26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

n ği al laudi lar peşini hiç bırakmadı. Vazgeçti mi? Asla... Gerçi kitaptaki kim vazgeçmiş ki? Gerek Hayata Söylenmiş Şarkılar’da, gerekse Hayatın Rengi Gökkuşağı’nda yer alan insanlarda belki de en temel ölçüt; inançlarından, ilkelerinden, bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük savaşından vazgeçmeyenler; hiçbir politik yanı olmasa da hayatı yeniden üretme; içinde bulunduğumuz dünyayı, ülkeyi, kenti, çevreyi daha bir yaşanır kılma uğraşından gözünü bile kırpmayan; sadece böyle “büyük” uğraşlar için değil; sevda için, aşk için, köklerini bulup içinde bulunduğu hayatı daha bir açıklanır kılmak için, yasaklanmış dilinde bir şiir yazıp bir şarkı söylemek için “hak bildiği yolda gitmekten” vazgeçmeyen insanların hayatı elbette yazılmaya değerdir ve ben de onu yapmaya çalıştım. “EZGİLERİNİ KAFDAĞI’NDAN AŞIRABİLENLER HÂLÂ VAR BU KÜRESEL DÜNYADA” Öz olanı, evrensel olanı özümseyen bir bakışla çeşitli kültürlere nüfuz eden, irdeleyen bir kalem erbaplığıdır da sizinkisi, biliriz... Kafkas müzisyen İberya Özkan’ı yazdığınız ve açmanızı rica ettiğim bölümdeki şu cümleniz de önemli mesela: “Kim demiş, ‘Küreselleşme yerel olanı yok ediyor’ diye. İberya ve arkadaşları gibileri oldukça ‘küreselleşme’, yok etmek istediği kültürleri, müzikleri, dilleri altında kalır. Çünkü yaşanan bütün güçlüklere karşın ezgilerini Kafdağı’ndan aşıranlar hâlâ var bu dünyada.” Bilmiyorum bu övgüyü hak ettim mi ama, yine de teşekkür ederim. Hayatı okurken “kaçınılmaz olanı körü körüne reddetmek yerine ona karşı direnmenin yollarını” arayanlardanım. Bu açıdan sorunuza yaklaşacak olursam bana göre içinde bulunduğumuz iletişim çağında küreselleşme kaçınılmaz bir süreç. Yani “Yağmurun yağmasına karşıyım” demenin anlamı yok. Soru belki de “Bu yağmurdan nasıl zarar görmem ve bu yağmuru nasıl işe yarar bir hale dönüştürebilirim”de yatıyor. İşte İberya Özkan örneği de bu durumu yeteri kadar açıklayıcı. Küresel dalga, bütün dünyayı tektipleştirecek, herkese aynı kıyafeti giydireceği, aynı müziği dinleteceği, saçların bile aynı tipte kesileceği zannedilen küreselleşme süreci, doğanın ve toplumun diyalektiğine uygun olarak kendi karşıtını da yarattı kaçınılmaz biçimde. Herkes kendi yerel kültürünün ne denli değerli olduğunu, onu korumazsa koskoca bir dünyanın kalabalığı içerisine karışıp gideceğini anlamaya başladı yavaş yavaş. Bu nedenle de kendi yerel kültürünü dünyanın küresel beğenisine sunma yollarını aramaya başladı. İşte bu çaba küresel dalgaya direnen mendirekler yaratmaya başladı dünyamızda. Yani küresel süreç bir yandan herkesi Ricky Martin, Madonna dinler hale getirirken diğer yandan Azteklerin vurmalı çalgılarının, Kafkasların akordeonunun kıvraklığı da çağın iletişim olanaklarından yararlanarak evrenselleşecek. İşte en büyük direnç noktası bu ve kurulu düzene karşı olan, sömürüye direnen insanlar için ? sırtından... Sonrasında da yasak inden, dip ün uz. Elimlentışmalı, üreç. manları ahneinsaıyor üreçte e karşı arının n ane, tiyatfilmle, ortaya a cezamecemaz olaumda apatan adil gelir. berut ya kobir z bu hakkınların nişlezin simasını koskoarıyor. erden, m, naokusteye, isteplanda nsuz ücadek... li güiyoruz n Özdi oyun n ey rı ? 1171 bu yaklaşım hiç de yabancı değil. Günümüzde ulusal sınırlar küresel sermayeye karşı bütünüyle bir geçirgenliğe sahip olmazdan 100150 yıl önce söylemiştir Karl Marx “Bütün dünyanın işçileri birleşiniz!” diye. İşte çağımız küresel sermayeye karşı küresel emek dayanışmasının, baskın küresel kültüre karşı yerel kültürlerin küreselleşmesi çağıdır bana göre. Yer verdiğiniz her isim, her kimlik; hem içimizden ve sıradan, hem aykırı ve ayrıksı... Sizi içlerinden en etkileyen yaşam ve mücadele hangisiydi ve neden? Hangi şarkıları söylüyor ve/veya unutulmaya yüz tutmuş sloganları anımsatıyor hayata kitabınız? Birini diğerinden ayırmak öyle zor ki. Hangisini söylemeli? “Taşplak sesli kadın” Sema’nın bitmek bilmeyen uğraşını mı, babası Nesimi Sivas’ta yakılmış Mazlum Çimen’in “Feryadı İsyanı”nı mı, Haldun Dormen’in “borcu bitmeyen sevdası” tiyatro aşkını mı? Ülkede 12 Mart’ın işkenceli sorguları, toplu infazları yaşanırken “Hitler Rejimi’nin Korku ve Sefaleti”ni sahneye koyan mangal yürekli tiyatrocu Erkan Yücel’i mi, yönetmen Reis Çelik’in çektiği filmin adı gibi hayatının “İnat Hikâyeleri” gibi bir serüvene dönüşmesini mi? Semir Aslanyürek’in düşlerinin peşinde bir ülkeden öbürüne bir gerilim filmi gibi süren hayat yolculuğunu mu, belgesel çekerek “kan borcu”nu ödeyen Enis Rıza’yı mı?.. Bu böyle uzar gider. Aslında sorunuzun yanıtı belki de hepsi. Aslında hepsi de hayatın başka alanlarından gelmesine karşın tek bir şarkıyı, dünya durdukça anlamını yitirmeyecek bir sloganı geçmişten geleceğe taşıyan insanlar. Tıpkı Pablo Neruda’nın söylediği gibi. “Yaşadığımı itiraf ediyorum” bu şarkının, bu sloganın adı. Tiyatronun, sinemanın, müziğin geniş perdede tüm sanatların eli başında kara kara düşünüyor satırlar arasında parasızlık nedeniyle... Yetmezce kambur yokmuş gibi üstünde... Hep borçlu sanat Türkiye’de, hep açık veriyor... Cepten yiyor... Sanatın ayakta kalmasının gizemli, o inanılmaz formülünü de içeriyor kitap adeta. Sevgi, saygı, emek, adanış... O kadar tahammülsüz ki bu ülke, farklı düşünene, dik durana, boyun eğmeyene en ağır cezayı vermeye yelteniyor. Bunun en kısa yolu da ekonomik olarak yokluğa mahkum etmek, işsiz bırakmak, çektiği filmi, yazdığı şiiri, kitabı yasaklamak. Şimdi tıpkı tesadüfen merkezde kendine yer açan muhalif gazetecilerin egemen yanaşma ve egemen yandaş medyadan dışlanması gibi... Bir de sanatın, kültürün, entelektüel birikimin en az para ettiği ülkelerin başında geliyor Türkiye. Zaten hayatın bu yanına bir toplumda verilen değer o ülkenin gelişmişlik düzeyini de gösterir. Bu değerlerin geçerli olmadığı, hatta horlandığı, aşağılandığı bir ülke ne “tabur imamı”nın “sivil toplum önderi” sayılmasıyla, ne “ileri demokrasi” yutturmacasıyla”, ne de “ithalat hormonu verilmiş” ekonomiyi dünyanın en gelişmiş ekonomileri arasında üst sıralara tırmanmış göstermenin şımarıklığıyla “gelişmiş ülke” olabilir. Ama bu ülkede entelektüel bir değer üretenler, toplumsal gerçekleri gören ve başka insanlara gösterme çabasında olanlar, hayatlarını daha güzel bir dünyaya adayanlar, yaşanabilir bir ülke için emek verenler, bütün birikimlerini geleceğin dünyasına Kadınları “Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmış Havva” gibi gören erkek egemen anlayışa, kurulu düzene ciddi bir başkaldırıydı; grubun bir araya gelmesinden, farklı kültürlerden, dillerden gelen kadınlardan oluşmasından, seçtiği isme kadar. Bu durumdan daha çok insanın haberdar olması dürtüsüyle yazdım yazıyı. Bir de bir kadın arkadaşımın yaptığı tespitten utandığım için. Yazar olan kadın arkadaşım “Dikkat ediyorum da ölen, yaşayan insanlar senin yazdığın kahramanlar. Yazdığın kadınlar da ne ilginçtir ki hepsi ölmüş. Acaba beni de öldükten sonra mı yazacaksın?” diye sordu. Yazdığım kişilerle ilgili şöyle bir döküm yapınca gördüm ki sonuna kadar haklı. Ne diyeyim, tanrı Ademleri Lilithlerden korusun! “UMUT YOKSA GAZETECİLİK DE YOKTUR” Son soruda en önce gazeteci kimliğinizle kültürlere, kökenlere, geleneklere, bağlantılara, uzlaşıya veya ayrımlara yakın plan yapan bir kalem olduğunuzu bilerek sorarsam, yazdığınız, tanık olduğunuz, yaşadığınız onca “acı”, “ağır” gerçekten sonra “bugün” içinizdeki gazeteci ne durumda, umudunu nasıl koruyor, mücadelesine nasıl devam ediyor, edecek? Gazetecilik açısından ülkemizin yaşadığı süreç insanı çok umutlandırıcı gibi görünmüyor. Ancak bu bence geçici bir süreç ve işin görünen yanı. Diğer yandan müthiş bir kitle iletişim silahları veriyor insanların eline içinde bulunduğumuz çağ. Artık kitle iletişim araçlarında yer almak, sayfalarında kendine iki satırlık yer açmak patronların, iktidar sahiplerinin iki dudağı arasında değil. Belki daha zorlu, daha meşakkatli bir süreç gerektiriyor ama hiç değilse bundan 10 yıl, 15 yıl önce olduğu gibi imkansız değil. Yaratıcı olmak, teknolojinin sağladığı olanakları en doğru biçimde kullanmak insanlara ulaşmayı artık dünden daha çok kolaylaştırıyor günümüzde. Ama zaman zaman iki duygu arasında gidip gelmiyor değil de insan. Kürt sorunu üzerinden örnekleyecek olursam, Uludere’de insanlar kendi ülkelerinin savaş uçakları tarafından bombalanıp öldürüldüğünde “Yeter ya! 37 senelik gazeteciyim, ömrümün 30 yılı Kürt sorununu yazmakla geçti, hâlâ sürüyor bu kanlı süreç” diye isyan ediyor insan. Bazen de Kürtçenin “seçmeli” de olsa Milli Eğitim’e bağlı okullarda okutulacağının resmen açıklanmasına bakıp “Yaşananlar boşuna değil. 1980’lerde, 90’larda Kürt sözcüğünü yazmak yasaktı. Aslında herkes ‘Kürt yoktur onlar dağ Türküdür’ uydurmacasının resmi etkisi altında gazetecilik yapıyordu. Bugün devlet kendini Kürtçe televizyon yayını yapmak zorunda hissediyor. Okullarda Kürtçe dersi seçmeli de olsa müfredata giriyor. Nereden nereye geldik” demekten kendini alamıyor insan. Sonuç olarak sorunuza tek tümceyle yanıt vermek gerekirse; umut yoksa gazetecilik de yoktur... ? [email protected] Hayatın Rengi Gökkuşağı/ Celal Başlangıç/ Everest Yayınları/ 248 s. Celal Başlangıç “O kadar tahammülsüz ki bu ülke, farklı düşünene, dik durana, boyun eğmeyene en ağır cezayı vermeye yelteniyor” diyor. adayanlar bir karşılık beklemezler ama bu ülkenin adaletsizliğinde mahkum olsalar da tarihin kendilerini beraat ettireceğini çok iyi bilirler. “TANRI ADEMLERİ LİLİTHLERDEN KORUSUN!” Kadın haklarına da ironik ve mitsel bir dille değiniyorsunuz Lilith’i ve Lilith grubunu anlattığınız bölümde... Günümüzde herkes Havva’yı bilir de “Adem’in ilk eşi Lilith”i bilen çok az çıkar. Çünkü erkek egemen toplumlarda, Adem’le aynı çamurdan yapılmış, eşitlikçi, hakkını savunan, içinde bulunduğu koşullardan hoşnut olmayınca çekip dünyanın öbür ucuna gidecek özgürlük anlayışına sahip bir kadının varlığının göz önünde, akıllarda, bilinçlerde olması pek istenmez. Bu yüzden kadınların direngen, ilkeli, bildiği yoldan dönmeyen yapıları hep geri planda kalır bu toplumda. Ne görünür, ne de gösterilir. Bu açıdan bir müzik grubu olarak kadınlardan oluşan ve adını Babil mitolojisindeki Havva’dan önce Adem’le birlikte aynı çamurdan yaratılan kadından alan Lilith grubunun öyküsü ilk duyduğumda ilginç gelmişti bana. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1171 26 TEMMUZ 2012 ? SAYFA 13
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear