17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 12 ŞUBAT 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gözaltı Derken Gözaltında olmak, bir çeşit hapisliktir. Herhangi bir mahkeme kararı olmadan süresiz hapislikler... Herhangi bir nedenle ya da nedensiz tutuklamalar sık sık yaşanır. Kaç gün, kaç ay... Bir insanın yaşamından aylar, kiminde de yıllar geçer. Mahkemeyle yaşanan hapisliklerin kaç ay, kaç yıl olduğu belli değildir. Ama seni bir kez gözaltına aldılar mı, bu iş nereye kadar bilemezsin. Seni tutuklayıp zindanlara atanlar da bilmez. Düşünmez bile; kaç ay, kaç yıl yatarsa yatsın der mi, bilmem. Ama çoğunlukla anlayış göremeyiz güçlülerden. Ben senden güçlüyüm, her şey benden yana, tüm iktidar benim elimde diyenlere karşı çıkmak kolay değildir. Hem de boşunadır; istediğin kadar yasalarla karşı çıkmaya çalış. Yasalar hepimiz içindir. İşlediğin suçun niteliğine göre. Ama hiçbir suç işlemeden de yakana yapışırlar, o zaman bu Allah’a kalmış mı dersin. Ne dersen de, yakanı kurtaramazsın ellerinden. Mahkemelerde yüzlerce, belki daha çok insanımız yargılanıyor. Kaç yıl oldu Ergenekon davaları açılalı. Yetmezmiş gibi başka konulardaki olayların da Ergenekon sürecine bağlanması. Böyle bir şey oldu mu bekle, yıllar yıllar geçsin zindanda... Ben suçsuz suçluların durumuna değinmek istiyorum. Almışlar atmışlar içeriye; mahkeme sürüp gider mi, yoksa sonlanır mı? Mustafa Balbay’ı, Mehmet Haberal gibilerini düşünüyorum. Biri deneyimli bir gazeteci, ötekisi ünlü bir bilim adamı. Daha başkaları da var. Adlarını saysam şaşırırsınız. Nice bilim, sanat, kültür, adamı yıllardır çile çekmekte ama bir türlü bu işkencelere son verilmemektedir. Mustafa Balbay dört yılı aşan bir süredir, ‘içerde’. Üstelik de CHP İzmir milletvekili, Prof. Mehmet Haberal da Zonguldak milletvekili... Şaşırdınız mı, böyle bir şey demokrat ülkelerde nasıl olur diye? Seçimlere katılmış, halkın oylarıyla milletvekili seçilmiş, buna rağmen seçimle ya da seçimsiz iktidarı eline geçirenler tutmuşlar onları içeri atmışlar. Yıllar geçiyor, o kişiler bir türlü özgürlüklerine kavuşamıyor. Bu tür durumlar bilmem Avrupa ülkelerinde yaşanır mı, yaşanıyor mu, hatta hiç yaşandı mı? Ama bizde, maşallah akla gelmeyecek kadar çok örneği var. Gözaltı deriz tutuklarız, içeri atarız. Sonra onu içerde unuturuz. Yıllar geçer içerdeki adam bağırsa da, çağırsa da, kitap üstüne kitaplar yazsa da boş.. İşte Haberal’ın, işte Balbay’ın, Özkan’ın Hilmioğlu’nun ve daha nicelerinin durumları? İbretle acı gerçeklerimiz... Yeniden Düzenleme ve Sonun Başlangıcı Bütün siyasal aktörler ve örgütlü ve örgütsüz kesimler bir araya gelerek ve de olmazsa olmazı yeni bir fikir ve yeni bir ülke hayali etrafında halkla bütünleşerek kendi Türkiye’sini kurma yoluna çıkmalıdırlar. Dr. Ali Haydar FIRAT Projenin Taş.k’ları... 5 no’lu CD... Sorgucu, Ergenekon sorgulamasında tanığa diyor ki: “Bekir Coşkun’u da söyle...” İstediği yanıtları alamayınca kızıyor “Yoksa taş.k’larını koparırım” diye... H Adam bizi söylese; Ergenekon’a giriyoruz, taş.k’lar kurtuluyor... Söylemezse; taş.k’lar gidiyor, biz kurtuluyoruz... Bizim durum taş.k’lara bağlı diyelim... Fifti fifti... H 5 no’lu CD’yi dinledim; dayak sesleri, hırlamalar, kusmalar, düşmeler, kalkmalar... Belli ki birilerine işkence yapılıyor... Sorgulanan Kanada’daki haham kardeşimiz Tuncay Güney... Ergenekon’un şemasını verdi, gitti Kanada’da haham oldu, bilirsiniz... Bunca yıldan sonra mesleği, yaşamı, geleceği hahamın taş.k’larına endeksli yazarın bunlardan haberi tabii ki yok... “Memleket iyi olsun” deyip duruyoruz o sırada... O kadar... H Haham Tuncay Güney’in bu ifadesi üzerine bildiğiniz Ergenekon başladı... Yüzlerce insan tutuklandı... Telefonlar dinlendi, yatak odalarına girildi... Evler basıldı... Çok insanın canı yandı, hâlâ da yanıyor... H Ve önceki gün: SKYTürk’teki 360 Derece programına katılan haham Tuncay Güney canlı yayında dedi ki: “Ergenekon bir projeydi... Proje tamamlandı... İşkence görmeseydim onları söylemeyecektim... Devlet beni kullandı...” H Evet... Proje tamamlanmıştı... Yargı, ordu, medya gibi etkili, güçlü kurumlar sindirildi... Anayasa, yasalar, kurallar imama göre yeniden dizayn edildi... İstila başarıldı... Proje tamamdı... H Arkasından... Bugünlerde izlediğiniz enkaz kaldırma çalışmalarına geçildi... Başbakan bunları yapanlara(!) kızdı... “Tarih affetmez sonra” dedi... Paşaya “geçmiş olsun”a gitti... H Kimin parmağının, kimin iki dudağının, kimin dilinin ucunun kaderimizi çizdiğini bilmediğimiz memlekette... Ben ise yazgımdaki taş.k’ları düşünüp dururum... B ugün Türkiye bir siyasal sürecin sonuna doğru yaklaşıyor. Bu süreç, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olarak bilinen, merkezinde geleneksel İslamcı ideolojinin olduğu; ancak bunu kendisine eklemlediği yeni sınıf ve söylem kategorileriyle kapatan bir siyasal pratiğin oluşturduğu iktidar bloklarının ve onlara dayanak oluşturan dinsel, kültürel, sınıfsal sütunların artık taşıyamadığı bir yapının son zamanlarını yaşadığımızı göstermektedir. Türkiye’de değişen sınıf kompozisyonunun, gelişen yeni sermaye yapısının ve kendisini dayatan bir iç pazar genişleme sürecinin sonucu olarak ortaya çıkan AKP, bütün bu süreçlerin egemen kapitalist sistemle kesişen noktalarında içdış konjonktürün bir ürünü olarak Türkiye siyasal yaşamında yerini aldı. Temel misyonu Türkiye toplumunu bu yeni zamana uyduracak düzenlemeleri yapmak olan AKP, artık bunu büyük ölçüde gerçekleştirmiş olarak yavaş yavaş tarih sahnesinden çekilecektir. Son işi Türkiye’yi bu yeni süreci taşıyacak bir büyük hukuki altyapıya kavuşturmak olacaktır. Yani anayasa değişikliği ve yargı erkinin tümüyle yürütmenin hizmetine sokulması ile birlikte AKP, tarihsel ve toplumsal olarak işlevsizleşecektir. AKP’nin nasıl ve neden sona ereceğini de yaşadığımız süreçlerde aramak gerekir. AKP, Türkiye toplumunun örgütlü sınıf yapısını darmadağın etmiştir. 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül darbesinin sınıfsal olarak gerçekleştiremediğini AKP başarmıştır. Devrimci ve demokrat sendikaları büyük oranda tasfiye etmiş, “merkezde” ve “merkezin sağında” tanımlanan (literatürde sarı sendikacılık olarak bilinen) sendikaları ise kendisine bağlamıştır. Özellikle 2012 yılının sonunda yürürlüğe giren Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası bu yeni dönemin temel göstergesidir: 28 olan işkolu sayısı 20’ye indirildi, 30 kişinin altında işçi çalıştıran işyerleri sahiplerinin, sendikal faaliyette bulundukları için işçileri işten attıklarında sendikal tazminat ödemeyecekleri garanti altına alındı (6.5 milyon çalışana sendika yolu böylece kapatılmış oldu) ve bu işçilerin mahkeme hakları ellerinden alındı. Grev yasakları ile hükümetin milli güvenlik ve genel sağlık gerekçesiyle grev erteleme yetkisinin devam etmesi, ancak eskiden var olan grev ertelemesine karşı Danıştay’a başvuru yolunun yasadan çıkarılması, grev oylamasının zorlaştırılarak sendikaların greve çıkmasının önüne yeni bir engel çıkarılması sendikal ve sınıfsal yapıyı hem örgütsel hem eylemsel hem de yasal olarak çok ciddi bir tasfiye sürecinin içine soktu. ‘Darbe girişimi’ davaları ile Türkiye bürokrasisinin en güçlü kesimi olan askeri bürokrasi, tutuklama ve yargılamalarla var olan pozisyonundan edildi ve bürokrasinin geri kalan kısmına gözdağı verildi. 2010 yılındaki re ferandumla yargı sistemi örgütsel olarak tasfiye ve değişime tabi tutuldu. Bunun sonucunda özellikle ekonomik alanda başta özelleştirmeler olmak üzere egemen dünya sistemiyle bütünleşme ve o sistemin denetimine girme çabasına engel çıkaran yargı bürokrasisi de dönüştürüldü. Yeni sermaye kompozisyonu yaratıldı ve bu sermayenin hem ulusal hem de uluslararası sermaye ile bütünleşmesi sağlandı. Yeşil sermaye olarak tanımlanan bu sermaye çok ciddi ve büyük bir birikim depolamış ancak doğal sınırlarına gelmiş bulunuyordu. AKP iktidarı bu sermayenin doğal sınırlarını geliştirerek onu hem büyük sermaye ile bütünleştirdi hem de iç pazarı geleneksel sınırlılıklardan kurtararak egemen sermayenin bu yeni sermaye aracılığıyla Türkiye’nin her tarafına ulaşmasına imkân tanıdı. Bir boyutuyla egemen sistemi tanzim eden ve onu sürdürülebilir kılan Kürt sorunu (diğer boyutuyla siyasal, kültürel, sınıfsal ve de hak ve özgürlükler sorunu), artık eski sistemin ciddi değişimiyle gereksizleşmiştir. Bu yeni sistemin bir Kürt sorununa ihtiyacı kalmamıştır. Son dönemde AKP ile PKK/İmralı arasında yapılan görüşmeler aslında kendisini dayatan bir çözümsüzlüğün zorunlu olarak bertaraf edilmesinin gereğidir. Artık yeni inşa edilen bu sistemin Kürt sorunuyla uğraşmak gibi bir derdi kalmamıştır. Hem ulusal ölçekte hem uluslararası konjonktürde Kürt nüfusu ve coğrafyası bir siyasal yapı olarak egemen dünya sistemi ile bütünleşen bir pazar olarak meşruiyet kazanmıştır. Kuzey Irak’taki fiili Kürt devleti ve ona eklemlenecek veya eklemlendirilecek olan Suriye ve İran Kürt bölgeleri bu bölgedeki siyasal yol haritasını belirginleştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarihsel, toplumsal, ekonomik ve siyasal koşulların dayatması, uluslararası egemen sistemin desteği ile AKP tarafından yeniden düzenlenmiş ve bu düzenlemede sona yaklaşılmıştır. Eğitimden sağlığa, sendikal yaşamdan sermayeye, bürokrasiden ekonomiye birçok alan yeniden tanzim edilmiştir. Bunun nihai noktası yeni anayasa ve sistem değişikliğidir. AKP’nin yerine getirmekle yükümlü olduğu sürecin bitimi yeni anayasa ve başkanlık sistemidir. AKP bunu yapsa da yapmasa da siyasal sahneden çekilecektir. Eğer yaparsa doğal rolünü yerine getirmiş ve sistemin ihtiyacı olmayan bir partiye dönüşüp gereksizleşmiş olacaktır. Eğer bu son rolünü oynayamazsa yıpranmış olacak, böylece yeni sistem yeni bir aktöre ihtiyaç duyacak ve AKP yeniden siyasal arenanın dışına çıkarılacaktır. Hep birlikte AKP’nin son sürecine tanıklık etmekteyiz. Her süreç diyalektik olarak kendi karşıtının da varlık ortamını yaratır. Bugünün yeni Türkiye’sinde çok geniş toplum kesimleri hak mağduriyetine uğramıştır. Çok ciddi hak kayıpları yaşanmıştır. Bütün bu kesimleri bir araya getirecek olan ise yeni bir ülke hayalidir. Baştan başa sermayenin egemenliğine teslim edilen bu süreç sınıfsal olarak bir yeni ortaçağlaşma sürecidir. Şimdi CHP başta olmak üzere bütün siyasal aktörler ve örgütlü ve örgütsüz kesimler bir araya gelerek ve de olmazsa olmazı yeni bir fikir ve yeni bir ülke hayali etrafında halkla bütünleşerek kendi Türkiye’sini kurma yoluna çıkmalıdırlar. Bu yol henüz yürünmemiştir ve bütünüyle açıktır... V. III. IV. II. I. CHP’nin Doğrultusu 1950’den beri CHP hakkında söylenmedik söz kalmadı. O kadar ilginç ki CHP için aynı anda hem komünist, hem de faşist denilebiliyor! Örneğin bugünlerde, Hem PKK’li hem de ırkçı denilebiliyor. Hiç kaygınız olmasın; bir süre sonra örneğin, “Ergenekon davalarının aslında bir CHP komplosu olduğu” da ortaya çıkacaktır! Doğan SUBAŞI Avukat Ö rgüt, insanların belirli bir amaca ulaşmak için bir araya geldikleri bir yapıdır. Örgüt, insanların bir araya geliş biçimidir. Nasıl yumurtasız omlet olmazsa insansız da örgüt olmaz. Bir örgütü güçlü kılan, öncelikle örgütü oluşturan insanlar arasındaki sevgi ve güven ilişkileridir. Eğer üyelerin birbirlerine ve örgüte sevgi ve güvenleri varsa o örgütü kimse yıkamaz. O örgüt mücadelesinde er ya da geç başarıya ulaşır. Bu nedenle bir örgütü dağıtmak isteyenler, o örgütün üyeleri arasındaki sevgi ve güven ilişkilerini hedef alırlar. Sevgi ve güvensizlik başladı mı örgüt çözülme sürecine girmiş demektir. Türkiye’de 1950’den beri bütün sağ siyasal iktidarlarca, CHP ve bütün sol örgütler için yapılmaya çalışılan budur. Solun halktan kopuk olduğu, devletçi olduğu, milli ve manevi değerlerden uzak olduğu, bir kaz bile güdemeyeceği, solcuların kendi içlerinde kavga etmekten başka bir şey bilmedikleri, asker yanlısı ve darbeci oldukları, aslında Türkiye’de muhalefet de olamadıkları, zaten ülkenin en önemli sorununun muhalefet olmamasının olduğu vb. gibi, yüzlerce safsata, her gün defalarca tekrarlanır. 1950’den beri CHP hakkında söylenmedik söz kalmadı. O kadar ilginç ki CHP için aynı anda hem komünist, hem de faşist denilebiliyor! Örneğin bugünlerde, hem PKK’li hem de ırkçı denilebiliyor. Hiç kaygınız olmasın; bir süre sonra örneğin, “Ergenekon davalarının aslında bir CHP komplosu olduğu” da ortaya çıkacaktır! Hep merak ederim; bunlara gerçekten inanıyorlar mı diye! Evet, bu safsatalara gerçekten inananlar olabilir. Sadece sağda değil, solda da inananlar olabilir; oluyor da. Ama bu tür safsatalara inananların çokluğu ya da bunların sürekli dile getirilmesi, onların safsata olduğu gerçeğini değiştirmez. Bütün bu safsatalara rağmen, milyonlarca insan, Halk Partisi’ne oy veriyor; üye oluyor; etkinliklerine katılıyor. “Halktan kopuk” dedikleri Halk Partisi, son seçimde 11.5 milyon oy almıştı. Çünkü ilk kurultayını yaptığı 1919’dan beri “CHP’nin doğrultusu” bellidir. Bu doğrultu, demokratikleşmedir. CHP’de kişiler, söylem, programlar, liderler vb. değişebilir. Ama CHP’nin “demokratikleşme doğrultusu” değişmez. Atatürk dönemi, aslında demokratikleşmenin ilk ve en önemli adımlarını oluşturmuştu. Çok partili sisteme geçişle birlikte CHP, demokratikleşmeyi, başka partilerle rekabet içinde gerçekleştirme yoluna koyuldu. Çok partili sistem, tek başına başarılabilecek bir şey değildir. Adı üstünde, çok partili sistem. 1954 Temmuz’unda Türkiye’nin ilk “mutedil muhafazakâr” partisi olan Millet Partisi bir gün içinde kapatıldığında, bu kapatmaya ilk karşı çıkan CHP olmuştu. MP, içinde “Padişah lık geri gelsin; hilafeti ihya edelim; Arap harflerine dönelim; Mecelle’ye geri dönülsün; parti İslam Demokrat, Müslüman Liberal gibi isimler alsın” gibi düşüncelerin tartışıldığı bir partiydi. Hatta CHP’nin MP’nin kapatılmasına tepki göstermesi üzerine, Menderes CHP’yi irticaya destek vermekle suçlamıştı! (Yani, CHP irticaya destek vermekle bile eleştirildi!) 1961 sonrası Demokrat Partililere siyaset yasağı gelmişti. Bunun kaldırılması için uğraşan da CHP olmuştu. 1987’de CHP, AP, MSP, MHP gibi partilerin eski liderlerinin siyaset yasağının kaldırılmasında CHP çizgisi, yasağın kaldırılması yönünde tereddütsüz görüş vermişti. 2003’te Tayyip Erdoğan’ın siyaset yasağının kaldırılmasında da CHP’nin tutumu, tereddütsüz yasağın kaldırılması yönündeydi. 1946’de “psikopat krizi”nde, Recep Peker’in Menderes’e söylediği “psikopat” sözleri üzerine DP milletvekilleri Meclis’i terk etmişlerdi. 9 günlük protestodan sonra İnönü’nün girişimi ile yeniden Meclis’e döndüler. DP milletvekilleri Meclis’e girerken, CHP milletvekilleri onları ayakta alkışlayarak karşılıyordu. (Bakalım bunca yıldan sonra, bu “ileri demokrasi” döneminde, AKP milletvekilleri, tutuklu CHP, MHP ve BDP milletvekilleri salıverilirlerse onları Meclis’te nasıl karşılayacaklar?) CHP ve CHP’liler, kendileri hakkındaki yalana, iftiraya, her türlü çarpıtmaya, hakarete, saldırıya alışıktır. Çünkü CHP ile CHP hakkında bu tür safsataları yayanlar arasında, değişmez bir fark vardır. Aslında o kadar eskilere gitmeye gerek yok; bugüne bakmak bile bu farkın anlaşılmasına yeter. Bu farkı yıllar önce, 1956’da CHP’nin efsane lideri İsmet İnönü söylemişti: “Biz mutlakıyetten bugüne geldik, siz bugünden mutlakıyete gidiyorsunuz; aramızdaki farkı bilelim!”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear