23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
C umhuriyetimizin ilk yıllarında büyük bir şevk ve heyecan içeri sinde başlatılan gelişme ve kal kınma atağımızın temelinde üretim eko nomisini ve sanayi ile teknoloji politi kalarını oluşturma azmi büyük bir rol oy namıştır. Bu doğru politikalar ülkemizin kendi imalatı olacak bir otomobili Dev rim Otomobili’ni üretebilmesine kadar uzanmıştır. Ancak Cumhuriyetimizin kuruluşundan 40 yıl sonra o dönemin he yecanı ve politikalarının yavaş yavaş sö nümlendiği ve reçete politikaların uy gulanmasıyla ulusal sanayi ve teknoloji politikalarının geri plana itildiği bir dö neme girilmiştir. Ülkemizde uzun zamandır bilim ve tek noloji politikaları temelinde şekillendi rilecek bir sanayileşme ve kalkınma po litikası uygulamaya konamamıştır. Bu du rum ülkemizi hem diğer ülkelerle reka bet edebilme olanağından hem de çağdaş medeniyetler seviyesinin de üzerine çık ma hedefinden uzaklaştırmaktadır. Bu ne denle Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde birçok ülkeye örnek olan bağımsız, ken dine özgü, kalkınma odaklı ve topyekun dönüşüm amaçlı politikalarından günü müzde de ders çıkarılmalıdır. Bilgiye Dayalı Üretim Sistemleri Başlangıçta endüstri devriminin bi çimlendirici öğesi olan kitlesel üretim 1980’lere doğru yerini esnek üretim sis temlerine ve 2000’lere doğru da bilgiye dayalı üretim süreçlerine bırakmıştır. Günümüzün ekonomi politiği yüksek katma değer odaklıdır. Bu ekonomi po litiğe artık bilimteknolojiüretim ilişki sinin oldukça karmaşık birlikteliği ege men olmuştur. Yeni teknolojiler, bilgi odaklı tekno lojilerin eskime hızından da hızlı olarak hayatın her alanını biçimlendirmektedir. Bu süreç bir yandan uluslararası hatta uluslarüstü bilgi üretim sistemlerine olan talebi arttırmakta ve ortak hareket edil mesi gereken problemleri dünyanın ku cağına bırakmaktadır. Diğer taraftan ise söylemlerin tersine ulusal politika ve stra tejileri eskisinden daha da önemli hale ge tirmektedir. Bu yeni dönemin bilgiye dayalı tek nolojilerinde bırakın hiç başlamamış ol mayı geç kalmış olmanın bile bedeli çok yüksektir. Günümüz dünyası ulusların bi lim, sanayi ve teknoloji politikaları ve üre timlerinde yaptıkları atılımların, o ülke nin geleceği ve ulusal çıkarları için çok önemli rol oynadığı bir dünyadır. Bu ne denle bugünün sanayi ve teknoloji poli tikalarında dışarıdan teknoloji transferi odaklı üretim süreçleri yerini kurumsal araştırmateknoloji geliştirme ve yenilik sistemlerine bırakmıştır. Bu kapsamda ulusların bilimteknoloji ve sanayi poli tikaları ve modelleri; ekonomik büyüme ve kalkınma karakteri ve stratejisi yanında dünya ilişkilerindeki yerini ve gücünü de belirler olmuştur. Etkileşim ve Hız Arttı Günümüz sanayi ve teknoloji politi kalarında dışarıdan teknoloji transferi odaklı üretim süreçleri yerini kurumsal araştırmateknoloji geliştirme ve yenilik sistemlerine bırakmıştır. Bu kapsamda ulusların bilimteknoloji ve sanayi poli tikaları ve modelleri; ekonomik büyüme ve kalkınma karakteri ve stratejisi yanında dünya ilişkilerindeki yerini ve gücünü de belirler olmuştur. Dünya inanılmaz bir hızla teknolojileri yutmakta, yenilerini ay nı hızla ortaya çıkarmaktadır. Teknolo jik gelişmelerin hızı, dünyanın kendini ye nileme ve teknolojileri hazmetme hızın dan daha fazladır. Dünyayı biçimlendi recek teknolojilerden haberdar olmak, bunların ekonomik, sosyal ve çevresel et kilerini ülke çıkarları doğrultusunda yö netmek bakımından oldukça önemlidir. Tüm bu gelişmeler karşısında ulusal po litikalara, bu kapsamda da sanayi ve tek noloji politikalarına eskisinden daha faz la ihtiyaç vardır. Dünyadaki değişimler karşısında ül kemizin sanayi ve teknoloji politikaları için tespit ve önerilerimiz geniş olarak Sa yın Mahmut Kiper tarafından 2009 yı lında hazırlanan “Üretim Ekonomisi İçin Sanayi ve Teknoloji Politikaları” raporumuzda yer almaktadır. Daha fazla bilgi için derneğimize ait www.usiad.net isimli sitemizden rapor larımıza ve tüm yayımlarımıza ulaşabi lirsiniz. Daha Çok Üretmek Zorundayız Fevzi Durgun / USİAD Genel Başkanı Ülkemizde uzun zamandır bilim ve teknoloji politikaları temelinde şekillendirilecek bir sanayileşme ve kalkınma politikası uygulamaya konamamıştır. Bu durum ülkemizi hem diğer ülkelerle rekabet edebilme olanağından hem de çağdaş medeniyetler seviyesinin de üzerine çıkma hedefinden uzaklaştırmaktadır. CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Devlet mi? Cemaat mi? “Türkiye’yi bir hükümet mi, seçimle işbaşına gelmiş insanlar mı yönetiyor? Yoksa bir cemaat mi?” Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı altı yüz sayfalık kitabını okudunuz mu? Bu kitabın ikinci bir adı da şu: “Dün Devlet Bugün Cemaat”. Cemaat nedir? “Bir imama uyarak namaz kılan bir topluluk.” Türkiye’de en güçlü cemaat Fethullah Gülen’inki... Hanefi Avcı’nın kitabını dikkatle okursanız bu Fethullah cemaatinin devletin her yanında etkin olduğunu öğreneceksiniz... Sanki daha önce az çok bilmiyormuşuz gibi! Ama devlete bir yaşam boyu hizmet etmiş bir emniyet adamının açık açık yazması çok daha güvenilir... Kaç baskı yaptı bu kitap? Benimki 16’ncı baskısı, 50 binincisi. Bundan sonra yeni baskıları da yapılmış. Avcı’nın kitabı nerdeyse milyonu bulmuş! En az da bir milyon yurttaşın elinden, okumasından geçmiş bir belge... “Dün Devlet Bugün Cemaat”... Bu söz bile bir suçlama! Hükümetin başındakileri bir uyarma... Başka ülkelerde böyle bir olay yaşansa, derhal araştırmaya geçilir, kitaptaki suçlamalar tek tek ele alınır; dinci bir topluluğun hem de adı belirtilen bir imamın, daha açığı Fethullah adlı eski bir vaizin böyle bir işe nasıl kalkıştığı incelenir!.. Ama iktidardakilerde tam bir sessizlik! Yok, o kadarı da değil, kitabın yazarı Hanefi Avcı’nın uydurma bir nedenle, sözde Devrimci Karargâh adlı bir grubun yandaşı diye suçlanıp tutuklanışı!.. Tutuklamışlar, ama savcılara bir şey söylememiş, yalnız bir yargıçla uzun uzun konuşmuş ya da dertleşmiş... Sonra ne olmuş, hiç! “Dün Devlet Bugün Cemaat” diyen kişi hâlâ Silivri hapishanesinde... Yaşadığı, gördüğü, bildiği gerçekleri yazmak bir suçmuş gibi. Öyle de demiyorlar; “Hiçbir şey demiyorlar”. Adamı Silivri’de, Balbay’ın, Özkan’ın, Haberal’ın ve daha ötekilerin yanında tutuyorlar... Hanefi Avcı’nın kitabını arayıp güç buldum. Zor bir kitap, her sayfasında ayrı durmak gerek, inanması, kabullenmesi, benimsenmesi kolay olmayan olaylar, insanlar, karmaşıklıklarla dolu... Ama bir gerçek var, o da Hanefi Avcı adlı bir eski emniyetçinin yaşadıkları, anıları bugünkü Türkiye’nin en önemli sorunu, çözülmesi gereken bir güncel olayı... “Haliç’te Yaşayan Simonlar” konusu bir yanda, asıl önemli olan “dün devlet, bugün cemaat” olması, öyle anılması! Hem de iktidardakilerin, en başta Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın yüzlerce milletvekilinin, gözleri önünde... PENCERE Barolar Nerede?.. Avukat Sait Kekeç’ten bir mektup aldım, köşemin elverdiği ölçüde yayımlıyorum. “Sayın Selçuk, ‘Laik Cumhuriyetin Savcısı ve Yargıcı Yalnız mı?..’ başlıklı yazınızla ilgili düşüncelerimi size iletiyorum. Yazınızda ‘Dinciler, Cumhuriyetin yargıç ve savcılarını tehdit ediyorlar. Peki, demokratlar, laik kişiler, kurumlar, sivil toplum örgütleri, siyasal partiler, gençlik kuruluşları, sendikalar neredeler?.. Laik Cumhuriyeti savunmak yolunda görevlerini yapan savcıları ve yargıçları yalnız mı bırakacaklar?.. Mürtecilerin saldırılarına ve dincilerin tehditlerine karşı tepkilerini ne zaman, nasıl ve hangi yöntemle ortaya koyacaklar?..’ haklı sorularını soruyorsunuz. Laik Cumhuriyetçiler ve Atatürkçü Cumhuriyetçiler olarak bu soruyu sordurtmamalıydık. Sayın Selçuk, Anayasamıza göre yargı, ülkeyi yönetmesi gereken üç kuvvetten biri. Hukuk fakültelerinde yargının, karar, iddia ve savunma, yani hâkim, savcı ve avukattan oluştuğu öğretilir. Bu yüzden ben, yargı sorunları için, öteki sivil toplum örgütlerinden önce, yargının sivil toplum örgütü olan ‘Barolar, Türkiye Barolar Birliği neredeler?’ diyorum. Barolarımızın mevcut yönetimleri, sağ eğilimli avukatlardan oluşmuş da değil. Kendilerine ya sosyal demokrat ya da çağdaş hukukçu diyen avukatların oluşturduğu gruplardan seçilmiş yönetimler... Buna rağmen ülke bütünlüğünün, birliğinin ve rejimin korunmasına yönelik yasalara göre verilen yargı kararlarına karşı dinciler mitingler yapıyorlar, Barolar Birliği ve barolarda ne bir ses, ne bir nefes... Bu mitinglerde, görevlerini yapmış yargıç ve savcılar tehdit ediliyor, barolarımızda gene bir ses yok... Amerikan konsolosu yargı kararına karşı çıkarak iç işlerimize karışıyor; barolarımızın kılı kıpırdamıyor. Lozan’da en zor kabul ettirdiğimiz hakkımızın adli bağımsızlık olduğunu hatırlamıyorlar Barolar Birliği ve barolarımız... ....... Barolarımızın bu duyarsızlığı, bu eylemsizliği, ülkemiz, demokratik rejimimiz, sivil toplum örgütlerine bağlanan umutlar açısından umut kırıcı... ....... Barolarımız kendi sorunlarına da duyarsız ve etkisiz. Avukatlık Yasası’na göre Adalet Bakanlığı’nın vesayeti altında. 30 yıldır vesayetten kurtulmak nasip olmadı. Adeta ‘mahcuriyet’e alışılmış. Buna rağmen tırnağı varsa başını kaşımaz da, zaman zaman yargı bağımsızlığından söz eder. Baroları vesayet altında olan ülkede yargı bağımsızlığı olanaklı imiş gibi...” Mürteci edepsiz.. Dinci azgın.. Savcıyı tehdit etmek ya da yargıca saldırmakta pervasızlık aldı yürüdü.. Yobazlara bakınca insan ne düşünüyor?.. Vah benim şairim.. Yazarım.. Solcum.. Yıllarca fikirlerinden ötürü mahkeme kararlarıyla hapsedildin; hiçbir gün aklına savcıya ya da yargıca saldırmak gelmedi. Çünkü yasa maddesini yapanın savcı veya yargıç olmadığını bilirsin. Peki, mürteci bilmez mi?.. Bilir, bilir; ama, yobaz, hukuk adamlarını korkutmak ve yıldırmak yöntemini kullanıyor. Barolar başta olmak üzere tüm Cumhuriyetçi güçler, ‘savcıyargıçavukat’ üçlüsünü korumanın en duyarlı görev olduğunu bilerek, saldırgan mürteciye ‘dur’ demelidirler. (13 Ekim 1998 tarihli yazısı) A şırı derecede demokrat(!) bi rilerinin sürekli dillendir diklerine bakılırsa, baskı al tında ve korku ile sindirilen lerin sayısının her geçen gün arttığı bir süreçte “özgürlükleri” üretiyo ruz. Toplumdaki çarpıklıkların en fazla ez diği kadının payına da, içinde tutsaklık olan “özgürlük” düşüyor!.. Kadın toplumun so run yumağında tutuldukça, siyaset tıkandığı her noktada bu sorun alanına kaçarak bu radan beslenip sorunu daha da büyütebili yor. Belki de erkek egemen kültür için veri lebilecek en çarpıcı örnek kendi yaşantımız içinden olacaktır. Erkek egemen kültürün, kadını görünür kılmamak için refleksleri var. Çok doğru tespitlerde bulunduğumuz ortamlarda, söylediklerimize kulak vermek yerine, kendi aralarında konuşarak sesimizi boğmaya, dikkatimizi dağıtmaya, ilgilen miyor, dinlemiyor, önem vermiyor gibi gö rünenlere tanık oluyoruz. Üstelik bunu si ze yalnızca kadın olduğunuz için yapıyor lar. Bilimsel görüşler ileri sürsek de, kadınla özdeşleştirdikleri “duygusallık”la bağ daştırıp önemsemiyor pozlarına giriyorlar. Ve kadın olup bunca işi nasıl başardığını zı sorarak, sürekli ayrımcı söylemlerle baskılanıyorsunuz. Demokratik görünme kaygısı da olmasa tüm önemli (özellikle yönetimsel) işleri er kekler kendi aralarında pay edecekler. Ka dına ve kadın sorununa önem veriyor iz lenimi uyandıran sözcükler kullanıp bun dan beslenerek, kendilerinin demokrat ol duğunu anlatmaya çalışmanın ötesine ge çemiyor çoğu özgürlüklerden yana görünen kişi. Yanımda yardımcı doçent olan erkek meslektaşımıza “Hocam” diye hitap eden kişilerin ısrarla bizlerin ismimize “ha nım” sözcüğünü ekledikleri hitap ayrımı nı pek çok ortamda yaşıyoruz. Toplumun bilinçaltı, bilgiyi, aklı erkekle özdeşleşti recek şekilde çalışıyor. Kariyer olarak biz den geride olsa da erkek olanın “otorite” kabul edildiği bir kültürde yaşıyoruz. İlerici, kadın haklarından yana görüşle ri savunan kişilerin içinde yaşıyoruz bun ları üstelik. Kadına yer açmayı bırakın, ye rinden etmek, yok saymak için çaba gös terenlerin içinde sol söylemlerle kendine yer edinmiş olanlar da var. Özgür iradeli ve kendi ayakları üzerinde duran kadınlardan değil, kendi iradelerine yakın, onların yük selişine basamak olacak kadınlarla çalış mayı yeğliyorlar. Özgür iradesi ile dimdik duran kadınlardan hoşlanan bir toplum değiliz. Cemaat kültürü içinde iradelerin eritilmesine yatkınlığı özgür iradeye yer açmadan nasıl kırabileceğiz? En ilerici geçinenin bile aklının karışık olduğu, bilgi ve aklı ile bir yere ulaşan ka dından rahatsızlık duyulan erkek egemen kültürün içinde kadına toplumda verilen yer, erkeğin gerisinde kemikleşince, siyasette de verilen öncü roller kontrollü bir simgesel likle sınırlı oluyor. Bizler yani, toplumda belli statüye ulaşmış ve bunu kendi sava şımı ile başarmış kadınların da erkekler ve hatta çoğu kez hemcinslerimizce ciddiye alınmama kompleksleri ile sıkça karşılaş tığımız düşünülünce, sayıları giderek artan yaşantısı ev ile sınırlı kadınlar için daha faz la kaygılanmak gerekiyor. Türkiye’de kadının eşitlik sorunu var Ekonomik anlamda toplumun en güçsüz kesimini oluşturan kadınların önemli bir kıs mının başının örtüldüğü ve ekonomideki kötü gidişle örtünenlerin çoğaldığı dikka te alınınca, kadınlar, örtülü ve örtüsüz ay rımına sürüklenerek kendi içlerinde ayrış tırılıyor. Erkek lehine kurulu eşitsiz düze nin mağduru olan kadın, kendi içinde de ay rıştırılarak, kendi içinde bir eşitsizlik ala nı ile bir kez daha mağdur edilmiş ve erkek egemen kültüre karşı toplu bir mücadele şansını yitirmiş oluyor. Türkiye’de kadın olmak zor, kendi ayak larınız üzerinde durmaya çalışmak çok daha zor. Bilinçaltı ile kadını geride bir ye re yerleştirmişiz, öne çıkmak isteyene, ona yer veriyor söylemleri ile kadını sa hipleniyor görünenler de engel oluşturuyor. Sözleri ile eylemleri çelişiyor. Kendi bu lundukları ortamlarda kadınları eşitleme kaygısı duymuyorlar. Hatta hepsi erkek ko nuşmacılar, kadının başının nasıl bağlana rak özgür kılınacağı tartışmalarını yaparken her biri kendisinin ne kadar özgürlükçü ol duğunu kanıtlama çabasına giriştikçe ne ka dar trajikomik olduklarının farkında bile olamıyorlar. Bunu dünya ülkeleri sıralamasında son lardaki yerimizden daha net görebiliyoruz. Toplum kültürünün dönüştürülmesi gere kiyor. Fakat bugün içinden geçtiğimiz ik lim, kültürü kadının lehine değil, aleyhine olacak şekilde dönüştürüyor. Eşitsizlik gi derek derinleşiyor. Görüntüde kadına des tek çıkıyor gibi yapanları dahi arayacağı mız süreçlere doğru sürükleniyoruz. Tür ban etrafında yapılan tartışmalar te melde rejimle ilgili bir sorun. Kadın bu rada sadece araç. Kadın sorunlarını sorun olarak gören değil, kadına yeni sorun alan ları açan bir anlayış var iktidarda. Kadının eşitlik mücadelesi vermesinin önüne yeni barikatlar kuruluyor. Kadının insan hakları alanı giderek dar altılıyor. Ve farkında mısınız? Tüm bu ya şadığımız olumsuzluklarda Batılı özgür lükçü dost ülkeler(!) bizi yalnız bırak maktalar. 2000 öncesini anımsayınız… Türkiye’de insan hakları yok feryatları kopuyordu Avrupa Birliği’nde. Gözlemci heyetler gönderiliyordu. Bugün Türki ye’de hukukun yerini fiili uygulamalar al dı. Haksız ithamlar, infaz gibi tutuklama lar, özel yaşama, haberleşme özgürlüğüne müdahaleler gibi hak ve özgürlük alanının talan edildiği yılgı sürecine seyirci kalı yorlar!.. Korku, baskı, yıldırma ile sessiz leşen Türkiye’nin internet üzerinden kurulan haber öbekleri ile bilgisayar başında tek tek tepkisini boşaltma özgürlüğü (!) var yal nızca. Toplu tepki alanları giderek sınırla nıyor. Herkesin tek başına oturduğu yerde oturup kaldı Türkiye. Birileri boş bulduğu meydanda “özgürlük” adı verdikleri dan sla iktidardaki yerlerini sağlamlaştırırlar ken eşitlik, adalet, hukuk, laiklik adına bi riktirdiklerimiz dökülüp saçılıyor. Devlet gözümüzün önünde çözülüyor Devletin gelenekleri yok ediliyor. Ku rumların işleyişleri farklılaştırılıyor ve bu farklılaşma kadın üzerinden, kadınla gö rünür kılınıyor. Ve Türkiye gözümüzün önünde, İslam ülkesi olma yolunda son hız la yol alıyor… Bizler, hepimiz, internet üze rinden birbirimize doğru tespitler yaparken teksesli, çok kanallı medya ile halkın bey ni sürekli yıkanıyor. Totalitarizmi her geçen gün daha fazla so lurken yaşadıklarımızın “özgürlük ve demokrasi” adının verilişini Batılı dost larımız(!) keyifle izlemekteler, neden der siniz?.. İslamCumhuriyetiOlmaYolundayız Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN Devletin gelenekleri yok ediliyor. Kurumların işleyişleri farklılaştırılıyor ve bu farklılaşma kadın üzerinden, kadınla görünür kılınıyor. Ve Türkiye gözümüzün önünde, İslam ülkesi olma yolunda son hızla yol alıyor... Bizler, hepimiz, internet üzerinden birbirimize doğru tespitler yaparken teksesli, çok kanallı medya ile halkın beyni sürekli yıkanıyor. SAYFA CUMHUR YET 21 EK M 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear