28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 25 NİSAN 2000 SAL 14 JvLJJ_il U J \ kultur@cumhuriyet.com.tr SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL 'Pazartesi Perşembe' dö 1SU Devlet dairelerinde "iş takip etmek" hepımizin karabasanıdır. Ağır ışleyen ya da işlemeyen bürokrasmin çarklanna yakalandmız mı başı sonu belli olmayan bır serüvenın içine girmışsiniz demektir. Yıllarca uğraşabilirsiniz ya da yılgınlığa uğrayıp işinizi takipten bütünüyle vazgeçebilırsiniz. Yılbaşı arifesinde ödemek durumunda bırakıldığımız "ek- vergi" için yağmur, kar altında kuyruklarda bekleyışimizi, geçen gün annemin kaybolan nüfus kâgıdını yeniletirken rahmetli büyük annemin "Neyir" olan adının "Nehir" olarak yazılmasmı engellemek için en az 3-4 memurun kaç gün boyunca didiştiğini anımsayınca, bürokrasimizin bilgisayar çağına girmiş olmasına karşın "doğm işlem"i aynı "daire"ye 3-5 kez gidip gelmeden gerçekleştirme adma daha ne çok yol almamiz gerektiği de ortaya çıkıyor. Osmanh'nın son dönemlerinde iş takibıni kolaylaştırmanın yolu rüşvetmiş. Memurla iş takipçisi arasındaki bir çıkar ortakhgı... Cumhunyet döneminde bu uygulama ne düzeyde sürdü, bu işi araştırmış olanlar bilır. Turgut ÖzaTın "Benim memurum işini bilir" özdeyişinın topluma mal olmasının ardından yaşanan "dev boyutiu" olaylan ise yıllardır özellikle L'ğûr Dûndar'ın "Arena"sında izlemekteyiz. Musahipzade Celal'in 1931 'de yazdığı "Pazartesi Perşembe", bürokrasi erkının bir kınntısını bile ele geçirmış olsa, işini bilen kışılenn vatandaşın cebinden ya da yasalann boşluklanndan yararlanarak nasıl yolunu bulduğunu, dahası, daha da beceriklıyse, devlet katında nasıl yükseldiğini komedinin yaman abartma silahına sanlarak dile getirir. Toplumsal yergınin an gülmeceyle buluşturulduğu bir oyundur "Pazartesi Perşembe". Uyancı olduğu denli eglendincidir. Klasik Batı güldürûsünün ürünü olan -' • "dolantT (bırbirine bağlı olaylar dizisi) çerçevesi içıne yerleştirilmiş olmakla birlikte, geleneksel halk tiyatromuzun "açık bjçim" ozellikiennin sağladığı zengin anlatım boyutlanna da sahiptir. Görsel düzeyde bir dolu sahne olanağina açıldığı gibi "nükteH söyleşim"' düzeyinde de müthiş bir tat içerir. Adana Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenen oyunu Ayşenil Şamlıoğlu yönetiyor. Geçen yıl aynı ekiple sahnelediğı Dürrenmantt'ın "5. Frank"ıyla Uluslararası lstanbul Tiyatro Festıvali'ne katılan, aynca yine aynı festivalde sunulduktan sonra Berlin'deki bir • Şamlıoğlu dramaturjisini sahneye aktaran Adana Devlet Tiyatrosu oyunculannın, oyuna akıllan. yürekleri ve olanca enerjileriyle asılması sonucunda, ortaya incelikle uygulanrruş bir seyirlik şölen çıkmış. Yine de 'söz'. 'nükte', sahnede yer alan görsel-işitsel şenlik içinde taşıması gereken işlevi yerine getiremiyor. Musahipzade Celal'in 1931'de yazdtğı 'Pazartesi Perşembe' işini bilen Idşilerin devlet kadnda nasıl yükseldiğinj işhyor. başka uluslararası festıvale götürûlen Murathan Mungan'ın "Geyikler Lanetler"inde geyik- kadın Cudana'yı oynayan Şamlıoğlu, ıki yıl içinde üçüncü kez "vunıcu" bir çalışmayla karşımızda. Osmanh minyatürlenndekı çok katlı yapılann sevimli perspektifıyle oluşturulmuş bir tasanm içinde deviniyor oyun. Böylece tüm giriş çıkışlar bu tasanm içinde yer alıyor. Oyun alt katta kukla ve Karagözjestlenyle oynanırken, üst katın pencerelen de bir "hayal perdesi" oluşturuyor. Az sonra oyuna katılacak kişıyi önce hayal perdesindeki yansımasıyla tanıyorsunuz. Bu genel hareket düzeni içinde Karagöz ve ortaoyunu tipleri Musahıpzade'nin oyunuyla bütünleşıyor. Sahnede Kemal Günûç'ün müzık düzenlemesini tef, lftman, kanun, klarnet, ut ve ritim kullanımıyla seslendiren, Osmanh giysilenne bürünmüş bır de orkestra var. Cihan Yöntem'ın dans düzeni, Gül Emre'nin giysı tasanmı ve dekor uygulamasıyla dört dörtlük bir altyapı oluşturulmuş yapıma. Kılı kırk yarartitizlikle, estetik kaygıyla ve bilgiyle yoğrulmuş, nice emek harcanarak, İcusursuz bir takım anlayışıyla gerçekleştirilmiş. zekâ ve düşgücü ürünü bir yapım izliyorsunuz. Özgün, şaşırtıcı biçımde ince duyulu, son derece esprili ve ıncelıklı buluşlarla dolu olan. Söz gelımi, sahnedeki Osmanlıca söylemı, zaman zaman kafasını Karagöz perdesinin şurasından burasından ıçeri sokmuşçasına ortaya çıkararak günümüz Türkçesıne bır TV sunucusu netliğıyle çeviren oyun kişisi... Ya da toplumda rütbe ve servet açısından yükseldikçe zenginleşen giysileri önlerinde tutarak devinen ve gerideki baldmçtplakhklan da gözler önüne serilen kişilerin grotesk görüntülen... ODTÜ'lü bir mimar ve Konservatuvar eğitimi görmüş bır sanatçı olmanın birikiminin ve ayncahğının yaratıcılıkla, hünerle, çahşkanhkla buluşturulduğu Şamlıoğlu dramaturjisini sahneye aktaran Adana Devlet Tiyatrosu 'nun çoğunlukla genç oyunculannın, oyuna akıllan, yüreklen ve bitip tükenmezmiş duygusu veren enerjileriyle asılması sonucunda ortaya son derece incelikle uygulanmış bir seyirlik şölen çıkmış. Ancak... Ancak, göz ardj edilemeyecek bir sorunu da içeriyor yapım. Musahipzade Celal tiyatrosunun vazgeçilmez bir özelliğı seyirlik geleneğimizın sunduğu biçimsel zenginlikleri içermesiyse, bir başka vazgeçilmez özelliği de "nûkteli söyleşim". lstanbul Şehir Tiyatrolan'nın 6O'lı yıllara ulaşabilmiş ustalannın Musahipzade oyunlannda kotardığı Osmanlıca revnakh, nükteli söyleşimlerin tadını almış bir izleyicinin Adana Devlet Tiyatrosu yapımındaki eksıklıği duymaması olanaksız. "Söz" dışındaki işitsel öğelerin, müthiş görsel öğelerle buluşarak yanşa girdiği bir sahne ortamında oyunda ne olup bittiğini izlemeye çahşmak "yorucu", neredeyse "sersemletici'' bir deneyimden geçinyor seyirciyi. Bir başka deyişle, "söz" ve "nükte", sahnede yer alan görsel-işitsel şenlik içinde taşıması gereken işlevi yenne getirmiyor. Şamlıoğlu gibi ne yaptığını iyi bilen "yeniBkçi" bir sanatçıya Darülbedayi biçemine geri dönmeyi önermiyorum kuşkusuz. Ancak, tumturaklı Osmanh nüktelerinin tadının ve bu tadı kotarma yolunda gerekli oyunculuk hünerlerinin sahnelerimizden yok olmasına da kıyamıyorum. Oyunun minyatür/Karagöz/ ortaoyunu/kukla "görselliği/işitseUiği'' içinde oluşan stilizasyona dayalı hızlı devinimi, metındeki "söz"den ve *nükte"den vazgeçilemeyeceği noktalarda yavaşlarılıp, oyuncunun "söz"le ve kendi "ses"iyle doğal biçimde buluştuğu anlann sıcaklığı sahneye getirilemez miydi? Oyunun genel dramaturjisini hiçbir biçimde bozmayacak bu "yavaşlama"yı dengeleme adına kimi "görsd" öğeler bir oranda seyreltilemez miydi? Bu yapılabilseydi, yapımdan alacağunız tat ikiye katlanmaz mıydı? Bunlan düşündüm, bu yıl Devlet Tiyatrolan'nın en önemli ve başanlı çalışmalan arasında yer alan "Pazartesi Perşembe w yi izlerken... DÜZELTME tki hafta önce yayımlanan "Ayakta Alkışlanan OyunJar" başlıklı yazımda yedi alt başlık kullanarak, çeşitli illerde sahnelenmiş yedi ayn Devlet Tiyatrolan yapımından söz etmiştim. Dizgi sırasında kimi alt başlıklann çıkanlmasıyla yazıda ele alınan üç oyunun "adı" ve hangi Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendiği anlaşılmaz olmuş, paragraf düzeninin de yer yer değiştirilmesi sonucunda okuma ve kavrama edimi güçleştirilmiştir. Ali Hürol'un Ankara'da sahnelediğı Georges Feydeau oyununun adı "Bityemgi", Kâzım Akşar'ın yine Ankara'da sahnelediği Plinio Marcos oyununun adı "Gece O Kadar Kiriiydi ki tkisi de Kayboldu", Erhan Bener'in yazıp Nurhan Karadağ'ırı Dıyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda sahnelediği oyunun adı da "Şahmeran''dır. Düzeltir, özür dileriz. Altın Lale listesinin yanmda Angelopoulos'ım 'Leyleğin Geciken Adımı' da gösterilecek Festivaldeyınışmafilmkninin günü CUMHÜR CANBAZOĞLU Bugünün festival programında genellikle ya- nşma filmleri ağırlıkta. Program Emek'te Kor- kunçMuzur'la başlıyor: Yetmişlı yıllarda Fas; Hın- dıstan'a ve Nepal'e kadar gidemeyenlerin kaçış yenydi. Beşbuçuk milyon dolarlık Korkunç Mu- zur'da 25 yaşındaki Julia da 'kendıni keşfetmek' üzere, iki küçük kızıyla Fas'ın yolunu tutuyor ve yeni bir yaşama başlıyor... Kate VVinslet, koku- îar. müzık, farklı ilışkıler. yaşantılar ve ezgotik görüntüler EstherFreud'un anı kitabından yarar- lanan Gilies Mac Kinnon gözüyle Batılı bir Do- ğu öykusü. Ikinci film Obuanın ÇağnsTnda (Altın Lale için yanşıyor) Claudio MacDowell da bu kez Latin Amenka'dan farklı bır mekânda nefes almak ıs- teyen ınsan yüreğini. Brezilyalı bir müzisyeni an- latıyor. Diğer Altın Lale filmi Son Dans ise Hindis- , tan"dan bır kadın portresı ve masalla kanşmış •gerçekler... Atias-1'deKen Loach'dan yine çarpıcı bir öy- kü var programda: AyakTakunı. Fılmin merke- zinde iki genç insan; bıri hapisten yeni çıkmış, sahte ısımle inşaatta çalışan gündelik işçi. diğe- n şarkıcılıkla geçimıni sağlayan şarkıcı adayı genç kız. Thatcherpolitikalannın yıkamadığı iyi insanlardan oluşan 'proleter' bır grubun trajiko- mik serüvenlen... tkinci fılm Molokai'nin konusu ise şöyle: Ge- çen yüzyılın sonu; Hawai'de Protestanlarla Ka- tolikJer arasında iktıdar kavgası da yaşanıyor. Bu arada bölgedekı cüzamlılar Molokaı adasına sü- rülüyor ve Katolik rahip Damien de adadaki cü- zamlılann yanına gidiyor... Atlas-2'nın 12.00 matınasında Altın Lale için yanşanTim Robbins, Ve BeşikSaDanacak'ta ger- çek bir ola> ı anlatıyor. 1936'da Orson Welles ile yapımci Houseman polisın karşi çıkmasına rağ- men hükümet karşıtı bir oyunu sahneye koyma- > a çabalı>orlar Onlarca yıl sonra Robbins bu öy- Paul Cra'un yönettiğı, Belçika yapunı 'Molakai' aynı adada yaşayan cüzamlılar \e rahipkri konu ediniyor. küyü beyazperdeye taşıyor... Tiyatro dünyası ve dönemin ABD iç politikalannı vansıtan iyi bir film... Charies Matton'ın fılmi Rembrant'ta. genç Rembrant V'an Rijn, adı duyuldukça. aristokrat- lara nasıl resim yapılacağını öğreterek kendine büyük bırev alıyor. Ancak zamanla Rembrant'ın yerleşik değerlere karşı yaşantısı. masraflannı karşılayan seçkin smıfin üyelerini ona yabancı- laşhnyor.. Halepçe katliamından bir sayfa Bır başka sanatçı öyküsü de Goutam Ghose'un Ray'i. Hindıstan sinemasının en başanlı ismi Sat- yajit Ra> ııı yönetmen. yazar, çizer yanı ve gizlı dünyası üzerine yan belgesel bir çalışma. Tlıeo Angelopoulos'un başyapıtlanndan olan Leyleğin Geciken Adımı tam anlamıyla bır me- taforlar filmı. Yunanıstanla Amavutluk sınırın- da bir yerde gazeteci karşılaştığı patates üreticı- lerinden birini, yıllar önce kaybolmuş bir politi- kacıya benzetiyor. Usta'nın filmde derdi bu gi- zemı çözmek yenne kendinı arayanlara kapılar açabılmek... Alkazar"m ilk filmi yanşmacılar'dan Yeniden Bulunan Zaman: 1922. Yazar Marcel Proust ölütn döşeğınde fotoğraflara bakarak geçmiş günlen- nı anımsar. Yaşamının tek anlamı, yapıtlannın gerçekliğinde yatmaktadır... Bu psıkolojik dram, Marcel Proust'un ünlü klasiği Geçmiş Zamanın Peşinde'yı. iç monologlanna ve bilinç akışına sa- dık kalarak be>azperdeye taşıyor. Gölün Lancelotsu, Bresson'ın 25 yıl hazırlan- dıktan sonra çektiği yapıt. Tarihı bir film içinde Bresson ölüm ve yaşamın ağırlıklannı, şövalye- lenn anlamsız seferlenni tarihi malzemeye itıbar etmeden, öyküye güncel bazı yorumlar getirme- den anlatıyor. Diğer yanşma filmi Acılar Limanı'nda. genç Danımarkalı yazar Espen Arnakke, âşık olduğu Jenn'yi etkilemek amacıyla son otobiyografik yapnının bir kopyasını ona veriyor. ..Sandemo- se'nin yaşamı ve yapıtlan üzerine kurulu Acılar Limanı, deniz görüntülerini bir gemici öyküsüy- le destekleyerek doğanın tadını çıkartıyor... Bugün Ulusal Yanşma'nın fılmlerinin göste- rimlen de başlıyor. BeyoğJu Sineması'nın ilk fil- mi Snıır'da 1988 Halepçe katlıamı sonrası Diyar- bakır'da toplanan yardımlan Dicle Üriversite- si'nden bir grup öğrenci Kuzey Irak'a götürüyor. Aralannda, Kejan aşiretinin ağasının kızı Helin de var. Insani gerekçelerle başlayan yolculuğun sonrası beklenmedik olaylarla gelişiyor ve genç- ler kandilennı bir savaşın içinde buluyor... Edebiyattan bevaz perdeye Çılgın İngilizcede Li Yang, binlerce öğrenciye ders veren bir ingilizce öğretmenidir. Zamanla ders- lerinı insanlann kendini kanıtlamaya yönlendi- ren aktif bır profesyonel yönteme dönüştürmüş- tür. Ancak her şeyin ötesinde, Li Yang kapitaliz- me ve kişisel başanya dayanan siyasal doktrinin deöncüsüolunca... Zhangiruan'danilginç birbel- gesel. Edebiyattan Beyazperdeye bölümünde göste- rilen Atrf Yılmaz'ın Eylül Fırhnası adlı yeni ya- pıtı sinemalardan sonra bir de festivalde sinema- severe ulaşıyor. Film, 12 Eylül harekatının ardın- dan yaşanan acılan, olaylan, darbenin sosyal, kültürel ve psikolojik etkilerini bır çocuğun gö- züyle inceliyor... Kadıköv Reks'te gün Kuzey Varoşlan'yla baş- lıyor. Viyana'nın kuzeyindeki kenar mahalleler- de tutunmaya çalışan, umudu arayan, toplumsal ve etnik açıdan birbirlerinden farklı beş gencin ümitsiz öyküleri; yönetmen Barbara Albert. Sıçan Avcısı ise okullu genç yönetmen Lynne Ramsay'in Glasgow'da kanallar ve çöpler ara- sında günlerini geçiren bir çocuğun dünyası üze- rine cesur ve derin çalışması. Angefica Houston'ın Irlandalı dul bir kadının ayakta kalma savaşını anlattığı Agnes Bnmne'sı ile Macar fldiko Enyedi'nin Büyûcü Simon'u Reks'in diğer filmleri. YAZIODASI SELİM tLERİ Çiçekçiye Gitmek Virginia Wootf, çok sevdiğim romanı Mrs. Dallovvay'de Clarissa Dallovvay'in sabahını çi- cekçiye gidişle açar. Londra, 1920'ler. Haziran ayı. Dış görünümde her şey güzeldir. Taptaze çiçekleriyle çiçekçi dükkânı bu sabaha daha da anlam katar. Gerçekten de çiçekçiler hep umut verir ba- na. Bir çiçekçiye gitmek, dükkânın vitrini önün- den geçmek, sergilenen güzelim çiçeklere göz ucuyla bakmak... Bunlarçok hoşuma gider. Bir şeylerin heyecanı söz konusudur. Sevgi- linize, dostunuza çiçek alacaksınız. Belki biryıl- dönümü. Belki bir akşam yemeği. Hepsi olabi- lir. Ya da evinize çiçek alıyorsunuz, evinizi gü- zel göstermek istediğiniz konuklanniz gelecek. Her çiçek alışın ayrı bir öyküsü yok mudur der- siniz. Çiçek, buket, demet dendi mi, çogumuz ille güllerle baş başa kalınz. Kim aklımıza oymuş- sa, çiçeklerin kraliçesi güldür. Kırmızı güller, sa- n güller, açık, uçuk kavuniçi güller. Bakın, kır- mızı da pembe, pembe de kırmızı güller. Ama ben güllerin beyazını severım. Uzak, donuk, bir yandan da içli, yalnızdır beyaz gül. Gül de, başka çiçekler de, dedim ya, çogu kez, sevda hikâyelerinin simgesidir. Bukete sıkıştı- nlmış bir mektup, iliştirilmiş kartvizit... Kimbilir, belki de bu yüzden çiçeklerin gizli dili olduğu- na inanılmıştır. Sözgelimi karanfil... Karanfil banşmayı, neşe- li, eğlenceli günler yaşamayı söylermiş. Karan- filler nice yıllardan beri renk renk; çok sık rast- ladığımız kıımızısının, beyazının, pembesinin yanı sıra, koca kafalı sanlar, maviler, işte hepsi göz okşuyor. Eskiden çiçekler mevsimine göreydi. Sonba- har dendi mi, kasımpatılarboy gösterirdi. Bu ka- sımpatılar dünya yazartannın gönlünü çelmiş olmalı. Pierre Loti'nin öyküsünün adı Madam Krizantem. Yani Kasımpatı Hanım. Steinbeck'in de Kasımpatılar adlı bir öyküsü var. Clarissa Dallovvay'in girdiği çiçekçide kasımpatı yoktu galiba. Ama şebboy vardı galiba. Süsenler vardı, rtır- şahiler... Eskiden bilmezdik, şimdi birde 'erengül' var. Adını seviyorum, gülgillerden herhalde, gülü andınrçiçeklenni seviyorum. Erengül dendi mi, bilmem neden, Refik Halid'in roman kişilerinin, öykü kişilerinin adlan geiiyor aklıma. Çiçek adlannın çoğu, Türkçe'mizde, çiçekler kadar güzeldir. Ama bazı çiçeklerin adını bilmem. örnekse şu san çiçekler, art arda, sarı bir or- man duygusu bırakıyor. Sıcak bir sonbahar gü- nü gibi. Alman papatyasını yeni öğrendim. Zaten es- kiden o kadar sık boy göstermezdi Alman pa- patyası, çiçekçi dükkânlannda. Şimdi her ren- gi gönül yakıyor, sansı da, yavruağzı da, hele ateş kırmızısı... Bu renkleri nasıl edinmişler? Yalnız renkleri yeter, hülyalar kurmaya. Çocukluğumda çiçeklerin en pahalısıydı or- kide. Istanbul'da bir iki çiçekçi satardı. Vrtrinde gördünüz mü, adetatelasa kapılırdınız, önünü- zü ilikleyeceğiniz gelirdi. Şimdi yine pahalı mı orkide... Gerçi orkideyi pek sevmem. Ama ba- har çiçekleriyle iç içe oldu mu, birden güzelle- şiyor. Çiçek düzenleme başlı başına bir sanat. Bir başka sanat da, saksı çiçeklerini yaşat- mak. Açelyalar, Afrika menekşeleri, yılbaşı çi- çeği... Saksılar içinde size emanet edilmişler. Su- yuydu, toprağının değişmesiydi, hepsi emek ister. Peride Celal eşsiz öyküsü Çukur'da sak- sıdaki bitkinin serüveninden bütün bir yaşama açılır. Bir başyapıttır bu öykü. Saksı çiçekleriyle konuşmak gerekirmiş. Yıl- lar önce söylemişlerdı. Inanmamıştım. Şimdi de konuşmuyorum saksılardaki çiçeklerie. Ama konuşmak geçiyor içımden. Aslında degiştim, bütün çiçeklerie konuşma- ya ihtiyaç duyuyorum. Yıldızpatıların eflatunla- nna tutkumu, zambaklann romantizmine gönül verdiğimi, güllerden, şebboylardan ibaret dün- yada yaşamak istediğimı onlara söylemek te- laşındayım. Evet, yolunuza çıktı mı, çiçekçi vitrinini gör- mezden gelmeyin. Içinizi açacak her şey ora- da, çiçekçide. Bütün çirkinlikleri unutacaksınız. Çiçeklerin mucizesi birdenbire dindirecek kal- bimizdeki ağnyı. BUGUN • tÜ ÖKM BtLGİ KULÜBÜ KÜLTÜR GÜNLERİ çerçevesinde 15.30'darektörlük binası önünde ressam Gunseli Kato ile bir performans (resim, müzik, dans) gösterimi gerçekkştirilecek. (514 03 75) • ADAM KİTABEVt'nde saat 16.00'da Server TanilM ve Turiıan Selçuk'un imza - söyleşi günü düzenleniyor. Selçuk'un 'Voltaire - Candkte Sergisi' de görülebilecek. (293 41 05) • GÖÇERLERde saat 20. 00'de Yakup Hapyan'ın 'Tamilnadu'dan Kerala'ya'(Hındistan) başlıklı saydam gösterisi izlenebilir. (0216 414 44 74) • KADIKÖY HALK EĞİTtM MERKEZİ'nde, saat 19.30'da şef Alpaslan Ertüngealp yönetimindeki Borusan Filarmoni Orkestrası, viyolada Ruşen Gûneş'i, kemanda Cihat Aşkın'ı solist olarak dinleyeceğimiz bır konser verecek. (336 12 00) • BtLGİ'DE StNEMA'da saat 19.00'da başrolde Jeff Bridgesi izleyeceğimiz Steven Lisberger'in yönettiği 'Tron* göstenliyor. (216 23 15) • CRR'de saat 19.30'da Eric Vaarzon Morei (gitar) ve Tahir Aydoğdu (kanun) yönetıminde, 'Tasavvuftan Filamenkoya' başlıklı konser izlenebilir. (232 98 30) • AKSANATta saat 12.30 ve 18.30'da DVD'den 'Ehis 1956' adlı Elvis Presley belgeseli izlenebilir. (252 35 00) • TARDK ZAFER TUNAYA KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat 18.00'de Fırat Kızıltuğ 'Mimari ve Musiki' başlıklı bir söyleşi gerçekleştirecek. (293 12 70)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear