23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
SON ARAŞTIRMALAR ÇİĞNEMEDEN YUTAN, BÜYÜYOR Yıllardan bu yana dinozorlann nasıl bu kadar büyüdüklcrini araştıran Bonn Üniversitesi bilim insanı Martin Sander, dev uzun boyunlu dinozorlann hızlı yetnek ye- diklerini buldu. Dinozorlar yiyeceklerini çiğ- nemeden yuttuklart için bu kadar büyüye- bilmişler. Genelde 35m uzunluğunda ve 100 ton ağırlığında olan etçil dinozorlann gizi bir tür- lü çözülernemisti. Hayvanlar dünyası için ba- sit bir kural geçcrli. Bir hayvan ne kadar bü- yükse, beslenmek için o kadar zaman ayırır. Mesela fil muazzam iştahını kapatabilmck için günde 18 saatini karnını doyunnak için ge- çirir. Son araştınna bu kuralın uzun boyunlu dinozorlar için geçerli olmadığını göstcriyor. Çünkü bu hayvanlar o kadar büyüktü ki ka- lori ihtiyaçlarını kapatabilmeleri için bir günün otuz saat olrrtası gerekirdi diyor araş- tırmacı. Çiğnemek, besinlerin daha hızlı sindirilmesine yardımcı olur. Öğütülmüş be- sin küçülür, yüzeyi büyür. Bu şekilde sindirim enzimleri daha ctkili olur. Anlaşıldığı üzcre dinozorlar bitkileri kopardıktan sonra çiğ- nemeden yutuyordu. Öğütücü dişler olmadığı için bu sindirim süreci dev dinozorlarda bi- le birkaç gün sürmüş olmalı. Fakat mideleri o kadar büyüktü ki buna rağmen yinni dört saate yeterli enerji üretebiliyorlardı. Bu ne- denle dinozorlann gelişmiş çiğneme kasları- na ihtiyaçlan yoktu ve göreceli olarak küçük ve basit yapılı çenelere sahipti. İşte bu saye- de de boyunlan bu kadar uzayabilmişti. Tahminlere göre sauropodlar, hcr şeydcn önce atkuyruğu otuyla besleniyordu. Atkuyruğu otu yüksek enerjili bir bitki. Ot çok fazla silikat içerdiği için tıpkı zımpara kâ- ğıdı gibi etkimekte. Ancak çiğnenmediği sü- rece bu pek sorun olmuyor. Amerikalılar sau- ropod dişlerinin sık sık yenilendiğini, hatta bazı dişlerin aydan aya değiştiğini saptamış- lardı (Biological Reviews). ANNENİN SESİ BİLE RAHATLATIYOR Stresli birdeneyimden sonra anneyle te- lefonda konuşmak birçok insanı rahatlatıyor. Bilim insanlan bunun arkasmdaki biyolojik mekanizmayı açıkladt. Beden tıpkı sarılma anında olduğu gibi sevgi ve bağlılık honno- nu oksitoksini üretiyor. Wisconsin-Madison Üniversitesi'ne bağlı Çocuk Duygusu Enstitüsü'nce gerçekleştirilcn araştırma, sa- dece kızlar için geçerli. Yaşları 7-12 arasın- da değisen kızlar yabancı bir izleyici kitlesi önünde konuşma yapıp, matematik prob- lemleri çözmüşler. Bu deneyimdcn sonra bazılan annelerine sanlmış, bazılan sadece te- lefonda konuşınuş, diğerleriyse film izlemiş. Bilim insanlan daha sonra tükürükteki kor- tizol ve idrardaki oksitoksin seviyesini kont- rol etmişler. Beyinde üretilen oksitoksin, sevgi hor- monu olarak tanımlanır. Anne ve yenidoğan arasmdaki güveni ve bağlılığı pekiştiren hor- mon, strcsi de dengeler. Kemirgenlerle ger- çekleştirilen deneyler örneğin oksitoksinin an- ne ve yavru arasındaki temas sırasında daha fazla salgılandığını göstemıiştir. Telefonda an- ne sesini duymanın daha fazla oksitoksin sal- gısına neden olup olmadığını öğrenmek is- teyen Leslie J. Seitzer ve Seth Pollar, korti- zol vc oksitoksin seviyesini testten önce ve sonra çeşitli zaman dilimlerinde birçok kez ölçmüşler. Görevden sonra kortizol seviyesi tüm kız- larda yükselmiş, ancak hemen anneleriyle iliş- kiye girenlerde hormon seviyesi daha çabuk düşmüş. İdrardaki oksitoksin hormonu stres- li deneyimden sonra anneleriyle sarılan ve- ya telefonda konuşan kızlarda yükselirken, di- ğerlerinde değişmemiş. Araştırmacılar, sarı- larak veya kelimelerle rahatlama biçiminin daha çok dişiye özgü olduğunu düşünüyor. DÜNYANIN EN BÜYÜK KUNDUZ BARAJI Aslında Wood-Bufallo Ulusal Parkı'ndaki buzun ne hızda eridiğini görmek isteyen çevrebilimci Jean Thie, uydu görüntülerin- de bunun yerine dev bir kunduz barajı bul- du. Kemirgenler tarafından kurulan dev ya- pı 850m uzunluğunda ve kuzeybatı Kanada'da. Thie'nın araştırmalarına göre barajın bu hale gel- mesi için birkaç nesil kunduzun çalışmış ol- ması gereki- yor. Barajın başlangıçta- rihi yetmişli yılların başlarına uzanmakta. Kunduz barajı ulaşılması imkânsız olan ba- taklık bölgede bulunduğu için yakından in- celenemiyor. Orman bekçileri barajı sadece helikopterlerle görüntüleyebiliyorlar. Bundan önceki en büyük kunduz barajı Amerika'nın Montana eyaletindeki Three Forks kentinin yakınında bulunmuştu. Kunduzlar su seviyesini yükseltmek için barajlar kuruyor. Bu şekilde beslenme kaynağı olan su bitkileri büyüyor. Baraj ayrıca yav- rularını dünyaya getirdikleri yaşatn alanmı da koruyor. Bir kunduz bir gecede yanm metre kalınlığındaki bir ağacı kemirerek devirebi- liyor. BİLİM KURGU FANTEZİSİ KISMEN GERÇEKLEŞTİ İki araştırma ekibi kol ve bacakları DNA'dan oluşan robot geliştirdi. Minyatür sokaklarda örümcek gibi yürüyen nano ro- botlar kimyasal yapıtaşlan da taşıyabiliyor. 1966 yılına ait "The Fantastic Voyage" filminde bir denizaltı ve mürettebatı bir bakteri boyutunda küçültüldükten sonra bir Doğu Blok ülkesinden kaçan bir bilim insa- nınm damarına enjekte edilmişti. Misyonun hedefi bilim adamının beynindeki kan pıh- tısını yok etmekti. İnsanlan bakteri kadar kü- çültmek her- halde gelecek- te de sadece fantezi olarak kalacak, ama makineler için durum farklı. Na t u r e dcrgisinde ya- yımlanan araş- tırmada uzuvları DNA'dan oluşan nanoro- botlar tanıtıhyor. Kalıtım molekülüyle fark- lı şeylerin yapılabileceğini aslında Kaliforniya Üniversitesi biyobilişimcisi Leonard Adleman 1994 yılmda göstermişti. Adleman, hesaplann yalnızca silisyum molekülleri değil, DN A'yla da gerçekleştiğini kanıtlayarak "DNA- Computings" araştırma alanmı kurmuştu. 2006 ve 2007 yıllannda ise iki yeni atılım ya- pıldı bu konuda. Caltech araştırması Paul Rothemund, kalıtım molekülümüzü iki bo- yutlu ortamda biçimlendirerek "DNA- Origami" olarak adlandırdı. İki araştınna ekibi şimdi "DNA-Origami" ve "DNA-Walker" tasarımlardan yola çıka- rak nanorobotlar elde ettiler. Ancak ortada şöyle bir sorun vardı: Robotlar nonnalde bir bellek aracı yani elektronik beyin taşır. Örneğin "DNA-Walker" gibi nano ölçekte bir robot üretildiğinde bellek aracının boyunı robotu aşar. Eyalet Üniversitesi'nde Hao Yan ile çalışan araştırmacılar bu soruna bir çözüm bularak, "beynini" çevresine kaydet- tiler. Robot dört bacaklı bir protein molekü- lünden oluşuyor. Bacaklardan biri kanca görevini görüyor, diğerleri hareketten so- rumlu. Robotun nereye doğru hareket ede- ceğini içinde bulunduğu ortam söylüyor. Yani robot bir anlatma DNA-Origami'nin ge- liştirilmişi ve "hareket et", "düz git", "dön" ve "dur" gibi komutları anlıyor. New Yorklu na- no bilimci Nadrian Seeman'ın robotuysa ila- ve DNA sarmalıyla "besleyince" hareket ediyor. Ama buna karşın başka marifeti var. Robot dört DNA bacağı dışmda üç DNA ko- luna sahip ve bunlar yük alıyor, taşıyor ve is- tenilen yere bırakabiliyor. JÜPİTER'İN ÜZERİNDEKİ ÇİZGİLERDEN BİRİ KAYBOLDU Güneş sistemimizin en büyük gezegeni Jüpiter'in güney yarımküresindeki bir çizgi ar- tık görünmüyor. Renkli bulut şeridinin niçin yok olduğunu astronomlar bilemiyorlar he- nüz. Dev gaz gezegenine ait eski görüntüler- de biri kuzey diğeri güney yarım küre- de olmak üzere iki ko- yu şerit var- dır. Fakat 8 May ıs' ta amatör bir astronom tarafından çekilen fotoğrafta güney yarımküredeki çizgi görünmüyor. NASA araştırmacılan bu kaybın bulut ta- bakalannın üst üste binmesiyle ilgili olabi- leceğini söylüyorlar ama aslında Jüpiter'in bu kadar kısa bir sürc içinde niçin bu kadar de- ğiştiği gerçekte bilinmemekte. Bu gelişme bu- nunla birlikte bir ilk değil. Pioneer uzay son- dası tarafından 1973 yılında alman fotoğ- raflarda da Jüpitcr'in güney yarımküresinde- ki bulut şeridi görünmüyor. 9O'lı yıllarda da Jüpiter, iki yerine tek çizgiyle görüntülenmişti. Astronomların açıklamasına göre son kayıp diğer dikkat çekici olaylarla ilişkili. Aynı za- man diliminde diğer lekelerin ve şeritlerin de rengi değişmiş. Nilgön Özbaşaran Dede Araştırma FAZLA MESAİ KALBE ZARAR Altı bin kişiyle gerçekleştirilen uzun vadeli "VVhitehall II" araştırmasına göre, günde üç ila dört saat fazla mesaiyapanların kalp hastalıklarına yaka- lanma olasılıkları yüzde altmış daha yüksek. Rnlandiyalı, Fransız ve Ingiliz bilim insanlannın katılımıyla ger- çekleştirilen ve Ingiliz çalışanların incelenmesine dayanan araştırma Rnlandiya Iş Sağlığı Enstitüsü'nden Mika Kivimâki ve Marianna Virtanen tarafından yönetildi. Fazla me- sai genelde rekabetçi ve gergin insanlartarafından yapılıyor. Büroda fazla zaman geçirmek aynca depresyonu ve korkuyu doğurabildiği gi- bi, uykudan önce yetersiz dinlenmeye ve uykusuzluğa neden olabil- mekte. Tüm bu faktörlerse kalp hastalıklarına zemin hazırlıyor. Ayrıca çok fazla mesai yapanlar, hasta oldukları zaman da işe geliyorlar. Fazla mesai ve kalp hastalıkları arasındaki ilişki, sigara içimi, aşı- \ rı kilo veya yüksek kan yağı değerleri gibi riskfaktörleri dik- ^ kate alınmadan ortaya çıkmış. Virtanen ve diğer araştır- macılar, iş yaşamında daha fazla kararverme özgürlüğü- ne sahip insanların fazla mesaiye rağmen kalp hastalık- ları riski taşımadığını tahmin ediyor. Incelenen altı bin ki- şiden 369'u kalp enfarktüsü geçirmiş, bu hastalık yüzün- den yaşamını yitirmiş veya göğüs anjinine yakalanmış. Angina pectoris olarak isimlendirilen bu hastalıkta kalpteki kan do- laşımı kötüleştiği için göğüs ağrısı veya göğüs sıkışması meydana ge- lir. Günde 11-12 saat çalışanların kalp hastalığına yakalanma olası- lığı yüzde altmış daha fazla. w
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear