27 Eylül 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

K aşranın saygın kitapçıları olurdu eskiden; kentlerin, kasabaların entelektüel üretim merkezi halinde çalışan. Kütüphane gibi parıldarlardı. Bu anlamda kentler, kimileyin iki yapı bir arada halkeviyle belediye çevresine sıralanmış uzanırdı taşrada… Diyeceğim, ürettikleri kültürle öne çıkardı kentler. Gençlerden kurulu tiyatro topluluğu, şairlerin başı çektiği üç beş sayılık ömürleriyle edebiyat dergileri, sinema salonları, sonra elle dizilen küçük boyutlu gazeteler… Artık bu görüntülere rastlanmıyor kentlerde, son olarak belki 1960’larda bir kez daha şahlandı, ardından tam bir sönüş, hızlı çöküşle yuvarlanıp yıkıldı yazık ki… Gerçi 1989’da yaşanan bir yerel yönetimler dirilişinden söz edilebilir sanıyorum. Nitekim Muğla, Salihli, Dikili, Bergama, Ödemiş vb. kentlerde kültürel açıdan görkemli bir dönüşüm de yaşandı. Demek ki taşra, cumhuriyetin yükselişiyle çöküşünün ipuçlarını ele verip gösteren, gerçek bir ayna. Bu çerçevede aydınlanmayla sivilleşme, çokseslilik eşliğinde taşranın da enikonu kültür kenti kimliği yansıtabildiği, ama buyurganlığın yükseliş gösterdiği, tabuların yaygınlaştığı, inancın bilimsel deyinin önüne geçtiği, teksesliliğin bir kara bulut halinde köşe bucak her yana sindiği dönemlerde ise, o bilinen kalıbına tam anlamıyla uyan kapalı yapı haline geldiği ortada. İşte baskının yoğunlaştığı böylesi dönemlerde, bundan en çok etkilenen yazınsal türün “eleştiri” olacağı açık. O halde eleştiri, taşradaki taşralılığı değiştirip dönüştürerek, onu ileriye doğru ateşleyip eyleme geçiren bir edim olmakla birlikte, insanı aynı zamanda süreç içinde azaltıp tüketen, kendi canavarına dönüştüren acımasız bir tür de aynı zamanda. Bu nedenle taşra, eleştirinin, bir başka açıdan saltık özgürlüğün kendi tragedyasıyla boğuştuğu zalim bir “karşı duvar” olarak da alınabilir bana göre… Peki, teksesliliğin baskın, yoğun biçimde sürdüğü taşra ölçeğinde bir eleştiri edimi yaşanamaz mı? ELEŞTİRİNİN KIRILGAN ZEMİNİNDE... Eleştiri etkinliği, beslendiği felsefe, bilim, sanat alanlarını koluna takarak taşrada da yapılabilir elbette. Ne var ki özgür olma yönünde adım atacak kişiye ağır bedel ödettirecektir yine de bu edim. Çünkü düşünsel üretim süreciyle olgusal yaşam gerçekliği arasında süregidecek çatışma, bunu göğüsleme zorunluluğu da gerektirir. Birey, en azından yaşamını, çalışmalarını dengeleyebilmek için gereksinir bunu… İşte Ahmet Tüzün (2 Ocak 1958–4 Mart 2012), Antalya’da hem de, bu bağlamda eleştiri eyleminin taşra yaşamıyla örtüşüp örSAYFA 14 ? 26 TEMMUZ itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Bir taşra tragedisi olarak eleştiri... T tüşemeyeceğinin yanıtı olarak duruyor karşımızda öylece. Oysa Tüzün, şiir çevirileriyle eleştiri, deneme, sinema, müzik, kent, kültür yazılarıyla yalnız Antalya özeline yerleştirilebilecek bir yazıncı değil. Her ne kadar bu yazılar, çokluk Anadolu dergilerinde görülse de Tüzün taşralılığı kırarak eleştiri yazınımızın bütününe katkı koyabilmiş, bu bağlamda önemli yer tutmuş biri. Onu, kimi etkinliklerde dinlemiş, kimi metinleriyle tanıma fırsatı bulmuş, ondaki yaratıcı disiplini, kavrayışı gözlemiş biri olarak bu yanına pek çok kez tanıklık yaptığımı söyleyebilirim. Masamda Ahmet’in verimlediği birbirinden ilginç üç yazı var. Birinde Vüs’at O.Bener’de “ölüm” izleğini sorunsal olarak açarken ikincisinde Memet Baydur’un öykülerine yönelik yaklaşım sergiliyor. Üçüncü yazı Halikarnas Balıkçısı üzerine bir bildiri. Balıkçı’dan kalkarak on beş yıl önce dillendirdiği görüş, ağırlığını koruyor hâlâ: “Ülkemiz bugün ne yazık ki, Anadolu toprakları üzerinde yaşamış tüm uygarlıkları kucaklayan bir tarih ve kültür anlayışından yoksundur. Oysa, böyle ele alınacak tarih ve kültür bizleri zenginleştirecektir; ülkemizde demokrasi geleneğinin yerleşmesine katkıda bulunurken, dışarıda ise önyargıların ortadan kalkmasını sağlayacaktır./ Balıkçı’nın, yaşamı boyunca gösterdiği çaba bu yöndeydi. O, sözünü etmeden, ulusalcı; kendi değerlerini yadsımadan evrenselciydi.” “Vüs’at O.Bener öykücülüğü” kaynakçasına eklenmek zorunluluğu duyulması gereken yazısında şu dizgeleştirmenin özellikle altı çizilebilir: “Vüs’at O. Bener’in öykülerinde ve anlatılarında önemli yer tutan ‘insan durumları’ndan bir tanesi de ‘ölüm’dür./ Yapıtlarında işlenen ‘ölüm’ konusunu Bener, üç boyutta ele almaktadır: Ölüm olayına tanıklık etmek (Batak, Kan, Ya Herru Ya Merru), geride kalanların konumu (Avuntu, Sümbül, Bir Tutam Saç, Ölüm Hak Miras Helal, Düet, Uyanmak), ölmek isteği (Dönüşsüzlüğe Övgü, Kulak, Yakınma, Tiryaki).” (Üçüncü Öyküler, Yaz Güz 2001) Demek ki Tüzün, kendisinden alınabileceklerin tam anlamıyla sağılamadığı, ileriki yıllarda çok daha etkileyici çalışmalara imza atacağı kesinlenebilecek bir yazıncıydı. Yetmedi ama ömrü, ah yetmedi… Erken bıraktın bizi sevgili kardeşim Ahmet, gidiverdin birden öyle! Artık bize düşen onun yazılarından bir seçkiyi tez elden yayına hazırlamak olmalı! Bu yöndeki eksikliği, eşi İmren Tüzün’ün gidereceğini umalım. KİTAPLA KİTABA KARŞI; KİTAPSIZ KİTAPTAN YANA... Eleştirmenlik, ille kitaplı olmak anlamına gelmiyor kuşkusuz. Kaldı ki kitaplı da olunsa, kitapsız ama kitaptan yana, kitaplı ama kitaba karşı bir manifesto eylemi eleştiri! Yeter ki taşrada yapılırken taşralılıkla sakatlanmamış olsun! Ahmet Tüzün, bu anlamda eleştiri kurumuna taşrada ciddiyet kazandıranların başındaydı. Rahim Gür de öyle… Ödemiş’te yaşayan bir öğretmen yazar Rahim Gür. On beş yılı aşkın bir süredir yaşadığı yeri kültür kenti kılmak, buna kendince omuz vermek amacıyla yerel Küçükmenderes gazetesinde yazıyor, “Kitap Kurdu” adını verdiği köşesinde… Derken 20072010 arasında yayımladığı yüz yirmiyi aşkın yazısını bir araya getirip kitaplaştırıveriyor: Kitap Kokusu (Küçükmenderes, 2011) Türkçe ya da çeviri öykü, roman, anlatı, anı, tarih vb. geniş yelpazede çok sayıda kitaba yönelen Gür’ün içtenlikli yazıları birer söyleşi havası yayıyor. Yazar, kendini okuma dervişi bağlamında tanıtıyor zaten: “Yaşamımın elli yılı kitap okumakla geçti. Utancımdan yarım bırakmadığım yazarları da, hakkı yenmişleri de, tanımadan, önce çıkamadan unutturulmaya çalışılmış yazarları da tanıdım. En son gördüğümse, erdemin hiçbir zaman ayaklar altına düşmediği, iyi kitabın geç de olsa yerini aldığıdır. (…) Kolay damaklar bazı tatları alamaz, alsa da çok geç ayrımlar.” (67) Rahim Gür, okuduğu kitaplar üzerine kalem oynatırken bu kitaplara değgin ürettiği farklı sorularla dikkati çekiyor. Zenginleştirici, birikimleyici sorularla deştiği yazılarına okur katılımı kolaylaşıyor böylece. Amacı da bu zaten Gür’ün: “Bizim kuşağın dost söyleşilerinde kitaplar tartışılırdı, herkese okuduğu kadar değer verilirdi.” “Çocuklarımız sayısız çeldiricilerle okumaktan çok izlemeye, dinlemeye, edilgenliğe ve yozlaşmaya yatkın kuşaklar olarak benzeştirilmek isteniliyor.” (2) Onun çocuklara, kadınlara bakışında içlenme görmemek elde değil. Sözgelimi kadınlar, “[y]oksulluğu yüreğinde kan pıhtısı gibi duyumsayan” (49) varlıklar. Belki bundan ötürü kitap kokusu kadar hamur kokusu, sacda pişen incecik yufka kokusu salıyor satırlar. Bu arada ürettiği hünerli sözcüklerle beziyor söyleşilerini yazar. Örnekse yanal (sayfa), özeduyum (empati), bilsemeci (meraklı) bunlar arasında… Gür’ün şu satırları, toplumsal barışın kitaplardan kalkılarak kurulabileceğini de gösteriyor bize: “İnsan bazen merak ediAhmet Tüzün (Antalya Ramada Otel, 23 Şubat 2011). (Fotoğraf: İmren TÜZÜN) yor ‘Ben nereliyim? Kimim? Farkımız ne?’ diye. Aslında bir farkımız da yok. Bizleri sömüren aynı./ Tespihler koparılmasa taneler uyum içinde tıkır tıkır bir yandan bir yana akışıp duracak. Ama tespih koparıcıların keseleri boş kalacak, örfü sarsılacak./ Anılardan geriye doğru yola çıkın, neçe güzelliklerimizi, kardeşliklerimizi darmadağın ettiklerini göreceksiniz. İnanacaksınız ki Anadolu ancak hepimizle güzel.” (53) Son olarak Rahim Gür, şöyle sesleniyor Kitap Kokusu’nun okuruna: “Diziler yoruyorsa sizi öykülere, romanlara dönün siz yine en iyisi.” (121) ELEŞTİRİ EYLEMİNDEN KENDİNİ DÖNÜŞTÜRMEYE Özellikle Ege çevresi yazın dergilerinde yayımladığı yazılarını toplayıp kitaplaştıran bir başka yazar da Filiz Gülmez. Umutları Çoğaltmak (Yeni Umut, 2012) adını taşıyan kitap iki alt başlıktan oluşuyor: “Yaşayarak”, “Okuyarak”… Yazar ilk bölümde daha çok denemelerini, ikinci bölümde kitaplarla yazarlar üzerine eleştirel yazılarını getiriyor. Birey olmak, bu çerçevede gerek sorunsal boyutunda gerekse nitelik bağlamında “kadın olmak” olgusu üzerinde yoğunlaşıyor Gülmez, bir Kadın Yazarlar Derneği üyesi olarak: “İnsanın birey olduğunu algılaması, onu yaşama geçirmesi, başkalarının etkisinde kalmadan yaşadıklarını, kendisine söylenenleri, önerilenleri kendi akıl süzgecinden geçirebilen özgür insan olması gerekir. “ (49, 50) Buna göre kadın yazarın işinin daha da zorlaşacağı ortada: “Kadın kendi içinde daha pek çok hortlakla savaşmak zorunda. (…) Kendi içindeki hortlakla savaşabilmesi için de önce ataerkilliği ve kendini sorgulaması; yaratıcılığını ve üretkenliğini sağlayacak olan özgürlüğünü kazanma yolunda savaşım vermesi gerekiyor.” Bu kadar mı, değil, sürdürüyor Gülmez: “Yalnızca ataerkil ve feodal yapılanmaya karşı değil, onu bedel ödemek durumunda bırakan ailesine, yaşadığı çevreye ve topluma karşı da.” (59, 60) Kadına özgülediği öteki yazılar kadar “Cumhuriyet Dönemi Romanında Kadın” başlıklı yazısı da bunlara eklenebilir. Filiz Gülmez, öykülerinden tanıdığım beğeni düzeyi yüksek, gelişmiş bir dille kuşatıyor okuru; kitaplara yönelik sorgulayışını böyle sürdürüyor… Yazın, bilim, felsefe, sanat konusuna bakışındaki berraklık da dikkati çekiyor ayrıca. Şu satırları edebiyatsinema ilişkisini sorguladığı yazısından aktarıyorum: “Sinemaya uyarlama, bir anlamda metin ile sinemacının kurduğu ilişkiyi de anlatır.” “Evet, ilkel çağlarda dini törenlerde sözlü olarak ortaya çıkan ‘edebiyat’ uygarlığın başlangıcı olan ‘yazı’ ile ölümsüzleşti mi? Yoksa bilgisayarın devreye girdiği, teknolojinin çok yol aldığı günümüzde edebiyatın temel aracı olan yazı tehlikeye mi giriyor?/ O nedenle öyküyü, romanı, şiiri ayrı tutmalı… Sinemanın da özgün öyküsü, ayrı bir dili olmalı.” (97) Taşrada da olsa su yürüyor ağaca, eleştiri kendi koşullarında ilerlemeyi sürdürüyor. O varoluşsal çelişkiyi içinde taşısa da… ? 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1171
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear