Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 2 TEMMUZ 2010 CUMA
10 HABERLER
Madõmak katliamõndan yaralõ kurtulan Lütfiye Aydõn, Sivas’tan bir ömür boyu sürecek acõlarla döndü
‘Kent ölüm kokuyordu’IŞIK KANSU
ANKARA - Şenlik olacaktõ. O şen-
liğin belgeselini çekeceklerdi Erdal Ay-
rancı ile birlikte. Şenliğe gitmişlerdi.
Yandõlar. Erdal Ayrancõ, küllenmemiş
anõlara karõştõ. Lütfiye Aydın, dağlandõ.
Yaralõ, yaşõyor...
2 Temmuz için konuştuğumuzda de-
di ki: “Aylar sonra Erdal’ın çantası-
nı bulmuşlar. Eşi Hatice’ye vermiş-
ler. Öyle tanıştık Hatice ile elinde bir
dosya ‘Bu dosya galiba size aitmiş’ de-
di. Aldım baktım. Sivas şenliği bel-
geseli için yazdığım senaryo. Dosya-
ya hiçbir şey olmamıştı. Ne bir is, ne
bir yanık izi. Tertemizdi...”
Dedik ya, tertemiz duygularla, coş-
kuyla, şenlik için gitmişlerdi Sivas’a:
“Buruciye Medresesi bahçesinde
kırmızı gözlü keklikler dolaşıyor-
du. Asaf (karikatür sanatçõsõ Asaf Ko-
çak-yandõ), devekuşu sergisi açtı. İz-
ledik. Behçet (şair Behçet Aysan-yan-
dõ), Metin (şair Metin Altõok-yandõ),
Burhan Günel (yazar), dalga geçi-
yorlardı, ‘İmzadan kollarõmõz koptu’
diye dalga geçiyorlardı. Meğer, ka-
pıya birini dikmişler, o içeri girecek
olanları geri gönderiyormuş.” 2 Tem-
muz 1993 sabahõ. Polis gelmiş, “Top-
layın kitaplarınızı, çıkın gidin” demiş.
Nereden bilsinler az ötede, Kültür Mer-
kezi’nde kõyamet kopuyormuş: “Ki-
tapları toplarken uzun sakallı bir
adam geçti önümüzden. Yanında,
elinden tuttuğu küçük bir çocuk
vardı. Adam, hepimizin yüzünü ak-
lına kazırmış gibi bakıyordu. Çok ra-
hatsız olmuştum.”
Kentte basõk hava sürüyordu. Ölüm
kokuyordu kent. Eşi Cafer Can Ay-
dın’õn içine doğmuştu sanki. “Latif”
dedi, “Otele gitmeyelim istersen. Be-
nim bir müvekkilim var. Ona uğra-
yalım.” Gidemediler, otele döndüler,
“Arkadaşlarla geldik, onlarla kala-
lım” dediler. Lütfiye Aydõn’õn deyişiyle
“Godot’yu bekleme hali”ne geçtiler:
‘Tatsız şeyler oluyor’
“Can, Asım Ağabey’le (yazar, araş-
tõrmacõ Asõm Bezirci-yandõ) satranç
oynamak istedi. Odadan, satranç
takımını aldı geldi. Asım Hoca da, bi-
ze imzaladığı kitabını getirdi. İlk
sayfasını açtık. ‘Dostluk, barõş dolu
günlerin özlemiyle...’ diye yazmış.”
O kitap nerede mi? O da aylar sonra
bulundu. Şişmişti, kabarmõştõ, yanõk ko-
kuyordu, ama Asõm Bezirci’nin imza-
ladõğõ sayfa duruyordu: “Dostluk, ba-
rış dolu günlerin özlemiyle...”
O gün, 2 Temmuz 1993’te Asõm Be-
zirci’nin yanlarõna birileri geldi. Yüzle-
ri asõktõ, “Tatsız şeyler oluyor” dediler.
Belli ki, sinsi bir duman alttan alta tüt-
meye başlamõştõ. Asõm Bezirci, olup bi-
teni özetleyen bir bildiri hazõrladõ. O sõ-
rada Aziz Nesin’in koruma polislerinden
biri geldi, Lütfiye Aydõn’õn yanõna otur-
du. Elinde uzun namlulu bir silah vardõ.
Sanki nefretle bakõyormuş gibi geldi
ona... Nesimi Çimen, “Midem rahat-
sız, bir lokma ekmek var mı” diye sor-
du. Lütfiye Aydõn çantasõna, ne olur, ne
olmaz diye bir parça ekmek atmõştõ. Ne-
simi Çimen’e verdiler, kenarõndan azõ-
cõk kopardõ, “Bir başkası da acıkabilir”
diyerek gerisini bize verdi. Koskoca
Nesimi’nin son yediği ekmek o oldu.
Sonra? Sonrasõ, Lütfiye Aydõn açõ-
sõndan sisler arasõnda yitip gitti, karardõ.
Yok. Yalnõzca anlatõlanlar var: “Madı-
mak Oteli’nde, yukarı çıkın, diyor-
larmış, çıkıyormuşuz. İnin, diyorlar-
mış, iniyormuşuz. Üst katlara çıkmı-
şım. Çocuklara tek tek dokunmu-
şum. ‘Korkmayõn’ demişim, ‘Gelir bi-
zi kurtarõrlar’ demişim.”
SİBEL BAHÇETEPE
Madõmak katliamõnõn 17. yõ-
lõnda genç yaşta eşini kaybeden,
halk ozanõ Hasret Gültekin’in
eşi Yeter Gültekin, 17 yõldõr
katliamõn asõl sorumlularõ hakkõn-
da hiçbir şey yapõlmamasõnõn vic-
dan ve ahlaktan uzak ortamõn sonu-
cu olduğunu söyledi. Gültekin,
“Madımak müze olmadık-
ça bu yangın sönmeye-
cek” dedi.
2 Temmuz 1993 günü
Pir Sultan Abdal’õ an-
ma etkinliklerine ka-
tõlan ve çõkan olay-
larda 22 yaşõnda
yaşamõnõ yitiren
Hasret Gülte-
kin’in eşi Yeter
Gültekin, Sivas’õn yangõnõnõn hiç sön-
meyeceğini belirterek “Bu insanlığa
karşı işlenmiş suçlara susarak, umur-
samayarak ve seyirci kalarak ortak
olanları insan olmanın ayırdına var-
maya, vicdanlarını hatırlamaya ve in-
sanlık görevlerini yerine getirmeye
davet ediyoruz” çağrõsõnda bulundu.
Madõmak’ta yaşanan olaylarda top-
lumsal kayõplarõn büyük olduğunu ifade
eden Gültekin “Madımak katliamında
en küçüğü 12 yaşında çocuklarımız,
gencecik kardeşlerimiz, eşlerimiz ve
çocuklarını görememiş, sevememiş
babalarımız diri diri ateşe verildi. Bu
çok ağır bir yük, tarifsiz bir acı” dedi.
“1993’ten bu yana DYP, SHP, RP,
DSP, MHP ve AKP hem iktidar hem
de onlara muhalefet edenlerin Sivas
katliamıyla ilgili gayri ciddi, gayri sa-
mimi ve hatta evrensel hukuk değer-
lerine aykırı tutumu süregelmekte”
diyen Yeter Gültekin şöyle devam etti:
“15 bin eylemciden yalnızca 160
kişiyi tutuklamak, kameralar önünde
gerçekleştirilen katliamın aranan sa-
nıklarının İstanbul Belediyesi’nde ça-
lışıyor olması, haklarında kesinleşmiş
hükümler bulunan ve Avrupa ülkele-
rinde yaşadıkları belirlenen sanıkla-
rın zaman aşımından kurtarılmak is-
tenmesi gibi çokça örnekleri var. Ma-
dımak Oteli’nin altında katliamdan
sonra açılan et lokantasıyla, kira söz-
leşmesi biten kebapçının tahliye edil-
mesi ve otelin kamulaştırılabilmesi
için yıllarca süren pazarlıkla bizim
acımızla alay ettiler. Nihayet kamu-
laştırılan Madımak Oteli’ni park ya-
pıp ağaç dikeceklermiş, kütüphane
yapacaklarmış! Gerçek sorumlular
bulunana, adalet yerini bulana dek
bizler unutmayacak, unutturmayaca-
ğız. Yüzleşmemek, unutmak ve caydı-
rıcı yasal önlemler almamak katilleri
cesaretlendirir. Madımak’tan sonra
da bitmeyen katliamlar, siyasi cina-
yetler devam eder. Madımak müze
haline getirilmediği sürece bu yangın
sönmeyecek. ‘Bu yõl 2 Temmuz Cu-
ma’ya geliyor tahrik olabilir, anma et-
kinlikleri için Madõmak Oteli’ne gelme-
yin’ diyerek cuma namazına gidenle-
rin tümünü zan altında bırakan Sivas
Valisi’ne asli görevini hatırlamasını
tavsiye ederiz. Yıllardır hiç kimseyi
tahrik edecek bir şey yapmadık, bun-
dan sonra da yapmayacağız. Madı-
mak’ta öldürülen yakınlarımızın bir-
çoğunun doğduğu yer Sivas ve o top-
raklara defnedilmek, eşim Hasret Gül-
tekin’in her yolculuk öncesi ifade etti-
ği bir dilekti.”
‘BİZİ YAKANLARIN AVUKATLIĞINI
ÜSTLENENLER İKTİDARDA’
Raporlarõ bitiyor. İşe baş-
lõyor. İşyerine mumya-
lar gibi gidiyor, sargõlar
içinde. Karşõdan karşõya geçe-
miyor, yürümeyi sonradan öğ-
renmiş gibi. Masasõnda soruş-
turma kâğõdõ: ‘Lütfiye Aydın,
Sivas’a niye gittin?’ Dağlan-
mõş, soruşturuluyor. Özetle, as-
lan sosyal demokratlarõn ikti-
darõndan aslan devlet dönemi-
ne geçiş... İşte o günlerde derin
hüznü, korkuyu ve sevinci bir-
likte yaşõyor. Önce hüzünü an-
latõyor: “Bayram yerinde
unutulmuş bir çocuk gibiy-
dim. Herkes gitmiş. Sen ora-
da unutulmuşsun, yolu bilmi-
yorsun, beli bilmiyorsun. Ya-
payalnızsın. Dilime o günler-
de bir dize dolamıştım, Pir
Sultan Abdal’dan: ‘Sen ölme-
den, ben ölürüm diyenler...’
Arkadaşlarımın bir kısmı Si-
vas’ta ölmüştü. Bir kısmı da
yaşarken öldü benim için...”
Ya korku?
“Eve geldim, hayatla baş
etmek çok zor oldu. En basit
becerilerimi unutmuştum.
Yemek yapamıyorsun. Çak-
mak kibrit yakamıyorsun.
Ateş görmeye tahammül ede-
miyordum ben. İki şey, bir
köpek sesi, iki ateş, beni çıl-
dırtıyordu. Demek ki ben Si-
vas’ta ozanlar heykelindeki
kangal köpeğinin sürükleni-
şini, yakılışını görmüşüm.
Ateş ürküntüsünün gerekçesi
de belli: Yakılmıştım düpe-
düz.” Büyük sevincine gelin-
ce: “Okuma yazmayı becere-
bildim sonunda. 1.5 günde,
daktilonun kafasını gözünü
kıra kıra yarım sayfa bir yazı
yazabildim. Zirveye bayrak
dikmiştim sanki.”
17 yõl geçti aradan. Yavaş
yavaş duruldu, tortularõndan
arõndõ. Ne mi düşünüyor? Şun-
larõ:
? Halkımız ölüyü çok sevi-
yor. Arkalarından yürüsün-
ler, slogan atsınlar, ama beri
yanda bir insan susuzluktan
ölüyor, umurlarında değil. ?
İnsancı düşünceden gelme-
seydim, insanlık düşmanı
olabilirdim. ? Kimse yanma-
sın, yanarsan kötü. ? Ben ol-
ması gerekeni yaptım. Bu ül-
kenin insanları aydınlıktan,
laisizmden yana çok ağır be-
deller ödediler. Benim payı-
mı da bu kadarı düştü. ? Bu
yüzkarası olay, bu ülkenin
geleceği için bir umut ışığı
olaydı, helal olsun, iyi ki de
yanmışız derdim. Ama öyle
olmadı. Bizi yakanların avu-
katlığını üstlenenler iktidara
geldi. Demek ki, halkımız
bundan hiç etkilenmemiş.
Sivas yangınında dağlanan yazar Lütfiye Aydın ve eşi Ca-
fer Can Aydın, aylarca GATA’da tedavi gördü.
Aydın ve yanan çocuklar Madımak Oteli’nde ölümü bekliyorlar.
E
şi Can Aydõn’õn anlatõmõndan bi-
liyor gelişenleri: “Can, bakmış
durum kötüye gidiyor. Kurtu-
luş çareleri aramaya başlamış. Otel ile
yanındaki bina arasında bir boşluk
görmüş. Alevler yükselince, el ele tu-
tuşup helalleşip oraya atlamışız. Yük-
sekten düşmüş olmalıyız ki, bir ayak
parmağım kırılmış, bir de tek omu-
rum. Aydoğan Yavaşlı ile eşi de bizim
arkamızdan atlamışlar aynı yere. Ge-
len dumanlarla dördümüz de boynu-
muzu bükmüş, serilmişiz yere. Kuyu
kebabı gibi yanmışız, için için...”
Saatler sonra, yangõnõn tütsüsü kara-
ran gökyüzüne yükselirken õssõzlaşmõş
meydana açõlan kapõ önünde yürüyen
simsiyah bir gölge belirmiş. Can Ay-
dõn’mõş bu. Kendisine yönelen polisle-
re “Karım içeride” demiş, yanõklar için-
de: “Önce Aydoğan ile eşini, en son
da beni çıkarmış polis. Bakmış, ‘Öl-
müş bu’ demiş, benim için. Bırakmış
yere. Can, ‘Kendine gel, Latif, ölme,
bak ben yanõndayõm’ derken bir pika-
bın arkasına koymuşlar beni.”
Ambulans yok muymuş? Dedik ya, o
zaman aslan sosyal demokratlarõn yet-
kileri var, ama haberleri yok ki, ambu-
lans göndersinler... Hastaneye getiril-
mişler: “Kalemle ayağımın altını çi-
ziyorlar. Yine tık yok. ‘Ölmüş bu’ de-
mişler. Tam morga gönderecekler, bir
iç çekmişim. Saniyelik bir iç çekiş. Ha-
yat dediğin pamuk ipliği zaten. Hemen
oksijen takmışlar filan.”
İnsanlar kurtulsun, yaşasõn diye pa-
ralanan doktorlar sayesinde soluk ala-
biliyor. Uçakla Ankara’ya gönderili-
yorlar. Eşi Can da uçakta. Bedeni
üçüncü derece yanõk, ama uçakta yer
yok, ayakta...
GATA’da çığlıklar
Gözünü GATA yanõk tedavi ünite-
sinde açõyor. Buna göz açmak denirse...
Bir tek eşini tanõyor. Onu da eş olarak
değil, yanõndaki bir arkadaş gibi tanõyor.
“Can” diyor, “Biz nerede trafik kazası
geçirdik?” Yakõldõklarõnõ duysa bile ay-
nõ soruyu yineliyor: “Can, biz nerede
trafik kazası geçirdik?”
Ve o çõğlõklarõ hatõrlõyor. Duvarlarõ
çõnlatan, çatõyõ delip insanlõğõn yüreğinde
patlayan çõğlõklarõ: “7 Ağustos’a kadar
o ölümcül küvete götürdüler bizi,
günaşırı. Ellerinde keseye benzer bir
şey, ölü derilerimizi keseliyorlar ve
çığlıklarım hep kulaklarımda.”
Eşi Can şiir okuyarak dayanõyor acõ-
ya. Sonunda dayanamamõş: “Belle-
ğimdeki bütün şiirler de, ben de bit-
tim. Acıyı kesin ne olursunuz.” Bunun
üzerine ilaç vermişler. İlaç, acõyõ kesi-
yor, ama yanõltõcõ düşlere yol açõyor bu
kez: “Beynim çıkmış, dört ayaklı ol-
muş yürüyor gördüm bir kez. Dedim
ki hastabakıcılara: Aman dikkat,
beynimin üzerine basmayın, bir tek
değerli o kaldı geride.”
Gözleri açõk gördüğü bir başka düş de,
2 Temmuz’dan kalma: “Yattığım oda-
da küçük bir pencere var. Oradan iki
küçük insan sızıyor içeriye. Buruciye
Medresesi’nde gördüğüm sakallı
adam ve elinden tuttuğu çocuk. Bü-
yüye büyüye üstüme geliyorlar. Kor-
kuyorum, çok korkuyorum...”
İşini gücünü unutmuş, özürlü çocuk
tepkileri veriyor. Doktorlar, demişler ki,
“Bu rolü benimserse kötü. Bu psiko-
lojiden çıkmayabilir.”
Okumayı-yazmayı unutmuş
Okuma-yazmayõ unutmuş. Küvetteki
çõğlõğõnõn yansõmasõdõr, bir yazarõn oku-
ma-yazmayõ unutmasõ: “Gazete geliyor,
bakıyorum, tanıdık bir şey ama, harf-
ler gözümün önünden uçuşuyor, fan-
tastik bir şey... Cumhuriyet’in pazar
bulmacasını çözme alışkanlığım var.
Önümdeki sorular kaçışıyor. Bir ta-
nesini tanıdım, sadece bir tanesini:
Kuzu sesi. Me, bunu biliyorum işte.
Tutup yazacağım, yazamıyorum, ka-
reler kaçıyor bu kez. Kafama takmı-
şım, o gazeteyi elimden bırakmamı-
şım. Üç gün, saplantı halinde bakmı-
şım gazeteye. Me sesi için..”
‘Beni öldü diye bir pikaba koymuşlar’
Lütfiye
Aydın
Yobazlarõn yaktõğõ ateşte 22 yaşõnda yaşamõnõ yitiren halk ozanõ Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin:
Madõmak müze olmadõkça bu yangõn sönmez
Fotoğraf:NECATİSAVAŞ
SÖZDEN YAZIYA
SÜHEYL BATUM
Sivas Madımak’ın
‘Şifresi’
Bugün Madımak katliamının 17 yılını, yine
büyük bir üzüntü ile anıyoruz. Üzerinden
kocaman bir 17 yıl geçmiş. Ve artık herkes
biliyor ki, Sivas Madımak katliamı, “uzun bir
sürecin” halkalarından biri idi. Ve Sivas’ta o
gün yakılan, yakılarak yaşamını yitiren aydınlar,
o uzun sürecin mağdurları idi. Kahramanmaraş
da, Çorum da, hatta Bahçelievler katliamı da,
16 Mart İstanbul Üniversitesi önündeki facia
da, bu uzun sürecin birer halkası idi. Ve bu
kanlı süreç içinde çok “aydınımız” yaşamını
yitirdi. “Madımak Oteli’nde” yanan aydınlarımız
da, Muammer Aksoy da, Bahriye Üçok da,
Turan Dursun da, Ahmet Taner Kışlalı da,
Ümit Kaftancıoğlu da, Uğur Mumcu da. Ve
daha birçok aydınımız da. Tümü bu “uzun, bu
kanlı, bu vahşi süreçte” yaşamlarını yitirdiler.
Hem de gaddarca, vahşice.
Bu uzun süreçte yaşamını yitiren
aydınlarımızın yakınları, iki yıldan beri bir
etkinlik düzenliyorlar, “Benim Babam Bir
Kahramandı” adıyla. Ve o etkinlikte, Genco
Erkal sahne alıyor. Nâzım Hikmet’ten okuduğu
dizelerle. Ve iki yıldır da, Ataol
Behramoğlu’nun unutulmaz şiirinin unutulmaz
dizeleri ile bitiriyor; “Yaşamak görevdir bu
yangın yerinde - Yaşamak, insan kalarak”. İşte
Sivas katliamının, bu “uzun ve kanlı sürecin
temeli de bu...
Bu sürecin bir tarafında insanlar var;
“yaşamak, insan kalarak” diyen, “üretmek ve
ürettiğini hakça paylaşmak, insan kalarak” diyen,
“çocuklarımıza daha iyi bir gelecek
sağlayacağız, insan kalarak” diyen, “barış içinde,
bir arada yaşayacağız, insan kalarak” diyen.
Siyasal iktidar dediğimiz ya da Devlet
dediğimiz gücün ya da aygıtın görevi de bu
olmalı değil mi zaten. “Yönetmek, insan kalarak,
üstün bir güç kullanmak, insan kalarak, kaynağı
ne olursa olsun, siyasal gücü kullanmak, insan
kalarak” değil mi?
İşte temel çelişki bu. Bu uzun ve kanlı
sürecin temel çelişkisi de bu. Sivas
katliamının şifresi de bu... Bir tarafında
aydınlık insanlar var, aydınlar var;
“yaşayacağız, insan kalarak” diyen, “var
olacağız, insan kalarak” diyen. Diğer tarafında
da, diğer bazıları var, “yaşayacaksın, ama insan
olmadan, insan kalmadan” diyen.
“Yaşayacaksın ama üretmeden, ben sana
sadaka olarak verdiğim zaman” diyen. Ve
“yaşayacaksın, ama hiç düşünmeden, hep biat
ederek, hiç karşı çıkmayarak” diyen.
Hatırlayın Madımak Oteli’nin etrafını çevirenler
nasıl bağırıyordu, nasıl bağırtılıyordu. “Bunlar
Müslüman değil, bunlar Cumhuriyetçi,
Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak”
diye, değil mi? Yani “yaşayacaksan, benim gibi
olmalısın; yaşayacaksan, benim gibi
düşünmelisin” diyerek. Ve tabi ki “sen haksızsın,
çünkü ben çoğunluğum” zannederek ... Hem de
“Çoğunluk değilsen,haksızsın, haksızsan da ya
susarsın, ya yaşayamazsın” diyerek.
İşte Sivas, bu anlayışın sonucu idi. Aynı
“sürecin diğer halkalarında yaşamını yitiren
diğer aydınlar” gibi. Aynı “Benim Babam Bir
Kahramandı” etkinliğinde, yakınlarının
andıkları, diğer aydınlarımız gibi. Aynı “yaşamak,
insan kalarak” diyen tüm insanlar gibi.
Sivas’ın şifresi bu. Bu şifreyi çözerseniz,
neden bir başbakanın “Sivas’ta halkımız zarar
görmemiştir” dediğini de anlarsınız. O dönemin
Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın neden “bu
vahşeti gerçekleştirenlerin” avukatlığını
üstlenmek istediğini, ziyaret ettiğini de
anlarsınız. Aynı partinin o dönemler İstanbul
Büyükşehir Başkanlığı gibi önemli bir görevini
üstlenmiş olan Sayın Başbakan’ın neden hiç
karşı çıkmadığını da; “ayıp değil mi sayın
bakan, onların avukatlığı size mi kaldı” neden
demediğini de anlarsınız. Aynı partinin o dönem
milletvekili olan bugünkü Sayın
Cumhurbaşkanı’nın aynı şeyi neden
söylemediğini de anlarsınız.
Dediğim gibi, denklemin bir tarafında
“yaşamak, insan kalarak” diyenler var. Diğer
tarafında ise, “yaşamak, benim gibi düşünerek”
ya da “hiç düşünmeden, biat ederek” diyenler.
Sivas’ın şifresi bu, bu olmasına da. Kırmak
için bir söz vermemiz gerekir. Yakın bir
gelecekte “Bu vahşeti işleyen herkesi kaçtıkları
yerden getireceğiz, yargılayacağız” diyerek. Ve
bir de, öyle bir düzen kurmalıyız ki, içinde
hepimiz eşit olalım, özgür olalım ve bir daha hiç
kimse “bu bizim gibi düşünmüyor, o halde
vuralım, yakalım” demesin, diyemesin.
Gürbüz Çapan:
İddialar asılsız
İstanbul Haber Servisi - Esenyurt’un kurucu Be-
lediye Başkanõ ve Ergenekon davasõnõn tutuksuz sa-
nõklarõndan Dr. Gürbüz Çapan, bazõ basõn yayõn ku-
ruluşlarõnda kendisi ile ilgili İstanbul’da 6 papaz ve
hahama yönelik suikast hazõrlõğõ yapan kişilerle iliş-
kisi olduğu yönündeki haberlerin gerçeği yansõt-
madõğõnõ söyledi. Kendisinin serbest bõrakõlmasõ doğ-
rultusunda eski Adalet Bakanõ Seyfi Oktay’õn ça-
ba harcadõğõ yönündeki haberlerin de maksatlõ ya-
põldõğõnõ anlatan Çapan, haberleri yapan kişiler
hakkõnda suç duyurusunda bulunacağõnõ belirtti.
Taksim Hill Otel’de önceki gün konuyla ilgi ba-
sõn toplantõsõ düzenleyen Dr. Gürbüz Çapan, “Şah-
sıma bir saldırı, tertip düzenleniyor. Son 15-20
gündür bu tür gerçekle alakası olmayan haber-
lerle gündem yaratılmaya çalışılıyor” dedi. İd-
dialarõ, “İnsanın tüylerini diken diket eden, deh-
şet verici bir iddia” olarak nitelendiren Çapan, şöy-
le devam etti: “Beni tamamen siyaset dışına itmek
için bu tür oyunlar düzenleniyor. Bu yayınlar ta-
mamen kişilik haklarıma saldırıya yöneliktir.”