22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 11 EKİM 1992 PAZAR 12 DIZIYAZI Bir ülkenin gizlerini derinden anlamanın yolu, o ülke kadınlannı dikkatle izlemekten geçer Eıı mahrem ıııadde: Kaduı eti I,Lki tür yolcu vardır: Birincijer, bir kente vannca ilk önce kendilerine sa- lık verilen kişileri ziyaret eder, kendile- rini rehberlerle birlikte anıtlan, müze- leri görmeye adarlar; öbürleri, önce rastlantılara bırakır kendilerini, önle- rine gelen sokaklara girip çıkar. uzun uzun gezinirler, bunu yaparken de ba- kışlan, özellikle karşılaştıklan ya da izledikleri kadınlann üzerinde dolaşır. Bana sorarsanız bu ikinci gruptan ol- mak daha iyidir. B B B'u kadınlar "keyfediyorlar" m. Yani. Haliç'in dingin sulanna ya da büyük bir caminin görkemle yayılan kubbelerine karşı, (bunlan görerek ya da görmeyerek) kaslan yumuşamış, vücutlan kıpırtısız, yüzleri tasasız, bir şey beklemeksizin, bir istek duymaksı- zın, düşünmeksizin, saatleri akıp gıt- meye bırakıyorlar, böyle olmak hoş çünkü. I ünün en serin saatlerinde işte yinc onlar, iki yanda işporta tezgâhla- B'ütün ülkelerin kadınlan birbirlerine benzer denir ya, doğru degildir. Olsa olsa ahlâksal bakımdan geçerlidir bu. Eski dinler, kadınlan, haklı olarak, her yerde birbirine benzeyen, ama yine de farklı olan yeryüzü ile bir tutmuşlardır. Kadının gövdesi ülkesinin en kusursuz simgesidir. Eti ise yurdunun en mahrem maddesi anlanuna gelir. nnın sıralandığı, satıcılann binbir tür- lü kumaşlar, hint bezleri, ipekliler sat- tığı yokuş aşağı dar ve uzun kalabalık sokaktalar. Uzun boylusu gevşekçe kısa boylunun omzuna dayanmış, üzerine gül buketleri işlenmiş beyaz bir muslin kumaş parçası için pazarhk ediyorlar. Gelip geçen her kadının pe- cesinin aynısı bir peçe takrruş olmanın, kadınlara, kim olduğunu saklayarak en sunturlu küfûrleri savurma olanağı verdiği zamanlardakinin aynısı bir şid- detle tartışıyorlar. Almadan gidiyor- larmış gibi yapıyorlar, arkalanndan koşan satıayı paylaşmak için geri dö- nüyorlar: sonra yeniden tezgâhın başı- na gidiyorlar; pazarlık devam ediyor. Çerkes kızlar Bir başka yerde Asyalı tacirlerin zengin paşalara sattıklan kölelerin so- yundan gelen Çerkes kızlan ile karşıla- şıyorum. İşte onlardan biri, üniforma- sı vücudunu sımsıkı saran bir askeri okul öğrencisinin yanında. Avlusunun taşlan arasmdan yabani çiçeklerin fış- kırdığı Kariye Camisi'nin duvan bo- yunca yürüyorlar. Vücudun, bütün gûzelliğini ortaya çıkaran o nefıs 1932 Paris modasına göre kesilmiş hafif ku- maştan bir elbise var üstünde. Uzun boylu, ince. yay gibi esnek ve boynu ileriye doğru uzanmış hafıften, Fran- cis James'in şiirindeki genç kızlar gibi: İnce yeşil damarlan var bıleklennde Kollan sıynlınca giysisinin. Lgır ağır açılıp kapanan uzun kirpikli kocaman siyah gözJeri var. Kûçük kahvede oturan imamlar, Nar- gile içen ihtiyarlar (hükümet fes giy- meyi yasak ettiği için başlannda fötr şapkalar) gözleriyle onu izliyorlar. Leylayada Açgözlü Genç Kızlar R O G E R V A I L L A N D Çeviren: Feridun M. AKSIN ğazalannın memurlannı getirip götü- ren, akşam saatlerindeki bizim banli- yö trenleri gjbi tıkhm tıklım dolu, yandan çarkh vapurlardan başka bir şey görûlmüyor. Havası her zaman, güneş ışmlanna bile, süzgeçten geçir- meden yol vermeyecek kadar nemli olan bu kıyılann hüznüne ekleniyor bu durgunluk. O, masından yakınıyordu. Bir bayan küçük çocuğunun sıcakîardan çok ra- hatsız oluşundan duyduğu kaygıyı anlatıyordu. Birkaç Türk kızı deniz banyosunun Marmara'da mı yoksa Boğaz'da mı daha iyı olduğunu tartışı- yordu. Osmed Bey, Andre Maurois"- run son romanını gösteriyordu. Çekik gözlü hizmetçi kızlar buzlu limonata sunuyorlardı. 'ütün ülkelerin kadınlan birbir- lerine benzer denir ya, doğru degildir. Olsa olsa ahlâksal bakımdan geçerli- dir bu. Eski dinler, kadınlan, haklı olarak, her yerde birbirine benzeyen, ama yine de farklı olan yeryüzü ile bir tutmujlardır. Kadının gövdesi ülkesi- nin en kusursuz simgesidir. Eti ise yur- dunun en mahrem maddesi anlamına gelir. Onlara dikkatle bakanlara böl- genin gizlerini öylesine derinden açın- larlar kı, insanlann diktiği taşlara, yazdığı metinlere oburca saklıranlar bu kadanna varamazlar. 'öylece Constantinople'daki ilk gûnlerimi sokak görünümlerine ada- dım. Mûslûman halk kadınlan İstanbul kadınlanna. En önce Müs- lüman halk kadınlanna... Yangın gör- müş mahallelerde taş yığmlan üstünde ikişer ikişer oturuyorlar. Kentin çeşitli bölgeleri arasında, bir Bizans tapına- ğmdan ya da bir Yunan sütunundan kopmuş bir parçanın şurda burda gö- zümüze iliştiği bir çöle benziyor bu mahalleler. Bu kadınlar, vücutlannı, hiçbir biçimini ele vermeden saran, Desenchantees'terin < 11, yukandan aşa- ğı geniş kıvnmlarla dökülen kara çar- şafmdan giyiniyorlar hâlâ. Bu kara kumaşın arasından çıkık yanak ke- mikleri, kısa çenesi, inatçı alnı, uzun cekik gözleriyle neredeyse Asyalı de- nebilecek bir yüz görünüyor. — ürk "midinette"\ o> elinde bir şapka kutusu, evine dönüyor. Tahta- lar, benzin bidonlan, dalgalı saç ve teneke parçalanyla yapilmış evi Ko- rent başhklı bir mermer sütuna daya- narak destek alıyor. (Yıkıntı görmûş bir kente benziyor İstanbul, yıkılıp ha- rabolmuş, sonra yıkmtılar kaldınlma- dan ellerine geçen en yakın malzeme- ler kullanılarak yan yanya yeniden kurulmuş bir kente.) Yoksul bir genç kız bu; elbisesi uçuz kumaştan, şapka- sı elle örûlmüş bir başlık, ayakkabılan aşTnmış, maaşının yüzde kırkı hükü- met tarafından kesiliyor. Boyanma- mış, yanaklan boyunca sarkan siyah saçlan modaya göre kesili, ama kötü taranmış. Pera izlenimleri Galata ve Pera kadınlan. Haliç'in bu Avrupalı kıyısında kadınlar çarşaj giymiyorlar, iyi beslenmiş, dolgun ve semizler. Kalçalan biraz kahn, ama ayak ve el bilekleri çok ince yine de. Süslü ve boyalılar ve Fransızca konu- şuyorlar. Leyla'nın kuzenleri bunlar. enç Yahudi kızlan dörderli beşerli gruplar halinde kol kola cıvıl- daşarak geçiyorlar. Kahkahalar atı- yorlar. Meme uçlan buluzlannı dışan- ya doğru itiyor. Yağlı, tombul annele- ri, Doğululaşmış bir İspanyolca konuşarak arkalanndan sürükleni- yorlar. yansına kadar inen tül peçenin altında kıpraşan sürme çekilmiş kocaman gözleriyle bir Pers minyatürünü anım- saüyor, mağrur ve kayıtsız, prensesler gibi gerçekten. Viski dilencileri Sonra... Gece kulüplerindeki Macar ve Viyanah kızlar. Viski dilencileri. Ankara'dan Bağdat'a, İzmir'den İs- kenderiye'ye, Constantinople'dan Atina'ya kadar birbirine benzer otel- lerde, birbirine benzer barlarda. birbi- rine benzer bir yaşamı sürdürürler. Çok doğal bir şey söylüyormuş hava- ayla "Geçen hafta. Bağdat'ta..." der- ler, sanki karşılanndakı, çocukluğunu "Binbir Gece Masallan" Bağdadı'nın çağnşımlanyla geçirmemiş gibi. Üste- lik anlattıklan da hovardahğa çıkmış bir İngiliz subayına ilişkin bayagı bir hikâyeden başka bir şey degildir. e daha... Gecenin saat ikisinde kocasının bir bar kızının kollannda dans ettiği bara ansızın cıkagclcn şu genç Müslüman kadını. Tek kelime söylemez. Ama bir eliyle vefasızı kra- vatından yakalar, diğeriyle topuğu XV. Louis modeli ayakkabısmı çıka- nr. bütün gücüyle o sevgili yüze indi- rir. Bütün eski Arap masallannda da böyle olmaz mı? "Harem sahneleri"- nde. öfkeli kansı ayakkabısmı çıkanr ve kocasının suratına vurur. W W t anikürcü ve modıst Rum kızlan gövdelerini dikleştiriyor, kaba- nk göğüslerini öne çıkanyorlar. Bazı- lannın profîli insana şaşkınlık verecek güzellikte. En kaüksız heykeller gibi. Büyük Pera Caddesi'nde, yanında bir Alman, İngiliz, Fransız ya da Ameri- kalı, sevgilisi, yani "büyük ırklar"dan bir erkek bulunan arkadaşlanna kıs- kanarak bakıyorlar. Boğazdan artık vapurlann pek geçmediği bir zamanda az yakalanır böylesi. fkeli güzel kuşkusuz siz. bu 1932 yazında, Constantinople harem- lerinin kafesleri arkasmda secebildi- ğim sayısız yüzlerden birisiniz. Orala- ra harem denmiyor aruk, ama yine de siz, bu kafesli evlerin cumbalannda büyük anneleriniz gibi bütün gün bo- yunca oturuyor ve meraklı gözîerle bu Doğu sokağının sürekli değişen görü- nümlerini seyrediyorsunuz. Leyla'yı yeniden görüşüm eski sul- tanlar Türkiyesi'nin ünlü atmosferini anımsatan bir çevre içinde oldu. On- dan şöyle bir pusula almıştım: "Dos- smed Bey'in yaii'sııaa arka- sında üzerinde birkaç seryi bulunan çıplak Asya dağlan yükseliyor. Solda, Türklenn Bizans'ı kuşatuklan zaman- larda yaptıklan hisarlardan birinin harap İculesi görülüyor. Sağda, birsul- tan tarafından İmparatoriçe Eugenie"- yi ağırlamak için yaptınlan bembeyaz küçük bir saray. Eugenie burada an- cak birkaç saat kalmış, o günden beri de kimse oturmamış. leyia beni kayığımın vanaşüğı mermer basamaklarda bekliyordu. Ev sahibinin kişiliği hakkında birkaç keli- meyle bilgi verdi. Kimdir bu Osmed Bey? Eski düzenin önde gelen kişilerin- den birinin oğlu olan Osmed Bey, Mustafa Kemal iktidara geldiği za- man yirmi beş yaşlanndadır. Derhal Akdeniz kıyılanndan uzak bir vila- vet'e sürgüne gönderiliyor. İki yıl son- ra Ankara'ya gelmek için izin isüyor ve Garfye şunlan söylüyor: "Çok üzgünüm. Sana karşı dürüst olmak istedim. Sen galipsin. Beru sür- güne gönderdin. Haklısın. Ben sana devlet işleriyle ilgjlenmemeye söz ver- dim ve sözümü tutmaya kararbydım. Oysa olan biten bakın. Ben hiçbir cağnda bulunmaksızın ve kendilerini engelleme gayretlerime karşın, beni gönderdiğin iün ve komşu illerin halkı bana geldiler. Nasıl davranmalan ge- rektiği konusunda öğüt vermemi istı- yorlar, haksızlıklan düzeltmem için yalvanyorlar. Beni tanımıyorlar ama. görünce saf bir şef olduğumu düşünmüşler. Durum bu. Görüyorsun kaygım büyük. Böl- genin yöneticisi senin valin değil de sanki benim. Beni ona ve sana karşı komplo kurmakla suçlayabilir. Oysa benim geriye çekilip sakin bir şekilde yaşamaktan başka bir isteğim olmadı ve yok. İşte bunun için senden İstanbul'a dönmeme izin vermeni istiyorum. Bü- yük bir kentte insanlar arasında bir insan olurum yahuzca." Bir "karakteri" olan insanlara değer vermesini bilen Gazi, "Peki git öyley- se" diye yanıtlıyor. Bütün bunlar bir rahathk, ince- lik, senli-benli bir dostluk havası için- de geciyordu. Bu insanlar kuşkusuz pek zengin değillerdi, ama yaşamını sürdünne diye bir sorunlan da yoktu herhalde. Kendilerini dostlar arasında hissedıyorlardı. Buradaki hava bana. geçen yüzyıl sonlannda Fransa'nın taşralanndaki şatolarda geçen yaşamı anımsattı. urası Boğaz kıyısında bir Clara d'Ellebeuse şatosuydu sanki. Oranın atmosferini aratacak hiçbir şey eksik değildı: Osmed Bey'in kızkardeşi bir- kaç gün önce Üsküdar yolunda kuca- ğında bir çocukla bulduklan açlıktan ölmek üzere olan bir kadının doku- naklı hikâyesini anlatıyordu. Onu eve getirmişler ve şimdi hizmetçiler arasın- da katılmıştı. Köyün büyük meyda- nından bir ip cambazı için neşeli par- çalar çalan bir panayır orkestrasırun sesleri duyuluyordu. Genç Çerkes kızı güzel dişleriyle iri bir eriği dişleyerek içeri giriyor ve ertesi sabah çıkacağı al gezisinde kendine kimin eşlik edebile- ceğini soruyordu. Bu sırada Leyla'nın tavırlan bu din- gın öğle sonrasının ölçülü havasına tuhaf bir biçimde ters düşüyordu. Gi- yimi bile tek başına bir meydan oku- ma gibiydi. En açık saçık plaj giysisiyle gelmişti ve bununla bir skandal yarat- maktan çok hayranlık u>andırmıştı. Paris'ten geliyordu ve oradakiler. onun yanında, kendilerini bir'taşralı gibi düşünüyorlardı. İşte şimdi de ba- şında beyaz bir türban. üzerinde Rus usulü işlemeli uzun siyah bir rob. kol- lannda üzeri parlak laşlarla süslü ağıı bileziklerle görünüyor. Bununla da kalmıyor. Herkesin dinlemekte olduğu bir hıkâyenin orta yerinde birden ellerini çırpmaya, ola- ğanüstü bir lavraklıkla kalçalannı kı- vırmaya başbyor. Oyunlan son derece yalın ve özentisiz olan Türkler için, böyle yal- nızca göbeğin ve memelerin titreştiği 60 yıl önce Galatasaray. Bir matmazei Tünei'e doğru pedal basıyor. Arkadaki madam ise aheste yfiriimeyi tercih etmiş. (Fotoğraf: SELAHATTİN GİZ) k^açlan oksijenli şu Fransız kızı. Gerçek bir Türkün, üstelik Kemalist ve de Gumhuriyet'in en üst düzeyde görevlerine aday bir Türk'ün koluna girmiş. Nişanlı derüyor onlar için. tum Osmed Bey, sizi Kandilli'deki va//'sına çaya davet ediyor. Bir taksi sizi Bebek'e kadar getirecek. oradan Boğaz'ı kayıkla geçeceksiniz. Ben yalı- da olacağım. Leyla." Ge O tenleri, yağlı saçlan, hay- retle bakan büyük gözleriyle hantal Ermeni kızlan. Gûzelliğin Levantencesi Levanten kadınlar, bütün ırklann karmaşık ürünü: İspanyollar gibi eğjk ve gergin duruşlu Alman kadınlan, Is- kandinav gözlü İtalyanlar, gurbette doğan, iğdiş edilmiş ve peltek bir dil konuşan Fransızlar. Kafkas kırması İngiliz kızlan, belirli hiçbir yerle ilgi kurduramadığınız o garip peyzajlar gibi alışılmadık, tedirgin edici bir gü- zellikteki kadınlar, bütün ırklann. ar- tık hiçbir ırka ait olmayan kadınlan. Müslümanlann küçümseyerek sanki "perruche-dişi papağan" der gjbi "'pe- rötes-Peralı" dedikleri Pera kadınlan. Constantinople'un gerçek ürünleri bu bütün çağlann bütün mimarilerinin kentinin ve yine de her bir aynntısında tümüyle Constantinople kalan kentin yarattığı kadınlar. e... Taksim Gazinosu'nda, "Buenos-Aires Tropikal Revüsü"nün Alman girtkn Ankara milletvekilleri- nin başını döndürürken, bir Türk kur- may subayının masasında gördüğü- müz şu muhteşem yaratık. Hiç, ama hiç katıksız bir güzellik bu. Yüzünün smed Bey'in yalı'sı. eski za- man yazlannda cuma günleri saray erkânının, yanlannda eşleri, altın yal- dızlı kumaşlarda bezenmiş kayıklar içinde gezindikleri Göksu Oeresi'ne birkaç yüz metre uzaklıkta, duvarlan Boğaz'ın içine doğru gömülen uzun ve basık bir evdi. kJimdi buralarda geçmiş zamanın görftmli günlerini hayal etmek için gezinen birtakım Avrupalılann kayık- lanndan başka bir şey görûlmüyor ar- tık. Gizemli Müslümanlann sulayıp yeşerttiği çimler üzerindeyse çıplak ayakh genç bir çobanın güttüğü bir koyun ve keçi sürüsü. erçekten de "Evime hoşgel- din" sözünü bir büyük bey rahatlığıy- la söylüyor bana Osmed Bey. Tam bir Avrupalı gibi giyinmiş, uzun boylu dal gibi bir adam. Elleri ayaklan ince ve damarlı. Son derece düzgün, çok güzel bir yüzü var. Büyük, siyah, biraz ka- dınsı gözleri uzun kirpikleriyle sürme çekilmiş sanılacak biçimde gölgeleni- yor. Davranışlannda biraz ağır olma- ya özen gösteriyor, ama bu, ölçülü olmaktan geliyor. ve yalnızca duyulan uyarmak için ya- pılan bu Suriye dansından daha utanç verici bir şey olamazdı. Öte yandan fox-trot ve tangodan başka dans yap- mayan Türkler içinse daha büyük bir skandaldı. B B ^ ^ üzel villalann çoğu viraneye dönmüş. Bazılanmn harabolmasının nedeni sahiplerine çok fazla vergi yü- kü getirmesinden ileri geliyor. Bu yüz- den kimse satın almak istemiyor. Issız kanal Boğaz Boğazın kendisi de ıssız bir kanal gi- bi. Bir zamanlar Costantinople'un zenginliğini yapan ticaret mallan baş- ka yerlerden geçiyor şimdi. Büyük şi- lepler Rumelihisan kalıntılannın önünde karşılaşmıy^..uı ^ftık. Tek tük Sovyet petrol gemisinden ve Asya yakasından Pera bankalannın ve ma- 'ir kilise gibi geniş salonu hah- larla kaplı. duvarlar atalannı şatafath üniformalar içinde gösteren portreler- le süslü, bir yani Boğaz'ın bir koyuna bakıyor. öbür yani otlar arasında meyve ağaçlannın zakkumlara kanş- uğı yan terkedilmiş bir parka açılıyor. Yalıdan bir kesıt Bu yaz gününün öğle sonrasında ço- ğunluğu genç olan misafirler parka çıkıyorlar, salona giriyorlar, sürekli olarak bu iki yer arasında gidip geli- yorlardı. On sekiz yaşlannda bir Çer- kes kızı çitin üzerinden bir Amerikan ateşesine avucundaki küçük erikler- den atıyordu. Genç bir Türk kadını dirseklerini alçak duvara dayayarak Boğaz'a bakıyor, yanına gelen bir İtal- yan bankaasının iltifatlanndan kıp- kırmızı kesiliyordu. Bir Müslüman öğrenci, sürgün bir Rus sanşını ile re- sim üstüne konuşuyordu. Kısa boylu. dazlak kafalı biri. yaşlı bir Fransız matmazeline, hükümetin müzik par- tisyonlannı kontenjana bağlamış ol- 'en, kendisinin de bildiği gibi, Fransızlar için bile ucuz bir Doğulu- luktan başka bir şey olmayan bu tür bir Doğululuğu benimser görünmesi- ne çok şaşırmışüm doğrusu. Lçıkca, bütün dikkatleri kendi üstüne çekmeye çalışıyordu ve bunun için de skandal çıkarrnayı en güvenilir yol olarak seçmişti. Özellikle Osmed Bey'i yanında tutmaya gayret gösteri- yordu. Önce gözlerinin gûzelliğini •yüksek sesle överek ona kur yapmayı denedi. Sonra daha saldırganlaştı. Os- med Bey, Maurois'yı sevdiğini söyle- diği sırada: Bu beni hiç şaşırtmıyor, diye atıldı, İstanbul'da siz, Fransız edebiyatına Viyana üzerinden bakıyorsunuz. Maurois'nın kitaplan. Orta Avrupalı genç kızlar için yaalmış romanlardır. (1) Descnchanlees Türkçeyc "bczgınler" ya da "umudu kınhnışlar" dıyc çcvnlebilır. Burada Pıerrc Lotının a)nı addakı romanının kadın kahramanla- nna gönderme yapıbyor (2) Asıl mctınde de Türkçedır. Hatta "Elfcs Kief- fent" bıvımınde >azılarak sanki Fnınsızca btr keh* me>Tnii gıbıfiılçekımi yapılmışur. (3) Mıdınette Terzı ya da modacı yanında çalışan gem;kız Ovclek. fingırdek. SÜRCCEK ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKCI Nupgûl Uçar'm AntatdklaPL. Menemen'in Seyrek' köyü belediye başkanı Nurgül Uçar'ı telefonla aradım, bulamayınca haber bıraktım, tele- fonumu verdim. Bir gün önceVakko'da, Birol Kutadgu'nun resim sergisine gitmiştim, o akşam da Operada Romeo- Jüliet'i izleyecektik. Eve döndüğümüzde, TV'de, Nazlı II»— cak'ın yönettiği, Erdal Inönü-Aydın Menderes izlencesi bit- mek üzereydi. Nurgül Uçar'ı bu kez evinden aradım... - Ayyy, Mustafa Bey, dedi; şimdi aklımdan geçroediyse... inanın! - Baktım, telefonunuz meşgul çaldı... - Vallahi, saate baktım, dedim ki saat 23.00!.. - Biz baleye gitmiştik, Romeo-Jüliet vardı. -Oooo!.. - Ben, ama daha yeni geldim... - Biz sizinle adayken tanıştık değil mi? - Adayken tanıştık, bir de ben gazeteciyim! - Biliyorum, biliyorum. Size, bir şeyi sormak istiyorum; son kimi gelişmeleri nasıl karşılıyorsunuz? SHP'den CHP'ye adam tavlama... Siyasal gelişmeler yani... - Şimdi ben şuna inanıyorum; yani ben politikacı degi- lim, gazeteciyim, gözlemciyim! Bir aracım şu anda. Yani, bizimki öyle ki, insanlar için bir şeyler yapılacak, yapılma- sı için bir aracım! Hiçbir şeyim yok; yani, "Aman şöyle bir hesabım, böyle bir kitabım" yok. O zaman da çok rahatım! Şimdi ben şuna inanıyorum: Yani, dürüstse insan, bu, ga- zeteci, politikacı, doktor ne olursa olsun, şöyle görüyorum; şu anda üç aylık belediye başkanı, SHP'nin belediye bas- kanıyım ben. Yani, bir partinin, bir iradenin... 500 kişi bura- da bana vermiş oyunu. Ben demişim ki: - Ben bu partinin adayıyım; 500 kişi, "Evet, bu partinin adayı olarak seni belediye başkanı yaptık" demiş. Değil mi, şimdi? - Hı-hıh. - Üç ay geçiyor aradan, ya da dört ay geçiyor;' 'Yok, diyo- rum, işte bu parti bana göre değil, CHP açıldı, ben CHP'ye gideyim! "Şimdi, böyle bir şey benim mantığımasığmıyor; dürüstlük olmuyor bir kere! Ben şunu diyorum arkadaşım, ben 500 kişilik bir iradeyle geldim buraya değil mi? Şu an- da tek başıma, kendi irademle her şeyleri tartışmadan, gözlemeden, bilmem ne yapmadan CHP'ye geçemem. CHP'ye geçmek, bana göre başka partiye geçmekle ayni derecede! Yani, bana ters geliyor. Tamam, bu parti bana uymayabilir, partinin tüzüğünü beğenmem, programını beğenmem, acemiyimdir; ama şimdi araştırdım, bana gel- miyor. Ben, bana bu SHP'li insanlann, SHP'li seçmenin verdiği mevkii de bırakmam gerekir. Yani, bırakırım bele- diye başkanlığını, beklerim; eğer politika yapmak gibi bir isteğim varsa, giderim seçim zamanı, "Arkadaşlar, ben CHP'nin adayıyım!" derim... (Nurgül Uçar'a, "Hülle Parti- leri..." başhklı yazımı anımsattım, orada şöyle demiştim: "... örneğin, Deniz Baykal bugün CHP Genel Başkanı'dır, ancak CHP'den değil, SHP adayı olduğu için Antalya'dan seçilip gelmiştir. SHP'den ayrıldığı gün, onun getirdiği mil- letvekilliğinden de ayrılmalıydı. Siyasal töre (ahlak) bunu gerektirirdi. Bunu yapabilseydi, onu ilk öveceklerden biri ben olurdum sanıyorum. Ama, nerdeee?" (Nurgül Uçar, yazıyı henüz okumamıştı) - Küçük hesaplar, jnsanı küçük yerlere götürüyor, yanlış mı düşünüyorum? - Doğru düşünüyorsunuz. Bana dürüst gelmiyor, dediği- niz doğru. Milletvekilliğini bırak! Sonra birtakım çıkarlar var değil mi? Küçük hesap bunlar. Ama, onun hesabı yapı- lıyor, şu anda. Veli Aksoy neyin hesabını yapıyor? Üçüncü dönem milletvekilliğinin. SHP'de yok ki Veli Aksoy, bizim oralarda; Veli Aksoy'un üçüncü dönem milletvekilliği mümkün değil! - Beğenilmiyor muydu? - Beğenilmiyordu, kendi köyünde bile seçim öncesi tep- ki vardı ona. - Ne köyü? - Koyundere. - Tepki neydi köyünde? - İnsanlar memnun değil. "Gelmiyor, ilgilenmiyor bizim- le; biz başka milletvekilleriyle ulaşıyoruz" gibi şeyleri var- dı; ya da birikimdi, bilemiyorum. Bu da üzerine tuz-biber oldu! Artık, ben merak ediyorum, Veli Aksoy nasıl gelecek bizim oraya, bizim köye örneğin? Seyrek'e! - Size öneriler geliyor mu, "Gelir misin CHP'ye" diye. - Bana henüz gelmedi; çünkü ben her yerde pervasızca söylüyorum, onun için hiç kimse bana söylemedi bir şey, herhalde söylemez de... - Siz neler yapıyorsunuz belediye olarak? - önce tuvalet yaptık, çok modern bir tuvalet! Baştan ba- şa fayans her tarafı; çok güzel! Şimdi kanal projesi yaptr- dım Iller Bankası'na; ona başlayacağız bir ay sonra. Birde bizim mezbaha derdi var; tuvalet bitti, o tantanayı götür- dük, mezbahaya başlıyoruz, önümüzdeki hafta başlayaca- ğız ona. Belediye hizmet binası gereksinimimiz var, onun da yerini saptadım, bir mimar arkadaşımızdan yardım is- tedim, onun proje çalışmaları var, böyle gidip geliyoruz. Ankara'ya geliyorum arada sırada... - Siz, opera-tiyatro ne yapıyorsunuz? - Bu seçim sonrasında normal insan gibi yaşamıyorum! Çünkü bir eğitim sürecini birlikte yaşıyoruz. Her şey, aynı kentleşmeye bir adım, yani, bir de insanlara insan olduğu- nu öğretmek gibi bir şeyimiz var ya bizim, yani kanaldan, yoldan öte bir şey bu; her ay kahvede bir toplantı yapıyo- ruz, meydanda, insanlann olduğu yerde; anlatıyorum, so- ruyorum, "Elestirileriniz nedir?" diye. önceden birbirimizi dinlemesini biimiyorduk, şu ânda biliyoruz! Yani, ben ko- nuşurken dinliyor insanlar, önerisi olan varsa, elini kaldırı- yor söz istiyor, ondan sonra konuşuyor, hep birlikte dinli- yoruz onu. Böyle güzel şeyler oluyor, en azından dediko- du yok! BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Aşama sırası. 2/ Kesilen ağaan yerde kalan kütük dibi. 3/ Galyum elementinin simgesi... "Şirler pençe-i kahnmda olurken lerzan / Be- ni bir gözleri —'ya zebun etti felek" (Yavuz Sultan Se- lim)... Devletimizi simgeleyen harfler. 4/ Cinsiyet... Giicü de denilen ve bez tezgâhında ipliği ayarlayan tarak. 5/ İnce ve uzun metal çubuk... Deterjan üretiminde kulla- nılan lineer alkol benzenin kısa ya- züışı. 6/ Burdur ilinde bir baraj... îaş dibek. 7/ Olumsuzluk belirten bir önek... Düşünce... Rütbesiz asker. 8/ Alçak enlemlerde esen düzenli rüz- gâr. 9/ Böbreküstü bezinin salgıla- dığı bir hormon. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasal üstünlüğü ve baskısı. 2/ Bil- dik, tanıdık. 3/ "Hayır" anlamında kullanılan söz... Bir göz ren- gi... Utanç duyma. 4/ Maden eşya üzerine vurulan bir cins ci- la... Dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıkları zah- metli ve perhizli dönetn. 5/ Eski dilde yol... Fizikte kullanılan bir güç birimi. 6/ Dünya... Uygun, yaraşır. 7/ Eski Mısır'da gü- neş tannsı... Uluslararası Çalısma Orgtltü'nün simgesi... Yabana. 8/ Soluk borusu. 9/ Yurdumuzun kuzeydeki en uç noktası olan burun. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 _ 2 3 4 5 6 7 8 J I I I I L n • n ~ ııı ır 9 _ =
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear