17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 23OCAK2005PAZAR 10 PAZAR Y4ZTLARI dishab(a)cumhuriyet.com.tr Benhepgeçkalınmzaten!~¥~ 7~ietnam dişiydi. Dipdişi. Önce 1 / Fransızlann, sonra Amerikalıların V bedenine sahip olup ruhunu asla satın alamadığı alabildiğine dişi bir ülke. Bunu insanların üzerine konfeti gibi pirinç yağdıran Mekong Deltası'na geldiğimde anladım. Hindiçini'ne hayat veren Mekong Nehri'nin bereketinden, tapınaklarda çapkmca göz süzen Leydi Buda'dan, Marguerite Duras'ın Sevgili'sini yazdığı topraklann şehvetinden anladım. Duras, Vietnam'daki ilk gençlik aşkını Sevgili romanında anlattı ama 17 yaşında Paris'e döndükten sonra bir kez bile çocukluğunun geçtiği Hindiçini'ne dönmedi. Bunu çoğu hayranı yadırgasa da bence şaşılacak bir şey yok: Kimse ergenliğine yolculuk etmek istemez. Hiç olgun bir üzüm koruk olmak ister mi yeniden? Duras'lar tipik bir Fransız kolonyal aileydi; anne Duras ilkokul öğretmeni, ara sıra mahalle sinemasmda piyano çalıyor, genç yaşında dul kalmış, üç çocuğunu büyütmenin derdinde, hafif çatlak bir kadın. Diğer Fransız ailelerle pek görüşmüyorlar; en azından daha on beşinde okula zengin Çinli Sevgilinin siyah limuzinle bıraktığı Marguerite'ye kimse sevgiyle yaklaşmıyor, hatta çoğu aklı başında anne, kızlarınm onunla görüşmesini yasaklıyor. Marguerite'nin de çok umurundaydı ya bu! Saygon'dan Mekong Nehri'ne ulaşmak için mutlaka My Tho kasabasına gitmek lazım. Tahta sallarla balıkçı teknelerini ardımızda bırakıp yeşil dev kauçuklann arasından geçerken yanı başımızdan Vietnamlı çocuklar nehre atlıyor, dip balığı gibi süzülerek uzakta bir yerlerden çıkarken elleriyle bize zafer işareti yapıyorlar. Arkamdakı bir ses "Amerikahların burada hiçbir şansıyokmuş!" diyor, "hiçbir şansı..." Bense hâlâ 50'lerdeyim, Fransızlardayım yani, altmışlı yıllara; Amerikalı Askerlerin çikolatah ve fıstıklı kumanyalanyla Vietnam ormanlarında Hansel ve Gretel gibi kayboldukları günlere daha gelmemişim. O günlere Saygon'daki Savaş Müzesi'nde hızlı, gerçekçi bir giriş yapacağım zaten. Bırakın Mekong Nehri'nde, Fransızlann mahmur sömürge yıllarında biraz daha salınayım. Daha hazır değilim 60'h yıllara, bombalara, bataklıklarda çalan makinelı tüfeklere, Eve Dönüş'e, Geyik Avcısına... SAYCON ŞANSINTÜZÜN Oysa Marguerite'nin uçan ergenliği vuruyor altımdan akıp giden Mekong Irmağı'na: Rıhtımda tüyleri yenı bıten sıska bacaklarını havalandıran ipek elbisesi, topuklu lame pabuçlan ve başına geçirdiği erkek şapkasıyla zengin Çinli Sevgilisini bekliyor. Henüz bilmiyor yetmişinde bunlan yazacağını, ancak o zaman göze alacağım yaşadıklannı yazmayı: Sevgili. Bu ülkede girdiğim her tapmakta ister Budist isterse Taoist olsun kutsal göz üzerimdeyken ben de tütsü yakıp dilek diledim. Sizden saklayacak değilim; yazılanma Mekong bereketi diledim. Bence kabul olacak Sevgililerim. Saygon'daki Savaş müzesı'nin duvarlarında sıyah beyaz fotoğraflar var; tüm savaş fotoğraflannda olduğu gibi oradaki kan da kara bir kan... Acının poz poz fotoğrafları işte! Tek dileğim milyonlarca savaş fotoğrafının birleşip tek bir kare olması ve insanlığın ortak bilincine yerleşmesi. Daha fazla savaş fotoğrafına ıhtiyacımız olduğunu hıç sanmıyorum. Zaten gıderek birbirine benziyor hepsi! Bugünlerde Amerikan Hava Yollan Saygon seferlerine yeniden başhyor. Bir başka deyişle Amerika savaştan sonra "Güüüüünaydın Vietnam...'' diyor. Yıllar sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi Bağdat seferlerine de başlayacak. Bağdat'ta mutlaka bir savaş müzesi olacak ve bizler, avare bizler, o müzeyi de gezeceğiz. Zaten hepimiz biraz böyleyiz, akbaba gözlüklerimizi takıp feri sönmüş felaketleri izlemeye bayılırız. Savaş Müzesi'nin etrafında kolu bacağı olmayan birileri dolaşıyor. Onlara doğru atıldığımı gören Hoai beni uyarıyor: "Hayır!" diyor, "Onlar Vietnam gazisi olmak için fazla genç!'" "Belki de kinıyasal maddelerin etkisidir!" diyorum. Savaştan sonra doğan bedensel anomalili çocuklardan bahsediyorum. "Evet.." diyor Hoai, çekik gözlerinin bilgeleştirdiği yüzüyle: "Onlar da Savaş Müzesi'nin etrafinda dolaşmazlar zaten!" Üç milyon Vietnamlı ve 60 bin Amerikalının öldüğü bu savaşın sonunda Amerika Savunma Bakanı McNamara, "Hatahydık!" demiş, "korkunç hatahydık ve gelecek kuşaklara bunun için bir açıklama borçluyuz." Galiba Amerika hatalarını tekrarlamaktan borçlannı ödemeye fırsat bulamıyor! Biliyorum: Artık Vietnam out, Irak in. Ne yapalım, ben zaten her yere biraz geç kalınm. ABD asker anyorA BD'de, Irak'a savaşmaya /t giden askerlerin kötü - Z İ değil iyi niyetli olduklarını, birçok şeyi bilgisizlik ve "saihktan" yaptıkları söyleniyor hep... Bunun bir örneğini de ben bizzat yaşadım. Program direktörlüğünü yaptığım Amerikan Yaratıcıhk Kuruluşu (American Creativity Association) için bir tanıtımda birçok üniversiteliyle tanıştım; bunlardan biri, görünüşünden Latin kökenli olduğunu anladığım bir çocuktu. Üniversitede ilk senesiymış, fakat yakında Irak'a gidecekmiş. Sanki bakkala gitmekten bahseder gibi "Evet, herkes gidiyor" dedi. Ben sinirli sinirli gülünce savunmaya ADALETBARIŞ CÜNERSEL TEKSAS geçtı, "Bir grup Iraklnun geüp özgürlüğünü elinden almasını kim engelliyor sanıyorsun?" dedi beni Amerikalı sanarak. Kıpkırmızı oldum, "Yoo, sen benim özgürlüğümü fîlan korumuyorsun; ben bu ülkeden değilim" dedim. Kem küm etti, nereli olduğumu sordu. Gördüm ki 18 yaşındaki bu saf çocuk diğer binlerce Amerikalı gibi ülkesini korumaya çalıştığım sanıyordu, sanki lraklılar gelip işgal edecekmiş gibi! Ulusal Muhafızlar ile ordu, yedekler bakımından kötü durumda.. çünkü bunca olaydan sonra doğal olarak asker olmak isteyen pek kimse yok. Yedek askerlerden sorumlu General James Helmly geçenlerde durumun ne kadar kötüleştiğini dile getirdi: Ordu yedekleri "zayıf bir güç" haline geliyormuş. Ulusal Muhafızlar, ekim ve kasım aylarında hedeflenen asker sayısının yüzde 70'ini gerçekleştirebildi ve bu oran da hızla düşüyor. Gönüllüleri orduya çekebilmek amacıyla 6 yıllık yedek sözleşmesı için 15 bin dolar teklif ediliyor. Aktif görevdeki askerler ise 50 bin-70 bin dolar arasında ikramiye alıyor. Ancak bu miktann bir bölümünün üniversite eğitimi için kullanılması şart koşuluyor. Ordunun reklam için harcadığı para 1998'de 299 milyon dolarken 2003'te 592 milyon doları buldu (Kaynak: Time, 17 Ocak 2005). Sanırım artık birçok Amerikalının gözü açılıyor, ama hâlâ saf bir peri masalına inanan ya da bir Hollywood filminde yaşadığını düşünen de çok... [email protected] How Many Lives Justfor a Coat? ShedYourSkin. corn Hayvan hakları örgütleri PETA ile Anima Naturalis'üı üyeleri dün tspanya'nın Barcelona kentinde n protesto etti. Uluslararası Deri Giysiler Sergisi'nin düzenlendiği binamn önünde # # # # # toplanan hayvan hakları savunucularıcınlçıplaksovunaraksessiz bir protesto eylemiyaptı.Eylemciler,"Bir fhlğğiğ~Vlğ\~Wİ0SklVI dericcketkaçcanamaloluyor"yazüıpankartlartaşıdılar.RadikaleylemleriyletanınanPETA,hayvanların t / f I f M # l l l i t l ^ & l t l kürkleri vederileriiçinöldürülmesinekarşıçıkıyor.(Fotoğraf: REUTERS) TT/Tİ n J/IM İPIV H a yy a n h a k l a n örgütle İJL t€ t/ rttillUl düzenlenen bir gösteriyi ] Mardel Plata'da birgün~ ıyıda bir akşam yürüşüne çıkmış ve bunun bir saat sonrasında kendimizi hakkında pek az şey bildiğimiz, 6 saat uzaklıktaki bir kente giden otobüste bulmuştuk. Denize kıyısı olan her kentin, gece gelen misafirlerini ağırlamaya hazır bir köşesi bulunurdu, ne de olsa... En azından bir yerlerden bir şişe rom bulur, sahilde beklemeye başlardık günün doğmasını. Havanın buz kesiyor olması, o kadar da umurumuzda değildi. Otobüs kente girdiğinde etrafımıza şöyle bir bakınmış, lokantaya benzer birkaç yerin hâlâ açık olduğunu görüp rahatlamıştık: yastık savaşına kaldığımız yerden devam edebilirdik bu durumda. Mar del Plata, sırf biz rahatça düş kurabilelim diye tasarlanmış kocaman bir dünyaydı ağustos sonunda. Sessiz ve kimsesiz uçsuz bucaksız bir kumsal, kumsalın yanı başına kurulmuş (ve bizim de zaten kapısından içeri giysilerimız içine kum dolmuş halde girdiğimiz) bir opera ve bale salonu (o akşam "Carmen" temsili vardı), sevimli ve harika insanlar, yağmur ve fırtına, doğal park ve kayahklar çıkmıştı bu kentte karşımıza. Kentin enformasyon bürosundakiler, Deniz Müzesi'nin tepesine, ama mutlaka en tepesine BUENOS AİRES GÜNEŞÇELİKKOL çıkmamız gerektiğini söylemişlerdi, kentin tamamını görmek istiyorsak. Terasın en üst setine çıktık, bir şey yoktu hâlâ: Ufak bir kural tammazlıkla yüksekliğı iki metreyı bulan bacaya tırmandığımızdaysa, kolonyal mimari ve muazzam bir manzara bir anda gözlenmizın önünde beliriverecekti. Şaşırtıcıydı, şaşırmıştık. Doğrusu, oradaki sıra dışı varlığımızla biz de az şaşırtıcı değildik aslında. Kaldığımız oteldeki görevlı, "Bu mevsimde, bu saatte iki yabancuun buraya geldiğini gördüm ya..." demişti; bizi ne zaman görse bu sözünü yineleyecektı. Deniz Müzesi'nin terasındaki bacanın üzerinden gördüğümüz mahalleleri, kumsalda tanıştığımız ve yanımızdaki çörekleri paylaştığımız bir köpeğin beraberliğinde gezecektik. "El King" diye vaftiz ettik onu, John Berger'ın büyüleyici romamna işaretle. Kral, onu otele davet edip edemeyeceğimizi kendimize sormamız gereken yerde kendisi aynldı bizden. Biz ıse ertesi gün, trenle ayrıldık kentten. Buenos Aires'teki Retiro otobüs terminalindeydim geçen gün yine. En uzun kuyruklar, Mar del Plata'ya sefer yapan firmalara ait standlann önündeydi. Televizyonlar Mar del Plata'dan görüntüler naklediyor, ülkenin en yaygın okunan gazetesi Clarin, Mar del Plata sahilini taşıyordu manşetine. Binlerce ve binlerce Arjantinlı Mar del Plata'ya akın etmişti. Kumsal, iğne atsan yere düşmeyecek gibi bugünlerde. Yaz aylarının başlamasıyla beraber, barları ve diskoları, sinema ve müzik festivalleriyle gündemin en üst sıralanna yerleşmiş durumda Mar del Plata. Hayır gitmeyeceğim, yok böyle bir isteğim. Hele bir geçsin şu turizm mevsimi, geriye kalacak olan gerçek kent terk edilmişliğini bu yabancıyla paylaşır belki yeniden. Kral oradadır ve umarım tanıyacaktır beni. [email protected] Köpekler postacıları hiç sevmez... P ostacıyı her ınsan sever. Çoğumuz yolunu gözler, getireceği mektuplan bekler. Postacı gelır, kapımızı çalar. Kar kış, yağmur çamur demez, evimizin yolunu bulur. Biz postacıyı severiz. Köpekler ise sevmez. Daha ayak sesini duyar duymaz başlar havlamaya. Her gün aynı saatte gelen bu adamı kollar, bahçe kapısında durup yaklaşmasını beklerler. Zavallının işi zordur. Köpeklerin çoğu iyi sözden, okşanmaktan anlamaz. Suratına havlar, her gün uğrayan adamı yaklaştırmak istemez. Ne de olsa evin ve bahçenin korunması onun sorumluluğu altındadır! Koyu giyımli, omzunda kocaman ç anta, hızlı hızlı yürüyen bu adam köpek için bir "düşman" sayılır. Köpekler için önemli olan karşısındakinin yüzü değil, o insandan yayılan kokudur. Postacı her gün gelse de sayısız eve girip çıktığı için vücudundan her gün değişik kokular gelir köpeğin burnuna. İşte bu da sevimli hayvanı ~ ^ rahatsız eder, karşısında her gün bir başka insan var sanır. Avrupa'da köpek sevgisınin sonsuz olduğu ülkelerin başında Almanya geliyor. Bu sevginin "ceremesini" de postacılar çekmekte. STUTTCART AHMETARPAD Doksanlı yıllarda ülkede her yıl 3 bin postacının köpekler tarafından ısınldığı ortaya çıkınca posta idaresi önlemler almaya başladı. Bu önlemlerin başında da postacılan köpeklere karşı eğitmek var! Eğitim sırasında onlara şunlar öğretiliyor: Postacı ^ ~ " ^ ~ " üzerine gelen hayvana bağırıp çağırmamalı, dik dik yüzüne bakmamalı, bakışlarını kaçırmalı, ani hareketler yapmamalı, korktuğunu belli etmemeli, sakin olmalı, ona arkasım dönmemeli. Çok tehlikeli köpeklere karşı postacılar artık sprey taşıyor ceplerinde, az tehlikeliler için de kuru mama. Kimi kentte de posta idareleri elemanlarına listeler dağıtıyor, hangi sokakta, hangi evde köpek var, önceden bilsinler diye! Alman Posta Genel Müdürlüğü'nün kısa süre önce yaptığı açıklamaya göre bütün bu önlemlere karşın yine de postacılar köpekler tarafından ısırılmaya devam ediyor. 2004'te ellerinden, kollarından, bacaklanndan ısınlan postacı sayısı 2 bin 500! Sorun kalıcı gibi. Kediyle köpek arasındaki anlaşmazlığa da çözüm bulunamıyor... www.ahmet-arpad.de M
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear