Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
19EYLÜL19S3PAZAR CUMHURİYET 2 SAYFA
KTJLTUR
GUNDEMDEKISANATÇI SAMİH RİFA T
ONAT KUTLAR
Aradan yülar geçse de, karşı-
laşuğınızda, belli bir nedeni ol-
maksızın yüzünüzü ışıtan, yalnızca
onunla karşılaşmaktan mutluJuk
duyduğunuz kaç dostunuz var ya-
şanıınızda? Düşündüğü ve söylediği
her şeyı hilesiz, art niyetsiz, dolam-
baçstz düşünen ve söyleyen; her ko-
nuda sonuna kadar açık, saydam,
ama aynı zamanda ta dipte bir yerde
sağlam bir kişilik sırn saklayan, güve-
nilir bir dost? Sevecen. hoşgörülü, de-
mokrat, ama buna karşılık her rüzga-
ra eğilmeyen, çıkarlan için yanar dö-
ner olmayan. jıatta çıkarlanru hiçbir
zaman önde tutmayan, düriist bir
aydın. birinsan...
Samih Rifat, bu ender insaniardan
bıridir.
Sadece bu özellikleriyle bile. onun
yakın dostlanndan biri olmak, keyif
verirdi bana. Yaşamayı bilen, yaşam-
la ve kendisiyle banşık. ailesi ve dost-
lanyla mutlu. sapklı bir yakınınızla
roka salatası eşligınde iki kadeh rakı
içmek bile bir keyiftir. Ama Samih
Rıfat, aynı zamanda, günümüzün
çok yönlü, seçkin aydmlanndan biri,
çok değerli bir sanatçıdır. Tıpkı Rö-
nesans dönemi sanatçılan gibi, ilgisini
MuÜıüuğaövgühov ve Tarkovski. ÖzellikJe son iki yö-
netmende, babadan. dededen ^elen
bir seçkinliği kökten reddeden, hatta
nedense bunu bir suç haline getiren
yanlış bir rejim anlayışına isyanın da
önemli bir rolü var.
Ve ne tuhaf, Samih Rifat da, tıpkı
Mikhalkhov ve Tarkovski gibi, Slav
kökenli bir ailenin çocuğu. Soylulu-
ğun derin ve demokratik bir gelenek
olduğu PoIonyaJı bir ailenin. Hem
onun ve Oktay Rifat'ın, hem de
Naam'm büyük dedesi Şehit Mustafa
Celalettin Paşa'nın gerçek adı Bojens-
ki idi. Yani bir Polonya soylusu. Nice
zaman, bir sürü sağcı ahmak,
Naam'ı kötülerken, dedesının bır Po-
aydınlanndan biriydi. Kendi kendini
yetiştirmiş önemli bir dilci. önemli bır
Kemalist aydın. Garip üçgenınin
önemli sacayağı. sonraki yıllann bü-
yük şairi Oktay Rıfat'ın ve iki yakın
arkadaşı Metih Cevdet'Ie Orhan Veü'-
nin en verimli olduklan Ankara yı-
liannda geçmiş bir çocukluktan son-
ra. şair bir baba ile "Francophone bir
anne"nin doğal kültürel ortamında.
başta Sabahattin Eyüboğlu olmak
üzere, çağdaş kültür ve sanatımızın en
seçkin isimlerinin yanı başında olgun-
laşan ilk gençlik ve gençlik yıllan,
başka bir sonuç veremezdi.
Samih Rifat bu ortamda, ama gene"
de salt kendi seçimleri ve yönelimleri
sekisinde oturan dedeme gidip, Bcv'
demiş, "oğlan şiir yazmış. Neden din-
lemiyorsun?' Dedem bunun iizerine
lüffedip dinJemiş. Babamui anlattığına
göre, şiir bitince hafîfçe sakalı
çarpılımş. Ama gene de renk verme-
miş: 'Vatan içın olsa>dı. afenn der-
dirn' demiş. Babam da beni hiç yürek-
lendirmedi yazı konusunda. Ama
AKM'deki yılJarda. düzyazılar yaz-
maya başladığunda hoşlandı bundan.
En yüreklendirici sözii de şuydu: °İ>ı.
Ben öldükten sonra şiir deyazarsın..."
Sonraki yıllarda ise onunla gerçek iki
dostolduk. Yalmz bir insandı. Saatler-
ce benimle şiir, edebiyat, resim konu-
şurdu. Özellikle son yülarında, onu gi-
îvecen, hoşgörülü,
demokrat ama buna
karşılık her rüzgara
eğilmeyen, çıkarlan için
yanar döner olmayan,
hatta çıkarlannı hiç bir
zaman önde tutmayan,
dürüst bir aydın, bir
insan...
tek alanda yoğunlaşurmayan, sa-
natın birçok alanıyla birden ilgilenen,
ilgilendiği her alanda da belli bir dü-
zeyin altına düşmeyen, ödün verme-
yen bir kalitenin temsilcilerinden biri.
Bu "övgü"yü, asıl bu nedenle kale-
me almayı düşündüm. Samih Rifat'la
çok eski yıllarda tanıştık. Sinematek'-
ın 1 numaralı üyesi, şimdi Paris'te ya-
şayan "Sinematek'çT ve "tiyatrocu''
Jak Şalom'dur 68 numaralı üyesi ise
Samih Rifat. Yıl 1965. O sırada Sa-
mih. yirmi yaşmdaydı. Ama ası]
tanışıkhğımız 1970'Ii yıllann sonlan-
nda başladı. O, AKM'nin müdür
yardımcısıydı, bense sinema birimi
yöneticisi. İki yıl yan yana odalarda
çabştık. By-yan yana odalar. bazen
uzun bazen kısa aralıklarla bugün de
sürüyor. Reklam ajanslannda, film
yapım evlennde. Bu uzun komşuluk
yıllannda, ne zaman ülkede ve yeryü-
zünde olup bitenlerden derin bir ka-
ramsarlığa düşsem, ne zaman Faulk-
ner'ın deyimiyle düşlerimdeki buğday
tarlalanndan karanlık bir esinti. sınsi
bir tılki gibi geçse, ya da tam tersine
ne zaman Vflla Lobos'un bir ezgisi.
Rene Char'ın. Pessoa'run, Paster-
nak'ın bır şiinyle heyecanJansam, Be-
yoğlu veya Mardın'de bir yeni yapı
keşfetsem, uzak ve yeni bir İcent tanı-
sam, bu yeni duygulan, izlenimleri,
düşünceleri paylaşacak birini aradığı-
mda, aklıma ilk gelen kişi Samih Ri-
fat"tır. Onunla saatlerce Yourcenar ya
da Henri Miller konuştuğumuzu
hatırlanm.
Samih Rifat'lakonuşmak,Boğaz-
ın Anadolu yakasında, güz çınar-
lannın yapraklanna basarak yapılan
keyifli ve sakin bir yürüyüş gibidir.
AKM'deki yıllarda, onu baş-
kalanyla tanıştınrken, önce sadece
adını söylemeye. Oktay Rifat'm oğlu
olduğunu ise laf arasına sıkıştırmaya
çok dikkat ederdim. Oktay Rifat, bu
çok önemli şairimiz, o yıllarda tüm
görkemiyle hayattaydı ve Samih, sa-
dece- ünlü bir sanatçının oğlu olarak
tarunmaktan, hakb. olarak hoşlan-
mazdı... Şimdi ise sanıyorum tam ter-
sine. bunu belirtmekten çok hoşlanı-
yor. Tıpkı hepsini ayn ayn beğendi-
ğim. babalan şair olan üç ünlü yönet-
men gibi: Bertolucci, Nikita Mikhalk-
TJ.ıpk
lonyab oluşunu bulunmaz bır "iha-
net" kanıtı olarak göstermeye çahşü.
Tüm Osmanlı hanedanı da dahil,
yaşadığımız topraklann. yeryüzünün
en zengin ırklar, dinler. dıller mozayi-
ğı olduğunu unutarak.
Ama bence. daha
önce bır başka sanatçı
dostum için yazdığım
gibi, Samih'in kişili-
ğindeki soyluluğu. aile-
nin kökeninde değil.
gene aile nedenıyie,
içinde doğup büyüdü-
ğü ortamda aramak
gerekir. Adını taşıdığı dedesi Samih
Rifat, bizim çocukluğumuzun ünlü
marşı "Yaslı gjttim, şen gekfim"ın ve
daha birçok şiinn yaratıcısı olarak
Cumhuriyet dönemimızin önemli
ile kendi kişiliğini oluşturdu.
Salt kendi seçimleriyle diyorum.
çünkü bir konuşmamızda Oktay Ri-
fat'ın onu hiçbir biçimde yönlendir-
mek istemediğinı, hatta birazçileb bir
pkı Rönesans dönemi sanatçılan gibi
ilgisini tek a landa yoğunlaştırmayan. sanatın
birçok alanıyla birden ilgüenen,belli birdüzeyin
altına düşmeyen, ödün vermeyen bir kalitenin
temsilcilerinden biri.
iş gibi gördüğü sanatçılığa özendir-
mediğın] anlatmıştı "Babam ilk şiiri-
ni ya/dığında. dedeme göstermek iste-
miş. Önce dinlemek istememiş dedem.
Sonra babaannem. eski Çamlıca evinin
(Fotoğraf: ARA GÜLER)
derek daha çok sevdim..."
Saint Benoit'da. o karanlık papaz
okulunda. gene de çok b(lgili. kendile-
rini yetiştirmiş. felsefe. Marx, Sartre,
Gide bilen hocalann yanında gelişen
kişiliğıne damgayı vuran
insan ise Sabahattin Eyü-
boğlu oldu. Yakın tarihı-
mizin bu tanmmış hüma-
nisti. Samih Rifat'ı klasik
dünya ile tanıştırdı. Yu-
nan-Latin uygarbklan.
Homeros ve Rönesans'la.
Ama aynı zamanda da
başta mavi yoJculuklar
obnak üzere. Anadolu 'insamna ve
doğasına yapılan uzun yolculuklarda
kendi uygarlığımızla.
"Tek bir disiplin. bana hiçbir zaman
çok çekici gelmedi" dı\or.
Samih Rifat. "Çevirilere çok erken
başladım. Homeros ve Sappho çevir-
dim. Çok hoşlandığun için. Lisede gi-
tar çaünaya başladım. Bazı salonlarda
konser verecek kadar geliştirdim
klasik gitarı. Onu da amatörce >ap-
mayı sürdürmekten hoşlandun. Fotoğ-
rafa. Sabahattin E>üboğlu'nun yiirek-
lendirmesi> le başladım. Bugün. Avm-
pa'da basılan önemli bazı kitapların fo-.
toğraflarım çeken profesvonel bir fo-
toğrafçı olmama rağmen. kendimi fo-
toğrafla sınırlamadım. Sinema\ a giri-
şim, çok seıdiğim dostum Şahın Ka>-
gun sa>esinde oidu. Bugün de özellikle
belgesel filmler yönetmeve devam edi-
yoram. Fotoğraf, mü/jk yazılan, şür
ve deneme çevirileriylc uğraşmayı sevi-
yorum. Rene Char'dan, Andre Ver-
det"ten şiir çeviri kitaplanm, Kavafıs'-
ten düz> azı çeviri kitabım. Le Corbu-
sıer'den notlar yayımlandı. Münar ol-
duğum için eski vapıları çok seviyo-
nım. L'zun yıllar restorasyon işleriyle
uğraştım. Bütün bunları, biı alanlardan
birinde mutlak olarak yoğunlaşmak, o
alanda bir numara olmak falan için
yapmıyorum. Zevk aldığım için
yapıyorum. Sanıvonım kişiiiğımin en
önemli özelliği bu..."
Başta Ada Yayınlan'nda cıkan
Chartn "Seçme Şiirleri" olmak üze-
re. Samih'in yaptığı lüm çeviriler, be-
nım başucu kitaplanm arasında.
Onunla birlikte belgesel filmler yapı-
yoruz ve yaptığı işleri çok beğeniyo-
rum. Ortak dostumuz. sevgili Zeynep
Avcı'nın, Levent'teki evındc düzenle-
dığimız gitar gecelennde. Samih'in
usta ellerinden dinlediğimiz ezgıleri
unutmujorum. Ondaki bu Rönesans
çeşıtlılığini ben de çok seviyorum.
Çünkü ben de tıpkı onun gibi, her
şcydcn önce bir işi yaparken keyif
alanlardanım.
"Bira/ aşmmış bir sözcûkle başlay a-
cağun cümleye" diyorum, "Bağişla
beni. Ama gaüba 'mutlu" bir adamsm
sen..." diyorum gülerek.
O da gülümseyerek bana Giöno-
dan söz açıyor. Jkimizin de çok sevdi-
ği bir yazardan.
evirilere çok
erken başladım,
Homeros ve Sappho'yla..
FöTögrafa Sabahatöö'%
Eyüboğlu'nurr" "'
yüreklendirmesiyle
başladım. Sinemaya
girişim çok sevdiğim
Şahin Kaygun sayesinde
oldu;
"Giono'nun bir romanmda, kendi
yaşam çerçevesi içinde yuvarlanıp gi-
den bir Fransız köyüne bir adam gelir.
Köyden köye yürüverek gezen, başı-
boş. tuhaf görünüşlü bir cambaz, bir
akrobat. Adı: Bobı. Köylülerin yaşa-
mma, bir düşteymişcesine kanşır ve
mutluluğu öğretir onlara.
Bobi'ye göre mutluluk. karşılıksız
y apılan işlerden gelir; yararsız görünen
uğraşiardan doğar.
Tarlalann buza kestiği karlı bir gün-
de, iki çuval fazia buğday ı tarlaya sa-
çarlar bir köylüyle. Bomboş gökte bir
bir beliren. sonra yavaş yavaş yanları-
na, giderek ellerine, omuzlanna konan
binlerce, renk renk kuş...
Damızlık aygıra çekilmek için ahıra
götürülen kısrağı (hay>anın dişiyi aş-
masına elle yardım edilmesi usulden
olan köyde) aygırla birlikte kırlara
saldınr. Yan yana, uzun uzun koşar at-
lar ovada. uzun uzun sevişirler.
Bobi haklıdır.
İşte mutluluk budur. Karşılıksız, ko-
lay ve gfizel...
Romanın adıysa, sanırun İncil'den
alınmış bir söz:
'Sevincım Eksilmesin."
Bundan iyi dilek mi otur."
İnsanın mutlu bir arkadaşı olması
kadar mutluluk verici bir şey olabilir
mı17
Fransa'nın Deauville kentinde düzenlenen 19. Amerikan Sineması Festivali'nde en yeni filmler gösterildi
Amerikan sineması 'görücüye' çıktıKültür Servisi - Fransa'mn Nor-
mandiya bölgesinde. Manş kıyılan-
ndaki sevimli, şirin sayfiye kenti Dea-
uville, bu yıl da 3-12 eylül tarihleri
arasında bir kez daha Amenkan sine-
masının gövde gösterisine sahne oldu.
1974'ten beri her yıl düzenlenerek
arük iyice gelenekselleşen E>eauville'-
deki 19. Amerikan Sineması Festivali,
alışıldığı üzere. her yaz sonunda
Hollyvvood'un Avrupa'ya çıkarma
yapuğı, gösterişli ve albenili bir "şen-
İik"ti. Daha çok tıcari amaçb. satışa
yönelık, cümbüşlü ve yanşmasız bir
festival oluşunun yanı ara kimi Holly-
wood starlannın da şenlendirdikleri,
on gün-on gece boyunca süren, avü
avıl, ışıl ışıl bir Amerikan sineması
bayramrydı yine Deauville.
Tabii o Amerikahlara özgü, kıvrak
•'basuı ve halkla ilişkfler" yöntemleny-
le tezgahlanan tantanalı. cafcaflı
tanıtım kampanyalan ve gözahcı rek-
lamlar gırla gidıyordu alışıldığı gibi.
Deauville '93'te, ürettiği son "maT'lan
iyice allayıp pullayarak bir kez daha
beceriyle pazarlayan Hollywood, fes-
tivalin açıhnış fılmi olan Tim Hunter'-
ın "The Saint of Fort VVashington-
Manhattan.'m AzizT'nin iki başrol
oyuncusu, Matt Dillon'la Danny Glo-
ver ve "Harry Sally'ye Rastladığında"-
yı hatırlatan ve aşk-tesadüfler üstüne
festivaJin en sevimli komedilerinden
biri olan. kadın yönetmen Nora Eph-
ron'un "Sleepiess in Seartle" fılminin
>ildızlan Meg Ryan'la Tom Hanks,
Tom Cruise vb gibi her zaman ilgi
odağı olmaya aday şöhretlennı de De-
auville'e göndererek. kitabına uygun
şekildc eksiksiz, havalı ve cakab bir
yeni gövde gös^erisine girişmişti yine.
Nostalji meraklısı Fransız sinema-
severlerin önceki yıllarda Deauville
Festivali'nde ağırlayıp baştaa ettikleri
Bette Davis. Kim Novak. Elizabem
Taylor, Jane Russell gibi ünlü yıldızla-
ra bu yıl Jessica Lange eklenmışti.
Festivalin gelenekselleşmiş saygı
gösterisi bölümü. artık 4O'lı yaşlannın
olgun güzellığini sürdyren Jessica
Lange ile Hollywood'un emektar yö-
netmenlcnnden Richard Fleischer'e
aynlmışü 19. Deauville Amerikan Si-
Jessica Lange
neması Festıvali'nde. Yanşmasız festi-
valin en ilgi çeken yeni Amerikan yapı-
mlan da, Robert de Niro'yla EUen Bar-
kin'in oynadığı. Michael Caton-Jone-
sun yönettığı "Gizli Yaralar", Don
Johnson'la Rebecca de Mornay'm yeni
bir ikili oluşturduklan, deneyımli yö-
netmen Sidney Lumet'in imzaladığı
"Seytanın Avukarı", Sigoumey Wea-
ver'le Kevin Kline'ın Ivan Reitman'ın
yönetimınde bır araya geldığı "Bir Gü-
nün Baskanı" ve Clint Eastvvood'un
ABD Başkanı'nın gözünü budaktan
esirgemez bir koruması rolünü üstlen-
dığı. John Malkovich'in de çılgın bir
katıl olarak rol aldığı. VVoUgang Peter-
sen'in yönettiği "In the line of Fîre-
Ateş Hattında" oldu. Tina Turner ro-
lündeki yeni yetenek Angela Basett'in
haylı göz doldurduğu, yıllara meydan
okuyan üniü şarkıanın fırtınah ha-
yatını aktaran Brian Gibson'ın "Tina"-
sı da festivalin en çok alkış alan filmle-
rindendi.
Hollyvvood'un yeni 'box-ofîice'
şampiyonu adayı olarak tezgahladığı
gösterişli fılmlerden, Sydney Pollack'-
ın yönettiği "The Firtn-Şirket" de.
Tom Cruise. Gene Hackman. Holly
Hunter ve Ed Harris'den oluşan par-
lak oyuncu kadrosuyla festivalin en
çok rağbet gören üstun yapımlanndan
biriydi. Tom Cruise de festivalin son
günlermde Deauville Festivali'ni
renklendiren Hollyvvood ünlüleri ker-
vanınakatıldı.
Amerika'da neredeyse her yazdığı
best-seller olan ve bazı romanlan sine-
maya da uyftrlanan. "çok satan kitap-
lann kral yazarı" Sidney Sbeldon'a da
edebi bir ödülün venldıği 19. Deauvil-
le Amerikan Sineması Festivali. yeni
mevsim öncesi Fransız sınemaseverle-
ri oldukça memnun bırakıp havaya
sokarak. Steven Spielberg'in şimdiden
bir "olay fîlm"e dönüştürülen son
bombası "Jurassic Park"ın gösteri-
miyle 12 eylülde noktalandı. "Kötü di-
nozorlar"ın cirit attığı bu Spıelberg
"park"ında adeta kendilerinden geçti-
ler yediden yetmişe, büyük-küçük tüm
sinemaseverler.
Özetle Normandiya'nın ünlü turis-
tik tatil kenti Deauville'de bir kez
daha olanca göz abcılığı ve görkemiyle
"çok renkli hayal ve rüyalar imalatçısı
HoUywood"istan"dan çıkagelen en son
yeni "mamuller" müşteriye sunuldu
on gün süresince ve bir kez daha bu işi
'en iyi Amerikalılann yaptığı' kanıt-
landı.
Yazar olarak Beettroven ile
Rossini
MEMET BAVT>LR
Beethoven, bir operası için dört üvenur bestelemış.
Rossini, dört operası için bir üvertür kullanmış.
Bu bilgı kınntısından yola çıkıp, İtalyan ve Alman karak-
tennin genel çerçevesini çizebilır miyız? Sanmıyorum. Belkı
Beethoven ile Rossini arasındaki önemli bir fark olduğunu
düşünebiliriz. Mesleklerine yaklaşımlannın çok farklı oldu-
ğunu söyleyebılinz. Bu da pek doğru olmaz kanımca. Olsa
olsa. tüm hayatlannı müzığe adamış bu iki insan arasındaki
"mizah duygusu farkı" üstüne bazı yargılara varmamızı sağ-
layabılir bu durum yalnızca.
Bır insan aynı opera için dört ayn üvertürü neden besteler?
Ansiklopedilere. biyografilere, Beethoven üstüne yazılmış
kitaplara bakıp bulmalıyım, bir iş için dört açılış yazmasının
nedenını. Dördü de güzeldir o üvertürlerin üstelik. ama belki
Beethoven birinci üvertürü yazdı; baktı, beğenmedi oturdu
bir tane daha yazdı, evet, fena olmarruştı ikinci üvertür. ama
ben bunun daha iyısini yapanm dedi ve oturdu üçüncü üver-
türü yazdı; aradan bir zaman geçtı. hepsini bir kenara ıtip
dördüncü ve son açılışı besteledi. Kendi işi üstünde calışıyor
adam Ama aklımı kanştıran bir şey var. İlk üç üvertürü yır-
tıp atmamış. Saklamış.onlan. Böylece, bir operaya dört
üvertür İlk üç üvertürü neden atmadı, yakmadı? Onlan da
mı sevıyordu? Öyleyse dördüncüyü neden yazdı? Lvertür
yazmayı mı seviyordu Beethoven? Dokuz senfoni. beş piya-
no konçertosu. yüz otuzdan fazla yaylı sazlar dörtlüsü ıçın
oda müzıği, sonatlaj, düolar, üçlüler. beşliler yazmış adam.
Bir tek operası var. o opera için de dört üvertürü
Rossini birçok-opera yazmış. durmadan opera yazmış.
tembelliğı ve hedonizmiyle de ünlü. olağanüstü bir besteci.
Dört operası için de bir tek üvertür kullanmış.' Durumu gö-
zünüzün önüne getirin lütfen:
Opera Mudürü- Eee... Sinyor Rossini?
Rossini- (Yatakta. yastıklann arasında oturur) Efendim?
Buyrun?
Opera Müdürü - Son operaruz için bir hususu tebaruz ettir-
mek ıçın...
Rossini- Son operam mı? Şimdi ikinci perdeyi besteliyo-
rum.
Opera Müdürü- Efendim. sondan bir önceki operani7 o
zaman.. Bır hafta sonra Milano'da açılacak olanı...
Rossini- (Başucunda duran tepsiden bır parça Parma jam-
bonu. bır y udum da Valponıcella şarabı âlır) Ne olmuş ona?
Çoktan yazdım bitırdım ogüzelim operayı ben.
Opera Müdürü - Efendim. elinıze sağlık. bır şahaser ol-
muş... da... şeyi yok.
Rossiai - Ne>i yok?
Opera Müdürü- Şeyi... Üvertürü.
Rossini - (Bir yandan yazar) Evet. Unutmuşum Sekizinci
operada kullandığımız üvenürü koyun başma.
Opera Müdürü- Efendim ayıp olmaz mı?
Rossini- Olmaz canım. neden ayıp olacakmış. O üvertürü
daha önce üç kere kullandık, kımse sesini çıkarmadı
Buna benzer bir şey geçiyor gözümün önünden. Bır opera-
da üvertür, bır kitabın önsözü gibi de_ğildir. Eseri tümüyle
açıklayan bir yapısı yoktur üvertürün. Üvertür, daha çok bır
romanın birinci bölümü gibidir. Yapıün tümüyle ılalı bazı
anahtarlan verebilir sanatçı, ya da Verdi'nin Haydutlar Ope-
rası'na yazdığı üvertür gibi, onu viyolonsel ve orkestra içın
şiirsel bır bütünlüğe ulaştınp sunar. Bu seçımin nedeni, çok
çeşitli olabilir elbette. ama Verdi'nin üvertür yerine neredey-
se çello konçertosu bestelemesınin nedeni bencc nefistır.
Haydutlar Operasf nın dünya prömiyeri Londra'da yapıla-
caktır ve bu kentin o zamanki orkestrasınm çellisti. olağa-
nüstü AMredo Piatti'dır. Verdi de oturup. üvertür yerine.
dünyanın en şiirsel çello partisyonlanndan birini besteler.
Ajın size üvertür.
Dafia çok bir romanın birinci bölümü gibidir. dedik üver-
tür için. Beethoven örneğine bakarsak. ounun tek operası
her icra edilişinde bestecinin kaleme aldığı açıiışlardan bır
•tanesiyle kısıtlanmak zorundadır haüyle. Dört üvertürü art
'arda çalıp başlayamazsınız operaya (ya da başlarsınız ama o
dört parça, bir operanm üvertürü olmaktan çıkıp, kendi baş-
lanna bir bildiri sunarlar ister istemez). Beethoven roman
yazan olsaydı. tek romanının birinci bölümünü dört kere
yazsaydı ve bir yayına, bır basımında dört açılışı birden kita-
bın başma koysaydı ne olurdu? Bu sorunun yanıtı, edebıyat
ile müzik arasındaki aynmı ve benzerliği didikleyen bir baş-
ka yaarun içinde saklıdır.
Aynı yaklaşımı Rossini tavn üstünde yoğunlaştınrsak, so- •
nuç olumlu anlamıyla daha "komik". daha ironik bence.
Rossini bir sürü roman yazmış, dört tanesınin bınncı bölü-'
mü tıpatıp birbirinın eşı! Hayatı sevmesine rağmen canı sıkı-
lan bir sanatçı, uzun ve sıcak Akdeniz günlerinde, yeni ro-
manına nasıl başlayacağmı kestiremiyor bir türlü.
Neydi ilk yazdığı başanlryapıtın adı?
İlk bölümünü olduğu gibi koruyor ve her seferinde bam-
başka bir yapıt çıkıyor ortaya. Kolay gibi görünüyor. ama
çok zor ve gerçekten su katılmamış bir yaratıcı kişilik gerek-
tiren bir tavır bu. Üstelik Rossini, yazılmamış romanlann
varolmayan yazarlan gibi. hiçbir yapıtında doğrudan söz et-
memış kendisinden. Belki hiç söz etmemiş Rossini. bir sesin
peşindeydi sanıyorum, yalnızca kendi çıkartabileceği bir se-
sin. Müzik tarihi o sesi bulduğunu söylüyor bize. Beethoven
• de bir sesin ve bir başka şeyin peşindeydi ek olarak. Sağır bir
kompozitör olmakla kör bir yazar olmak arasında sanıldığı
kadar kuvvetli bir bağ yok.
Beethoven kişisel dramırun yanı sıra, çağına kanşmak
(müdahale etmek), yönlendirmek ve (evet) İcüfretmek isti-
yordu.
Haksızlığa, cinayetlere, savaşa, korkakbğa karşı bir müzik
(birçığlık) bırakü genye. Titiz ve namusluydu. Dahı olduğu-
nu biliyordu. Bir operaya dört üvertür yazdı.
Rossini kişisel dramının yanı sıra. iyi bir dalgacı olmak (en
kötü durumda omuz silkmek) ve keyif vermek isüyordu.
Cahilliğe. kabalığa. hamhğa, öküzlüğe karşı bir müzik (bır
gülümseme) bıraktı geriye.
Dağınık ve namusluydu. Dahi olduğunu bilmiyordu.
Dört operaya bir üvertür çaldırttı.
Bu yazıyı niçin yazıyorum? Bir şeyden, güzel bir şeyden
yalnızca bir tek anlam çıkarabilen bazı insanlara, yaraucının
hem Beethoven, hem Rossini olabileceğini işaret eden (işaret
eden!) bir şakada yapılabileceğini anlatmak için. Opera ne-
dir sevgili okur? Müzikli oyun mu? Öyleyse bu müzikli oy u-
nun içinde Beethoven'in sessizüğiyle, Rossini'nin umursa-
maz tavnnı nereye koyuyorsunuz? Verdi, o çellolu üvertürü-
nü yazarken ne düşünmüş olabilir? Brahms gerçekten ro-
mantik miydı? Bu sorulann arasında bir bağlantı var mı?
Yokmu?
BaşbakanÇiller,Kohl'den
BergamaMropolü'nüisteyecek
ANKARA (UBA) - Mosko-
va'ya yaptığı iki günlük gezide,
Truva hazinelerinin ıadesıni
protokole koyduran Başba-
kan Tansu Çiller. 20 eylülde
başlayacak iki günlük Abnan-
ya seyahatinde de Bergama'-
dan kaçınlan ünlü Akropolü.
Başbakan Kohl'den isteyecek.
Bergama-Dikilı-İzmir yolunu
yapan Alman mühendisler,
Abdülhamit döneminde, Zeus
Sunağı'nı bulup. parçalara
böldükten sonra gemilerle Al-
manya'ya kaçırmışlar; Berga-
malılar da son 20 yıldır Akro-
pol'ün Bergama'ya iadesi için
diplomatık gırişimleri sürdür-
müşlerdı.
Son olarak Bergama Beledi-
yesi'nin bu konuda başlattığı
kampanyaya 6 milyon kişinin
imza koyduğu öğrenildi. Tru-
va hazineleri konusunda Baş-
bakan Çiller'i ikna eden ve
Truva hazinelenni Moskova
protokolüne koyduran Kültür
Bakanı Fikri Sağiar. Almanya
gezisi önçesinde de Başbakan
Tansu Çiller'le Bergama Ak-
ropolü konusunu değerlendır-
di. Sağiar. Çiller'ın "6 milyon
vatandaşm imzası bulunan di-
lekçeyle" ilgjli olarak Başba-
kan Kohi ile görüşmesinı iste-
di. Diplomatik kaynaklar.
Başbakan Çiller'in. Truva ha-
zinelerinde olduğu gibi. Al-
man Başbakanı Kohl ile Ber-
gama Akropolü'nü de görii-
şup. Zeus Sunağının Berga-
ma'daki Akropol Tepesı'ne
nakledilmesini isteyeceğini bıl-
dirdiler.