24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
31 AĞUSTOS 2000 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA J. LJJtı. kuttur@cumhuriyet.com.tr 15 UYCARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCİ KTC'de Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı'na bağlı olarak çalışan Şehir Planlama Dairesi, Kuzey Kıbns'ın tarih, kültür ve doğa değerlerinin de korunacağı bir planlı imar disiplinine girmesi için gece gündüz çalışıyor. Üstelik, 'emlakçi' çevrelerin her türlü engelleme çabalannı da göğüsleyerek... Kıbns'ta4 inadına' plaıılama... Anavatan yıllardırplanlamayı unuturken 'yavru vatan'planlı imar disiplini istiyor Gahba 1992 yılıydı. KKTC Mimar- lar Odası'ndan bir panel duyurusu gel- mişti. "KüMrel Mirasın Korunmas" konusundaki panelın programından ise kimi konusmacılann "Türkiye'denör- nekfer" sunarak bir tür "korumaahkder- si" verecekleri anlaşılıyordu... Üşenmedim, sıradan bir kutlama me- sajı iletmek yerine, "dikkatiiolmalan- m" tavsıye eden bir mektup gönder- dim... Çünkü Türkiye, özellikle tarih- sel ve kültürel mirasm korunmasında ne yazık kı "örnekahnacak" bırdurum- da değildı. Üstehk programda görünen "panelistier" arasında da yıne Türkı- ye'deki "korumaahğıdejenereeden" uy- gulamalan yapan ya da onaylayanlarbi- le vardı... O halde Kıbnslı mimarlar, ül- kelerindeki mimari ve kentsel mirası ya- şatmak ıçın gerçekten doğru bır şeyler yapmak isriyorlarsa, sözgelımi ltalya'yı örnek almalıydılar ve 'anavatan'da ya- şadığımız sorunlann "sorumlulanna" karşı da "binmle biıiikte" dayanışma içinde olmalıydılar... Meğer bu mektup, Kjbnslı dostlar arasında büyük yankı yapmış. tlk defa Türkiye 'den "anavatan-yavru vatan" söylemıne sığınmayan ve Kıbns'a da "yanhşlantaşunak" yerine, onlara dost- ça gerçeği anlatan bır mesaj ulaşmış. Mektup, gazetelerde manşete çıktığı gibi, televizyonlarda da günlerce ha- ber ve yorumlara konu olmuş.. Nitekim, aradan birkaç yıl geçtikten sonra bu kez "Türkiye'deveKuzey Kıb- ns'ta koruma ve imar sorunlan" gibı, bir anlamda "ortakyazgımızr paylaş- mayı ıçeren \e çıkış yolunu da "bLrfik- te bulmayı" hedefleyen yeni bir panel konusuyla Lefkoşa, Magosa ve Gir- ne'de gözlemlerde bulunduğumuzda, 1992'de gönderdiğim mektubun "öte- sinde" bir durumun da varhğını göre- rek daha bir duygulandık... Çünkü, yine özellikle tarihsel mira- sın ve kültürel değerlerin korunmasın- da Kuzey Kıbns'taki "isteklilik" ve "duyarnhk", Türkıye'deki "genelpoli- tikadan" çok daha "Ueri" düzeydeydı... Buna karşın özgün kent dokulanna ve doğal-kültürel çevreye "uygunsuz" dü- şen ve yöresel mımari kımliklerı "tek düze bir betonlaşmaya*' dönüştü- ren kimi "yeniyapılaşmalann" ise bü- yük çoğunlukla "Türkiyeliyaunmcüa- nn" ürünü olduğu açıkça görülüyordu... Anlaşılan, ülkemizi yıllardır kasıp kavuran ve kimlik değerlerimizi de acı- masızca yok eden "imar ranü ekono- nüsi", Kuzey Kıbns'ı da egemenlığı ve "tahribaü" alnna almaya başlıyor- du... Işte bu "yağmaya" dayalı sürecin "üretim dışı emlak geHrleriyk" besle- nen fınans ekonomisi, yine Türkıye'de- kine benzer "banka banrma-kurtar- Üniversiteden büimseldestekKKTC Şehır Planlama Dairesi'nde "Kuzey Kıbns'ı plansız yapüasmadan kurtarma" çalışmalan sürerken Gazimağusa kentındc bulunan Doğu Akdeniz Üniversitesi de (DAÜ) bu çabalara "bilimsel birikün" sağlamak üzere paralel etkinlikler düzenliyor... Bunlardan, 16Mayıs2000'de yapılan "Kentsel Çevre ve Sürdürülebilirök" konulu panele katılmak üzere Kıbns'a gittiğimde, özellikle son yıllarda gerçekleşmiş olan; Türkiye'dekilere benzer, "Idmliksiz ve çevreye saygısız yapılaşmanuT ne denli tehlikeli düzeye tırmandığını da gördüm. Bu nedeiıle, DAÜ de bu konuyu ele almakta çok hakJıydı ve Mimarhk Fakültesi'nın Doç. Dr. DeryaOktay yönetimindeki Kentsel Araşbrma ve Geüştirme Merkezi'nce düzenlenen panel, herhangi bir akademik tartışma değil, KKTC için "yaşamsal değer" taşıyan bir forum niteliği de taşıyordu... Açıhşta söz alan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, mimar Mustafa Akıncu aynı zamanda Şehir Planlama Dairesi'ndeki çabaJara da ma" bunalunlan ve buna bağlı "ban- kerzedeter" gerilimiyle de Kuzey Kıb- ns'ı sarsarken aynı çalkanhlann arasın- da "sessizce" ama "kahramanca" sür- dürülen bir çalışma da KKTC'deki mi- marlar ve şehirciler tarafından şu son bir yıldan bu yana yaşama geçirilme- ye çahşılıyor. değinerek "Sahîp olduğumuz tarihe vefasızük etmeden ve doğaıma koruyarak Kıbns'ı imar etmetiyiz; bumın da tek kosulu, planstzhktan kurtulmak ve 21. yüzyüı planlı yaşamaktır_ n derken zaten "sözön özünü" de vurgulamış oluyordu. SBF ve DAÜ öğretim Üyesi Prof. Dr. Ruşen Keleş de paneldeki konuşmasında Dünya Bankası'nın raporlannı başlığının "planlamadan pryasaya" olduğunu anınısatıp ardından da; "Ulke ve tophım yarannı önde rutan anlayışm ise bunun tam tersüıi yaparak önce pianlamayı egemen kılması ve Kıbns'ta da geieceğin plan güvencesi alüna aunması gerekjyor—" diyerek Türkiye'yi de tam bir "imar kaosuna" sürükleyen politikalann "küresd bağlarmı" sorguluyordu. Lefkoşa bir 'bfitfin' Panelde yine DAÜ'den Prof. Dr. Zafer Ertûrk'ün, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. TahirÇefik'in, MSÜ'den Prof. Dr. Mehmet Çubuk un, ODTÜ'den Prof. Dr. Raei Bademfi'nin ve DAÜ'den Erdal KKTC Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mustafa Akmcı'nın destek ve "himayesi'' altındaki, aynı bakanlı- ğa bağlı Şehir Planlama Dairesi'nce sürdürülen "planlama" çalışmasıyla, Lefkoşa'dan başlanarak Gazimağusa, Gime ve Lefke kentlerinin bundan böy- le gelışigüzel değil, *tarflı,kültûrv£do- Aksugür'ün aydmlatıcı sunuşlannı dinledikten sonra aynı gün Lefkoşa'ya geçip Şehir Planlama Dairesi'ni de ziyaret ettik. Edındığımız bilgıler arasında beni en çok heyecanlandıran çabalardan biri de Lefkoşa'nın bir "bâtûn" olarak planlanabilmesi yönünde KKTC'li uzmanlar ile Güney Kıbns'taki Rıım uzmanlann "fildrbir^iııe''varmış olmalanydı... Çünkü Lefkoşa, "sjyaseten" ikiye bölünmüş bile olsa. bir "tarih ve uygarnk merkea" olarak çağdaş imar sürecini de "ortak planlama ve uygulama" disiplini altında yaşamalıydı... Kıbns'taki Törkve Rum" plancı ve mimarlann, belki de "kaicı banşuı da güvencesi atebflecek" böylesi uygarca hedeflerini desteklemek için öncelikle Lefkoşa gibi tarihsel kentleri "dünya mirası'' kabul eden çevrelerin de bu "işbirligi özkminden" haberdar edılmesi gerekiyor. KKTC'deki dostlara bu sözü de veriyor ve "inadma pianlama" ilkelerinde başanlar diliyoruz... ğa değertermin de korunacağıbir imar disipliniiçindeyapılaşmasınT sağlaya- cak nâzım ve uygulama imar planlan hazırlanıyor. Birkaç yıldır Gazimağusa'daki Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde de öğretim üyelığı yapan, ülkemizin duyarh ve bi- rikimli uzmanlanndan Prof. Dr. Ruşen Keleş (SBF) ile yine tüm yaşamını "ko- rumaa planlamava" adamış, özvenü ve çahşkan şehircilerimizin Prof. Dr. Ra- dBademi'nin (ODTÜ) deu damsnıaıı'? olarak görev üstlendikleri bu önemli çalışmanm Kıbns için en büyük "kıır- t a m " olabilecek hedefi ise "ülke fizik- sel planı"nı gerekleştırmek... Yaru, KKTC'nin neresinın, nasü, han- gı amacla, hangı önceliklerle ve hangi değertermin korunarak ne gibi bir iş- lev ve yoğunlukla kullanılabileceğine "rehberlik eden" birgenel "imarvege- Kşme anayasasuu" Kuzey Kıbns'a ka- zandırmak... * • • / • 'Kıykırtıcı' muhalefet... • Sadece bu "hedefiyle" bile yıllardır "planlamadan uzaklaşünhnakta" olan anavatana "örnek" oluşturacak bir ça- bayı sergileyen KKTCŞehir Planlama Dairesi'ni Ahmet S. Orek yönetiyor. Lefkoşa'da tek katlı ve alçakgönüllü bir resmi "baraka-binada", deyim ye- rindeyse bir avuç mımar ve plancıyla sürdürülen çahşmanın en büyük "en- gefi" ise -tahmin edilebileceği gibi- "ar- sa ve arazi spekülatörierL." Planlama disıpüni sonucunda, arsa ve arazilerdeki yapılaşma kurallanna bel- li "sınırlamalar" geleceğini görerek şımdiden bunu engellemek ve Kıbns'm da kimliğini, güzelliğini yok edecek "plansız-rantçıyapılaşmanm'' speküla- tif kazançlanm yemeğe devam edebil- mek için "halkı da planlamaya karşı kış- kntan" bu çevTeler, örneğın gazetele- re de şu tür ilanlar veriyorlar: "Lefkoşa imarplanı nedeniyleemlak vergisine üaveten aynca birde arazi de- ğer vergisi ödeyeceğinizi bihyor musu- nuz?" (Kıbns, 16 Mayıs 2000, sayfa: 6). Altında "EMSAB-Kıbns Törk Em- lak Sahipleri Birüğj" ımzası bulunan bu tür ilanlara koşut haberler ve yo- rumlar da yine lonıi Kıbns gazetelerin- de surekli yer alarak "planlama çataş- masma hûkümetm dedesteğini kesme- si" isteniyor... Işte bu baskılara rağmen, "inadma planlama" diyerek kollan sıvamış KKTC'li uzmanlann en büyük güven- celeri de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mustafa Akıncı'nın aynı zamanda duyarh ve "kararh" bir "îni- mar'' olması... Aloncı'yı ve planlama ekibini, Ku- zey Kıbns'ı "yağmaya karşı koruma" konusundaki bu tarihsel direnişinde "yalnız bırakmama" görevi ise sade- ce KKTC"deki yurtsever ve çağdaş çev- relere değil, yıllardır "planstzhğm gir- dabmdan" kurtulmaya çalışan "bizle- re" de düşüyor... Coen kardeşlerin son fihni önemli festivallerin bir numaralı konuğu 4 Senaryoyu okumadan kabul ettim9 öen kardeşler çekünleri Mississippi'de gerçeklestirdi. Kültür Servisi - 'Big Lebowv ki' ve 'Fargo' gibi fıhnleriyle ge- niş bir izleyici kitlesine ulaşan Coen kardeşlerin son filmi "O Brother, VVtaere Are Thou?" da- ha sinemalarda gösterime ginne- se de önemli film festivallerinin bir numaralı konuklan arasında yer ahnaya başladı. Mississippi Hapishanesi'nden kaçıp evlerine dönmeye çalışan üç mahkûmun hikâyesinin anla- tıldığı filmde, George Clooney, John Turturro ve Tim Nelsoa başrolleri paylaşıyor. Joel ve Et- han Coen, George Clooney'i bu fıbnde oynaması için 'Üç Kral' filmini çevirdiği sırada stüdyo- da yakalamışlar. Clooney,"Beş aydır çabşüğım filmi birirmek üzereyken Coen kardeşler bir- den stüdyoya geldfler ve etimebir senaryo tutuşturdular. Senaryo- yu benim için yazdıklanm ve oy- nayıp oynayamayacağımı sordu- lar. Bense, senaryonun tekbir say- fasını bile okumadan kabul et- tim" diyor. Clooney, kardeşlerin yönet- menlik tarzma ise şöyle bır yo- rum getiriyor: "Samyorsunuz ki ildsâ de aynı anda yönetecekve bir deşler, görüntü yönetmeni Ro- ger Deakins'e bu projeden ilk bahsettiklerinde, görünrünün Amerika'daki 'Büyük Depres- yon' döneminin izlerini yansıta- cak şekilde kahverengi ve kirli al- tm renginde ormasım istemişler. Fakat Deakins filmin, Ameri- • Joel ve Ethan Coen'in 'O Brother, Where Are Thou?' adlı son filminde George Clooney, John Turturro ve Tim Nelson oynuyorlar. Clooney, senaryoyu tek bir sayfa bile oîcumadan rolü kabul ettiğini belirtiyor. sürii direktif verecek. Sonra, as- unda size pek kanşmadıklannı farkedryorsunuz,siflkesirılildeöz- gür bırakrv<orlar,önerilerinizidik- kateafayonar, ama biryandan da sizin önerdiğiniz şeyleri çoktan düşünmüş ohryorter.'' Filmin çekirnlerini Mississip- pi'de gerçekleştiren Coen kar- ka'nın en yeşıl bölgelerinden bi- ri olan Mississippi'de çekileceği- ni öğrenince, kullandığı özel bir teknik sayesinde yeşil rengi ola- bildiğince sanya çevirmeye ça- lışmış. Film çekimi boyunca, oyuncu- lardan 'birdaha çekmeolanağıol- mayacakmış' gibi oynamalanm söyleyen Coenkardeşler, figüran- lardan başrol oyunculanna ka- dar bütün kadro Ue tek tek ilgilen- miş. Hatta bir sahnede, sahte bir tabancayı elinde tutmayı becere- meyen genç oyuncuya, silahlara özel ilgi duyan Joel, daha gerçek- çi olabiknesi için iki-üç saat ders bile venm'ş. Çekim su^smda karşılaşılan en büyük güçlük ise çevrede yaşayan halkın fihne gösterdıği yoğun il- gi olmuş. Çekimin yapıldığı ye- re küçük kameralan ve fotoğraf makineleri Ue gelen çevre halkı, film çekimininperde arkasını ken- di arşivlenne katmış. Tabii, bu yoğun ilginin, fılmden çok, George Clooney'e oldugunu belirtmeye gerek yok. Clooney, film çekimi kadar imza dağıtmak ve hayranlan ile fotoğraf çektir- mekle de uğrasmasına karşın hiç şikâyetçi değil. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Angelopuios'a Suçüstü Yakalanmak Angelopulos un "Sonsuzluk ve BirGün'ü, bu yaz beni suçüstü yakaladı. Bir sanat eserine suçüstü yakalanmanın ne de- mek oldugunu da sanırım bu filmle anladım. Gerçek sanat eseri, izleyicisini elbette türlü yol- laria etkiler. Ama Angelopulos'un filmini izledikten sonra anladım ki, suçüstü yakalanmak, bu yolla- nn en etkili olanlanndan biri. Fakat bir sanat eserine suçüstü yakalanmak ne- dir? önce biraz bu konuda düşünce yürütmeliyim ki, bu gafil avlanışın bilincine daha bir varabileyim. Resim, heykel, şür ya da müzik, film - sanatsal bir imge, kimi zaman öyle bir işlenmişlikle çıkar ki karşımıza, bizi bir anlamda suçüstü yakalar. Eski- den beri düşündüğümüz belli bir şey vardır örne- ğin. Ve bunu hep aynı doğrultuda düşünmüşüzdür. 0nun hep öyle oldugunu düşünmüşüzdür.. Bu arada bazen içimizin derinliklennden yukse- len kısık bir ses, bize onun aslında öyle olmadı- ğını anlatmaya çalışmıştır. Bu da kendi sesimiz- dir; belki kendi düşüncelerimiz karşısında eleşti- rel tutum alan öteki ben'imizdir. Ama biz, çoğun- lukla o sesi sanki başkasına, dahası düşmana ai^- mişçesine bastırmaya, duymazlıktan gelmeyş, önemsememeye çalışınz. Ta ki günün birinde, o konuyu işleyen bir sa- nat eseri karşımıza çıkana kadar! Çünkü o sanat eseri, aslında bizim düşündüğü- müz, variığını o ikinci sesin anlattıklanyla aJgıladı- ğımız, ama düşünmemiş olmayı yeğlediğimiz ka- famızın içinde şöyle gözden uzak bir yeriere, her zaman ayağımızın takılmayacağından emin oldu- ğumuz bir yeriere koyduğumuz, sürgün ettiğimtz bir düşünceyi getirir, tam da önümüze bırakır. Üs- telik öyle bir önüne geçilmezlikle, zoriamayla ya- par ki bunu, sanat eseriyie ilk karşılaşma anından başlayarak artık aynı konuya ilişkin, ama bizimki- sinden farklı olan -farklı diye nitelendirilmesini is- tediğimiz ve farklı olduğu için de sanki daha ko- lay yabancılaşabildiğimiz- bir görme ve düşünme biçimini, bundan böyle ne yaparsak yapalım gör- mezlikten ve düşünmezlikten gelemeyiz. O zamana kadar bu saklambaç neden oynan- mıştır? Belki de sürünün her şeyi "ait olduğu" dosya- ya yerleştirme ve dosya dışında, dağınıklıkta, akıl erdirilebiliriığin sınıriannın ötesinde hiçbir şeyi bı- rakmama içgüdüsüne biz de boyun eğdiğimiz için. Sürüyle biriikte, sürünün doğrultusunda düşün- mek, daha bir korunaklı geldiği için. Angelopulos'un filminde adam soruyor "Peki, yann ne kadar?" Kadın yanrtlıyor: "Sonsuzluk ve bir gün kadar..." Şimdi artık biliyorum bu filme neden suçüstü ya- kalandığımı. Yaşamım boyunca, hiç bitmemesini istediğim her zaman parçasının hep sonsuza kadar uzamasını istedim. Asla gerçekleşmeyecek olan bu düşün peşin- den koşmak, sanki yaşadığım en küçük zaman par- çasında bile sonsuzluğu görebilme çabasından daha kolaydı! Işte bu noktada, Angelopuios'a suçüstü yaka- lanmıştım. Sonsuzluk, sanıldığı kadarsonsuzolsaydı, bun- ca ütopyaya, tutkuya dönüşebilir miydi? Hayır. Bunu bilmiyor muydum? Biliyordum. Ama bilmezlikten geliyordum. Peki yok mudur aslında sonsuzluk? Vardır - eğer doğru yerde aranırsa. Çünkü sonsuzluk, ancak belli bir sonlulukla an- lam kazanabilen bir süreç. En küçük zaman par- çasında, yalnızca anlaria ölçulebilecek bir bakış- ta, bir dokunuşta bulunabildiğinde anlam kazana- bilen bir süreç. Yoksa sonsuzlukta hiç ulaşılama- yacak birtakım zamanlarda arandığında değil. Sonsuzluğu yaşamak, o sonsuzluğu gerçek ya- şanmışlıklarda bulabilmektir, yoksa yaşananlann sonsuza kadarsürmesini istemek budalalığında de- ğil. Yann, ne kadar? - Sonsuzluk ve bir gün kadar. Yani, bizim sonsuz kılabileceğimiz kadar! Kalemlerin, fırçalann, notalann, kameranın yar- dımıyla istediği her zaman parçasına sonsuzluğu yerieştirebilen gerçek sanatçı, ne kadar şanslı! e-posta: ahmetcemaKS superonline.com acem20<« hotmail.com Ulusiararası Eskişehip Festivali ekimde düzenlenecek • Kültür Servisi - Ulusiararası Eskişehir Festivali 7-15 Ekim 2000 tarihleri arasında 6. yaşmı kutluyor. Bu yıl festivalde caz ve klasik müzik konserleri, tiyatro, dans gösterileri ve çocuk etkinlikleri yer alacak. Önümüzdeki günlerde programı kesinleşecek olan festivalin açılış konserini şef Ola Rudner yönetiminde Viyana Filarmoni Oda Orkestrası gerçekleştirecek. Konserin solistleri ise kemancı Atilla Aldemir ve Lukas David olacak. Birs'te sinema günleni • Kültür Servisi - Sinema tarihinin aykın 2 filmleri Nişantaşı Bil's mağazasının ikinci İ katmda gösterilmeye devam ediyor. Eylül ayı r! boyunca Yeni Dalga'nın tek kadın yönetmeni t Agnes Varda'mn hayat ve Paris manifestosu olarak nitelendirilen 'Cleo 5 a 7' (1962) ve ~, Marco Ferreri'nin yönettiği, Marcello -• Mastroianni'nin yer aldığı ürılü filmi 'La Grand BoufFe' (1973) adlı yapıtlan gösterilecek. Aynca Inoşiro Honda ve Terry Morse'nin yönetmenliğini paylaştığı Japon-Amerikan ortak yapımı ilk 'Godzilla' (1956) ve Yunan yönetmen Michael Cacoyannis'in 'Stella' (1955) adlı filmleri de eylül ayı programı içinde yer alıyor. BUGÜN •ENKA VAKFI'nda 'Kültür Programı 2000' kapsamında saat 21.15'te Steven Soderbergb'in 'Erin Brockovich-Tath Bela' adlı fümi izlenebilir. (276 50 87) •BEYOĞLU StNEMASI'nda 'Genç Sinemacüardan Seçmeler' kuşağında Nurissany/Perenneou'nun 'Microcosmos' adlı . filmi yer alıyor. (251 32 40) -
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear