Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 18 TEMMUZ 2010 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Pulp-fiction adõ verilen ucuz polisiye
romanlardan birisi anlatõlõyor
sanõlmasõn, gayet ciddi bir olayla karşõ
karşõyayõz: Indiana polisi, Indianapolis’in
sosyete evlerinden birisinde, 74 yaşõndaki
Germaine Suzy Tomlinson adlõ kadõnõn
cesedini, yüzükoyun kapaklanmõş biçimde,
su dolu banyo küvetinde buldu. Tarih, 2008
yõlõ Eylül ayõnõn 28. günüydü...
Soruşturmadan anlaşõldõğõnca Suzy’nin
ayağõ kaymõş, başõnõ musluğa çarpõp anõnda
ölmüştü; başka kuşku yoktu. Polis dosyayõ
rafa kaldõrõldõ.
Bir süre sonra, American General Life-AGL
adlõ sigorta şirketinden bir dilekçe polise
ulaştõ ve dosyaya tekrar bakõldõ: J.B.
Carlson adõnda bir sigortacõ, sigortaladõğõ
müşterisine ait parayõ geri istiyordu. İstenen
para dudak uçuklatõyordu: 15 milyon dolar!
Küvette ölü bulunan Suzy, 15 milyon
dolarlõk hayat poliçesini Carlson adlõ 36
yaşõndaki sigortacõsõna cirolamõştõ. Bu
gelişmeden sonra işler birden sarpa sardõ!
Carlson, Suzy’nin gece hayatõndan tanõdõğõ
genç bir dostuydu, aralarõndan su
sõzmõyordu; pek sõkõ fõkõydõlar.
Suzy namõyla maruf kadõn, son zamanlarõn
neşeli dullarõndan olup Dolçe Vita yaşayan
bir sosyeteydi. Fransõz asõllõydõ,
Sorbonne’da okumuş, 1945’te bir
Amerikan subayõyla evlenip ABD’ye
taşõnmõş, ondan boşanõp başkasõyla
evlenmiş, sonra yine ayrõlmõştõ; vesaire...
Suzy, Indiana’daki malikâne gibi evinden
çõktõ mõ o bar senin, bu gece kulübü benim
ortalõğõn tozunu attõrõyordu. Bahşişleri
hatõrõna onu bekleyen barmenlerin sayõsõnõ
burada vermek zordur. Böylesine sevilen
Suzy’i banyo küvetinde, üstelik
gece elbisesini üzerinden
çõkarmamõş olarak, makyajõ
yüzünde, parmaklarõnda yüzükleri,
ayağõnda şõk ayakkabõsõ varken bir
karõş suda boğulmuş bulan polis,
hain bir cinayet üzerinde durmak
istiyor, fakat tek bir ipucu, bõrakõn
ipin ucunu zerre kadar şüphe orta
yerde görünmüyordu. Suzy’nin
sigortacõ kavalyesi, gece kuşu Suzy’yi
kimselere emanet edemediğinden o gece de
yanõndan ayrõlmamõş, sabaha karşõ onu
evine bõrakmõştõ. Bardan içkili çõktõklarõnõ
görenler vardõ ancak sonrasõ gizemliydi.
Sigortayõ yapanla bu sigorta bedelinden
ölüm halinde yararlanacak olan aynõ kişiydi.
Fakat poliçeye garantör olan ana şirket
AGL, durumdan huylanmõş olacak ki
ödemeyi yapmayõp iptal davasõ açtõ. Öte
yandan, Suzy’nin eski damadõ Bay Hilbert
da boş durmuyor, “Kimseyi töhmet altına
sokmuyorum, ama soruşturma başka
yönlerde sürmeli” diyerek karanlõkta kalan
kişiyi işaret ediyordu. Hilbert, Suzy’nin
kõzõnõ geçenlerde boşamõştõ ama hâlâ
ailedendi; ortak yatõrõmlar, işler, kârlar...
Ortada 15 milyoncuk vardõ ve bu paranõn
Carlson’õn avucuna sayõlmasõ değil, aileye
teslim edilmesi gerekirdi. Kõzõna
ve eski damadõna bakõlõrsa
Suzy’nin banyoyla pek arasõ
yoktu, hatta yõkanmayõ da
sevmezdi ve dahasõ şu ki eğer su
küvete dolmaktayken düşüp
öldüyse akan çeşmenin
musluğunu arkasõndan kim
kapatmõştõ; zira musluk kapalõ
bulunmuştu... Üst üste davalar
açõldõ, polis soruşturmaya tekrar başladõ,
koskoca The Wall Street Journal gazetesi
bile paranõn hatõrõna bunu haber yaptõ.
Sigorta parasõnõ iç etmek için cinayetlerin
işlendiği ABD’de, gizli kapaklõyõ duymayan
kalmadõ.
Amerika’da böylesi hikâyelere merak
çoktur. Yüz yõllõk gazete koleksiyonlarõnõ
karõştõrõnõz, neler çõkar neler! Amerikan
kapitalizminin yarattõğõ canavarõn işlediği
bu cinayetler, suçlar, en azõndan
kabahatlerin cemaziyülevvelini, dünya âlem
bilir. Ülkemizde de bilinir; örneğin,
İskender F. Sertelli’nin 1930’da yazdõğõ bir
romanda Amerikan yeraltõ dünyasõ anlatõlõr.
Sertelli’nin romanõ Amerika’ya Kaçõrõlan
Türk Kõzõ’dõr. Sertelli, hiç adõm atmadõğõ
New York’un alavere dalaveresini sokak
sokak yazar. Türk polisi, dedektif Aslan
Turgut’la nişanlõ olan Necla’yõ, milyarder
bir Amerikalõyõ öldürerek yerine geçmiş bir
haydut kaçõracaktõr. Haydut herif
Amerika’dan yola çõkõp teknesiyle geldiği
Moda Burnu açõklarõnda Necla’ya baltayõ
asar, teknesinde verdiği partide kõzõ aldatõp
kaçõrõr. Necla’nõn Moda’da yaşayan tekaüt
paşa babasõ paraya kõyar ve ileride damadõ
olacak polisi Amerika’ya, kõzõnõ kurtarmaya
gönderir. 3 ay süren bir gemi yolculuğuyla
Türk polisi sağ salim Manhattan’a çõkar;
yaaa... Bu Türkçe pulp-fiction romanõn özeti
de göstermektedir ki Amerikan eşkõyalõğõ
hiç son vermeyecektir. Ama, eşkõya
dünyaya hükümdar olmaz!
Şimdi diyorum ki Aslan Turgut gibi bir
dedektifimiz olsa, 3 ayda gemiyle gelse,
Suzy’nin banyo perdesini bir aralasa...
msenol34@yahoo.com
Slav
Birliği ve
Belarus
Bütün Slavlarõn birlik kurmasõ düşüncesine dayanan
panslavizm akõmõnõn Katolik Slavlar arasõnda
çõktõğõnõ, fakat Çarlõk Rusyasõ’nõn ilk başlarda soğuk
yaklaştõğõ bu akõma 19. yüzyõlõn ikinci yarõsõndan
itibaren sahip çõkarak “Ruslaştırdığından” daha
önceki bir yazõmda söz etmiştim. Ruslar, bildiğimiz
üzere, 1. Dünya Savaşõ’nõn sonuna kadar, Slavlarõn
yoğun olarak yaşadõğõ Osmanlõ ve Avusturya-
Macaristan imparatorluklarõna yönelik olarak
panslavizmi, etkin bir dõş politika aracõ olarak
kullanmõştõ. “Ruslaşmış” panslavizmin Katolik
Slavlar üzerindeki etkisi, bazõ istisnai dönemler
dõşõnda, sõnõrlõ kaldõ. Sonuçta, ortak kökenden gelmek,
kardeşlik duygusunu her zaman beraberinde
getirmiyordu. Örneğin, Ruslarla Polonyalõlar,
bağõmsõzlõk savaşlarõnõ birbirlerine karşõ vermiş olan
iki millettir. Bütün bir 20. yüzyõl Sõrplarla Hõrvatlar
arasõndaki boğazlaşmaya sahne oldu. Bunun dõşõnda,
kendilerini “Orta Avrupalı” olarak görmek isteyen
Hõrvatlar, Çekler ve Polonyalõlar, Rusya’ya
yönelmeye pek istekli olmadõlar.
Panslavizmin Bulgarlar ve Sõrplar gibi Ortodoks
Slavlar üzerindeki etkisi ise daha fazla oldu. Sõrplar,
çoğu zaman, Rusya’yõ bir kurtarõcõ olarak gördüler, ki
Yugoslavya’nõn dağõlma sürecinde yaşananlar, bunu
bir kez daha gösterdi. Bulgaristan’da ise iktidarlar,
çoğunlukla Batõlõ ülkeler ile işbirliğini seçip Rusya’ya
“ihanet etse” de Bulgar halkõnõn tepkisinden
çekinildiğinden, yönetim
Rusya’ya karşõ bir askeri
sefere hiçbir zaman katõlmadõ
(İlginçtir, Bulgaristan, her iki
dünya savaşõnda da
Almanya’nõn müttefiki
olmasõna rağmen Rus
Cephesi’ne asker
göndermemiş, hatta İkinci
Dünya Savaşõ’nõn en kanlõ
günlerinde, Varna’daki Sovyet Konsolosluğu açõk
kalmõştõr). Ekim Devrimi’ni izleyen günlerde, Sovyet
yönetimi, tahmin edileceği üzere panslavizme sõrtõnõ
döndü. O günlerde, Türkiye’nin ilk Moskova
büyükelçilerinden birinin eşi, dönemin Sovyet
Dõşişleri Komiseri’ne, bir akşam yemeğinde “Sayın
Bakan, ben Boşnak kökenliyim ve damarlarımda
Slav kanı vardır”, diyecek, Çiçerin de ona yemeğin
ortasõnda, “Madam, böyle şeyler bizi hiç
ilgilendirmez” yanõtõnõ yapõştõracaktõ. (Rahmi Apak,
Yetmişlik Bir Subayõn Anõlarõ, TTK Yayõnlarõ)
Fakat, Sovyetler’in böyle şeylerle ilgileneceği günler
de geldi. II. Dünya Savaşõ sõrasõnda Stalin, savaştan
sonra Doğu Avrupa’da Moskova’nõn nüfuzunu
kurmada panslavizmin etkili bir araç olabileceğini
düşündü ve ilk panslavist kongresi, savaş bitmeden
Moskova’da toplandõ. O zamandan sonra, Sovyetler
Birliği’nin yõkõlõşõna kadar, Slav kardeşliği vurgusu,
zaman zaman güçlendi. Sovyetler Birliği yõkõldõktan
sonra, ortaya, üç tane Slav asõllõ ülke (Rusya, Ukrayna
ve Belarus) çõktõ. Doğu Avrupa’daki diğer Slav
ülkelerinin hemen hepsinin AB ve NATO üyeliğini
tercih ettikleri bu yeni şartlarda Slav birliğini
savunanlar, bu sefer Ukrayna ve Belarus’a
odaklandõlar. Sovyetler Birliği’nin dağõlmasõ
sonrasõnda iki ülke, eski Sovyet coğrafyasõndaki ilk
siyasi entegrasyon olan Birlik Devleti’ne imza attõ.
Fakat, Belarus ile Rusya arasõnda yaşanan son
doğalgaz krizi, bu iki ülkenin arasõna kara kedinin
girdiğini tüm dünyaya gösterdi. Yaklaşan seçimler, bu
bölgede ilginç gelişmelerin olabileceğine işaret ediyor.
Ancak Belarus’un hikâyesi ayrõ bir yazõda ele alõnmayõ
hak ediyor.
www.avrasya-haber.net
INDIANAPOLIS
MAHMUT
ŞENOL
Sõcak
bastõrõnca...
Termometre 34.5’e kadar tõrmanõnca sevimli
şõmarõklõklar başlayõverdi. Tabloid
gazeteler hava durumuyla ilgili haberleri hafta
başõndan beri “Çılgın hava…” başlõğõ altõnda
veriyor. Kuzey insanõ kõşa dayanõklõ da sõcağõ
görünce gevşeyiveriyor. Mayosunu kapan
kendini suya atõyor. Stockholm’ün bütün
koylarõ doğal plaj oldu. Stockholm takõm
adalarõ arasõndaki küçük vapur gezilerinde de
yer bulmak mümkün değil. Ayaküstü
sohbetlere mutlaka “Öf ne bunaltıcı sıcak”
mealindeki diyalogla giriliyor. “Öf ne sıcak”
derken aslõnda, “Akdeniz’e tatile gitmedik
ama burası orayı aratmıyor” mesajõ veriliyor.
Sevimli şõmarõklõklarõ, gizli kõskançlõklarõ,
“Kışın ortasında görürüm sizi” diyerek
gözlemlemek de pek keyifli doğrusu.
Ama işin bir de başka yanõ var ki o da
gevşemenin laçkalõğa dönmesi. Banliyo ve
metro trenleri saatlerine uymuyor. Üstelik tren
istasyonda durunca anons başlõyor: “Klima ve
kapı otomatiğini aynı anda çalıştırmıyoruz.
Kapının açılması için lütfen düğmeye
basınız.’’ İlk duyduğumda kulaklarõma
inanamadõm. Sanki burasõ İsveç değil de bir
üçüncü dünya ülkesi. Hele çarşamba günkü
gazetelerde okuduğum haberden sonra iyice
karamsarlõğa kapõldõm. Stockholm’den
Göteborg’a hareket eden tren 15 dakika sonra
bozulmuş. Yolcular kapõlarõ kilitli, pencereleri
açõlmayan trenin içinde yedi saat bekletilmiş.
Küçük bebeği olan yolculardan biri bebek nefes
almakta zorlanmaya başlayõnca pencereyi
kõrmak zorunda kalmõş. Sõcaktan insanlarõn
beyni de teklemeye başladõ
anlaşõlan. Örneğin
hükümetin çok zeki diye söz
edilen en agresif bakanõ fena
halde çuvalladõ geçen hafta.
Olay şöyle gelişti:
Gazetecinin biri bakanõn
yanõna gidip alçak perdeden
konuşarak bir şeyler sordu.
Bakanõn yüzü değişti.
“Yorum yok” diyerek
gazeteciden adeta kaçtõ; ertesi sabah da basõn
toplantõsõ düzenleyip istifa ettiğini açõkladõ.
Çalõşma Bakanõ Sven Otto Littorin, çocuklarõn
velayeti konusunda ayrõlmõş olduğu eşi ile
aralarõnda çõkan anlaşmazlõktan dolayõ ruhsal
olarak bunaldõğõnõ, bu yüzden istifa ettiğini
söyledi. Gazetecilerin çocuklarõyla temas
kurma girişimlerinden söz ederek medyadan
şikâyetçi oldu. Çocuklarõ için fedakârlõk
yaptõğõnõ söylemedi ama “Bundan böyle
çocuklarıma daha fazla vakit ayıracağım’’
diyerek fedakâr baba olduğunu göstermek
istedi. Laf arasõnda herkes gibi sonradan
pişmanlõk duyduğu bazõ şeyler yapmõş
olduğunu itiraf etme ihtiyacõ duydu. Dahasõ
“Sicilim kar gibi beyaz değil” dedi. Bu
yakõnmalarõ yõkõlmõş olan aile ile bağlantõlõ
olarak düşündüğünden bakana herkes acõdõ.
Bakana acõyanlar birkaç saat sonra düşünmeye
başladõ. Acaba gazeteci bakanõn yanõna yanaşõp
ne sormuştu? Ertesi gün herkes bu konuyu
tartõşmaya başladõ. Gazeteci de bakana ne
sorduğunu açõklamak zorunda kaldõ. Meğer
gazeteci bakana para karşõlõğõnda cinsel ilişkiye
girip girmediğini sormuş. Tabii bu konuda
gazeteye konuşan bir kadõndan söz ederek.
Sonrasõnõ yukarõdaki satõrlarda okudunuz.
Olayõn bir ahlaki yanõ bir de cezai yanõ var.
Gazeteye başvuran kadõn, Sven Otto
Littorin’in cinsel ilişki karşõlõğõ olarak
kendisine 2 bin kron ödediğini ileri sürüyor.
Verdiği tarih de 2006 yõlõ. Yani fuhuş yasak
olduğundan Sven Otto Littorin suç işlemiş
oluyor. Ama şimdilik cezai boyutuyla ilgilenen
yok. İktidar partileri olayõn oy kaybõna yol
açmamasõ için susmayõ tercih ediyor. Sabõk
bakan da “Yapmadım’’ diye yakõnõyor.
osman.ikiz@tele2.se
Burasõ Brüksel:
Sürrealitenin başkenti
New York, Tokyo, Paris, Rio,
Madrid ya da Budapeşte değil.
Kein Berlin! (Berlin değil) Burasõ
Brüksel. Sürrealitenin başkenti: “La
capitale du suréel”
Brükselli Müzik Grubu Jaune
Toujours, “Ici Bruxelles/Brussel hier
-Burasõ Brüksel ” adlõ şarkõsõnda
aynen böyle diyor. Grubun beyni Piet
Maris, “Şarkımızda da belirttiğimiz
Brüksel’deki açıklık ve mentaliteyi
seviyorum. Burada herkes yabancı.
Brüksel’de oturduğun için
Brüksellisin. Brüksel’de oturmak
hiç de kolay değil. İş taşınmakla
bitmiyor. Çaba harcaman,
uğraşman lazım. Brüksel’e verirsen
fazlasıyla alırsın. Bazen işler karışsa
da Brüksel her zaman çekici” diyor.
Kendisi de grup üyeleri ve müzik
türleri olarak (rock, chanson, ska,
gypsy, latin, balkan ve brassband
karõşõmõ) bir kokteyl olan Jaune
Toujours şarkõsõnda Brüksel’in
çokkültürlülüğünü ve Avrupa ve
dünya için önemini vurguluyor.
Belçika’nõn önümüzdeki 6 ay Avrupa
Birliği Dönem Başkanõ olmasõ
nedeniyle Belçikalõlar “Ici
Bruxelles/Brussel hier” şarkõsõ
eşliğinde 12 ayrõ kentte aynõ anda
dans etti. Büyük bir balo ile başlayan
kutlamalara katõlanlara hiç de kolay
olmayan dansõ öğrenmek için 50
dakika süre verildi. Brükselli Müzik
Grubu Jaune Toujours “Ici
Bruxelles” adlõ şarkõsõ bu etkinlik için
iki dilli hale getirildi ve üzerinde
tekrar çalõşõldõ. 3 Temmuz gecesi saat
21.50’de aralarõnda Brüksel, Leuven,
Hasselt, Charleroi, Liege, Eupen ve
Brugge’ün de bulunduğu 12 Belçika
kentinde “Ici Bruxelles” şarkõsõ
eşliğinde aynõ anda dans edildi.
Şarkõya Flamanca’nõn yanõnda
İngilizce ve Almanca sözcükler de
eklenmiş. Burasõ Brüksel.
Sürrealitenin başkenti: “La capitale
du suréel” Dil bazõnda 3 toplumlu
(Flaman, Frankofon, Alman) coğrafi
temelde 3 bölgeli (Flaman Bölgesi,
Valon Bölgesi, Brüksel Bölgesi)
federal bir ülke olan Belçika’da 6
Temmuz’da meclis ve senatoda yemin
eden parlamenterler görevlerine
başladõ. Mecliste bazõ vekiller tek
dilde, bazõlarõ iki dilde yemin ederken,
bir kõsõm vekilin Belçika’nõn üç resmi
dilinde “Ik
zweer de
grondwet na te
leven. Je jure
d’observer la
constitution. Ich
schwore die
Verfassung zu
befolgen”
diyerek yemin
etmesi dikkat çekti. Senatoda ise
Flamanlar (biri hariç) sadece kendi
dillerinde yemin ederek ilginç bir
tablo sergiledi.
Burasõ Brüksel. Sürrealitenin
başkenti... “Buram buram memleket
burnumda tütüyor. Tatil ortamını
özledim” diyorsanõz, ona da çözüm
var burada. Yapay Brüksel Plajõ’ndan
bahsediyorum. Bu sene plajõn
yapaylõk hissini azaltmak için deniz
sahili kokusu yayacak bir sistem
eklediler plaja. Buram buram
memleketteki sahillerin kokusunu
yayõyor etrafa.
Kuzey Denizi’nden getirilen 3 bin ton
kumla kanal kõyõsõnda oluşturulan ve
ücretsiz olarak halka sunulan yapay
“Brüksel Plajı” bu yõl 2 hafta erken
açõldõ. 2 Temmuz’da açõlan plaj 22
Ağustos’a kadar başkent Brüksel’in
göbeğinde tatil havasõ estirecek. 1 km
uzunluğunda, 1000 metrekare alan, 12
değişik spor, 1 petanque oyun sahasõ, 2
plaj voleybolu sahasõ, 1280 metrekarelik
plaj futbolu sahasõ, teraslarda 1000’den
fazla sandalye, 2 fiskiye ile serinleme
noktasõ, 70 metrekarelik sahne, tango
dersleri, spor, kültür, eğlence, konser,
dans, tiyatro, yüzlerce sanatçõ, öykü
anlatõcõ, palyaço, sihirbaz... Brüksel
plajõ programõ bu yõl da kültürel ve
sportif etkinliklerle dolu dolu.
Tatil yapma olanağõ bulamayanlar için
bedava spor yapma, güneşlenme ve
eğlenme olanağõ sunalan plaj, her yõl
kendini geliştirerek ilgi odağõ olmaya
devam ediyor. Egzotik ülkelerin
sahillerini andõran hasõr dekorlu
kafelerin sõralandõğõ yapay plajda bu
ülkelerin mutfaklarõ ve içkileriyle
Brüksel’de yapay da olsa bir “sahil
havası” estiriliyor. 11 Temmuz’da
Dünya Kupasõ finalini Brüksel
plajõndaki dev ekranda Ibiza kafeden
aldõğõm Blue Hawaii kokteylini
yudumlayarak izledim. Mekanik
sistemden yayõlan deniz sahili kokusu
ve hayal gücüm yardõmõyla kendimi
bazen Ibiza’da, bazen Hawaii’de
bazen de Küba da hissettim. Burasõ
ilginç bir kent: nüfusunun yarõdan
fazlasõ yabancõ kökenli, kendisi de
kültürlerin bir kokteyli olan Brüksel
burasõ! Burasõ Brüksel. Sürrealitenin
başkenti: “La capitale du suréel”!
erdincutku@binfikir.be
STOCKHOLM
OSMAN İKİZ
BRÜKSEL
ERDİNÇ UTKU
KİEV
DENİZ
BERKTAY
ABD’ye kaçõrõlan Türk kõzõ