13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14EYLÜL1999SAU OLAYLAR VE GORUŞLER Gölcük, Çığlık Çığlığa PENCERE Erhan KARAESMEN E vet, Gölcük çığlık çığlı- ğa. Böğründen trajik yo- ğunluk dolu bir haykınş firlıyor, bağır bağır bağır- mak istiyor. Ama yutkun- malı ve soluğu kesilmiş bu hamlenin sonunda dışa vuran boğuk, kesintili ve hüzünlü bir fısıltı oluyor. Gölcük harabeleri arasında dolaşırken yüreğimize kadar isleyen bu elemli fı- sıltı şunlan söylüyor: "Doğanın tüm ga- zabuıa uğradım. Kurşun kalbimi parça- ladı. Bunca insaniyetsiz, biJgisiz ve akri- SE kendeşmeörneğidoiuyken iiikede,bir simge olarak niye ben seçildim? Niye ben? Kendimi lanetlenmiş gibi hissedi- yorum. Siz sevgili hemşeriJerim. iman- lanm bcnimle arük uğraşmaYin. Beni can- landırmaya çalışma>m. Bana dokunma- yın. Bırakın gidin. Valnız başuna can çe- kişeyim." Gölcük'te yaşanmış benzersiz yoğun- luktaki bu trajedi 17 Ağustos 1999'tan çıkanlacak acıkJı derslerin odaksal bir söylenini oluşturuyor. Evet gerçekten niye bir şirin, aydınlık sahil kasabası hemen yanındaki o sevimli Değirmen- dere'yle birlikte bir felaketin ana hü- cum alanlanm oluşturdu? tnsanlann çok daha seyrek yerleştiği yörelerde daglar taşlar yanlsa, baz'ı görgü tanıklannın iddia ettiği gibi alevlerfişkırsa,çok da- ha küçük bir maddi hasarla ve çok da- ha sınırlı can kaybıyla bu bela geçişti- rilmiş olmaz rnıydı? Ancak Türk toplu- muna, Türk insanına ve hele Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerine belki an- cak ders alabilecekleri bir büyük bela- nın gökyüzünden yağması ya da toprak- tan fişkırması gerekiyordu. Doğa insan- lardan, toplumdan, yöneticilerden gali- ba biraz daha akıllıydı. Ancak bundan belki sonuçlar çıkanlabilir. "Afetterie adam gibi birlikteyasamayı tasariayabi- lirsîniz"diye düşünüyordu. Çıkanlacak ders öylesine önemliydi ki doğa için başka çare kalmamıştı. O güler yüzlü, canlı Gölcük'ü bile gözden çıkanyordu. Otuz iki yıldır büyük çoğunluğu dep- remle bağlantılı olarak afet bölgelerin- de gözlem yapar dururum. On dokuzu kendi ülkemizde, alrısı yabancı ülkeler- de olmak kaydıyla afetlerin sonrasında pekçok gözlem yaptım. Birçok afet ala- nına süratle ulaşıp (son depremde de devletten çok önce bölgeye varabildik) pek çok kere enkazın altından ölü ya- hut yaralı çıkmasına yardım ettim. Hat- ta 1975 Lice depreminden sonra fiziki olarak da yardımcı oldum. Müthiş bir insancıl burukluk duygusuyla da olsa- nız eğer uzmanlığımızın görevini ya- pacaksanız, kendinizi kontrol etmeniz gereklidir. Dolayısıyla, bizler afet son- rası teknik gözlemcileri, çok daha acık- lı sahnelere karşı dahi bir miktar şerbet- Iiyizdir. Bununla birlikte, ilk göz ağnm olan Varto bölgesindeki (otuz küsur yıl önceki koşullar çerçevesinde büyük kentler uzmanlık dünyasından ve üni- versite çevresinden pek az elemanın il- gi göstermiş olduğunu şaşkınlıkla öğ- renerek uzun aynlıklar sonrası üİkeye dö- nüşümün hemen ilk haftasında koşup gıt- riğim biryöre olmuştu, Varto) ya da ya- km tarihin çok şiddetli depremlerinden bir Gediz afet bölgesindeki ürperticili- ği hâlâ duyumsanm. Kaliforniya dep- remlerinde bıçakla kesilmiş gibi koca köprülerin dehşetengiz görüntüsü ya da Iran Manji depreminde, çok sonralan Beşköy sel afet bölgesinde de rastlan- dığı gibi heyelanlarla vadilere süriik- lenmiş iri kayalann oluşturduğu Mars gezegeni tablolannı hâlâ tüylerim dı- kenleşerek haörlanm. Ama Gölcük'te- ki kadarmutlakyıkıntı görüntüsüne hiç tanık olmamıştıra Afetin büyüklüğü ve sonuçlannın vahameti çok sayıda ulus- lararası uzmanm ülkemize akın etmesi- ne yol açtı. Onlann bir bölümünün düşünceleri- ne göre de doğanın Gölcük'e reva gör- düğü muamele kadar agınna çok uzun onyıllardırrastlanmamıştır. Gölcük'ün yırtılışlı çığhğına hemşerilerin ve in- sanlann birbiçimde cevap vererek kent- ten kaçışmış olmalan da orayı gerçek bir hayalet kent haline çevirdi. Uzmanlann görüşlerindeki kaçınılmaz duygusalhk biraz da buradan kaynaklanıyor. Bunla- n söylerken Adapazan'nda, Yaiova'da, Derince'de yaşanan yıkımlann ve can ka- yıplannm önemini küçümsüyor deği- lim. Ama 17 Ağustos 1999 belasının hem coğrafi ağırlık merkezi, hem de sosyo-psikolojik etki alanı çok büyük öl- çüde kendine Gölcük'teyerbuldu. Göl- cük afetin, belanın. doğa gazabınjn hep- sinin simgesi haline dönüşrü. Bu duygusal betimlemenın ardından daha soğuk kanlı, ama yine çok acıklı pratik gerçekJere dönelim. Doğa bu den- li gazaba gelip fayı bu şiddetle homur- datsa bile binalar. köprüler, sınai tesis- ler çok daha az hasarla bu felaketi atla- tabilirdi. Ortadan hafifçe iri bir dep- remde bu denli ağırbir hasan toplum ve devlet düzenimiz birlikte davet etmedi- ler mi? tlk kez otuz yıl önce yolumun düştügü askeri ve sivil yöreleriyle bir- likte çok hoşlanarak dolandıgım birkaç bın nüfuslu asude sahil kasabası Göl- cük'te nüfusu sekİ2 misline bizün dü- zenimiz çıkarmadı mı? Yalova, Karamürsel, Halıdere, Değir- mendere çizgisinde başka yerlerde de rastlandığı gibi kumsallann üzerindeki, politik baskıyla ya da rüşvetle imar izin- İeri alınmış cinayet arsalanna o enayi bi- nalan bizim insanlanmız dikmedi mi? Toplumsal sorumluluk taşıyan kamu görev birimlerinin, siviltoplumkuruluş- lannın, merkezi ve yerel karar uygula- ma düzeneklerinin gözlerinin önûnde cereyan etmedi mi, bu kentleşme faci- ası? Kentleşme felaketi olmasaydı, ta- şınmaz maldanrantedinme hjrsıyla gö- zü dönmüş insanlarımızın vahşi yapılaş- ma arzulan kontrol edilebilmiş olsaydı ve afet birdoğa gazabı bile olsa dahakü- çük bir bela boyutuyla atlatılamaz mıy- dı? Daha bitmedi.. Nüfusu artan, hele Bau'daki kentsel nüfusu daha bir süratle artan bir ülkede çok bina yapılacağı ortadaydı. Bina ya- pım sektörü Türk inşa sektörünün içe- risinde böylesine yoğunluk taşırken bu faaliyetin bilgisiz, ciddiyetsiz, umursa- maz, kırtıpil bir girişimci kesimıne bı- rakılmasına nasıl göz yumulabilirdi? Yurtiçindeki büyük tesislerin inşaatla- nnı ve uluslararası pazarlarda her türlü yapım işini amansız bir dünya rekabe- tine karşın ve sıkı teknik denetim altın- da başanyla sürdüren firmalara sahip Türk inşaat sektörü sıradan bina yapım ışlennin zavallılığı gibi birçelişkiyi na- sıl hazmedebilmiştir? Sektör içindeki ciddi kuruluşlar, uzmanlık kuruluşlan ve uzman kişiler yıllardır yapılarda, özel- likle sıradan binalarda kalite denetimi- nin gerektiği yolunda vaveyla kopar- dıklan halde hükümetler ve kamu yö- netimi bu çok ciddi ve yaşamsal gerek- sinmeyi nasıl göz ardı edebilmiştir? Hani bazen gazetelerin pazar ilavele- rinde bir fotoğraf görüntüsünün aynn- ölannınbozulmasıylaokurdikkatiniöl- çen "yedSyanlış'' oyunlan vardırya, bu bizimkisi ona benziyor. Ama yedi de- ğil yetmiş yedi yanlışıyla birlikte. Afetin birinci gününden beri tam ye- tersizlik ve zavallılık sergilemiş olan hükümet son iki-üç günde aşka gelip yüz binlerce konut yapım işini planla- ya- dursun, yanhşlıklar komedyasında- ki sahneleri düzeltemediğimiz sürece başka Gölcük'lerin arkasından ağır ya- zılan yazmaya mecburkalacağımız açık- tır. Arşrvi kanştınyorve bu son tzmıt Kör- fezi depremiyle kıyaslandığında epey- ce küçük bir afet boyutu taşımış bulu- nan 1998 Ceyhan-Misis depreminin ar- dından Cumhuriyet'in yine bu sütunla- nnda ve aynca Bilim-Teknik ekinde haf- talarca buna benzer şeyleri yazmışız. Defalarca televizyon ekranına diğer uz- man meslektaşlarla birlikte sadece ka- muoyunu aydınlatma değil, hükümet ve kamuyetkililerini uyarmaamacını da gü- den söyleşiler yapmışız. Olkemizde gerek kentsel imar düze- ni gerekse bina türü yapılarda kalite de- nerimi ve sigortalama alanlannda sü- ratle yeni düzenlemelere gidibnesi mec- buriyeti zaten ortadaydı. Son trajedi, yüreklerinin ve beyinlerinin kulaklan zayıf olanlara bile bu gerçeği haykır- mış olmalıdır. Evet, Gölcük çığlık çağlığa. Başka çığlıklara dayanacak gücümüz galiba kalmadı. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL DemokrasiBflimleOhışur! "Akla uygun hiçbir nedene dayanmayan birta- kım geleneklerin, inanışlann korunmasında dire- nip duran uluslann ilertemesi çok güç olur. Belki hiç olmaz." O zaman ne yapmak gerekir? "Bütün bu gerçeklerin ulusça iyi anlaşılması ve içe sindirilmesi için her şeyden önce bilgisizliği gi- dermek gerekir. Bunun için öğretim programımı- zın eğitim davranrşımızın temel taşı, bilgisizliği gi- dermek olmalıdır. Bu bilgisizlik giderilmedikçe ye- rimizde sayacağız. Yerinde duran bir şey, geriye gidiyor demektir." Şu günlerde, yeni Yargıtay Başkanı'nın "Demok- rasi- cumhuriyet, bütün inançlar toplum yaşamın- da etkili olsun" gibilerden başlattığı tartışmalan gördükçe, gülrnek mi üzülmek mi gerekir diye dü- şünüyorum. Demokrasiyi cumhuriyete karşı çıkar- manın gereği nedir, b/lmem! Cumhuriyet ilkelerini yıkmanın yolu mu yoksa bazı kafalann içindeki "de- mokrasi"? Hepimiz bu ülkede Batı'nın ilerlemiştoplumlann- dakine eş özgürlük isteriz. Din-bilim çekişmesinin olmadığı bir toplum... Bireylerin kendi başlanna düşünüp karar verebildiği, iyiyi kötüyü, yararlıyı ya- rarsızı ayırt edebildigi bir toplum... Köhneleşmiş konulann önernli bir şey gibi tartışılmadığı bir top- lum... Demokrat toplum oluşturmak için önce demok- raoiyi içine sindirmiş insanı yaratmak gerek... Evet, yaratmak! Bunun yolu çağdaş eğitimdir. Bütün yurttaşlan 'insanı insan eden' bir öğretim aşama- sından geçirmek... Geçmiş yöntemleri geride bıra- kıp çağın bilimine, kültürüne açılmak... Yazımın başındaki alıntılan Mustafa Kemal Ata- türk'ten aldığırnı söylememe gerek yok. Onun is- tediği, "yeni bir insan, cumhuriyetçi insanı" yetiş- tirmekti. "Uygar olmak, yaniinsan olmak" diye ta- nımlamamış mıydı uygar olmayı? Prof. Macrt Gök- berk'in dediği gibi: "Eskiyi yıkarak yen'ne ulusun en yüksek uygar- lıkgereklerine göre ileriemesinisağlayacakyeni ku- nımlan yaşatacak yeni bir insanı belli bir doğrul- tuda yetiştirmeye bağlıydı. Bu doğrultuyu da Ata- türkçok yerinde olarak 'Yaşamda en gerçek yol gös- terici bilimdir' düşüncesinde belirtmiştir." Deneyimli olması gereken bir hukuk adamının, kendi alanında en yüksek göreve getirilmiş bir ki- şinin 'demokrasi' diyerektoplumu çagdışı anlayış- ların, hurafelerin, geriliklerin kucağına itecek birtu- tumda bulunması yetmiş beş yıl sonra 'yeni insan, çağdaş yurttaş yetiştirme' çabalannın rflas ettiği- ni mi gösterir? Ne demek, 30'lara dönelim mi diye sormak? Otuzların açtığı uygarlık yoluna dönmekten başka çare mi var? Çağdaş yurttaşı, bilinçli bireyi yetiş- tinmek, gerçekte demokrat insanı hazırlamak ama- cını taşımıyor mu? Bunda başansız kalınmışsa, bu- gün bir Yargıtay Baskanı bile irtica ve şeriat yan- daşlarının alkışını kazanacak yönde konuşmalar yapabiliyorsa, bu sonucu Atatürkçü anlayışlann yenilgisi mi saymalı? Yoksa son yanm yüzyıldır cumhuriyet rejiminin temeli ilke ve devrimlerine sırt çevirip gerici çevrelerin oylannı kapmak yanşının sonucu mu? Sayın Başkan'ın altmış sayfalık "tarihsel açıkla- ması!"bir bakıma yararlı olmuştur. Bir kez daha ki- min ne olduğunu; bütün uygar, bilgili görünüşlerin ardındaki ilke) kafalann varlığını gördük. Bir kez da- ha Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözlerinin önemi- ni anladık: "lleri ve uygar bir ulus olarak çağın alanı içinde yaşayacağız. Bu yaşama da ancak bilgi ile, teknik ile olur. Bilgi ve teknik nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bir insanının kafasına koyacağız." Depremimiz ve Biz Prof. Dr. Günsel KOPTAGEL-tLAL tst. Üniv. Cerrahpaşa Tıp Fak. Psikiyatri Anabilim Dalı V : " ~ •• *•>•.-•-:' • * - • • • 0 nsanlar süreklı sarsıcı olaylarla karşıla- I şırlar. Bunlardan bazılan bireysel olup, sadece bir veya birkaç kişiye vururlar, bazılan da büyük kitieleri kökünden sar- sar, yoğunluklanna göre de 'fetoket' ve- ya 'afet' diye adlandınlırlar. Kimi 'in- san eüyleyaradlan', kimi de 'dogal' afetlerdır. Savaşlar, cinayetler, trafik kazalan, patiama- lar, çökmeler vb. insan eliyle yaratılan afetler, doğa olaylannın neden olduklan ise dogal afet- lerdir. Ülkemizde salt insan eliyle yaratılmış felaketlerin sayısı hayli kabank olmakla birlik- te, 'doğşl afet' olarak tanımlanan felaketler de pek az skyılmaz ve üstelik bu felaketlerde ge- nellikle olabileceğinden fazla can ve mal kay- bına uğrandığı da bir gerçektir. Bunun nedeni de ülkemizdeki afetlerde doğal olaylann yanı sıra insan elinin de payı olup, felaketin gücü- nü çifte yoğunlukta kılar. Işte, son olarak 17 Ağustos 1999'da Marmara bölgesinde yaşadı- ğımız felaket de böyle çifte kanatlı, bileşik bir afettir. Doğanın yıkıcı gücüne insanın yıkıhr yaptığı binalar ve bozuk yerleşim politikası da katılmıştır. Felaketler karşısında canhıraş feryatlarla ağıtlar yakmak, 'canım sana feda obun, hiçbir fedakârlıktan kaçmayız' türünde. felaketzede- leri bağnmıza basacağımızı belirten sıcak söz- cüklerle dramatik avutma gösterileri sergilemek vazgeçemediğimiz ulusal bir huyumuzdur. Oy- sa felakete ugramış kişilerin asıl gereksindiİc- leri, sağduyulu, bilimsel temellere dayalı, iyi örgütlenerek soğukkanlıhkia yürütülen somut bir destektir. 1992 'deki Erzincan depremi üze- rine 17 Mart 1992 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan 'Feiaketterve Ruh Sağuğı' başlık- lı yazımda, 1988'de Almanya'da meydana ge- len kömür ocağı patlamasının ardından başla- tılan ve yöneticiliğini üstlendiğim 'Stolzen- bach Yardım Projesi'nden söz etmiş, beş yıl sü- ren ve bugün dünya literatüründe örnek bir proje olarak kabul edilen bu çalışmadaki ör- gütlüçalışmayı anlatmış, felaketzedelerin 'Post- Travmatik-Stres Bozukluğu' nedeniyle ruh sağ- lığı yönünden de desteklenmelerinin önemini vurgulayarak, bunun artık ülkemizde de göz ar- dı edilmemesi gereğini belirtmiştim. Şimdi ya- şadığımız deprem olayında, ruh sağlığı konu- sunun da ilgiyle ele ahnması sevindiricidir. Ancak, felaketzedelere yapılacak bütün yardı- mın, bu arada ruhsal desteğin de bilimsel te- mellere dayalı ve iyi örgütlenmiş olarak yürü- Son Umut... rülmesi gerekir. Bekienmedik ve umulmadık büyüklükte za- rara yol açmış olan 17 Ağustos depreminin ar- dındân bir karmaşa yaşandığı doğrudur. Bu karmaşada heres herkesi suçlar tuturna girmiş, sivil örgüt-devlet örgütü tartışmalan yaşan- mıştır. Eğri oturup doğru konuşacak olursak, ashnda herkes elinden geleni yapmaya gayret etmiştir ve etmektedir. Olanaklan fazla ve ör- gütleşmeleri hazır bulunan toplumlarda bile ilk günlerde bir karmaşa yaşanır. Nitekim, çok daha küçük çapta bir olay ve Almanya'nm bu konularda daha hazırlıklı bir ülke olmasına rağmen, Stolzenbach olayının da ilk günterin- de bir ölçüde karmaşa ve bazı gruplann birbi- rini karşılıklı suçlamalanna rastlanmıştır. Ne var ki, hemen bilimsel yöntemin ışığı altında somutbirdüzenlemeyapılmasıyla, karmaşa din- miş ve çalışmalar düzenli yürütülmeye başla- mıştır. Bizim şimdiki deprem felaketimizde, gerek enkazdan kurtarma çalışmalan, gerekse tıbbi yardım ve psikolojik destek vermek için, mes- lekten veya meslekdışı kişiler olayyerlerinekoş- maya gönüllü olmuşlardır. Ancak, yardım, bu konudaki yardım yöntemini bilen uzmanlann denetimınde bilinçli ve uygun biçimde yapıl- mazsa, sakıncah sonuçlann doğabilecegi de yadsınamaz. Kuramsal olarak, travma sonrası streslerle ba- şetme konusunda verilecek psikolojik desteğin hemen başlaması önerilir, fakat bizim olayımız- da, enkazdan kurtarma, bannak sağlama, tıb- bi-cerrahi önlemler daha öncelikli olduğun- dan, psikolojik desteğe ancak şimdi sıra gel- miştir ve yoğunlukla da sürdürülmesi gerekir. Ne varki, psikolojik destek çalışmalannın trav- ma ile başetme konusundaki yaklaşım ve te- davi yöntemlerini bilen uzmanlann denetimin- de ve gösterecekleri yolda yürütülmesi önem- lidir. Desteğe gereksinimi olan felaketzedele- rin sayısı büyüktür. Bunlara yetecek sayıda uz- man bulmak da kolay değildir, ama çaiışmaya niyetli olup da bu konuda yeterli bilgisi olma- yan uzmanlann, efitici, yol gösterici kurslar ile bilgilendirilip, çalışmalannın danışmanlarca denetlenerek yürütülmesiyle işin üstesinden gelinebilir. Unutmamak gerekir ki, psikolojik yardım sosyal yardımla birlikte sunuldugun- da ve iyi bir eşgüdümle yürütüldüğünde etki- li olacaktır. Bu nedenle de böyle durumlarda- ki etkinlüdere 'psikososvaldestek' adı verilmış- rir. tlk günlerin heyecanı ve çok kanallı medya- nın bütün gücüyle üzerine düşmesiyle, konu bu- gün gündemimizdeki en canlı, en önemli mad- dedir. Felaketin büyükJüğünü karşılamada mad- desel olanaklaryetersiz kaldığında, her şeyi psi- kolojik destekten bekleme gibi bir egilim de başgösterebilir. Nitekim, medyada da bu yön- de yayınlar yapılmakta olup, felaketzedelerin ruhsal zorluklannı, çöküntülerini vurglayıp gözler önüne serme yolunda sanki bir yanş başlamış gibidir. Eline mikrofonu alan, deprem- zede kişilerin ve hele çocukJann ruhsal sorun- Iannı sorgulama eğilimine kapılmıştır. Felaket- zedelere ruhsal desteğin verilmesinin önemi- ni vurgulamak, dikkatleri bu yöne de çekmek herriekadar önernliyse de, burada felaketze- deleri kullanmanın, onlan 'kendineacır'duru- ma sokarak, aşın edilgin bir konuma sürükle- yip, özgüçlerine güvenlerini azaltma ve ken- dilik duygulannı zedeleme tehlikesini de için- de taşıyabileceğini düşünmek gerekir. Yasadığımız felaket üzerine yurtiçinden ve yurtdışından yardım etkinlikleri ve önerileri gel- miştir. Bunlann sürekli olmayacağını, bir sü- re sonra (hem de pek uzun olmayan bir süre sonra), olayın dünyanın gündeminden düşe- ceğini bilip, eiimizdeki olanaklan son derece bilinçli ve iyi örgütlenmiş biçimde kullanarak yararlı kılmayı becermek zorundayız. Sonun- da, felaketzedelerimizle biz baş başa kalaca- ğız. Aynı şey psikolojik destek konusunda da geçerlidir. ilk günlerin heyecanı içinde, pek çok kişi gönüllü destek elemanı olmaya koş- muşlardır, ancak psikolojik destek, kimi zaman uzun da sürecek bir süreç içinde yerine getiri- lir. tlk şoku atlattıktan sonra, çıkacak geç tep- kilerin ve psikolojik bozukluklann da travma tedavisi ile giderilmesi gerekecektir. Gönüllü yardımcılar hizmetlerini bir yere kadar sunabilirler. Onlardan sürekli bir hizme- tin geleceğini beklemek gerçek dışı olur. On- dan sonrası artık profesyonel bir konudur ve işin uzmanlannca yürütülmesi gerekir. Bu ne- denle, psikososyal destek çalışmalan, ilk gün- lerden başlayarak, uzmanlarca hazırlanmıs, bi- limsel temele dayalı bir plan çerçevesinde yü- rütülmeli, ilkyardımyöntemleriyle. sürekli te- davi yöntemlerinin ne olacağı, nasıl yürütüle- ceği konusunu kararlaştırarak, bu görevi üst- lenecek çalışma gruplan kurulmalıdır. Bu ça- lışma gruplannda çalışmayı iş edinip, sürekli yürütecek kadrolann oluşturulması ve calışma- lann meslek etiğine de uygun yürütülmesini sağ- layıp denetleyecek bir eşgüdüm örgütlenme- sinin baslatılması son derece önemlidir. Sevgili ve biricik annemiz MELEHAT MUZ'u kaybettik. Acımız sonsuz. ÖMER MUZ-BAYRAM MUZ İlhan KARAMAN Emeku T ürkiye, çağmın belki de en büyük felaketiyle karşı karşıyakaldı. 17 Ağustos depremiyle binlerce in- san yaşamını yitirdi. Binlerce ko- nutda başlanna çöktü!.. Şimdi yasam sıftrdan başlıyorçoğu için. Kolu kanadı kınlanlar, yaralılar, yüreği bin par- çaya bölünmesine karşılık yaşamı ciddiye alan- lar, ozanın dediği gibi "yaşamak şaksrya gdmez"i şaka bilmeyenler, var olmanın onurunu koru- yanlar, sorumluluklannın bilincinde olanlar ve yine ünlü ozanımız Nâzım Hikmet'in dizele- rinde dediği gibi, "bir ağaç gibi tek ve hür^e bir orman gibi kardeşçesine" diyebilenler, ya- şama sıfırdan başlayacaklar yine. Zorundadır- lardaondan... Onlarki, cansa can veriyor ülkesi, ulusu için. Vergiyse vergi, askeriikse askerlik yapıyor, yar- dımsa yardım. Ne gerekiyorsa onu yapıyor yüz- yıllardır. Onuru için yapıyor bütün bunlan... Say- gı duyduğu değerler için yapıyor. Ne isteniyor- sa, neye karşı sorumluysa, ülkesinin çağdaşlı- ğı için, ulusal kalıcılığın ve ulusal değerlerin her şeyin önünde olduğunu ve verdiği savaşla- nn kutsallığı adına yapıyor bütün bunlan. Peki, başkalan, içimizdeki başkalan ne ya- anecı pıyor onlar için? On yıllardır enflasyon cana- vanna yedirtiyorlar. Yağmur yerine günlük, haftalık aylık zamlara göğüs gerdirtiyorlar. Kanlan ilikleri emiliyor, emdiriliyor da gıkı çıknuyor halkın. Neden? Çünkü insanlık onuru ağır basıyor da ondan. Çünkü bir kamyon tuz yalıyor susuzluğunu belli etmiyor kimselere. Çorba içiyor, et yedim diyerek dişlerini temizliyor. Çünkü ulusuna, ulus devlet olrnaya korkunç saygı duyuyor da ondan. Hal böyleyken sırtından bir kene gibi geçi- nenler, köşe dönenler, rant üstüne rant koyan- lar, bilüne inanmayıp bilimin olanaklanndan ya- rarlandıklan halde ilahi güçle çözümü arayan- lar, yani kendilerini kandıranlar; çimentodan, demirden çalanlar, orman yakanlar, köşe dö- nenler, altın stoklayanlar, arsa vurgunculan, bezirgânlar, siz beyoğlu beyleri yerden mantar biter gibi holding bitirenler, "nereden bul- dun"dan kaçanlar, vergi vermeyenler, sigorta pnmıni ödemeyenler, vergi yüzsüzleri, ulusun KtT'lerini haraç mezat sattıranlarve alanlar, özel- leştirme sözcüğünü benimseyen sizler, kendi- niz yatmmı yapmadan yani "özeBeştir'' deyip "me" olumsuzuyla ulusun mahna konanlar, üretmeden malı götürenler, işte şimdi maçanız sıkıyorsa eğer, dünya uluslanna inat ülkeyi ye- niden onann da görelim. Halka dokunmadan, o garibandan vergi almadan yediğiniz Zekeri- ya Temizei'in onuruna sahip çıkın da görelim haydi. 8 yılhk egitimin daha da yukanya çe- kilmesi gerekirken eğitimi dışlayanlar hadi bu yıkıma inat sıfırdan başlayın da göreJim sizi. Ödeyin vergilerinizi, sigorta primlerinizi de halkın önüne geçin bir kez olsun. Biliyorum ya- naşmazsınız buna. Çünkü doğanızda yoktur böyle bir şey. Nasıl olsa bu dünya sizin. Siz- den başka kimseye de kalacağı yok. Halk da nasıl olsa köleniz, kulunuz sizin. Çalışır öder kefaretlerinizi. Sizde biliyorsunuz ki, onurludurbu halk. Es- kiden olduğu gibi her şeyi yeni baştan yapar. Utanmayın ve söyleyin heryerde. Bu halk bir gün gelecek depremde gösterdiği dayanışma gi- bi daha büyük dayanışmalarla, sivil toplum ör- gütleriyle, emek güçleriyle bu ülkeye demok- rasiyi de getirecektir. Siz de bunu göreceksiniz!.. Çünkü bu hal- kın Atası onlara bir sözü yüreklerine, beyinle- rine kazıttırmıştır. "Yurtta banş dünyada ba- nş." Banşık yaşamak için demokrasi onlar için son umuttur... Son umut... 21. yüzyıl banş ve demokrasi yüzyılı olma- sı dileğiyle... Laikçi Jakoben?.. ^ Sıradan konuşmalarda yaşamdan kopuk dü- şünceter "Aristo mantığı"diye aşağılanır. Oysa Aris- to insanlık tarihinde çeki taşı gibidir, zamansal te- razide ağırlığını yadsımak olanağı yok!.. Kilise ve cami, ortaçağ boyunca Aristo'nun bi- çimsel mantığının çemberinde dönenmiş durmuş- lardır; eski çağın bilgesi, mantığını "Organon"ad- lı yapıtında pekiştirmişti. Francis Bacon buna karşı "Novum Organum'u 1620" de yazdı; iki yapıt arasında yaklaşık 2000 yıl var. Biz bu zamanın neresindeyiz?.. Ülkemizde Aristo mantığından aynlma belirtfle- ri 19'uncu yüzyılın ikinci yansında başlıyor. Avru- pa medrese kafasını aşmaya Bacon'la yönelmiş- ken biz 20'nci yüzyıla değin bekledik. Matbaa Türkiye'ye 280 yıl -yaklaşık üç yüzyıl son- ra- gelmedi mi?.. • " •' Çocuklugum Anadolu'nun çeşitli yörelerinde geçti. Babam subay olduğundan sık sık acemi er- lerin eğitimlerini izlerdim. İlk kez askere alınan okuma yazma bilmez köylülere topluca ne öğre- tilirdi? Ayakyolunda nasıl defihacet edilir, nasıl ta- haretlenilir, yani nasıl temizlenilir?.. Çoğu evde sandalye ve masa yoktu; yer sofrasında tek kap- tan yemek geçeriiydi; toplumun büyük çoğunlu- ğu Ortaçağ koşullannda yaşıyordu; uygar dünya ile bizim aramızdaki fark uçurumdu. Babamın annemin bu görüntüler karşısında kah- rolduklannı anımsıyorum. Aydınlar 1923 Devri- mi'ne dört elle sanlmışfardı. • Aristo, Francis Bacon, Mustafa Kemal!.. 1923 Devrimi "Aydınlanma Çağı"n\ Anadolu'ya taşıyor; medrese öğretimi 1924 "te yıkılıyor. Batı, mantıkta "tûmdengeJim" He "tümevanm"\ Aristo'dan iki bin yıl sonra bağdaştınp yoğurmaya başlarken, biz üç yüzyıl daha geciktik. Neyapacaktık?.. Gecikmeyi nasıl giderecektik?.. Bekleyecek miydik?.. Toplumu Ortaçağ karanlığının geri kalmışlığın- da mı bırakacaktık?.. Yoksa devrim mi yapacaktık?.. Dua edip şükredelim ki 20'nci yüzyılın ilk çey- reğinde Mustafa Kemal adında bir lider sivil-as- ker aydınlan peşine taktı; halkın yapısındaki öz- lemleri sezerek kitieleri ardında sürükledi: laik cum- huriyet atılımıyla Türkiye'yi çağdaşlık hedefinde to- parladı, bütünleştirdi. Kadını kölelik bukağısından kurtanp erkekle eşit yurttaş kimliğine eriştirmek ne demek?.. Anlayan beri gelsin!.. • İrtica şimdi yeni bir taktik buldu. Atatürk devri- mini "Jakobencilik" ile suçluyor. Oysa Fransız devriminde kısa bir süre etkinle- şebilen Jakobenlerie Atatürk devrimcileri arasın- da doğrudan ilişki yok; mürteci, Jakobenciliği ka- balaştınp yamuklaştırarak salt "tepeden inmeci- lik" sayıyor; sözümona demokrasi savunuculuğu rolüne çıkıyor. 1923 Devrimi Anadohi'da yaşayan insanı uygar--, lığın çağdaşı yapmak için gerçekleşti; halkın de- rinden kavradığı cumhuriyetçi yaşam biçiminin vazgeçilmezliği benliğimize işledi. Türkiye'de "öe- mokratikcumhuriyet"istemek\e, "cumhuriyetçide- mokrasi" istemek arasındaki farkın artık bilinme- si gerekiyor. Anadolu'da demokrasi, laik cumhuriyete bağlı olanlan "laikçiler" diye suçlayarak kurulamaz. Kim laik cumhuriyetçiyi "laikçi" diye suçluyorsa; bilin ; ki ya mürtecidir ya da -bilir bilmez- irtica ite işbir- liği yapmaktadır. TÜRKİYE MADENİŞÇİLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANUĞPNDAN Sendikamız 6. Olağan Genel Kurul Top- lantısı, aşağıda belirtilen gündem gereğince 9-10 Ekim 1999 tarihlerinde, Ankara'da Sür- meli Oteli Toplantı Salonu'nda, saat 10.00'da yapılacaktır. , Birinci toplantıda çoğunluk sağlanamadığı takdirde ikinci toplantı 16-17 Ekim 1999 ta- rihlerinde aynı yer ve saatte yapılacakör. Delegelere ve ilgililere duyurulur. .....*., GÜNDEM 1- Yoklama ve açılış, 2- Divan seçimi, 3- Saygı duruşu, 4- Misafirlerin takdimi ve konuşmalan, 5- Zorunlu organlara aday olanlann oy pu- sulalannın düzenlenmesi, 6- Komisyon seçimleri - •-•*••• a) Tüzük Tadil Komisyonu, b) Tahmini Bütçe Komisyonu, c) Hesap Tetkik Komis- yonu. 7- Yönetim ve Denetim Kurulu Raporlan- nın Müzakeresi, 8- Komison Raporlannın Müzakeresi, 9- Kurullann ibrası 10- Seçimler (Tüzük gereğince yönetim, denetim ve disiplin kurulu asil ve yedek üye- leri ile üst kurula katılacak delegelerin gizli oyla seçilmeleri. 11-Kapanış. YÖNETtM KURULU Kabilemizi Assos'ta kurduk. Denizden mangala, her öğün balıkl Özel trknemizle çapari turları, dilerseniz trekking. Günes, deniz, siz ve biz... MOTEL. BALIK LOKANTASI Anoı. BaWwlı K*y-1 SüOûc« Koyu Tal. 0286 723 46 C2 SSM: 0532 663 34 95
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear