26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5 EYLÜL 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Anayasa Tartışmaları... Av. Kazım KOLCUOĞLU İstanbul Barosu Başkanı Anayasa Tepkisi: İki BÜYÜK hevesle yeni anayasa yapma işine soyunmuş olanlar, gerek bilim adamları, gerekse partili hukukçular olarak, yaptıkları işin usul yönüne eğilmek zorundadırlar. Hukukta usulün esastan önce geldiğini, yargı organlarının usul sorununu çözmeden esasa girmediğini en iyi onlar bilir; daha doğrusu bilmelidirler. Hukukçunun usul konusuna ikincil bir sorun, neredeyse “ayrıntı” olarak bakan sıradan vatandaştan farklı olarak bakması gerekir. Gerçi günlük yaşamda da “Şeytan ayrıntıda gizlidir” diye benzer bir söz vardır ama, bu farklı: Usul hatasının gerisinde yalnız şeytanlık değil, çoğu zaman haksızlık, hatta büyük siyasal yanlışlık gizlidir. eni anayasa yapımında işlenmekte olan usul hatası şu: Bir yandan özü cumhurbaşkanını halk tarafından seçilmesine ve görev süresinin iki kez beşer yıllık bir süre olabilmesine ilişkin olarak anayasada değişiklik yapılmak istenmiş, ama buna ilişkin süreç bir halkoylamasını zorunlu kılmıştır; bir yandan da hiç de ayrıntıda kalmayacak olduğu anlaşılan bir yeni anayasa değişikliği işine girişilmiştir. Oysa, Cumhurbaşkanlığı seçimi tek başına bütünden ayrı olarak düşünülecek basit bir konu değil. Halkça seçilen bir cumhurbaşkanının yetkileri ve görevleri konusunda uzun uzadıya düşünmeden olmaz. 1982 Anayasası’nda General Evren’e göre düşünüldüğü için Sayın Sezer’in bile “fazla” bulduğu yetkiler halkın seçtiği cumhurbaşkanı için “az” bile sayılır. Çünkü, o kişi her gün, her olay dolayısıyla, hatta sabahları aynaya bakıp tıraş olurken bile arkasında bütün halkın gücünü görüp durumlara da bakacak, yetkilerini kâğıt üzerinde tırpanlasanız da onları kullanırken ister istemez ve “eninde sonunda” o gücü hissederek kullanacaktır. Dolayısıyla bütün anayasa sisteminin bu gerçek bilinerek, yeterli dengeler ve güvenceler göz önünde bulundurularak oluşturulması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Böyle bir durumda yeni anayasa yapanların bu noktayı vurgulayıp süreçte değişikliğe gidilmesini, 21 Ekim’de yapılması öngörülen halkoylamasının ertelenmesini ve konunun daha sonra genel anayasa değişikliğiyle birleştirilerek halkoylamasına sunulmasını önermeleri beklenir. Hukukçulara yakışacak olan budur. oksa, hayli şaibeli bir kurnazlığa istemeden ortaklık etmiş olacaklar. Çünkü yalnız başına cumhurbaşkanı seçimine ilişkin bir halkoylaması mutlaka yüzde 90’lara varan bir “evet”le sonuçlanır. Kime sorsanız “Cumhurbaşkanını ben seçmeliyim” der. Ondan sonra, bu halkoylaması sürecini başlatmış olanlar da, yüzde 47’lik bir “seçim zaferi”ni bile gölgede bırakacak biçimde “Arkamızda halkın yüzde 90’ı var!” deyip her şeyi yapmakta kendilerini haklı saymaya başlamazlar mı? Böyle bir tutumun 1950’lerden beri Türkiye’yi hangi durumlara sürüklediği bilinmiyor mu? Şu aşamada hem iktidar partisini şaibeden kurtarmak, hem CHP başta olmak üzere muhalefet partilerini bu gidişe seyirci kalma töhmetinden korumak için yapılacak en doğru şey, bütün liderlerin bir araya gelip ortak akılla bu duruma sağduyunun ışığında ortak bir çare bulmalarıdır. S Y iyasi iktidar tarafından, önümüzdeki dönemde TBMM gündemine getirileceği belirtilen anayasa değişiklik paketiyle ilgili hazırlıkların basına yansıdığını görüyoruz. Bilindiği üzere ‘82 Anayasası, halkoylamasında aldığı büyük çoğunluk oyuna karşın, çağdaş anayasaların taşımakta olduğu normatif temellerden uzaktır. Esasen bu anlayışın bir uzantısı olarak, 2001 yılında Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından bir anayasa taslağı hazırlanmıştı. İstanbul Barosu’nun da katkı verdiği ve ülkemizin önde gelen hukukçuları tarafından oluşturulan bu taslak, toplumda anayasa değişikliği için beliren bir temel gereksinimin ifadesiydi. Dolayısıyla, yeni bir anayasaya olan gereksinim, yıllar önce başta Barolar Birliği olmak üzere baromuz tarafından dile getirilmiş ve ilk taslak metin Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından 2001 yılında kamuoyuna sunulmuştur. Ancak tam da bu noktada bir erken uyarı olarak dikkat çekmemiz gereken konular vardır. Anayasa yapımı, yöntemi itibarıyla son derecede önemli bir girişimdir. Özellikle de tüm toplum katmanlarının uzlaşısını ve katkısını zorunlu kılması bakımından asla aceleye getirilmemesi gereken ve tartışma zeminlerinin tümüyle açık tutulduğu, platformların zamanla sınırlı olmaksızın işletildiği bir anlayışla oluşturulmalıdır. Bu nedenle ilk koşul olarak, geniş bir tartışma ortamına ve zamana ihtiyaç olduğu, asla göz ardı edilmemelidir. ruluşları ile demokratik kitle örgütleri, üniversiteler, yargı kurumları ve baroların görüşlerine önem verilmelidir. Anayasa değişikliği tartışmaları, işin alfabesi sayılacak bu iki temel yaklaşım konusunda bir kuşku taşınmadığı noktada başlamalıdır. Kısaca, metin herkesin fikir sahibi kılınacağı ölçüde geniş bir zaman dilimi içinde tartışılmalıdır. Tartışmaların odağında, toplumdaki tüm kesimlerin mutabakatını alma amacı bulunmalıdır. Tartışılmalı... Salt “görüş sorduk” demek için görüş sormak, “politik bir yaklaşım” olarak kabul edilse bile, anayasa yapımında amaçlanan bir “siyasal yöntem” olarak kabul edilemez. Bu konularda içtenlikli tavırların kanıtlanmasından sonra, metnin içeriği ile ilgili tartışmalar yapılmalıdır. Bu noktada da önemli saydığımız bir gözleme işaret etme gereği duyuyoruz. Hazırlanan metnin kamuoyu ile paylaşılmasından önce, üç konunun tartışılması, başka temel tartışma konularını geride bırakmıştır. Bunlar, anayasa metni içinde, • Atatürk ilke ve devrimlerine atıf yapılıp yapılmayacağı, • Laiklik tanımının değişip değişmeyeceği, • Üniversitedeki türban yasağının kaldırılıp kaldırılmayacağıdır. Siyasal iktidarın geride bırakılan dört buçuk yıllık döneminde, kendisi için “sorun” teşkil eden bu başlıkları çözümleyememiş olması, onu yeni bir anayasa yapma noktasına getirmiş ise, bu temeldeki bir değişikliğin hiçbir yararı olmayacaktır. Daha açık deyişle, salt bu değişiklikleri yapmak, o arada da aksayan veya aksadığı konusunda ortak tavır oluşan kimi maddeleri değiştirmek amacıyla yola çıkmak, çok ciddi sorunları geleceğe taşıma anlamının göstergesidir. Kuşkusuz ki, metnin paylaşılmasını takiben İstanbul Barosu olarak bizden beklenen ve öneri içeren çalışmalarımızı kamuoyu ile paylaşacağız. Hatta Türkiye Barolar Birliği tarafından kurulan ve İstanbul Barosu’nun da başkan düzeyinde temsil edildiği komisyon, ilk toplantısını geçen hafta akademisyenlerle birlikte yapmıştır. Ancak, özenle ve dikkatlice izlemeye çalıştığımız sürecin daha bu ilk aşamasında, yukarıda belirttiğim üç tartışma konusu ile birlikte Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimi ile yüksek mahkemenin Yüce Divan sıfatıyla yaptığı yargılamalar konusundaki tartışmaların öne çıkması, yargı bağımsızlığı ve etkin yargı denetimini kısıtlayıcı bazı değişikliklerin yapılacağı haberleri bizi kaygılandırmaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hakkı yalnızca Meclis’e bırakılmamalı, bu hak daha da genişletilmelidir. Örneğin bir hukuk kurumu olarak TBB’ye bu konuda yetki verilmesinin yararlı olacağı kanısındayız. Biz biliyoruz ki, Atatürk ilkelerinin anayasa metninde yer almaması, anayasal denetimde, onun bir “ölçü norm” olarak kabul edilmemesi sonucunu doğuracaktır. Laiklik tanımının değiştirilmesine yönelik talebin içeriğini oluşturan “herkesin dilediği biçimde yaşama hakkı” çok hukuklu bir düzenin gerekçesi olacaktır. Nihayet biz biliyoruz ki, anayasasını ideolojilerden arındırmak iddiası, bir ideolojinin simgesi sayılan türbanın üniversitelere girmesiyle yeni ve başka bir “arınma sürecinin” arayışını ifade edecektir. Hukukçu kimliğinin yüklediği sorumluluğumuzun bu döneme ilişkin özel bir duyarlılığa dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Çağdaş hukukçular olarak, aradığımız anayasanın en belirgin özelliği, çağdaşlaşmayı hedeflemesidir. İlk tartışmaların bizi bu alanda kaygılandırmakta olması, nihai metnin özellikle de çağdaşlık konusunda yeni bir tartışmayı başlatacağı olasılığıdır. Atatürk ilkelerinin özü itibarıyla çağdaşlığı içermesi, bu içeriğin mevcut metinde de açıkça vurgulanması gerçeğine karşın, inatla böyle bir noktaya gelinmesi dikkatle değerlendirilmelidir. PENCERE Gidişat?.. Hayırdır inşallah... Dinci gazetelerle entel ayaklarında askere saldırganlık yarışı doruklara tırmandı... Asker düşmanlığının sarhoşluğunda medya kendinden geçti... Ordu sanki bu ulusun, devletin, halkın ordusu, tek sözcükle bizim ordumuz değil... Sanki düşman ordusu!.. ? Gül’ün Cumhurbaşkanlığı İslamcı coğrafyada düğün bayram oluşturdu; cümle âlem içmeden sarhoşladı... Nasıl mı?.. Bir örnek: Fethullah’ın Zaman gazetesinde Ali Bulaç yazıyor: “Uzun yıllardır Medine’de yaşayan değerli bir dostumun anlattığına göre Suud ailesinden önemli bir zat ismi lazım değil o kadar heyecanlanmış ki, çoluk çocuğunu, maiyetindeki insanları toplamış, İstanbul’a gelmiş, uçakta değerli dostumuza dediği şu olmuş: Abdallah Gol’un şerefine Medine’deki tam bir yıllık harcamayı İstanbul’da bir haftada harcadım.” Bulaç, son olaylar karşısında İslamcıların, daha başka deyişle şeiratçıların tepkilerini şu tümcelerle dile getiriyor: “Gözyaşı dökenler, dua edenler, bizi tebrik edenler... İslam âleminde sessiz bir sevinç fırtınası yaşandı...” (Zaman, 4 Eylül 2007) ? Dinci basında İslamcı coğrafya ile birlikte düğün bayram... Çok güzel... Türkiye’de demokrasi, tesettürün, daha başka deyişle sıkmabaşın, devlet ve hükümet katında, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın sayın hanımlarında geçerli olmasıyla özdeşleşti... Kadını tepeden tırnağa kapatacaksın... Orduya söveceksin.. Askere saldıracaksın.. Nedir bunun adı?.. Demokrasi!.. ? Peki, Türkiye Cumhuriyeti ‘istikrar’a bu gidişatla mı kavuşacak?.. Amerika’dan destekli sözde Ilımlı İslamcılar sanıyorlar ki bu kafayla ülkeye hâkim olabilirler... Hem canım, Malezya’da da şeriatçı, tesettür erbabı ülkeye egemenliğini dayatmadı mı?.. ? Dinci ve entel medyacılar kendilerinden geçmiş görünüyorlar... Doğrusu herkes merak etmeye başladı: Bu gidişatın sonu nereye çıkar?.. Yargı bağımsızlığı Henüz anayasa tasarısının metni açıklanmamış olduğu için haksızlık yapmak istemiyoruz ama büyük bir özlemle on yıllardır talep ettiğimiz yargı bağımsızlığına, bu kez de kavuşamayacağımız anlaşılıyor. Daha da önemlisi, getirileceği anlaşılan düzenlemeler ile sistemin daha da bağımlı hale geleceği gözleniyor. Kısaca, anayasa taslağı tartışmaları siyasal iktidarın yarattığı kuşku bulutlarının arasında yapılıyor. Asıl olarak bugün ülkemizde yapılan tartışmanın odak noktası, mevcut anayasanın değişip değişmemesi veya onun yerine yeni bir anayasanın yapılıp yapılmaması değildir. Toplumun çok büyük bir çoğunluğunun talebi ileriye yönelik çağdaş bir anayasa oluşturmaktır. Ana sorun, bu tartışmayı başlatan iradenin, söz konusu temel metindeki düzenlemeleri amaçlarken ne denli içtenlikli olduğudur. Bu alandaki kuşkunun kaynağını teşkil eden temel yaklaşım da, söz konusu iradenin “çağdaşlığı” amaçlayıp amaçlamadığıdır. Geriye dönük referans kaynaklarının, toplumsal düzlemde bir içtenlik testini gerektirmesi, boşuna değildir. Anayasa konusundaki tartışmalarımızın önümüzdeki dönemde de devam edeceği anlaşılıyor. Bu tartışmalara meslektaşlarımızı da katacak etkinlik planlaması içinde olacağız. Yeni anayasamızın oluşmasına başta TBB olmak üzere barolarımız önemli katkılar sunacaklardır. Burada önemli olan bu önerileri dikkate alacak siyasi iradenin oluşup oluşmayacağıdır. Mutabakat metni Anayasanın bir “mutabakat metni” olması da olağanüstü önemlidir. Toplumun demokratik yapısını pekiştiren en önemli unsurun, onun çoğulculuğu olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır. Anayasanın TBMM’de kabulünü sağlayacak uzlaşma, bu açıdan gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Öyle bir uzlaşma ile yetinilmesi, çoğulcu yapıyı değil, çoğunlukçu yapıyı öne çıkarmak anlamına gelecektir. TBMM’nin seçimle oluşturulan ve herkesin saygı duyması gereken meşru ve hukuki iradesi, anayasa yapımı aşamasında bir geniş mutabakat arayışında belirmelidir. 22 Temmuz seçim sonuçları, halkın hangi siyasi görüşlere itibar ettiğini “sayısal” olarak belirlemiş olsa da, “anayasa yapma tekniği” açısından “siyasal” olarak belirleyici değildir. Anayasa, TBMM içinde sadece bir grubun değil, Meclis’in tüm gruplarının iradesi olarak biçimlenmelidir. 2007 seçimlerinin parlamentoya yansıttığı büyük orandaki seçmen iradesine karşın, bu iradenin eksik kalan kısmının da gözetilmesi amaçlanmalı ve özellikle de sivil toplum ku Y mumtazsoysal@gmail.com CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear