14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2 19EYLÜL1993PAZAR KULTUR Yıllar sonra Türkiye'de ilk kez resim yapan Abidin Dino'nun resimleri İstanbul Sanat Fuan'nda sergileniyor 'İkiaşkımvarchr,memleketim ve Paris' AHU ANTMEN Abidin Dino çok uzun, çok özlemli yıllann ardı- ndan Türkiye'de ilk kez resim yaptı. Hem de Büyü- kada'da.. fstanbul'u soludu. "imgelerie didişti" Şımdi o resimler. Paris'te yaptığı resımlerle birlikte istanbul Sanat Fuan'nda. Galen Nev standında sergileniyor. Sergınin adı. "Biçimden Öte". Dino anlatsın bu resımlen "Kalabalık çizgiler, ne idüğü belirsiz biçimler. renkler. kederli ya da sevinçli, so- murtkan ya da gütec, karamsar ya da alabildiğine iyimser yüzler. Varla yok arası bir gerinti." İstanbul Sanat Fuan bugün şona env or. "Galeri Nev bir daha sergUemeyecek mi bu resimleri?" dıve soruvorum Resimlerin satıldığını söylüyor Ta- biı... "Gayn tabii" dıye yanıthyor. "Resûn yapmak müthiş bir sevinç üriinü ressam için. Araya paranın girmesi ise birşev ifade etmiyor pek. Çaresiz birşej tabii. Ama Van Gogh'un o güzelim resimleri yapar- ken bir tekini bile satamaması >e aynı resimlerin bu- gün milyarlar etroesi. sanatta para hikayesinin ne kadar yapa> olduğunu gösteriyor." Abidin Dino pek çok sergi açtı Türkiye'de. Ama resımleri buradaydı. kendısi yoktu. "Belki de doğ- rusu bu" dıyor. "Bütün sonın resimle izleyici arası- nda. Çoğu zaman ressamla yaptığı resimler arasmda gözle göriHür bir bağlantı kuraıak ımimkün ol- muyor. Yunus Emre'nin bir dizesi \ardır, 'Bir ben tardır bende benden içeri' resınim için aynı şeyi söy- leyebilirim: 'Bir resim >ardır bende benden içeri'... Resim ortaya çıkınca artık benimle bir tlgtsi yok." "Kendinizi nasıl tammlardınız?" diye soruyorum bunun üzenne. "İmkansH" dıyor. İnsanoğlunu "yıllarm birikrirdiği bir >aratığa" benzetiyor. "O yıUanrı her tabakası tıpkı arkeolojik araştırmalarda olduğu gibi yeni bir tabaka teşkil ediyor. İnsan kendi kendinin aynası değil" diyor. Ben resimlerinin çok satmasına şaşırmasına şaşkınım hala - Resimlerinizin belli bir sanat bilinciyle değil de bir tür "roodaya" kapdarak aundığına mı inanıyorsu- nuz? Düşlerimizden bir tanesi, başka bir yerlerde, se- yircilerin, sanat meraklılanrun dehşet yaratıklar ol- duğu etrafında.... Öyle birşey yok. Bir ömür bo- yunca rasüadığım gerçekten resim dehleri var, ama buna da zaten bilinç demek gereksiz. Bir delılik işi. tmgeye karşı tutku. Avrupa'da da aynı şey var. So- zü geçen ressamın birdenbire çok sık anılmasmdan ileri gelen bir ilgi... Picasso'yu satın alanlar zanne- diyor musunuz gerçekten Picasso'yu seviyorlar veya Matisse'i? Picasso'nun son yıllanndaki sergi- lerinde kalabahğa rastlamamak için erken gidiyor- dum. Ayak bastjğım anda bütütı resimler satılmış oluyordu. New York'tan Tokyo'dan telefonla satın alınıyordu. Resmi görmeden... Böyle acayip bir oyun resim oyunu. O bakımdan resim olayı. Türkiye'de nispeten yeni olduğu için gerçek bir sev- giye daha sık rastlanıyor. - Türkiye'de pek çok ressam, ekonomik nedenler- le başka alanlara kayıyor. Hatta sanatın büyük öl- çüde bu nedenle (burada devletin \eterince yardım etmemesi de sa\ ılan etkenler arasında) belli bir sevi- yeye ulaşmakta vavaş ilerlediği söyleniyor. Sanatçı zaten herşeyi göze alabilen değil midir? Yoksa bu tür kfealler geçmişte mi kaldı? Geçim zorluğu yalnız Türkiye'de yok sanatçılar için. Fransa'da tanıdığım birçok genç ressam iki şeyden birini seçiyor ya çok çok zor«koşullarda B,'ir sokakta yıllardan beri bildiğim birtakım insan kaynaşmalannm sürdüğünü gördüm. 1930'lardan başlayarak yaptığım kalabalık insan resimlerim vardır. Şimdi bu kaynaşma gittikçebenim resimlerime daha çok benziyor. -herşeye rağmen- resim yapmaya devam ediyorlar veya kımisı bir ikinci uğraşla açhktan kurtuİmaya calışıyor. Zannedıyorum her ikisi de anlaşılır şey- ler. Bazı ressamlar var ki geçinebilmek için her gün öğleden sonra kı -o da kolay bir ış değil izıne bağlı- Montmartre'da gelen geçenin resmini yapıyor: Ve bunlann bazılan. yemın edebilinm ki size Türkiye'- de ve Fransa'da çok ünlü olan kımi ressamlardan daha değerli. Ama işte galiba buna benzer şeyler hqj olagelmiştir; Rönesans zamanında İtalya'da da çırakkk uzun sürüyordu zaman zaman. Çeşitli ünlü ressamlar bile o zamanlarda şimdiki düşün- düğümüz sanatçı kışiliğıni taşımıyorlardı. prensle- rin kanadı altında ikinci. üçüncü derecede insan- lardı. Ama yavaş yavaş, öyle güçlü şeyler yaptılar ki, ister istemez kabul ettirdiler kendılerini. Belki Si- nan için bile düşünmemiz mümkün bunu; işte bir yeniçeri alt tarafı. Sonra bütün padişahlara kendini kabul ettirdi ve eminim ki kafa da tutabiliyordu. - Fransa'da Matisse, Pkasso gibi isimlerden sonra gelen kuşak öncekilerin gösterdiği performansı gös- teremedi. ardından da Paris sartanatı yavaş yavaş yok ofanaya, merkez Nevv York'a kaymaya başladı. Siz oradaydınız, bu süreci yaşadınız... 196O'lı yıllarda Pans hakikaten egemenliğinı sür- dürüyordu hala. O dönemde satılan birçok resmim var Âmerika'da. Sonra New Y'ork galenleri buna yavaş yavaş bir tepki gösterdi. özellikle De Gaulle'- ün kendı başına buyruk, Amerika'run genel siyasal çizgisınden aynlmasından ıtibaren Amenkan gale- rileri bir nevi boykot yaptılar. Ve bir pazarlık yapıldı: Eğer Amerikan ressamlannı Pans'te ön planda satmazsanız biz de sizin resimlerinizi New York'ta satmayız... Ve yavaş yavaş Amerikan res- samlan Paris'te boy gösterdi. Ama karşısı pek o kadar gerçekleşmedi, "Paris Okulu" dedikleri res- samlar pek ayak basamadı öteki piyasaya. Ama işin komik tarafı şu kı Amerikan ressamlanrun ço- ğu zaten Pans'te yetişmişti... Ama bütün bunlar önemli değil. önemli olan gene resmın ortaya çıkması. Bana öyle gelivor ki -aldanıyor olabilirim tabii- üstelik de ezbere konuşuyorum çünkü New York'a hayaumda ayak basmadım, Âmerika'da öyle nefes nefese. fazla ov uncaklı dönemlerin yor- gunluğu başgöstermeye başladı. Y'ani denilebilir ki o sayede yepyenı bir sanat raerkezi doğabilir ve bu ne Paris ne New York ne de Berlin olmayabi- lir... Bu bırçeşit kehanet ama... - Hala sürmekte olan Yenedik Bienali'nde oluşan uluslararası sanat buluşması konusunda ne düşünü- yorsunuz? Kimisi bienalin uluslararası sanat or- tamıra ancak Eurovision şarkı yanşması ölçüsünde yansıtabiMiğini düşünüyor... Sert bir eleştıri... Galiba Türk sanatçılan arası- nda bıenale bıraz kenardan davet edilmiş olan ben vanm. O da 1951 yıhnda Roma'da bulunduğum bir sırada. Bienallar, buna benzer toplu sanat et- kinlikleri acayip işler Sanat. ne Kırkpınar güreşle- rine benziyor ne de at yanşlanna. Orada sonuç AbidinDino * anlatıyor resimlerini:k Kalabalık çizgiler, ne idüğü belirsiz biçimler, renkler, kederli ya da sevinçli, somurtkan ya da güleç, karamsar ya da alabildiğine iyimser yüzler. Varla yok arası bir gezinti.' . açık; sırtını yere getirirsen birincisin. At yanşlan- nda da milimetreye vanncaya dek kimin öncelik taşıdığı belli. Sanatta öyle birşey yok. Türkiye'nin Venedik Bienali'ne şimdiye kadar nispeten az kaülmış olması da bir değer sorunu değil. Şimdi tstanbul Sanat Fuan'ndaki yapıtlan yurtdışında bir etkinliğe taşısak, oradakileri de buraya getirsek arada pek bir fark olacağıru sanmıyorurn. Yalnız yurtdışı toplu sergjlerinde araya bir Matisse, Picas- so, Klee kanşmış olabilir. Ama ben zaten burada bugün üreülen çağdaş sanat anlamında konuşuyo- rum. - Siz artık daha sık geüyorsunuz İstanbuPa... Yıllann değiştirdiklerine alışabildiniz mi? Yoksa ço- cukluğunuzun. gençliğinizin eski Istanbul'unu mu görüyorsunuz hala bir tür soyutluk içinde? Aİışabilme diye bir sorunum yok. Örneğin, bir iki akşam önce, geç vakıt, bir taksiye binmek gere- kiyordu... Öylesine dar, öylesine canlı, öylesine renkli, berberi, karpuz sergisi, meyhanesi vesairesi olan bir sokağa girdi ki, benim yıllardan beri bildi- ğim, karman çorman birtakım insan kaynaşma- lannm sûrdüğürtü gördüm. Hatta bir nevi. ne ka- dar gerçekçi bir ressam olduğum ortaya çıktı. Ka- labalık insan resimlerim vardır 1930'lardan baş- layarak yaptığım; benim kaynaşmam bir milyon- luk İstanbul'un kaynaşmasıydı -gene de epey bir kaynaşmaydı- şimdi artık rakamı bilmiyonım ama bu kaynaşma gittikçe benim resimlerime daha çok benzıyor. - Bunca yıl uzak kalmak. ama hiç unutmamak, hayaDerinde hep tstanbıd'u görroek nasd bir duygu? Kendinizi ncreye ait hissediyorsunuz? İstanbullu musunuz, Parisîi mi? Çocukluğumda da Paris'te oturduğumuz için ai- lece, o ikilik bende var, ama eğer bir terazi varsa, o terazide ağır basan muhakkak ki Türkiye ve tstan- bul... Hatırlarsmız belki Josephine Baker adında çok gûzel bir zenci bayan vardı. 1930'larda. 40'lar- da kınp geçiriyordu ortalığı. Onun meşhur bir şarkısı vardır, bütün dünyada bizim kuşak ezbere bılır. "J'ai deux amours. mon pays et Paris- "İki Aşkım Vardır, Memleketim ve Paris"... Ben de bir çeşit Josephine Baker gibi sahneye çıkıp bunu söy- leyebilirim. - Hatta eşLniz Güzin hanım Tiirkiye'den aynldı- ktan sonra 36 yü hiç gelmedi değil mi? 2-3 yıldır geliyor. Gelemedi çünkü çalışıyordu. önce, bilimsel araştırma merkezinde dil konusun- da, sonra verdiği dersler onu ahkoyuyordu, sonra Radio France International'in Türkçe bölümünü idare etti. Bazen de darbelerden pek hoşlan- madığımız için, uzak kalmayı tercih ettik. - Abidin-Güzin Dino 'evüliği' ya da belki 'dosdu- ğu' hep antatıhr durur. Bu birlikteliği güzelliğinden hiçbir şey yitinneden sürdürmek, biraz da 'ortak bir kader' paylaşmanızdan mı kaynakjandı? Bir kere Türk polisı sayesinde evlendık, o bakı- mdan müteşşekirim y/üksek organlara...Ben sürü- lünce Güzin üniversiteden asistan olduğu halde kendi isteğiyle aynldı, Adana'ya geldi ve orada bi- raz zor koşullarda çok güzel günler yaşadık. Çok güzel günler... Orada genç Yaşar Kemal'ı tanıdık. Orhan Kemal hapisten çıkıp bizim "Adana ekolü'ne katıldı... İkincisi. Türkiye'den aynlmaya karar ve- rince. Güzin'ın yanımda olması bir çeşit Türkiye'- nin yanımda olması gibi birşeydi - Vlutluluğun resmini yapamadığınızı sövlüyordu- mız bir söyleşide. Ama mutlu bir insansınız, resim \aparken daha da mutlu. Resmini > apamadığınız bu kavram ne ifade ediyor sizin için? Benı mutlu kılan bırşevı anlata>ım. Alanya'da bir sergi açtım. Kızılkule'nin tepesınde .. Bir sürü insan geldı. Kuleye tırmanmak da kolay değil, basamaklan Selçuk basamaklan. .Çok sevimli gençler geldı, biraz alçak bir sesle "Abidin bey, siz mutluluğun resmini vapabilir misiniz?" diye soru- yorlardı.. O bir çeşit parola oldu. Anladım ki Nazun'ı okumuş gençler. benı Nazım sayesinde bi- raz tanımışlar Dolajısıyla o parolaya hayranırn. - Resminizde çok çeşitli dönemler var. Bunlar Tes- min iç sonınlanndan mı kaynaklandı. yoksa >aşam mıetkendi? Yalnız iç değil. yalnız çevrem değil, galiba dünya çapındaki birtakım olaylann etkisi de kanştı. Me- sela. dönemlerin bir tanesi uzun yüruyuş... Ama bu uzun yürüyüş. Anadolu Kurtuluş Savaşı'nın da uzun yürüyüşü. Çın'deki Kurtuluş Savaşfnın da uzun yürüyüşü, bugün hala ne kadar uzun yürüyüş varsa yeryüzünde, hepsmin bir çeşit sonucu oldu o resimler... Hiçbıri karar verilmiş değildi. Önceden verilmiş kararlar ıyi sonuç vermıyor sanatta. Ger- çekten içten bir tepki, derin bir tepki oluşursa bır- şeylerçıkıvor ortaya. - Aslında resminiz riim bir vaşantının ipuçlannı taşıyor ama siz bunu belirli temalar aracılığıyla yansıtıyorsunuz resimde. Başta eller... Galiba bizim aılenin elleri hep gûzel. Yüzler çir- kin bazen, bazen güzel ama eller oldum olası güzel. Ta Yunan fılozofîanna çıkmak laam; insanoğlu, el. Emekçilerin eli el, sanatçılann eli el, müzisyenle- rin eli el, aşıklann eli el.. - Siz dosrJuklannı/Ja da ünlûsünüz... Haritanızda çok nokta var, Adana'dan İstanbul'a, Roma'dan Pa- ris'e dek ama bununla birlikte anılarda hep mutlu 'dostluk çemberieri'...Yalnızlık duygusunu tanıyor musunuz? K<ğer bir terazi varsa, o terazide ağır basan muhakkak ki Türkiye ve İstanbul. Josephine Baker'ın o ünlü şarkısı İki Aşkım Vardır. Memleketim ve Paris'i, bende onun gibi sahneye çıkıp bunu söyleyebilirim. Ben kendımı hiçbir >erde ve \ÜSJW zaman yalnız hissetmiş değilim. Gerçekten dç yalnız değıldım hiçbir yerde, en zor yerleıde bile. Talih galiba. 1930'lu yıllarda genç bir gazeteci olarak Babıali'de çalışırken, birçok ilginç kışiyle, birbirinden çok farklı insanlarla arkadaşlık ettim. Nazım Hikmet'le arkadaştım.ama aynı zamanda Necip Fazıl'la da" gayet arkadaştık. Babıali'nin dibındeki meyhane- lerde veya balık pazannda buluşuyordu İierkes. Bütün farklara rağmen, kavgalara rağmen devam. eden dostluklar vardı.Sonraki kuşaklarla da yakın arkadaşlıklanm oldu; Sait Faik'ten tut. Orhan Ve- li'ye, Melih Cevdet'e. Oktay Rifat'a vanncaya ka- dar. Birtakım dergılerçıkardık hqa beraber ve o sı- rada çok somut olan- çünkü Alinan ordulan ta sınırlanmıza kadar gelmişlerdı- antifaşıst bir çeşit kültür yapısına biraz öncülük etmış oldum. O yıl- larda Türk aydınlannın ve sanatçılannın faşizme karşı bir cephe tuttuğu muhakkak. Hatta Necip Faal bile buna bir ölçüde katılır gibi olmuştu. - Necip Fazıl'ın özyaşamöyküsünde sizi 'inandı- ktan sonra' kendi şev hine götürdüğü söy1eniyor...Bu olaydan söz edebilir misiniz? Edebıhrim ama etmeyeceğirn, çünkü tam rengiy- le anlatmam için Cumhuriyet'in hiç olmazsa dört beş sayfasıru işgal etmem laam... - Peki, bir de yurtdışında yaşadığınız ünlü dostluk- lannız var. Pkasso, Meyerhold, Tzara, Aragon, Gertnıde Stein... Gene bir çeşit talıh... Rusya'ya gjttiğim vakit o yıllann en tanınmış tıyatro ısimlerinden Meyer- hold ıle beraber bir süre çahşabıldim. 'Maça Kızı' operasırun mizanseni yaparken birtakım eciş bü- cüş resimler yapmıştım. Kaybolrauş olacağını tah- min ediyordum bugüne dek. ama geçenlerde bir Fransız araştırmacı arkadaşım orada eski evrakı kanştınrken benim çizimlerimi bulmuş. Çok se\in- dim. Aynı şey Gertrude Stein'la da oldu. 'Yeni Bw Faust' oyununu o yanyor. ben çıziyordum. Araya İkınd Dünya Savaşı girince reşmlerimi bir daha göremedim. Sonra bir genç İngihz eleştirmen, Ox- ford'da bir şatoda o resimleri bulmuş. müthiş bir Sherlock Holmes ustalığıyla benı buldu. En çok saygı duyduğum da dada hareketinin ustası Tris- tan Tzara. 1938 yıhnda Paris'te çok yakın arkadaş olduk. Paris'te kafasını şişırmiştim Nazım Hik- met'le. halbuki tercüme edümemışti Nazım daha... Açlık grevinden önce o çevirdı Nazım'ın şiirlerini, dış dünyanın Nazım'a ilgisı o çeviriler sayesinde oldu. Picasso'yla dostluğum da ayn. ama çok uzun bir hikaye... - İngiliz sanat eleştirmeni David Sylvester, bazı sanatçılann atölyelerinin birer efsaneye dönüşrüğü- ne inanıyor. Siz Paris'te çok ünlü sanatçılann atöl- yelerinde çauştınız, bulundunuz... Atölye kavramı biraz anlamsız bir kavTam... Çünkü her yer atölye. Evet sonunda bir yere ka- panıp ressam boyasını yapıyor ama biraz idealize edilmiş. biraz komik bir kavram aslında. Picasso'- yla beraber seramik yapıyorduk bir gün. her za- manki gibi şakalar yapıyordu. komik bir tspanyol. Üzerine basa basa "Öğİeden sonra 'atölye'me gide- ceğim" dedi "Atölyeme kapanacağım. Ne yapıyo- rum içerde? Kendi kendime otunıyorum, biraz başımı kaşıyonım. ondan sonra uyukluyorum. Dı- şardakiler, Pkasso içerde, calışıyor diye düşünüyor. Oysa hiçbir bok yaptığım yoktu..." Yalan tabii! Çünkü günün sonunda bir iki tane tuval bitirmışrj bile... "Acayip biransın*' derdim ona, "Doldunıyor- sun petekleri, sonra dolunca başka yer kalmıyor. başka bir peteğe geçiyorsun..." -Sorulanm bitmeyecek ama sizin de zamanuıız kısıtlı. Onun için çok dolu dolu y aşanmış yülara geri dönüp baktığınızda, hangi güne, hangi döneme geri gitmek isterdiniz sorusuyla noktaJayalım. Birçok dostum oldum olası bana anılannı yaz dıyor -bu da komik bir sözcük, 'am'- belki de hakhlar bir bakıma. Ama bu bana geri geri yürü- mek gibi geliyor. Benim yaptığım. zamanın akışına kapılmamak, kafa tutmak, bir set çekmek gibi bir- şey. O am yaşamayacağım da geçmış bir zamanı yaşayacağım- bu benı çok tedirgın ediyor. Galiba Nazım'da da vardı bu. Filan yılda ne yaptığını sor- duğumda, "Bırak allahaşkına" derdi. "Yannki işi- mize bakalım..." Hipodroma kültür merkezi ANKARA (AA) - Ankara Atatürk K ültür Merkezi'nin bulunduğu hipodrom alanı. atıl bir alan olmaktan kurtanlarak kültür merkezi haline dönüştürülüyor. Hipodrom alanında opera. bale. tiyatro ve konser salonu yaptınlacak. 1997 y ılı sonunda bıtinlmesi planlanan yapılann l983yılıödeneğiiseyakJaşık lOmiIyarlira. Proje gereği. toplam > apı alanı 40 bin 800 metrekare olan Ankara Atatürk Kültür Merkezi alanı birinci bölgesinde opera, bale ve tıyatro binası yaptınlacak. Söz konusu bina bin kişilik büyük salon. 600 kişilik küçük salon, 500 kışilik sinema salonu. sanatçı bölümleri. atölyelerıleidari-teknik ve sosyal tesislerden oluşacak. Bakanlık. adı geçen bu yapılar için bu yıl l milyar940milyonliralıködenekayırdı. Toplam yapı alanı 43 bin metrekare olan Ankara Atatürk Kültür Merkezı'nde belirlenen dördüncü bölgede de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu ve koro çalışma binası inşa edilecek. Yapıda. 2 bin kişilik konser salonu, 500 kişilik oda müzıği salonu. prova-kayıt stüdy osu. müzik kütüphanesi. sanatçı çalışma ve dınlenme mekânlan. Türk halk müzıği korosu. Türk sanat müziği korusu. çok sesli müzık korusu. halk danslan -çalışma salonlan ile idan-teknik birimler v e 496 araç kapasiteli otopark bulunacak. Bu bölümdeyeralacak yapılariçmde bakanlığın 7 milv ar 760 mıly on lıra ayirdığı bildirildi. ÇDSO'nun sezon hazırhkları ADANA (AA)- Kültür Bakanlığı Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası'nın (ÇDSOyyenı sezon hazırhklan. son hızayla sürüyor. ÇDSO Genel Sanat Yönetmeni ve.Şefi Emin Güven Yaşlıçam. yaptığı açıklamada. verleşik amaçla kullandıklan Adana Büyükşehir Beledıyesi Tiyatro Salonu'nun yeniden düzenlendiğini belirterek şöy le konuştu: "Daha önce, 'sahne orkestraya, orkestra Adana'ya yetrruyor' demiştim. Bu iki olumsuzu aşmanın çabalannı, bu yıldan itibaren geliştırmeye başlayacağız. Öncelikle. verleşik sahneyi genişletmeçalışmalannı tamamladık. salonu boyattık. Yeni şekliyle sahne, 3 yıl süreyle orkestray a, salon da müzikseverlere en iyi hızmeti verebilecek yapıya kavuşturuldu." Açtıklan sınavlarla sanatçı eksıİcliklerini tamamlamaya çalıştıklannı anlatan Yaşlıçam, "Sadece yayh çalgılar kadrosunda eksiğimiz var. Bunu da yabancı sanatçılarla birer yıllık sözleşmeler yaparak gidereceğjz" dedı. Yeni sezona ıddiali hazırlandıklannı, hem sunacaklan eserler hem de yorum tarzlanyla ülkenin sayıh orkestralanndan bırrolmaya devam edeceklerini vurgulayan Yaşlıçam. ÇDSO'nun, » 22-23 Ekim 1993 tarihlerinde Jap>on piyanist Miva'ko Hori'nin solist olarak katılacağı konserlerle, Çukurovab müzikseverlere 'merhaba' diyeceğıni sözlerine ekledi. AFSAD ayınfotoğrafi yanşması ANKARA (AA)-Ankara FotoğrafSanatçılan Derneği (AFSAD) tarafından her ay üye ve aday üyeler arasında düzenlenen ayın fotoğrafı yanşması sonuçlandı. Seçileceğini Mehmet Arslan Güven'in yaptığı serbest konulu siyah-beyaz. renkli ve saydam dallannda yapılan yanşmaya 81 yapıt katıldı. Yanşmada dereceye gırenler deşöyle: Siyah-beyaz dalında: Banş Köse (aym 1. fotoğrafı). Sevil Delikan (ayınl. fotoğrafı). Metin Güzeloğlu (ayın 3..fotoğrafı). Renkli dalında: A. Selim Avcı (ayın 1. fotoğrafı). Sevil Delikan (ayın 2. fotoğrafı), Metin Güzeloğlu (aym 3. fotoğrafı). Saydam dalında: Emel Aşkın (ayın fotoğrafı), Nalan Yılmaz (ayın 2. fotoğrafı), Bülent Irkkan (ayın 3. fotorafı). Yanşmanın sergisi 21-30 eylül tarihleri arasında açılacak. Müzik-Sen y den işbirtiğiçağnsı ANKARA (ANKA)-Müzik ve Sahne Sanatçılan Sendikası, sanatçılann sosyal. kültürel, ekonomik ve mesleki haklannın korunması amaayla bu alanda faaliyet gösteren dernek ve sendikalara ışbirüği çağnsı yaptı. Müzik-Sen Genel Başkaru Deniz Atılgan yazılı açıklamasında, sanatçılann haklannın konınmasına, başan sağlanması için. bu alanda faaliyet gösteren kuruluşlann güş ve ejlem bırliği oluştunnalan gerektiğini bildirdi. Devletin sanatçılan uzun yıllar ihmal etmesinin ardından sorunlann hızla arttığım belirten Atılgan. tek tek kuruluşlann bu sorunlann ^şılmasında başanh olamayacağını kaydetti. Müzik-Sen Genel Başkanı Deniz Atılgan, sanatçı haklannın korunması için Pop-Sav. Sine-Sen, Soder, Toder. Mesam. Sesam. Çağdaş Sinema Oyunculan Derneği ve Film-San kuruluşlanna işbirliği çağnsı yaparak gûç birliği oluşturmalanru ıstedi. Okyanusları keşfeden Türk İstanbuVda Kültür Servisi - Yaşamını yıllardır Âmerika'da' sürdüren sualtı fotoğrafçısı ve dalgıç Emre Omur, Pasifık Okyanusu'ndan Meksika kıyılanna; A\r ustralya'dan Endonezya'ya uzanan birçizgide çektiği sualtı fotoğraflannı ilk kez 22 eylülde İstanbul'da Destek Sanat Galerisi'nde sergileyecek. "Dünya denizleri kirleniyor. Çevreciler hareketlenin" diyerek 25 yıldırokyanusîarda dalan Emre Omur'un dalgıçlık sevdası çocukluğunu geçirdiği moda sahillerinde başlamış. Daha sonraki yıllarda çocukluk hobisıni mesleğe dönüştüren Türk Costeau'su Yüksek Denizcilik Okulu'ndan kaptan olarak mezun olmuş. Bir süre sonra Amerika'ya giden Emre Omur, İstanbul'da da "Deniz Kazalannı Onleme ve Kurtarma Şirketi"ni kurmuş. Karayipler, Hint Okyanusu, Azor Adalan. Amerika, Meksika, Âfrika, Akdeniz sahilleri A\aıstralya yakınında hâlâ ilkel kabilelerin yaşadığı Vanuatu Adalan Emre Omur'un objektifınden 22 eylülde sergilenecek. "Okyanuslardan Sıcalc Esintiler" adıru verdiği bu sergisi için Emre Omur duygulannı şöyle dile getiriyor: "25 yıldır Türk ve dünya denizlerinde dalıyorum. L'zülerek söy lüyonım. hav a gibi sulan da kirlettik. Kaplumbağalar. foklar, deniz aslanlan, okyanuslardaki mercan bahçeleri bir süre sonra yalnız fotoğraflarda kalacak. Ben. bu sergi ile tüm insanlara sesleniyorum: Sulan. denizleri. okyanuslan kkletmeyin. Yoksa bu güzelliklerçektiğim fotoğraflarda bir anı olarak kalacak." Beyoğtiı'nda itnza günü Kültür Servisi - Beyoğlu Beledıyesi tarafından düzenlenen Beyoğlu Kitap Şenliği etkinlikleri sürüyor. "Kentli insana yakışan kitaptır"^anlayışının benimsendiği şenlik kapsamında bugün saat 16.00-19.00 arasında düzenlenen • imza gününe Gani Müjde, Metin Cstündağ. Can Barslan. Derya Sayın katılıyorlar. Beyoğlu Kitap Şenliği'nde yann ay nı saatte Ataol Behramoğlu okuy ucularla buluşacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear