18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 28NİSAN1991 Türk diplomasi tarihi uzmanı Doç. Dr. Selim Deringil Dış politika temel ilkelerinden koptuTürkiye'nin Körfez krizinde uyguladığı politika, "1923'ten, hatta daha öncesinden beri uygulanan dış politika ilkelerinden bariz bir şekilde ayrılmaktadır. Bunım bedelini ödemeye hazır mıyız, değil miyiz, bu başka bir konudurî' Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'nda uyguladığı dış politika üzerine incelemeleriyle tanınan Deringil, Körfez krizindeki dış politikamızı böyle değerlendiriyor. Araştırma Servisi Şefimiz Şahin Alpay, Doç. Dr. Deringil ile Osmanlı Hariciyesi ve Türkiye Dışişleri'nin geleneksel ilkeleri, İkinci Dünya Savaşı'nda izlenen dış politikamn esasları ve son Körfez krizinde dış politika üzerine konuştu. SÖYLEŞİ ŞAHİN ALPAY •MMS<7>7fl Deringil, İkinci Dünya Savaşı- nda Türk dış politikası üzerine kitabınızda, bu savaşta Türk diplomasisinin başanlanm bir öl- çüde, Osmanlı diplomasi geleneğine bağlıyor- sunuz. 19. yüzyıl Osmanlı diplomasisine belirli bir takdirle baktığınızı da biliyorum.~ Osmanlı diplomasisiyle Türk diplomasisi arasında bir süreklilikten söz edilebilir mi? Şunu açıkça söyleyebilirim, ben 19. yüzyıl Osmanlı devlet adamlanna büyük bir saygıy- la bakıyorum. Bunu da hiç gizlemedim. Çün- kü bir tarihçi olarak nesnelliğin, incelediğiniz kişiler ya da konular üzerine olumlu ya da olumsuz bir tavır benimsememeyi gerektirdi- ğini düşünmüyorum. Kurumların sürekliliği çok önemli bir konu... Bugün Türkiye'de Dı- î şişleri Bakarüığı'nın hâlâ hatın sayıhr bir ağır- 1 İığı varsa, bunun Tanzimat hatta daha öncele- rinden gelen bir geleneğe dayandığı kanısında- yım. Büyük Reşit, Ali ve Fuat paşaların Hari- ciye Nezareti'nden yetişmiş olmalan bir rast- lantı değildir. Daha sonraki dönemlerde, örne- ğin Abdülbamit döneminde, sarayın idarenin dizginlerini eline almasıyla hariciyenin ağırlı- ğı görece azalmakla birlikte, uzmanhk ve biri- kimin sonraki kuşaklara aktarılması sürmüş- tür. Bu aktarma dikkate alındığında, impara- torluktan cumhuriyete dönüşüm, büyük bir ke- sintiye yol açmamıştır. Biliniyor ki Bab-ı Âli1 nin başlıca personeli Ankara'ya geçıniştir. Os- manlı Hariciye Nezareti geleneğinin cumhuri- yet Türkiyesi'ne belirli bir uzmanlık ve birikim aktardığına kuşku yoktur. Bunu söylediğimde birçok kimse âdeta şaşırıyor. Bence bunun ne- deni, cumhuryet rejiminin Osm^nlı'yı tümüy- le silerek işe başladığı iddiasırm isanlann zi- hinlerine yerleşmiş oltnası. öteki tarihçi arka- daşlarımızın çalışmalarında da Osmanlıdan cumhuriyete geçişte belirli bir sürekliliğin ko- runduğu ortaya çıkmaktadır. Ama elbette ki bu, bağımsızlığını oldukça büyük bir bedel kar- şıhğında elde etmiş olan cumhuriyet Türkiye- si'nin Osmanh'dan farklannı gözardı etmek de- gildir. eki, Türk dısişlerinin Osmanlı hari- Bugün Türkiye'de Dışişleri Bakanlığı'nın hâlâ hatın sayılır bir ağırlığı varsa bunun Tanzimat, hatta daha öncelerinden gelen bir geleneğe dayandığı kanısındayım. Büyük Reşit, Alî ve Fuat paşaların Hariciye Nezareti'nden yetişmeleri rastlantı değildir. dyesinden öğrendikleri; devraldığı ilkeler, özel- likler sizce nelerdir? Türk dışişleri somut olarak Osmanlı hariciye- sinden ne öğrendi? Her şeyden önce uluslara- rası camianın kurallannı kuUanmayı öğrendi. Diplomasi oldukça zor bir oyundur; belirli ku- rallara göre oynanır. Bu kuralların belki de en önemlisi, denge siyaseti olarak tanımlanan si- yasettir. Dışarıdan bakıldığı zaman gerek Os- manh gerek cumhuriyet döneminde, fırsat kol- lama, fırsatı yakaladığı zaman kullanma poli- tikası görülür. Bunun salt oponünizm olarak algılanmaması gerekir. Denge siyaseti bütün dünyada diplomasinin temel tekniğidir. Var olan koşulları nesnel bir biçimde değerlendi- rip, kendi çıkarlanruza en uygun politikayı çiz- mek olarak tanımlanabilir basit olarak. WKtBKâKitabınızda Osmanlı hariciyesinin duygusallıktan uzak bir realizmi. bir pragma- tizmi olduğundan söz ediyorsunuz... Bu pragmatizm ve realizm, neredeyse bir aşın kuşkuculuğa varıyordu. Osmanlı devlet adam- lannm yazdıklan muhtıralan, hatıratı okudu- ğunuz zaman bu açıkça görülür. Örneğin Sait Paşa bir muhtırasında der ki "Milli ve diplo- masi kuvyetlerimiz mukemmel de olsa. biz Hı- ristiyanuk dünyası içine çakılıp kalmış durum- dayız. Biz istesek de istemesek de bu insanlar- la yaşamak zorundayız." Böylece onların da ay- nı zorunlulukta olduğunu kasteder... Birlikte yaşamak her zaman kardeşçe işbirliği demek olmuyor. Savaş da bir türlü birlikte yaşamak- tır. •^••/A'/ncf Dünya Savaşı'nda savaşa gir- mesi için Ingiltere, Almanya ve Sovyetler Bir- liği Türkiye'yi savaşa sokmak için büyük bas- kılar yaptılar. Fakat Türkiye bütün bu baskı- lara direndi ve savaş dışı kalmayı başardı. Bu nasıl mümkün oldu? İkinci Dünya Savaşı'nda Türk dış politikasının temel ilkesi savaşa girmemekti. Bu savaştan ka- zanacağımız hiçbir şey yoktur; ne yapıp yapıp bu yangının dışında kalmalıyız dendi. Bu ama- cı sağlamak için uygulanan politikalann Uç de- ğişik evresi olduğunu görüyoruz. Türkiye sa- vaşın patlamasından 1941'in ortalanna kadar uzanan e\'rede Ingiltere ve Fransa ile askeri iş- birliği antlaşmasını savaşa girmemek için bir sigorta poliçesi olarak kullandı. Türkiye taraf- sız değil, fakat savaş dışıdır denildi. Bunun için de: tngiltere ve Fransa ile yapılan antlaşmamn ikinci gizli protokolünde yer alan "Türkiye, Sovyetler Birliği'yle savaşmasını gerektirecek herhangi bir girişimden kaçınır" hükmüne da- yanıldı. Ingiltere ile Fransa'ya, o sırada Alman- ya ile saldırmazlık paktı imzalamış olan Sov- yetler'in, Türkiye'nin herhangi bir şekilde sa- vaşa karışmasına karşı olduğu söylendi. 1941'e gelindiğinde, koşullar değişmiş, Al- man ordulan Moskova önlerine dayanmıştı. Almanya'run savaşı kazanma ihtimali belirmiş- ti. Türkiye için bir yeniden sigortalama gün- deme geldi: Almanya ile haziran ayında dost- luk ve saldırmazlık antlaşması imzalandı... Bu antlaşma ikinci evrede Türkiye'nin savaş dışı kalmasını sağladı. Türkiye için en tehlikeli olan üçüncü evre, 1943 ve sonrasıdır. 1941 sonunda ABD'nin sa- vaşa girmesiyle çok onemli yeni bir faktör or- taya çıkmış, 1943'e gelindiğinde müttefiklerin savaşı kazanma yoluna girdiği artık anlaşılmış- tı. Ancak Türkiye'nin burnunun dibinde, Yu- nanistan ve Bulgaristan'da, Ege adalannda hâ- lâ güçlü Alman varlığı devam etmektedir. Türkiye'nin herhangi bir hatası, İstanbul ve İz- mir'in, üç beş kırık dökük sanayimizin tama- men tahribine yol açabilecek bir tehlikeyi içe- riyordu. İstanbul'u, Ayasofya'nın minareleri- ne yerleştirilen 1915'ten kalma makineli tüfek- lerle Luftwaffe'ye karşı savunmanın imkânı yoktu. Bu aşamada da Türkiye askeri bakım- dan hazırlıklı olmadığı gerekçesiyle müttefik- lerin yükümlülüklerinizi yerine getirin ve sa- vaşa girin diyerek yaptıkları baskılara direnme- yi başardı. Türkiye^ye söz verilen silahların gön- derilmemiş olduğu; gönderilen silahlann eski silahlar olduğu gibi mazeretler ileri sürüldü. O PAZAR KONUĞU \ S E L İ M D E R İ N G İ L Doç. Dr. Selim Deringil, 19Sl'de Kanada'mn Ottawa kentinde doğdu. Bir diplomat ailesinin çocuğu olarak büyüdu. Ortaöğrenimini tsviçre'nin Fribourg kentindeki Villa Saint Jean Internaıional School'da tamamladı. Tarih dalında yükseköğrenimini Ingiltere'nin Nonvich kentindeki Eası Anglia Üniversitesi'nde yaptı (1975). Doktora tezini aynı üniversitede tamamladı (1979). O tarihte yurda dönüşünden bu yana Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Deringil, 1988'de doçent oldu. Deringil'in Turkish Foreign Policy During the Second iVorld War (İkinci Dünya Savaşı'nda Türk Dış Politikası) başhklı incelemesi Cambridge Üniversitesi yaymlan arasında 1989'da basıldı. Halen Osmanlı diplomatik zihniyeti konusunda bir kitap yazmakta olan Deringil, Boğaziçi Üniversitesi'nde, Avrupa Tarihi ve Osmanlı Düsünce Tarihi konularında ders veriyor. İkinci Dünya Savaşı sonlarında ve hemen ar- dından özellikle Sovyetler tarafından dile ge- tirilen bu iddialara göre Türkiye Almanların Sovyetler'e saldırmasını teşvik etmiş, savaşın bedelini ödememiştir; Türkiye'ye bu bedel öde- tilmelidir. Ingiltere ve ABD'de bazı çevrelerde de bu görüşe rastlanmıştır. Ben bu iddiaları haksız buluyorum. Stalin ve Churchill ne ka- dar ahlaklı iseler İnönü ve Menemencioğlu da o kadar ahlaklıydı. İHBBBSavofm sonuna doğru Batıltlar, tngi- lizler, Türkiye'nin sırtından Sovyetler'e taviz vermeye hazır mıydılar? ChurchiU'in Sovyetler'e karşı çok tavizkâr dav- randığı belgelerde çok açık olarak görülür. Bo- ğazların Türkiye ile ortak savunulması için Potsdam ve Yalta'da gündeme getirilen Sovyet taleplerine ChurchiU'in olumlu baktığı bilini- yor. ChurchilFi bu konularda İngiliz Dışişleri frenlemiştir. Churchill oldukça deli dolu bir adamdı, dilini de pek kontrol edemezdi... Dı- şişleri Bakanı Eden kendisine önemli uyarılar- da bulunmuştur. O sırada ABD'de Truraan başkanlığa gelmiştir ve bu boğazlarda ortak Türk-Sovyet üsleri fikrinden hiç hoşlanmarruş- tır. itabımzda rahmetli Ahmet Şükrü Esmer'in bir sözünü aktanyorsunuv "Dışpo- litikada ebedi dostluklar ve düsmanlıklar de- ğil, ebedi çıkarlar vardır." Bu sozun bir anlam- da geleneksel Türk dış politikasının temel il- kesini ifade ettiği söylenebilir mi? Kesinlikle. II. Abdülhamit'in ünlü vezirlerin- den Kâmil Paşa'nın "Uluslararası ilişkiler çı- kar hesaplanna dayanır" anlamınâ gelen söz- leri vardır. Bu temel anlayış, Osmanhlardan Türkiye'ye devredilen bir birikimdir. Neredey- se aşın kuşkuculuğa varan bir gerçekçilik Türk dış politikasında her zaman var olmuştur. Çün- kü Türkiye yüzyıllarca itilip kakılmaya çalışıl- mıştır. Savaş içinde Türkiye'nin müttefikleri- ne karşı da büyuk bir gizlilik politikası izledi- ğini görürüz. İnOnü en yakın müttefiki olan İn- gilizlere, ordu, donanma konusunda, stratejik konularda kesin bilgiler vermekten daima ka- çınmıştır. İngilizler resmi yazışmalarında bun- dan devamlı yakınmışlardır. Batılılarla ittifak ihtiyacı duyulmakla birlikte, kesinkes bir tes- limiyet söz konusu olmamıştır. zılarına göre Türkiye Cumhuriye- ti'nın İkinci Dünya Savaşı öncesı ve sırasında- Boğazici Üniversitesi ögretim 8yesl Doç. Dr. Selim Deringil'e göre "ABD'nin bizden istediği Araplarla Baü arasında bir köprü teşkil etmek.Türkiye bu nu kendi çıkarlan do£rnltusunda yapabilirşe yanırlı. Ama ABD ve tsrail çıkarlan dogrultusunda yaparsa, o başka..." (Fotoğraf: Suat Kozluklu) dönemin dış politikasının iki önemli miman İs- met İnönü ve Numan Menemencioğlu bu tak- tikleri uyguladı. i^n^RtKitabınızda, Türkiye'nin izlediği üç halkalı bir "Savaş dışında kalma stratejisinden söz ediyorsunuz. O stratejiyi biraz açıklar mı- sınız? Bir kalenin kuşatma altına alındığını düşünün. Kalenin bir dış surları var. Bu dış surlar, 1939'da Fransa ve İtalya'nın savaşa girmesiyle çöktü. Zira 1939 antlaşması savaşın Akdeniz'e sıçraması halinde Türkiye'yi savaşa girmek zo- Kâmil Paşa'nın "Uluslararası ilişkiler çıkar hesaplarına dayanır" anlamınâ gelen sözleri vardır. Bu temel anlayış, Osmanhlardan Türkiye'ye devrilen bir birikimdir. Neredeyse aşın kuşkuculuğa varan bir gerçekçilik Türk dış politikasında hep vardır. Çünkü Türkiye yüzyıllarca itilip kakılmaya çalışılmıştır. runda bırakıyordu. Bundan kaçınmak için Türkiye ikinci surlara, iç kaleye, Sovyet tehli- kesi argümanına çekildi. İkinci protokolde atıf- ta bulunulduğu gibi Türkiye'nin savaşa girme- mesinin müttefiklerin lehine olduğu söylendi. Son evrede, müttefik baskısı doruğa ulaştığın- da, 1943'teki Adana konferansından Kahire konferasına kadar geçen bir yıl içinde, Türki- ye'nin artık 'kaleye çekildiği' söylenebilir. Bu kale de askeri yetersizlik argümanıdır. iTürkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'na katılmamak suretiyle sağladığı kazanç açık; Türkiye büyük yangmdan kurtulduğu gibi ba- ğımsızlığını korumak olanağını buldu. Kimi- lerine göre savaş dışı kalmakla bazı kayıpları da oldu. Bu iddialar konusunda ne düşünüyor- sunuz? Malum iddialar, on iki adarun, Musul ve Ker- kük'ün alınmadığı, Kuzey Suriye'den birtakım topraklann alınabilecekken alınmadığı yönün- dedir. Bu topraklann hem Ingiltere hem de Al- manya tarafından zaman zaman Türkiye'ye açık veya ustü kapah bir şekilde önerildiği bir gerçektır. Ama bu iddiaları tek tek ele alahm. On iki adanın nufusunun büyük çoğunluğu .Yunanlıydı. On iki adayı almaya kalksaydık, bunun bedeli Yunanistan'la aramızda yine çok buyuk bir sorun olacaktı. Ayrıca savaş içinde Adalar İngiltere tarafından bize önerildiği sı- rada Türkiye sınırlarında Alman hava kuvvet- leri duruyordu. Böyle bir şeye kalkıştığımızda perişan edilebilirdik... Musul ve Kerkük'ün almmasının gerçekçi bir yönü yoktu. Türkiye bu konuda, 1926'da ol- duğundan daha büyük bir olanağa sahip de- ğildi. Halep'e kadar Kuzey Suriye topraklarıy- la ilgili 1942'de savaş sırasmda İngilizler tara- fından yapılan tekliflere gelince: Teklif edilme- siyle verilmesinin çok farklı şeyler olduğu açık- tır. 1938'de Türkiye'nin Almanya'ya meyletme- mesi için verilen bir ödün sonucu açıkçası Milli Misak sınırları içinde olmayan Hatay'ı alma- mız Suriye ile aramızda yeterince sorun yarat- mıştır. Aynca unutmamak gerekir ki Türkiye'ye vaat edilen tüm bu ödünler gerçekleşseydi, Sov- yetler Birliği'nin savaştan sonra Kars ve Arda- han üzerindeki iddıalarının çok daha ciddi bir nitelik kazanacağına kuşku yoktur. •••/A'i/ıd Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin izlediği 'aktif tarafsızlık' politikasının, bencil- likle hatta ahlak dışı olmakla suçlandığını bi- liyoruz. Bu iddialar konusundaki gorusunuz nedir? ki dış politikasıyla, savaş sonrasmdaki dış po- litikası arasında bir 'kopuş'söz konusudur. Sa- vaş öncesi tarafsız olan Türkiye, savaş sonra- sında NATO ittifakına girmekle dış politasını temelden değiştirmiştir. Bu konuda ne düşü- nüyorsunuz? Kanımca konuya şöyle bakılmalı: Türkiye gi- bi orta boy bir ülke için bloklaşmalar her za- man kötü bir şeydir. Çünkü manevra alanını daraltır. İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra ortaya çıkan durumda bir kutuplaşma söz ko- nusu değil. Çeşitli güç odakları var. Türkiye gi- bi bir konumda olan bir ülke için çok odaklı Osmanh hariciyesinin pragmatizmi ve realizmi aşırı kuşkuculuğa varıyordu. Osmanlı devlet adamlarının hatıratmda bu açıkça görülür. Sait Paşa bir muhtırasında der ki milli ve diplomasi kuvvetlerimiz mukemmel de olsa, Hıristiyanlık dünyası içinde çakılıp kalmış durumdayız. bir dünya her zaman daha eh\endir. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, daha sonra bir ku- tuplaşma meydana geldi. Bir yanda Türkiye üzerinde niyetleri oldukça belli olan bir Sov- yetler Birliği, öte yanda karşısında durabilecek yegâne güç olan ABD ve NATO. 1945'te Sov- yetler Türkiye'den toprak talep ettikleri zaman Türkiye önce İngilizlere giderek, aramızda an- laşma var, bizi koruyun, diyor. İngilizler şaşı- rıyor, çunkü anlaşmada Almanya'ya kar>ıdır diye bir kayıt yoktur. İngıli/ler dışorlur ki bi- zim mecalimiz yoktur; ne yapar^anı/ yapm. Ancak ondan sonradır ki ABD'ye yakınlaşma gündeme geliyor. Bu, Türkiye'nin politika de- ğiştirmesi olarak görülmemelidir. Tarihte gö- rülmemiş bir iki bloklu dünya ortaya çıkmış- tır. Türkiye gibi başka ülkeler de bu hesabı yap- mak dunımunda kalmıştır. Türkiye'nin, bence bugun de onemi devam eden boğazları denetler durumdaki stratejik konumu, Türkiye için hem bir avantaj hem de bir risktir. Bu konumdaki bir ülke bir Isviçre gibi kendi kabuğuna çekilip, ben hiçbir şeye ka- rışmıyorum diyemez. Öte yandan Kore'ye as- ker göndermek, Cezayir kurtuluş hareketine karşı Fransa'yla birlikte oy kullanmak gibi davranışları da Türkiye'nin geleneksel politi- kalanna uygun olarak nitelemek mümkün de- ğildir. Türkiye'nin o günku koşullarda NATO- ya girmekten başka caresi yoktu kanısındayım, ama birçok konuda daha ihtiyatlı davranılabi- lirdi diye düşünüyorum. Batı ittifakının bir uyesi olup da yine ağırlığınızı korumak, kendi çıkarlarıruzı ön planda tutmak mümkündur. WKKKMSon iki yılda çok şey yaşadık. ABD- Sovyet yakınlaşması, soğuk savaşın bitmesi, Varşova Paktı'nın fiilen sona ermesi, NATO 1 nun anlamını yiıirmesı ardından Körfez krizi ve savaşı... Bu gelişmelersizce Türkiye'nin ken- dine yeni bir ulusal güvenlik politikası çizme- sini gerektirecek kadar önemli midir? Öyle anlaşılıyor ki NATO ittifakının bir yeni- den yorumlanışı gündemdedir. Ama bunun so- nucu Türkiye'nin Ortadoğu'nun jandarmahğını üstlenmesi olamaz. Türkiye, Ortadoğu'daki du- rumu soğukkanlı ve çıkarcı bir biçimde değer- lendirmelidir. Türkiye'nin Ortadoğu'da ikinci bir İsrail olmaktan kesinlikle kaçınması lazım- dır. ^K^KKMKörfez savaşında Türkiye hükümeti- nin SEİA bunu gerektirmediği halde İncirlik Üssü'nu ABD'ye kullandırması şiddetle eleş- tirildi. Türkiye'nin bu kararla geleneksel dış po- litika ilkelerinin dışına çıktığı ileri süruldü. Bu eleştiriler sizce haklı mıydı? Evet, bu politika 1923'ten, hatta daha öncesin- den beri uygulanan dış politika ilkelerinden ba- riz bir şekilde aynlmaktadır. Bunun bedelini ödemeye hazır mıyız, değil miyiz, bu başka bir konudur... İkinci Dünya Savaşı'nda izlenen po- litikada gorülduğü gibi Türkiye'nin geleneksel dış politikası, kendi kaderini tayin edici geliş- melerir. dizginlerini mümkün olabildiğince kendi elinde tutmaktır. 1939'da İngiltere ve Fransa'ya 1941'de Almanya'ya ve 1945'te Sov- yetler Birliği'ne karşı tavır bu olmuştur. Her üç durumda da Türkiye'den üs istenmiş, her uç durumda da istekler geri çevrilmiştir. Kaldı ki o sıra Türkiye tüm dünyayı saran bir ateş çem- berininjnerkezindeydi ve buna rağmen üs ta- • lebine karşf koydu. Tabii o tarihlerde yerleşik ve belirli antlaşmalarla işlerlik koşulları olan Öyle anlaşılıyor ki NATO ittifakının bir yeniden yorumlanışı gündemdedir. Ama bunun sonucu Türkiye'nin Ortadoğu'nun jandarmahğını üstlenmesi olamaz. Türkiye Orta- doğu'daki durumu soğukkanlı ve çıkarcı bir şekilde değerlendirmelidir. üsler söz konusu değildi. NATO kapsamında ise durum daha farkh... Acaba koşullar Türkiye'yi "Araplara- rası sorunlara bulaşmama" şeklindekı politi- kadan ayrılmaya zorlamadı mı? Tnrgut Özal'ın Türkiye'nin savaş sonrasında bölgede önemli bir 'istikrar noktası1 olarak, ha- tır sayılır bir güç durumuna gelmesini hedef- lediği şüphesiz. Ancak 'Kuveyt'in kurtanlması' operasyonuna katkıları yeterli bulunmadı ve Kuveyt teşekkür ettiği birçok ülkeler arasına Türkiye'yi katmadı. Etseydi bunun anlamı ne olacaktı? Kuveyt'e Turk askeri yollansaydı Araplar indinde Türkiye daha mı makbul ad- dedilecekti. Bunu hiç sanmıyorum. Bölgedeki tarihi anılar hâlâ çok taze ve her taşın gölge- sinde bir 'Osmanlı hortlağı' aranıyor. Ancak şurası unutuluyor: Türkiye zayıflamış, çökmuş Osmanlı devletiyle dahi kıyaslanmayacak ka- dar küçük bir devlet. Dünya ve bölgede Türki- ye'nin bugünkü gorece ağırlığı, son dönem Os- manlı devleti kadar bile değil. Bu nedenle so- ru Araplararası politikaya karışmak veya ka- nşmamak değil, nasıl yapıp da karışmamak ge- rekir biçiminde sorulmalı. Zira ABD'nin biz- den istediği Araplarla Batı arasında bir köpru teşkil etmek. Tabii Türkiye bunu kendi çıkar- lan dogrultusunda yapabilirşe fevkalade yararlı olabilecek bir açılım. Ama bunu ABD ve Is- raiPin çıkarlan doğrultusunda yaparsa o baş- ka... ^BKtBTürkiye'nin politikasındaki değışıkli- ğin sizce uzun vadede ne gibi sonuçları olabi- lir? Ortadoğu'daki gelişmelerin son günlerde gös- terdiği alışkanlığa bakılırsa şimdilik her şe> ge- çiçi gorunüyor. Daha dün ağıza almması 'suç' olan bazı şeyler, resmi politika olabilışor. Bu nedenlerle ileriye dönuk tahminler yurüımek, tarihçiliğin kahinliğe yaklaşmasını gerektirı- yor... Ancak çok genei olarak iki senarvo nıtım- kün gorunüyor: Biri, sırtını uzun vadede AT- ye davamış, sanayileşmi>, demokrat ve Ona- doğu'da bugün İtalya'nın sahip olduğu ağıılı- ğa sahip bir Türkiye... Ötekı de, ne Avrupa'>a ne de Araplara yaranabilen. 60 milyonlıık ııu- fu^U!l vcrdiği docal bir rmevle, lopallava 10- kc7İc\^ kendi volıınu bulıtıaya caiısaıı biı Iıırkivu.. Lmanın ücıcck daha çok hırincı >c- nar\ıi\j \.ıkm olıır
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear