına indirgemeci bir edayla eğildiğim düşünülsün istemem. Bırakmak da her baba yiğidin harcı değildir. Hele bırakmak ve geri dönmemek. Ömrünü yazmaya vermiş, yaşamını bu uğraşın etrafında biçimlendirmiş biri için doğan boşluk ölçülemeyecek kadar büyük olsa gerektir. O boşluğun ortasında sonra nasıl yaşadığını bilmiyoruz işte: Bunu bize anlatabileceği bir yazı kurmak istememiş miydi acaba, sonra? Şu soru bile yazıyı bırakma kararının ne denli çetin bir adım olduğunu duyurmaya yetebilir. Yazma’nın, yazı’nın neden bir sonu olmasın yaşarken? “Elveda”sıyla Rimbaud, hem de coşkulu bir vaadin, güçlü bir seçeneğin peşine takıldığını iletmişti. Çok gençti, denilebilir; günü geldiğinde pekâlâ dönebileceğini hesaba katmıştı. Gelgelelim, bu düşkırıcı varsayımı hiçbir somut delile dayandıramayız, bana kalırsa son mektuplarındaki özlem dolu hükümlere de sonuçta geri dönüş gerçekleşmediği için kuzey yıldızı statüsünü koruyor Rimbaud’nun kararı. Bir karar mıydı ama? ? TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] sındaki mesafe sık sık daralır. Bu soruşturmanın, kanlı muhasebenin yazma edimini sınırdurumlara taşıyanlarda yerleşiklik kazandığı tartışılmaz. Burada yazmayı sevmekten, yazma tutkusundan çok tüpsüz dalınamayan derinliklere inme dürtüsünün kesintisizliğinden sözedilse yeridir: Blanchot’yu örneğin, başka nereye koyabiliriz? Bunu söylerken, ‘son’una dek yazdığını unutmuyorum. Beckett’in ‘organik susku’ya varasıya, gitgide sessizliğe teğet bir yazıyı beyaza sürmeye devam ettiğini de. Birçok intiharın arkasında, yazıyı nihayete erdirme çabası arandığının farkındayım. Pavese’nin, on gün öncesinde günlüğüne düştüğü son üç cümle ve sonuncusu: “Artık yazmayacağım”, gerçekte neyi bırakma kararıydı, diye sorulmuştur: Yaşamayı mı, yazmayı mı? Etle tırnak olarak da bakılabilir kuşkusuz: Ancak yazarak yaşayabilmişlerdi. Doğru mudur, böyle bir doğru olabilir mi? Celan’a, Bachmann’a, Hemingway’e, Mişima’ya, Montherlant’a hepsine bakalım: Neyi doğ İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Reklam Müdürü: Ozan Altaş ?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1171 26 TEMMUZ 2012 ? SAYFA 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear