23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 18 TEMMUZ 2010 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr Pulp-fiction adõ verilen ucuz polisiye romanlardan birisi anlatõlõyor sanõlmasõn, gayet ciddi bir olayla karşõ karşõyayõz: Indiana polisi, Indianapolis’in sosyete evlerinden birisinde, 74 yaşõndaki Germaine Suzy Tomlinson adlõ kadõnõn cesedini, yüzükoyun kapaklanmõş biçimde, su dolu banyo küvetinde buldu. Tarih, 2008 yõlõ Eylül ayõnõn 28. günüydü... Soruşturmadan anlaşõldõğõnca Suzy’nin ayağõ kaymõş, başõnõ musluğa çarpõp anõnda ölmüştü; başka kuşku yoktu. Polis dosyayõ rafa kaldõrõldõ. Bir süre sonra, American General Life-AGL adlõ sigorta şirketinden bir dilekçe polise ulaştõ ve dosyaya tekrar bakõldõ: J.B. Carlson adõnda bir sigortacõ, sigortaladõğõ müşterisine ait parayõ geri istiyordu. İstenen para dudak uçuklatõyordu: 15 milyon dolar! Küvette ölü bulunan Suzy, 15 milyon dolarlõk hayat poliçesini Carlson adlõ 36 yaşõndaki sigortacõsõna cirolamõştõ. Bu gelişmeden sonra işler birden sarpa sardõ! Carlson, Suzy’nin gece hayatõndan tanõdõğõ genç bir dostuydu, aralarõndan su sõzmõyordu; pek sõkõ fõkõydõlar. Suzy namõyla maruf kadõn, son zamanlarõn neşeli dullarõndan olup Dolçe Vita yaşayan bir sosyeteydi. Fransõz asõllõydõ, Sorbonne’da okumuş, 1945’te bir Amerikan subayõyla evlenip ABD’ye taşõnmõş, ondan boşanõp başkasõyla evlenmiş, sonra yine ayrõlmõştõ; vesaire... Suzy, Indiana’daki malikâne gibi evinden çõktõ mõ o bar senin, bu gece kulübü benim ortalõğõn tozunu attõrõyordu. Bahşişleri hatõrõna onu bekleyen barmenlerin sayõsõnõ burada vermek zordur. Böylesine sevilen Suzy’i banyo küvetinde, üstelik gece elbisesini üzerinden çõkarmamõş olarak, makyajõ yüzünde, parmaklarõnda yüzükleri, ayağõnda şõk ayakkabõsõ varken bir karõş suda boğulmuş bulan polis, hain bir cinayet üzerinde durmak istiyor, fakat tek bir ipucu, bõrakõn ipin ucunu zerre kadar şüphe orta yerde görünmüyordu. Suzy’nin sigortacõ kavalyesi, gece kuşu Suzy’yi kimselere emanet edemediğinden o gece de yanõndan ayrõlmamõş, sabaha karşõ onu evine bõrakmõştõ. Bardan içkili çõktõklarõnõ görenler vardõ ancak sonrasõ gizemliydi. Sigortayõ yapanla bu sigorta bedelinden ölüm halinde yararlanacak olan aynõ kişiydi. Fakat poliçeye garantör olan ana şirket AGL, durumdan huylanmõş olacak ki ödemeyi yapmayõp iptal davasõ açtõ. Öte yandan, Suzy’nin eski damadõ Bay Hilbert da boş durmuyor, “Kimseyi töhmet altına sokmuyorum, ama soruşturma başka yönlerde sürmeli” diyerek karanlõkta kalan kişiyi işaret ediyordu. Hilbert, Suzy’nin kõzõnõ geçenlerde boşamõştõ ama hâlâ ailedendi; ortak yatõrõmlar, işler, kârlar... Ortada 15 milyoncuk vardõ ve bu paranõn Carlson’õn avucuna sayõlmasõ değil, aileye teslim edilmesi gerekirdi. Kõzõna ve eski damadõna bakõlõrsa Suzy’nin banyoyla pek arasõ yoktu, hatta yõkanmayõ da sevmezdi ve dahasõ şu ki eğer su küvete dolmaktayken düşüp öldüyse akan çeşmenin musluğunu arkasõndan kim kapatmõştõ; zira musluk kapalõ bulunmuştu... Üst üste davalar açõldõ, polis soruşturmaya tekrar başladõ, koskoca The Wall Street Journal gazetesi bile paranõn hatõrõna bunu haber yaptõ. Sigorta parasõnõ iç etmek için cinayetlerin işlendiği ABD’de, gizli kapaklõyõ duymayan kalmadõ. Amerika’da böylesi hikâyelere merak çoktur. Yüz yõllõk gazete koleksiyonlarõnõ karõştõrõnõz, neler çõkar neler! Amerikan kapitalizminin yarattõğõ canavarõn işlediği bu cinayetler, suçlar, en azõndan kabahatlerin cemaziyülevvelini, dünya âlem bilir. Ülkemizde de bilinir; örneğin, İskender F. Sertelli’nin 1930’da yazdõğõ bir romanda Amerikan yeraltõ dünyasõ anlatõlõr. Sertelli’nin romanõ Amerika’ya Kaçõrõlan Türk Kõzõ’dõr. Sertelli, hiç adõm atmadõğõ New York’un alavere dalaveresini sokak sokak yazar. Türk polisi, dedektif Aslan Turgut’la nişanlõ olan Necla’yõ, milyarder bir Amerikalõyõ öldürerek yerine geçmiş bir haydut kaçõracaktõr. Haydut herif Amerika’dan yola çõkõp teknesiyle geldiği Moda Burnu açõklarõnda Necla’ya baltayõ asar, teknesinde verdiği partide kõzõ aldatõp kaçõrõr. Necla’nõn Moda’da yaşayan tekaüt paşa babasõ paraya kõyar ve ileride damadõ olacak polisi Amerika’ya, kõzõnõ kurtarmaya gönderir. 3 ay süren bir gemi yolculuğuyla Türk polisi sağ salim Manhattan’a çõkar; yaaa... Bu Türkçe pulp-fiction romanõn özeti de göstermektedir ki Amerikan eşkõyalõğõ hiç son vermeyecektir. Ama, eşkõya dünyaya hükümdar olmaz! Şimdi diyorum ki Aslan Turgut gibi bir dedektifimiz olsa, 3 ayda gemiyle gelse, Suzy’nin banyo perdesini bir aralasa... msenol34@yahoo.com Slav Birliği ve Belarus Bütün Slavlarõn birlik kurmasõ düşüncesine dayanan panslavizm akõmõnõn Katolik Slavlar arasõnda çõktõğõnõ, fakat Çarlõk Rusyasõ’nõn ilk başlarda soğuk yaklaştõğõ bu akõma 19. yüzyõlõn ikinci yarõsõndan itibaren sahip çõkarak “Ruslaştırdığından” daha önceki bir yazõmda söz etmiştim. Ruslar, bildiğimiz üzere, 1. Dünya Savaşõ’nõn sonuna kadar, Slavlarõn yoğun olarak yaşadõğõ Osmanlõ ve Avusturya- Macaristan imparatorluklarõna yönelik olarak panslavizmi, etkin bir dõş politika aracõ olarak kullanmõştõ. “Ruslaşmış” panslavizmin Katolik Slavlar üzerindeki etkisi, bazõ istisnai dönemler dõşõnda, sõnõrlõ kaldõ. Sonuçta, ortak kökenden gelmek, kardeşlik duygusunu her zaman beraberinde getirmiyordu. Örneğin, Ruslarla Polonyalõlar, bağõmsõzlõk savaşlarõnõ birbirlerine karşõ vermiş olan iki millettir. Bütün bir 20. yüzyõl Sõrplarla Hõrvatlar arasõndaki boğazlaşmaya sahne oldu. Bunun dõşõnda, kendilerini “Orta Avrupalı” olarak görmek isteyen Hõrvatlar, Çekler ve Polonyalõlar, Rusya’ya yönelmeye pek istekli olmadõlar. Panslavizmin Bulgarlar ve Sõrplar gibi Ortodoks Slavlar üzerindeki etkisi ise daha fazla oldu. Sõrplar, çoğu zaman, Rusya’yõ bir kurtarõcõ olarak gördüler, ki Yugoslavya’nõn dağõlma sürecinde yaşananlar, bunu bir kez daha gösterdi. Bulgaristan’da ise iktidarlar, çoğunlukla Batõlõ ülkeler ile işbirliğini seçip Rusya’ya “ihanet etse” de Bulgar halkõnõn tepkisinden çekinildiğinden, yönetim Rusya’ya karşõ bir askeri sefere hiçbir zaman katõlmadõ (İlginçtir, Bulgaristan, her iki dünya savaşõnda da Almanya’nõn müttefiki olmasõna rağmen Rus Cephesi’ne asker göndermemiş, hatta İkinci Dünya Savaşõ’nõn en kanlõ günlerinde, Varna’daki Sovyet Konsolosluğu açõk kalmõştõr). Ekim Devrimi’ni izleyen günlerde, Sovyet yönetimi, tahmin edileceği üzere panslavizme sõrtõnõ döndü. O günlerde, Türkiye’nin ilk Moskova büyükelçilerinden birinin eşi, dönemin Sovyet Dõşişleri Komiseri’ne, bir akşam yemeğinde “Sayın Bakan, ben Boşnak kökenliyim ve damarlarımda Slav kanı vardır”, diyecek, Çiçerin de ona yemeğin ortasõnda, “Madam, böyle şeyler bizi hiç ilgilendirmez” yanõtõnõ yapõştõracaktõ. (Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayõn Anõlarõ, TTK Yayõnlarõ) Fakat, Sovyetler’in böyle şeylerle ilgileneceği günler de geldi. II. Dünya Savaşõ sõrasõnda Stalin, savaştan sonra Doğu Avrupa’da Moskova’nõn nüfuzunu kurmada panslavizmin etkili bir araç olabileceğini düşündü ve ilk panslavist kongresi, savaş bitmeden Moskova’da toplandõ. O zamandan sonra, Sovyetler Birliği’nin yõkõlõşõna kadar, Slav kardeşliği vurgusu, zaman zaman güçlendi. Sovyetler Birliği yõkõldõktan sonra, ortaya, üç tane Slav asõllõ ülke (Rusya, Ukrayna ve Belarus) çõktõ. Doğu Avrupa’daki diğer Slav ülkelerinin hemen hepsinin AB ve NATO üyeliğini tercih ettikleri bu yeni şartlarda Slav birliğini savunanlar, bu sefer Ukrayna ve Belarus’a odaklandõlar. Sovyetler Birliği’nin dağõlmasõ sonrasõnda iki ülke, eski Sovyet coğrafyasõndaki ilk siyasi entegrasyon olan Birlik Devleti’ne imza attõ. Fakat, Belarus ile Rusya arasõnda yaşanan son doğalgaz krizi, bu iki ülkenin arasõna kara kedinin girdiğini tüm dünyaya gösterdi. Yaklaşan seçimler, bu bölgede ilginç gelişmelerin olabileceğine işaret ediyor. Ancak Belarus’un hikâyesi ayrõ bir yazõda ele alõnmayõ hak ediyor. www.avrasya-haber.net INDIANAPOLIS MAHMUT ŞENOL Sõcak bastõrõnca... Termometre 34.5’e kadar tõrmanõnca sevimli şõmarõklõklar başlayõverdi. Tabloid gazeteler hava durumuyla ilgili haberleri hafta başõndan beri “Çılgın hava…” başlõğõ altõnda veriyor. Kuzey insanõ kõşa dayanõklõ da sõcağõ görünce gevşeyiveriyor. Mayosunu kapan kendini suya atõyor. Stockholm’ün bütün koylarõ doğal plaj oldu. Stockholm takõm adalarõ arasõndaki küçük vapur gezilerinde de yer bulmak mümkün değil. Ayaküstü sohbetlere mutlaka “Öf ne bunaltıcı sıcak” mealindeki diyalogla giriliyor. “Öf ne sıcak” derken aslõnda, “Akdeniz’e tatile gitmedik ama burası orayı aratmıyor” mesajõ veriliyor. Sevimli şõmarõklõklarõ, gizli kõskançlõklarõ, “Kışın ortasında görürüm sizi” diyerek gözlemlemek de pek keyifli doğrusu. Ama işin bir de başka yanõ var ki o da gevşemenin laçkalõğa dönmesi. Banliyo ve metro trenleri saatlerine uymuyor. Üstelik tren istasyonda durunca anons başlõyor: “Klima ve kapı otomatiğini aynı anda çalıştırmıyoruz. Kapının açılması için lütfen düğmeye basınız.’’ İlk duyduğumda kulaklarõma inanamadõm. Sanki burasõ İsveç değil de bir üçüncü dünya ülkesi. Hele çarşamba günkü gazetelerde okuduğum haberden sonra iyice karamsarlõğa kapõldõm. Stockholm’den Göteborg’a hareket eden tren 15 dakika sonra bozulmuş. Yolcular kapõlarõ kilitli, pencereleri açõlmayan trenin içinde yedi saat bekletilmiş. Küçük bebeği olan yolculardan biri bebek nefes almakta zorlanmaya başlayõnca pencereyi kõrmak zorunda kalmõş. Sõcaktan insanlarõn beyni de teklemeye başladõ anlaşõlan. Örneğin hükümetin çok zeki diye söz edilen en agresif bakanõ fena halde çuvalladõ geçen hafta. Olay şöyle gelişti: Gazetecinin biri bakanõn yanõna gidip alçak perdeden konuşarak bir şeyler sordu. Bakanõn yüzü değişti. “Yorum yok” diyerek gazeteciden adeta kaçtõ; ertesi sabah da basõn toplantõsõ düzenleyip istifa ettiğini açõkladõ. Çalõşma Bakanõ Sven Otto Littorin, çocuklarõn velayeti konusunda ayrõlmõş olduğu eşi ile aralarõnda çõkan anlaşmazlõktan dolayõ ruhsal olarak bunaldõğõnõ, bu yüzden istifa ettiğini söyledi. Gazetecilerin çocuklarõyla temas kurma girişimlerinden söz ederek medyadan şikâyetçi oldu. Çocuklarõ için fedakârlõk yaptõğõnõ söylemedi ama “Bundan böyle çocuklarıma daha fazla vakit ayıracağım’’ diyerek fedakâr baba olduğunu göstermek istedi. Laf arasõnda herkes gibi sonradan pişmanlõk duyduğu bazõ şeyler yapmõş olduğunu itiraf etme ihtiyacõ duydu. Dahasõ “Sicilim kar gibi beyaz değil” dedi. Bu yakõnmalarõ yõkõlmõş olan aile ile bağlantõlõ olarak düşündüğünden bakana herkes acõdõ. Bakana acõyanlar birkaç saat sonra düşünmeye başladõ. Acaba gazeteci bakanõn yanõna yanaşõp ne sormuştu? Ertesi gün herkes bu konuyu tartõşmaya başladõ. Gazeteci de bakana ne sorduğunu açõklamak zorunda kaldõ. Meğer gazeteci bakana para karşõlõğõnda cinsel ilişkiye girip girmediğini sormuş. Tabii bu konuda gazeteye konuşan bir kadõndan söz ederek. Sonrasõnõ yukarõdaki satõrlarda okudunuz. Olayõn bir ahlaki yanõ bir de cezai yanõ var. Gazeteye başvuran kadõn, Sven Otto Littorin’in cinsel ilişki karşõlõğõ olarak kendisine 2 bin kron ödediğini ileri sürüyor. Verdiği tarih de 2006 yõlõ. Yani fuhuş yasak olduğundan Sven Otto Littorin suç işlemiş oluyor. Ama şimdilik cezai boyutuyla ilgilenen yok. İktidar partileri olayõn oy kaybõna yol açmamasõ için susmayõ tercih ediyor. Sabõk bakan da “Yapmadım’’ diye yakõnõyor. osman.ikiz@tele2.se Burasõ Brüksel: Sürrealitenin başkenti New York, Tokyo, Paris, Rio, Madrid ya da Budapeşte değil. Kein Berlin! (Berlin değil) Burasõ Brüksel. Sürrealitenin başkenti: “La capitale du suréel” Brükselli Müzik Grubu Jaune Toujours, “Ici Bruxelles/Brussel hier -Burasõ Brüksel ” adlõ şarkõsõnda aynen böyle diyor. Grubun beyni Piet Maris, “Şarkımızda da belirttiğimiz Brüksel’deki açıklık ve mentaliteyi seviyorum. Burada herkes yabancı. Brüksel’de oturduğun için Brüksellisin. Brüksel’de oturmak hiç de kolay değil. İş taşınmakla bitmiyor. Çaba harcaman, uğraşman lazım. Brüksel’e verirsen fazlasıyla alırsın. Bazen işler karışsa da Brüksel her zaman çekici” diyor. Kendisi de grup üyeleri ve müzik türleri olarak (rock, chanson, ska, gypsy, latin, balkan ve brassband karõşõmõ) bir kokteyl olan Jaune Toujours şarkõsõnda Brüksel’in çokkültürlülüğünü ve Avrupa ve dünya için önemini vurguluyor. Belçika’nõn önümüzdeki 6 ay Avrupa Birliği Dönem Başkanõ olmasõ nedeniyle Belçikalõlar “Ici Bruxelles/Brussel hier” şarkõsõ eşliğinde 12 ayrõ kentte aynõ anda dans etti. Büyük bir balo ile başlayan kutlamalara katõlanlara hiç de kolay olmayan dansõ öğrenmek için 50 dakika süre verildi. Brükselli Müzik Grubu Jaune Toujours “Ici Bruxelles” adlõ şarkõsõ bu etkinlik için iki dilli hale getirildi ve üzerinde tekrar çalõşõldõ. 3 Temmuz gecesi saat 21.50’de aralarõnda Brüksel, Leuven, Hasselt, Charleroi, Liege, Eupen ve Brugge’ün de bulunduğu 12 Belçika kentinde “Ici Bruxelles” şarkõsõ eşliğinde aynõ anda dans edildi. Şarkõya Flamanca’nõn yanõnda İngilizce ve Almanca sözcükler de eklenmiş. Burasõ Brüksel. Sürrealitenin başkenti: “La capitale du suréel” Dil bazõnda 3 toplumlu (Flaman, Frankofon, Alman) coğrafi temelde 3 bölgeli (Flaman Bölgesi, Valon Bölgesi, Brüksel Bölgesi) federal bir ülke olan Belçika’da 6 Temmuz’da meclis ve senatoda yemin eden parlamenterler görevlerine başladõ. Mecliste bazõ vekiller tek dilde, bazõlarõ iki dilde yemin ederken, bir kõsõm vekilin Belçika’nõn üç resmi dilinde “Ik zweer de grondwet na te leven. Je jure d’observer la constitution. Ich schwore die Verfassung zu befolgen” diyerek yemin etmesi dikkat çekti. Senatoda ise Flamanlar (biri hariç) sadece kendi dillerinde yemin ederek ilginç bir tablo sergiledi. Burasõ Brüksel. Sürrealitenin başkenti... “Buram buram memleket burnumda tütüyor. Tatil ortamını özledim” diyorsanõz, ona da çözüm var burada. Yapay Brüksel Plajõ’ndan bahsediyorum. Bu sene plajõn yapaylõk hissini azaltmak için deniz sahili kokusu yayacak bir sistem eklediler plaja. Buram buram memleketteki sahillerin kokusunu yayõyor etrafa. Kuzey Denizi’nden getirilen 3 bin ton kumla kanal kõyõsõnda oluşturulan ve ücretsiz olarak halka sunulan yapay “Brüksel Plajı” bu yõl 2 hafta erken açõldõ. 2 Temmuz’da açõlan plaj 22 Ağustos’a kadar başkent Brüksel’in göbeğinde tatil havasõ estirecek. 1 km uzunluğunda, 1000 metrekare alan, 12 değişik spor, 1 petanque oyun sahasõ, 2 plaj voleybolu sahasõ, 1280 metrekarelik plaj futbolu sahasõ, teraslarda 1000’den fazla sandalye, 2 fiskiye ile serinleme noktasõ, 70 metrekarelik sahne, tango dersleri, spor, kültür, eğlence, konser, dans, tiyatro, yüzlerce sanatçõ, öykü anlatõcõ, palyaço, sihirbaz... Brüksel plajõ programõ bu yõl da kültürel ve sportif etkinliklerle dolu dolu. Tatil yapma olanağõ bulamayanlar için bedava spor yapma, güneşlenme ve eğlenme olanağõ sunalan plaj, her yõl kendini geliştirerek ilgi odağõ olmaya devam ediyor. Egzotik ülkelerin sahillerini andõran hasõr dekorlu kafelerin sõralandõğõ yapay plajda bu ülkelerin mutfaklarõ ve içkileriyle Brüksel’de yapay da olsa bir “sahil havası” estiriliyor. 11 Temmuz’da Dünya Kupasõ finalini Brüksel plajõndaki dev ekranda Ibiza kafeden aldõğõm Blue Hawaii kokteylini yudumlayarak izledim. Mekanik sistemden yayõlan deniz sahili kokusu ve hayal gücüm yardõmõyla kendimi bazen Ibiza’da, bazen Hawaii’de bazen de Küba da hissettim. Burasõ ilginç bir kent: nüfusunun yarõdan fazlasõ yabancõ kökenli, kendisi de kültürlerin bir kokteyli olan Brüksel burasõ! Burasõ Brüksel. Sürrealitenin başkenti: “La capitale du suréel”! erdincutku@binfikir.be STOCKHOLM OSMAN İKİZ BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU KİEV DENİZ BERKTAY ABD’ye kaçõrõlan Türk kõzõ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear