26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
M Y BC MYBC de bu boşluğu fark edip iki yõl önce bu hizmeti vermeye başladõk. ‘Biz ne çalalõm? Müziği nasõl kullanalõm sorusunu soran firma, şirket, otel, mağaza ne varsa onlara ulaştõk. Markalar ne istediğini tam bilmese de en azõndan ne istemediğini bize söyleyebiliyor” diyor, “Müşterinin sosyoekonomik durumunu biliyor ama müzik zevkini bilmiyor, çalõşmalarõnõn artõk rotasõnõ bu yöne çeviriyorlar.” Öncel, kurumsal ve piyasada isim yapmõş markalarõn mağazalarõndaki ürün ne olursa olsun latin caz ve caz müziği tercih ettiklerini anlatõyor. Müşteriyi müziğe göre sõnõflandõrmak, para harcama alõşkanlõklarõna göre yönlendirmek ona göre de doğru değil. Ama markalarõn kendi kimliklerini böyle yaratmasõ kaçõnõlmaz. Öncel, müziğin etkisinin hiç de hafife alõnacak bir şey olmadõğõ görüşünde; “Ürün ve müziğin organik ilişkisini kurmak en önemlisi. Balkan, Macar, Ortadoğu müzikleri hem komşuluk hem de yakõnlõk doğuruyor. Yani Akdeniz müziği, Akdenizli olma haline sürekli bir gönderme ve çekicilik sağlõyor. Burada önemli olan dozu ayarlamak.” Yani zehri panzehirinden ayõran dozu. Şirketlerin bu işle ilgilenen bölümleri ise “pazarlama” departmanlarõ. Elbette burada mağazada çalõşanlar düşünülmüyor. Güya çalõşanlarõn dinamik kalmasõ için hareketli müzikler tercih ediliyor. Ama konuştuğum mağazadaki çalõşanlar, tüm gün aynõ müziğe, tekrar tekrar maruz kalmalarõnõn, sürekli müzik duyarak çalõşmalarõnõn kendilerini içte içe kemirdiği görüşünde. Ne diyelim, artõk müzik de kullanõlõyor. Nietzsche, “Müziksiz bir hayat hatadõr” derken elbette bunlarõ düşünmemişti. Ee şimdi? Alõşverişe çõkarken kulaklarõmõzõ mõ tõkayalõm, yoksa kendi şarkõ listemizi yapõp onlarõn eşliğinde mi tüketelim? Karar sizin. G 28 HAZİRAN 2009 / SAYI 1214 7 İran’daki seçim hakkında herkes konuşuyor. Ama en doğru yorum, meyve suyu satan İranlı bir büfeciden geldi. “Olan biten bir filmden ibaret. Herkes bu filmin oyuncuları sadece...” diyor 54 yaşındaki İranlı... Umutlarını yok eden siyasetçilere olan kızgınlığını The New York Times muhabirine böyle anlatıyor. İran’daki seçim, gerçekten senaryosu önceden yazılmış, oyuncuları belirlenmiş bir film gibi... Peki, aktörler kim? Onları tanımak için önce senaryoya bakalım... Mekânımız İran, Ortadoğu’da bir İslam cumhuriyeti; petrol rezervleri açısından Suudi Arabistan’dan sonra ikinci, doğalgazda da Rusya’dan sonra ikinci sırada. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, dünyanın ağası Amerika’ya meydan okuyor. Amerika’nın taze Başkanı Obama ise, İran’ın nükleer programından rahatsız ve bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için İran’a koşulsuz görüşme çağrısı yapıyor. Obama çağrısına yanıt beklediği sırada, İran’da seçim yapılıyor. Dört aday yarışıyor ama ikisi öne çıkıyor: Muhafazakâr Ahmedinejad ve “reformcu” eski Başbakan Musavi. Ahmedinejad dönemindeki baskılardan bıkan kadınlar, gençler ve daha eğitimli olanlar, Musavi’yi destekliyor. Amerika ve Avrupa ülkeleri de açıkça ona destek veriyor. Sonunda sandıklar açılıyor ve Ahmedinejad, rakibine iki misli fark atarak çıkıyor sandıktan. Musavi’nin yandaşları, usulsüzlük iddialarını gündeme getiriyor, şiddetli protestolar başlıyor. Ve İran sokakları bir kez daha kana bulanıyor... Gördüğümüz, artık sahnelerini ezberlediğimiz bir filmdir. Nedenleri ortada: 1- Oy verme işlemi bittikten kısa bir süre sonra Ahmedinejad’ın kazandığının açıklanması, seçimde hile yapıldığı iddialarına neden oldu. Peki, neden Musavi daha oy verme süresi dolmadan saatler önce çıkıp kendisinin kazandığını açıkladı? Amerika’nın yıllardır İran’da istikrarı bozmaya çalıştığı sır değil. Seçim sonuçlarına ilişkin tartışma çıkarıp kargaşaya neden olmak, CIA’nın kullandığı bir taktik... Bildiğimiz gibi, son yıllarda kargaşayı artık darbeyle değil, hukuk aracılığıyla yaratıyorlar. 2- Amerika, bir zamanlar Irak’ta Saddam’a destek verdiği gibi, İran’da da kendi yarattığı düşmanla karşı karşıya. 1953’te, İran’da seçimle işbaşına gelen Musaddık hükümetine karşı girişilen darbenin arkasında Washington vardı. Bugün İran’da demokrasi yoksa, bunun nedeni Amerika’nın bölgedeki emperyal hedefleri yüzünden sürekli bu ülkenin içişlerine burnunu sokmasıdır. 3- Seçim sonuçlarını protesto eden halk, daha fazla özgürlük istiyor. Oysa bu protestoları organize eden Musavi, reformcu gözükmekle birlikte, aslında sistemle bütünleşmiş, özelleştirmelere açık ve Batı için sorun çıkarmayacak bir isim. Özgürlük isteyenlerin hedeflediği anlamda bir rejim değişikliği amacı yok. 4- İran’da kapalı kapılar ardındaki asıl sorun, mollalar arasındaki güç çekişmesi. *** Görüldüğü gibi, İran’daki filmin ana aktörleri, başta Amerika olmak üzere dış güçler ve en büyük gücünü petrolden alan Ayetullah. Konuya bir İranlı açısından bakacak olursak, bir yanda emperyalizme karşı duran ama aşırı baskıcı Ahmedinejad, diğer yanda da “reformcu” gözüken ama arkasına Amerika’nın desteğini almış eski bir başbakan var... İran halkının görmesi gereken şu: Şeriat yasalarıyla yönetilen bir İslam Cumhuriyeti’dir İran. Parlamento ve devlet başkanı seçimle gelse de, en yetkili siyasi makam dini lider... Devlet başkanı kabine üyelerinin lideri, ama dini lider ve din adamlarından oluşan kurumların yasaları ve seçimlerde aday olanları veto yetkisi var... Böyle bir teokratik sistemde rejimi değiştirmeden gerçek bir reform yapılabilir mi? G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com ZÜLAL KALKANDELEN DÜNYALI YAZILAR İran’da sahnelenen bayat bir film B irkaç hafta önce bir dostum beni aradõ. “Bir gece kõyafeti aldõm. Çok şõk, tam kokteyller için” dedi. Şaşõrdõm, çünkü bõrakõn kokteyli, gece elbisesini, her türlü etkinlikten kaçan biridir. “Neden aldõn?” dedim. “Bilmiyorum” deyince durum iyice tuhaflaştõ. “Mağazanõn önünden geçiyordum. Çalan müziği duydum, içeri girdim. Siyah tek parça elbiseyle birlikte bir de topuklu ayakkabõ aldõm. Üstümde rengarenk bir gömlek, altõmda kot, ayağõmda Converse vardõ. Mağazadakiler de şaşõrdõ.” Hemen atladõm “Sen topuklu ayakkabõ bile giyemezsin!” Cevap enteresandõ; “Bak bunu da hiç düşünmemiştim.” Müziğin, kokunun, rengin alõşverişe katkõsõ, çekiciliği elbette bilinen bir gerçek. Yapõlan reklam deneylerine göre Fransõz şansonlarõ ve Edith Piaf çaldõğõ zaman Fransõz şaraplarõnõn satõş oranlarõnõn yükseldiği ispatlanmõş. Otantik Hawaii müzikleri eşliğinde de Hawaii gömleği alma hissi uyananlar az değil. Ya da sevgililer gününde romantik bir şarkõnõn etkisiyle alacağõnõz hediyeye daha fazla para harcamanõz olasõ. Doğal ürünler satan dükkânlarõn yalnõzca akustik enstrümanlarla çalan müzikler kullandõğõnõ fark etmemek de kaçõnõlmaz. Bu çağrõşõm yapan tüm ürünler arasõnda kurulan bir bağ. Günümüzde, özellikle de fast foot zincirlerinde hep aynõ müzikler çalar, şehir fark etmez. Öyle olur ki o müziği duyduğunuzda acõkõrsõnõz. Bu bilim insanlarõnõn yõllardõr bildiği ve dünya üzerinde hõzla yayõlan pek çok markanõn da kullandõğõ bir gerçek. Kulağa biraz onur kõrõcõ gelse de Pavlov’un köpekleri gibi eğitiliyoruz. Biz işe Türkiye’nin ilk ses mühendisi Süden Pamir’le konuşarak başladõk. Pamir’e göre müzik insanõ dinlendirir, elektriğini alõr. Bunun yanõnda düşünmesini engelleyebilir. Acõlarõnõ hatõrlatõr, unutturur ya da mutlu eder. Elbette tüm bu etkilerin bilinçli kullanõlmasõ mümkün. Burada mağazanõn tercihleri önemli. Yani insanlarõ mağazalarda tutmak için rahatlatmak bir seçim. Ama mağazada zaman geçirmek alõşverişe ne kadar yansõr bu net değil. Ya da acele etmesini sağlamak, hõzlõ ve sağlõklõ düşünmesini engellemek, bu sayede de hõzlõ bir şekilde para harcamasõnõ sağlamak başka bir tercih. Sesin bize ulaştõğõ mesafe ve yüksekliği de önemli. Pamir bu durumu, “Yüksek ses çoğu zaman insanõ taciz eder ve kaçõrõr. Beyoğlu’nda bunu sõkça yaşarsõnõz. Tüketim dünyasõnõn gizli silahõ; müzik... Tüketimi arttırmak için her yol mubah. Müziğin de propaganda ve reklamdaki belirleyici rolü büyük. Artık müzik, bizi sokaktan çevirecek belki de hiç kullanmayacağımız bir ürünü almamız için tetikleyip, mağazaya sürükleyecek kadar kullanışlı. Hem de bunu bize fark ettirmeden yapacak kadar sinsi. Mağaza zincirleri bunun farkında, çalışmaları bu yönde. Ama yapacağımız bir şey yok, çünkü biz dinlemesek de duyuyoruz. Pazarlama mantõğõ açõsõndan müzik-kalite ilişkisi kurmak da sõkça kullanõlõyor. ‘Ben dükkânõmda şu müziği çalõyorum. Bu pahalõ ve şõk bir müziktir, benim ürünlerim de bunlarla bağlantõlõdõr’ mesajõ verilebilir. Büyük markalar farklõ şehir ve semtlerdeki mağazalarõnda sosyal duruma göre seçimini yapar. Günümüzde mağaza içi müziklerini paketleyip alõşveriş torbalarõnda müşterilerine hediye eden pek çok marka var. Bu da müzik sermayesi üzerinden bir sahiplenmedir aslõnda” diye özetliyor. Peki ya sözlü ve sözsüz müzik? Pamir yanõtlõyor; “Söz kullanmazsanõz, müşteriye daha geniş bir hayal alanõ sağlarsõnõz. Çünkü söz yönlendirebilir.” Müziğin bu anlamda kullanõmõ çok rahatsõz edici. Zira dinlemesek de sürekli duyuyoruz. Pamir de işin püf noktasõnõn bu bilinçsizlik durumu olduğunu aktarõyor; “Kulak dinlemeseniz de duyar. müziğin içine ‘su’ diye yalvaran bir kişinin sesini normal koşullarda kimsenin algõlayamayacağõ bir hõzda yerleştirdim. Dinleti bittiğinde herkes susamõştõ ya da su imgeleri düşünür olmuşlardõ.” SEMTLERE GÖRE MÜZİK SonyBmg Müzik Türkiye’de çalõşan Esra Kocadoğan da firmalara ve mağazalara mekân albümleri hazõrlõyor. Latin ve dünya müziğini tercih ediyor. Müzikleri seçerken tüm gününü mağazada geçirecekmiş gibi hissettiğini söylüyor. Sabah chill out, lounge ile başlayan, sözsüz, kafayõ bulandõrmayan õlõk melodileri kullanõyor. Akşam üstü yoğun saatlerde daha güncel ve kolay dinlenebilir sõcak müzikleri tercih ediyor. Mağazalardan yükselen, insanlarõ hatta sokağõ terörize eden müziklerden bõktõğõ için bu işe başlamõş. Bu işin adõnõn müzik danõşmanlõğõ olduğunu söylüyor. Müziğin gücünden ve etkisinden kuşkusu yok. Kocadoğan “Bu etkileşim hatõrlama, alõşma ve isteme şeklinde çalõşõr. Müzik bir görüntü oluşturur, hayal gücünü kaşõr ve harekete, eyleme zemin hazõrlar. Ama bu müziğin kulağa kaliteli gelmesi, hoparlörün yeri, sesin taciz etmemesi belirleyici olur” diyor, “Mağazalar Türkiye’de semtlere göre farklõ seçimler yapõyor. Yani aynõ marka Nişantaşõ’ndaki şubesi ile Avcõlar’daki şubesinde aynõ müziği istemiyor. Hatta dükkânõ için butik mağazalar da kendi müziklerini yaptõrmaya başladõ.” MÜZİĞİN DURUMU... Gonca Öncel ise Pozitif Edisyon Telif Haklarõ ve Müzik Danõşmanlõğõ’ndan. Yerli mağazalarõn müziğin bu işlevinin yeni farkõna vardõklarõnõ düşünüyor. “Biz Bir noktaya odaklanõrken bile etrafõ duyabildiği için algõsõ sürer. Bu şekilde insanlara komutlar vermek teknik açõdan mümkün.” Bunun adõ da “subliminal mesaj.” Açõklamasõ yine Pamir’den; “Kulağõn işitme metronomu, algõ frekans aralõğõ, algõ hõzõ var. Bu alanõn dõşõndaki sesleri algõlamõyor değil, odaklanmõyor. Ama beyne ulaşõm devam ediyor. Belirli bir resim, komut oluşumu için yeterli verileri sağlõyor. Bu iletişim yasak ama takibi ne kadar mümkün bilemiyoruz” diyor. “Biz enerji algõlõyoruz; ses veya görüntü beyinde anlam kazanõyor. Çünkü tüm duyu enerjileri beyinde elektriğe dönüşüyor. Enerjileri birbirine çevirmek mümkün.” Mesajõn tipine göre, dinlendirici müziklere komut çok yavaş ya da çok hõzlõ şekilde sözle ekleniyor. Pamir bunu pek çok kez tecrübe ettiğini anlatõyor; “Bir keresinde İTÜ’de verdiğim bir seminerde, dingin bir SüdenPamir GoncaÖncel Esra Kocadoğan ALİ DENİZ USLU Fotoğraf: Vedat Arõk
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear