23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 OCAK 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 19 Kızılay’dan Haiti’ye deprem yardımı: Dört minareli cami! Sifon Ertan Somunkıran: “Türkiye bu karanlıktan, ABD’nin çekmediği sifonu seçimde çekerek çıkacaktır!” Kucak Ulvi Oğuz: “Yıllardır ABD’nin kucağında oturmak, alçak koltuktan daha mı az çirkin!” Durak Hilmi Kayıhan: “Hükümet demokrasi tramvayını seferden kaldırıyor; muhalefet durakta tramvay bekliyor!” İstanbul Ali Kaya: “İstanbul 2010: Ortadoğu ve Arap Magandaların Eğlence Başkenti!” YağmurDeniz İnkarı bırak soruşturmaya gel! MECLİS’E yürüme mesafesinde gizli bir karargahta gizli çalışmalar yapan, bütün iç güvenlik birimlerini kapsayan ve operasyonel yeteneği yüksek, doğrudan Başbakana bağlı ve İçişleri Bakanı ile Adalet Bakanının da içinde olduğu bir örgütten söz etmiş 11 Temmuz 2003’te gazeteci Yavuz Donat. Bugüne dek kimse Yavuz Donat’ı yalanlamamış. Vural Savaş, “Haşa Huzurdan Demokrasi Geldi” kitabında Donat’ın yazısındaki gizli örgütten alıntı yapmış, yalanlanmamış. Aydınlık dergisi haber yapmış yalanlanmamış. 10 gün kadar önce Melih Aşık Milliyet’te yazmış yalanlayan çıkmamış. Geçen Cuma biz yazdık; gizli karargahın, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik asimetrik psikolojik savaşın yürütüldüğü çok önemli bir merkez olabileceğinden söz ettik; dönemin iki bakanının Abdülkadir Aksu ve Cemil Çiçek olduğunu anımsattık. İkisi de telefonla arayıp “gizli karargah”ı inkar ettiler “Yok böyle bir gizli örgüt yok” dediler. Şüpheli konumundaki iki siyasetçinin “yok” demesi yeterliyse eyvallah... Oysa AKP’nin gizli karargah kurup kurmadığı ancak çok ciddi bir soruşturma sonunda açığa çıkabilir. Ama bu iktidara karşı özel değil süper yetkili de olsa hiçbir savcı soruşturma açamaz! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ÖYKÜ bu ya, dünyadaki her türlü kötülüğün sorumlusu olarak gösterilen şeytan, üstüne yüklenen bu ağır suçlamadan bıkmış, “Bir gün bir fırsat yaratayım da insanlar ne kadar iyiliksever olduğumu anlasınlar” demiş. Günlerden bir gün şeytanın yolu bir köye düşmüş. Keyfi yerinde olan şeytan, sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineği sağan genç bir kadını uzaktan izlemeye başlamış. Şeytan, kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının ipini biraz gevşetmiş. Buzağı bu, az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını aç karnına izlemeye daha fazla dayanamamış. Buzağı yerinde debelendikçe boynundaki ip biraz daha gevşemiş ve sonunda yular hepten çözülmüş. Koşarak annesini emmeye giden buzağı, süt kovasına çarpmış ve bütün sütler yere dökülmüş. Sağdığı süt ziyan olunca siniri tepesine çıkan genç kadın, eline geçirdiği odunu buzağının kafasına vurmasıyla yavru kan içinde yere yıkılmış. Yavrusuna saldırılmasına kayıtsız kalmayan inek bir tekmede kadını yere serip öldürmüş. Uzaktan geçmekte olan kadının kayınpederi, ineğin gelinini öldürdüğünü görüp, elindeki tüfekle ateş ederek ineği öldürmüş. Silah sesini duyan koca koşup gelmiş. Karısını yerde cansız yatar, babasını da elinde tüfekle görünce, belinden silahını çekip, tek atışta babasını öldürmüş. Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam bu kadar acıya dayanamayacağını düşünüp, bir kurşun da kendi kafasına sıkarak canına kıymış. Bütün bu olayları bir kenardan izleyen şeytan, “Bu felaketi de bana yüklerler. Buzağının ipini gevşetmekten başka ben ne yaptım şimdi” demiş. Öyküyü gönderen Ahmet Önen de bu kıssadan şu hisseyi çıkarmış: “Son zamanlarda kurumlar arasındaki sinsi savaşı önlemek bir yana, daha da ateşlenmesi için körüklemeye devam eden Çankaya’daki AKP’li Sayın Abdullah ve Başbakanlıktaki AKP’li Sayın Recep olayların birinci sorumlusu olarak buzağının ipini gevşetmişlerdir. Süt kovası desen, çoktan devrildi. Peşinden oluşacak her türlü kötülüğü siyaset cambazlığıyla başka yerlere yamamak isteyenler pişkince soracaklardır: Biz ne yaptık şimdi?” Şeytan SESSİZ SEDASIZ (!) CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU 16 Ayın Hesabını Kim Verecek? 22 Temmuz 2008 tarihli gazetelerde şöyle bir haber yer alıyordu: “İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nin eski müdürlerinden Adil Serdar Saçan, adının Ergenekon soruşturmasına karıştırılması üzerine savcılığa başvuruda bulunarak, hakkında soruşturma açılmasını talep etti.” Yargı, Saçan’ın bu talebine iki ay sonra yanıt verdi ve eski polis müdürü 27 Eylül 2008 günü İstanbul 13. Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak cezaevine kondu. Kendisine yüklenen suç, “‘Ergenekon terör örgütü üyesi olmak ve örgüt adına faaliyette bulunmak” . Yandaş basında Saçan yerden yere vuruldu, onun Ergenekonculuğu üzerine dehşetengiz yazılar yazıldı, tanıklar bulunup konuşturuldu. Aradan 16 ay geçti, üç gün önce mahkeme “dosya kapsamını, delil durumunu, suç vasfının değişme ihtimalini ve yattığı süreyi” göz önünde bulundurarak Saçan’ın tahliyesine karar verdi. Öykü özetle böyle. Adil Serdar Saçan, Ergenekon savcılarının işlediğini söyledikleri suçları gerçekten işlemiş midir? Yandaş medyada yazıldığı gibi gerçekten de en ağır cezalara çarptırılmaya layık bir kişi midir? Bu soruların yanıtını verecek bilgiye sahip değilim. Olayın bu yanı beni pek ilgilendirmiyor zaten, ama şayet Saçan davanın sonunda aklanacak olursa boş yere yattığı 16 ayının hesabını kim verecek? Bunu merak ediyorum. Bir insanın hayatından çalınmış 488 koca gün. 488 kez gündoğumunu, 488 kez günbatımını görememek. 488 gün eş, çocuk, ana, baba sıcaklığından yoksun kalmak. 488 gün dost sofralarına oturamamak... 488 gün bir sinemaya, tiyatroya, konsere gidememek. Bir stadyumda tuttuğu takımın maçını izleyememek. Parklarda dolaşamamak, denizi seyredememek, sokaklarda başıboş dolaşamamak... Sonsuz bir bekleyiş, sonsuz bir tedirginlik, sonsuz bir endişe, her gün biraz daha artan, dayanılamazlaşan özlemler… Bunlar insanca duygulardır. Şimdi sözüm demokrasiyi, özgürlüğü, insan haklarını dillerinden düşürmeyen liberalleredir. Söyleyin! Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi değerler parçalanabilir mi? Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramlar söz konusu olduğunda “O mu, o bunlara layık!”, “Öbürü mü, koyuver gitsin!” denilebilir mi? Birine layık görülen evrensel bir hak öbüründen sakınılabilir mi? Bir yazımda sizlerden “gizli faşistoidler” diye söz etmiştim, son Siyaset Meydanı’nda Ali Kırca anımsattı. Evet, hiç de haksız değildim sizleri suçlarken. Sizler de doğrusu beni haksız çıkarmadınız, haklılığımı ortaya koymak için elinizden geleni yaptınız. Ellerinizdeki kalemleri, göründüğünüz televizyon ekranlarını karşıtlarınıza karşı bir silah olarak kullandınız. “Eğer hedef içerikse, usul hata kaldırabilir!” dediniz. Usulün öz’ü ezdiği, yok ettiği bir hukuk anlayışını savundunuz. Faşistlere özgü toptancı bir yaklaşım sergilediniz. İnsanları peşinen mahkûm ettiniz. Evrensel değerleri çiğnediniz, evrensel kavramları iğdiş ettiniz. “Liberal”, özgürlükçü demektir. Tanrı aşkına, nereniz özgürlükçü sizin? Ergenekon soruşturmaları başladığında, tutuklananlara ilişkin kamuoyunda eleştiriler yükseldiğinde, “Konu öyle önemli ki, doğal ki kurunun yanında yaş da yanacak” derken, tek bir şüpheliyi yakalama pahasına Güneydoğu’da bütün bir köyü ateşe veren karanlık güçlerden ne farkınız vardı sizin? Ne var ki her gün biraz daha zemin yitiriyorsunuz. Toplumumuzun yüzyılımızda 19. yüzyıl liberalerinin kötü kopyalarına daha fazla tahammülleri yok. Çukurovalı okurlarıma: Bugün Adana’da, TÜYAP Çukurova Kitap Fuarı’nda 14.00-15.00 arası Can Yayınları, 15.30-16.30 arası da Literatür Yayıncılık standlarında kitaplarımı imzalayacağım. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Adõnõ, Büyük İskender’in baldõzõ Kraliçe Amastris’ten alan; Karadeniz’in incisi; ülke- mizin gözbebeği; tarihçi Necdet Sakaoğlu’nun sevdalõsõ, arkeo- log Semavi Eyice’nin sevgili memleketi, hepimizin bir tanesi... Fatih Sultan Mehmet’in şim- diki Bakacak Tepesi’nden de- nize doğru ilk gördüğünde, “Çeşm-i cihan bu m’ola” dediği efsanevi güzelliğin kenti... Antik çağda Bithynie’nin uygarlõk merkezi; günümüzde tarihin ve doğanõn sarmaş dolaş olduğu “orman, deniz ve kültür” ha- zinemiz; koylarõnda martõlarla kuğularõn yüzdüğü, balõk cen- netimiz Amasra… yeni yõlõ “te- dirgin” karşõladõ. Üstelik gün be gün “karabasan”a dönüşerek... Çünkü nedense hep “en gü- zel” yerlerimize çöreklenen “ter- mik santral”cõlar, onca çevre ci- nayetleri yetmiyormuş gibi şim- di de Amasramõza göz koymuş- lar... Peyzaj Mimarlarõ Odasõ’nõn tüm ülkede imzaya açtõğõ şu çağrõsõ ise yerel basõn dõşõnda ulusal medyada hemen hiç yer al- mazken, “yetkililer”in belli ki artõk hiç kalmayan vicdanlarõnõ da etkile(ye)miyor; “Amasra Termik Santralına hayır de- mek, Küre Dağlarõ Milli Parkõ’nı korumak; deniz yaşamını ve geleneksel balıkçılığımızı ya- şatmak; tarım alanlarımıza sahip çıkmak demektir...” Peyzajcõlarõn direnişi, “mes- lek”leri ile Amasra arasõndaki eş- siz uyum açõsõndan da tarihe geçiyor; çünkü kõyõ dokusundan çevre değerlerine, doğal topo- grafyasõndan her yönüyle “pi- toresk” görünümüne kadar Amasra, Türkiye’nin ve dünya- nõn “peyzaj hazinesi”... Buraya termik santralõ kur- mak bir yana, “düşünmek” bi- le ayõptõr, günahtõr, ulusal so- rumsuzluktur, insanlõk adõna yüz kõzartõcõ suçtur. Nitekim “onaylı” Çevre Dü- zeni Planõ’nda denmiş ki; “Böl- gedeki kömürden yararlanı- larak termik santral girişimleri bulunmaktadır. Ancak doğal ve arkeolojik çevre ile turizm açısından sakıncalıdır...” Bu açõk ve net ‘plan kararı- na’ rağmen aynõ girişimin sür- dürülmesi bilim adõna talihsizlik, hukuk devleti adõna ise tanõmla- namaz bir aymazlõktõr. ‘100 bin kişiyle yürürüz’ Amasra’yõ karalara boğacak, 7’den 70’e herkesin nefret etti- ği santralõn tam da “demokratik açılım” sürecinde dayatõlmasõna ne denebileceğini ise şu pek bil- gili “iktidar ve demokrasi ya- zarlar”õmõza bõrakõyorum… Eski Bartın Belediye Başka- nõ ve CHP Milletvekili Rıza Yalçınkaya diyor ki; “Gere- kirse 100 bin kişiyle yürü- rüz...” Anõmsanacaktõr; Bartõnlõlar birkaç yõl önce de ilde kurulmak istenen “mo- bil santral”a karşõ, 40 bin kişilik kentte 25 bin kişiyle yürümüşlerdi. “Çevre ve demokrasi tarihi”ne geçen muaz- zam direnişin temelinde “yaşam kaynaklarına sahip çıkma bilin- ci”nin yattõğõnõ anõm- satan Yalçõnkaya, aynõ yaşamõ kuşaktan kuşağa zehirleyecek santralõ, 100 bin kişiyle geri püskürteceklerini belirterek şun- larõ söylüyor: “İktidar temsil- cilerinin, hatta milletvekilinin yapılmayacağına söz verdikleri santrala Enerji Piyasasõ Denet- leme Kurulu’ndan izin çıkartı- larak resmi hazırlıklara baş- lanması siyasi cambazlıktır...” Sevgili Aydın Boysan da “tek üzüntüm, demokrasiyi dolan- dırıcılığa dönüştürmeleri...” dememiş miydi? (Cumhuriyet 20 Aralõk 2009) Dünya mirası Amasra 1700 yõl önce kendi parasõnõ bile basacak kadar güç- lü bir “sanat kenti”ydi… Ro- ma döneminde Bitinya-Pontus eyaletinin başkenti oldu… Sel- çuklu ve Osmanlõ çağlarõnõ “el üstünde tutularak” yaşadõ; Cumhuriyetin aydõn yõllarõnda da “halk tipi pansiyon turiz- minin önderi” oldu.. Eğer 70’lerden sonraki şu yüz kara- sõ “apartmanlaşma” işgali ol- masaydõ, bugün UNESCO’nun Dünya Mirasõ listesindeydi... Şimdi, bir yandan imarõna çekidüzen vermeye çalõşõrken bir yandan da tarihini ve doğa- sõnõ koruyarak geleceğe arma- ğan etmek istiyor… Asõl de- mokratik açõlõm, yöre halkõnõn eksiksiz desteklediği bu kutsal isteği herkesle birlikte kucak- lamak değil midir? ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘Çeşm-i Cihan’ Tedirgin... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ ekinci@cumhuriyet.com.tr Hürriyet gazetesinden... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Finans alanõnda, alacaklarõn devrine verilen ad. 2/ Zer- düşt dininde ateş tanrõsõ... Müzikte üç ya da daha çok se- sin bir arada tõnla- masõ. 3/ Karadeniz yöresine özgü, mõsõr ununa çeşitli seb- zeler katõlarak ya- põlan bir tür ek- mek... İtici neden, güdü. 4/ Zafer... Azer- baycan’õn plaka imi. 5/ Edirne’nin Enez ilçesinde bir göl... Cehennem. 6/ Bir renk... Hz. Muham- med’i övmek ve ondan şefaat dilemek amacõyla yazõlan kaside. 7/ Köpek ve ineklere yedirilmek için un ve kepekle hazõrlanan yiyecek... Soluk borusu. 8/ Bir işteki engelleri yenme kararõ... Cerahat. 9/ Pazarlama. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Geleceği öğrenmek için çeşitli şeylere bakarak anlam çõkarma... Halk dilinde bademe verilen ad. 2/ Tanrõtanõ- maz... Dökülen tohumlarla ertesi yõl çõkan tahõl. 3/ Büyük sözlük... Kaynağõ antik çağlara dayanan kirişli bir çalgõ. 4/ Dünyanõn çevresini sualtõndan dolaşan ilk denizaltõ... Makedonya’nõn plaka imi. 5/ Slovakya’nõn plaka imi... Sat- rançta bir taş. 6/ Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ... Merkür ge- zegenine verilen bir başka ad. 7/ “ —- kapõlõ bir handa / Gidiyorum gündüz gece” (Âşõk Veysel)... Bir bilgisayar oyunu. 8/ Pilotlar ve havacõlar için yayõmlanan bülten... Öç almayõ amaçlayan gizli düşmanlõk. 9/ Kömür ocak- larõnda ortaya çõkan ve patlamasõ büyük zararlara yol açan gaz... Kazaklarda “dombra” eşliğinde söylenen türküle- re verilen ad. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A L A M A R T A M A Z O N B A R O L N A Z A R İ R A D E A L A D O E T A M İ N E F E S R İ N T S O L İ T E R U B A S E N E L L İ M E A Ğ V A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear