Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 SAFARİ Kaz Dağı’nın ardına jiple gidilir Özlem Yüzak erkesin üzerinde hem fikir olduğu sözler... Tamam, ama yine de İda’nın doruklarına doğru tırmanmaya başladığımızda garip bir duygu kaplıyor içimizi. Sonsuzluk duygusu. Sanki burada zaman durmuş gibi. Karşımıza çıkan ulu çamlar, göknarlar, meşeler sanki binlerce yılın öncesinin yaşanmışlığı ile karşılıyor bizi. Sık çamların arasında birden beliren bir çift geyik sanki sonsuzluğun birer postacısı. Kutsal İda... Hayvanların anası, kaynağı bol, bin pınarlı İda... İlk çağlardan beri insanların seçtiği en yoğun yaşam alanlarından biri... Yüzlerce efsaneye, binlerce öyküye ev sahipliği kapmış İda’nın kalbine doğru ilerliyoruz. Ne oluyor? Şuradaki koca meşeden mi geliyor bu fısıltı? ‘‘Paris, Athena’yı seçmeliydi. Çünkü en güzeli oydu’’ diyor. Az ilerisindeki çam atılıyor hemen: ‘‘Yoo, Hera daima içlerinde en çekici olanıydı...’’ Çamların arasında sıkışıp kalan, gövdesi iyice bükülmüş yaşlı bir zeytin ağacı azarlıyor onları: ‘‘Hep aynı şeyi söylüyorsunuz. Paris, en doğrusunu yaptı Afradit’i seçmekle...’’ Yaprakların hışırtıları artıyor mu ne? Birden bir esinti çıkıyor. Aynı zamanda rehberliğimizi de yapan, kiraladığımız jipin şöförü Mehmet’in sesi ile irkiliyor. ‘‘Hadii gayri daha çok yol var...’’ H ‘ ‘Panta rei Her şey akar. Evren durmadan akan bir süreç ve başı sonu belli olmayan bir değişmedir. Hiç durmayan bu değişme içinde sabit kalan, aynen sürüp giden hiçbir şey yoktur. Özetle, aynı ırmakta iki kez yıkanamayız.’’ Heraklit (M.Ö. 540480) ’ İnsanın tek başına kucaklayamacağı kalınlıkta gövdelere sahip ağaçlara sarılı sarmaşıklar güneşin muzip ışınları ile oyun oynuyor. Padişah Pınarı soluklanma mekanı. Avcılar köyünden Güllü’nün pişirdiği gözlemeler ve demli bir çay bekliyor bizi. Sohbet ediyoruz. Bölgenin milli park ilan edilmesiyle hem avlanma hem de ağaç kesmeleri yasaklandığı için kaynakları azalan köylü alternatif turizimin içinde bulmuş kendini. 810 girişmci köylübir araya gelerek 2 yıl önce bir kooperatif kurmuşlar. Hem jiple safari hem de Padişah Pınarı’nda konaklama hizmeti veriyorlar. Çadırlar kurmuşlar. Bu arada söylemeyi unuttuk bizim Mehmet de kooperatifin kurucularından. Jip ile dere sularının içine bata çıka bu kez Dereçatı’ya doğru ilerliyoruz. Jipi zaten dar olan yolu kapamayacak şekilde kenara çekip, dik bir yamaçtan aşağıya doğru inmeye başlıyoruz. 10 dakikada Dereçatı Böğürtlenler, kekik ve türlü yaban çiçekleri arasında geçen 10 dakikalık bir yürüyüş bizi su perilerinin eşsiz mekanı Deraçatı’ya ulaştırıyor. Dereçatı, Kazdağı’nın doruklarından doğarak akıp gelen derelerden birinin derin bir vadi üzerinde oluşturduğu büvetlerden (dere gölcüğü) biri. Buz gibi suların çağlayarak aktığı büvete giriyoruz. Hani bıçak gibi kesti derler ya, aynen öyle bir soğuk. Mehmet, ‘‘hemen suya dalın yarım dakika durup çıkın biraz bekleyip yine girin bu kez soğugu o kadar hissetmeyeceksizin’’ diye akıl veriyor. Dediğini yapıyoruz. Gerçekten de alışıyoruz soğuga. Artık dönüş yolundayız. Aşağımızda derin ve ürkütücü güzelliği ile Şahindere kanyonu. Kanyonu paralel ilerliyor, ara sıra durup fotoğraf çekiyoruz. Ve milli parkın geldiğimiz kapısından çıkıp Avcılar köyüne dönüyoruz. Başta da söylediğimiz gibi, bizim gezdiğimiz parkur İda’nın yalnızca çok küçük bir bölümü. İdaköy Çiftlik Evi’nin sahipleri Sema ve İskender Azatoğlu’nun hazırladıkları ‘‘Kazdağı / İda Doğu ve Kültür Gezi Rehberi’’ dağı her yönüyle tanıtan eşsiz bir kitap. Yörede gelişmekte olan turizm hareketine hem içerdiği bilgilerle katkıda bulunuyor heme de aynı amaca hizmet eden işletmeleri kaynaştırarak ekoturizm felsefesine uygun bir anlayışı gözler önüne seriyor. Gezi Avcılar Köyü’nden Doğma büyüme buralı Mehmet. İda’yı, yani şimdiki adıyla Kazdağı’nı avucunun içi gibi biliyor. Altınoluk’un yanıbaşında Avcılar Köyü’nden başlıyor gezimiz. Jipler aslında 6 ve 8 kişilik. Ancak, ‘‘güneş, kum, deniz’’ hâlâ en baskın tatil anlayışı olduğu için bu üçlüden vazgeçip bir günü Kazdağı’nın (o da yalnız küçük bir bölümünün) keşfine ayırmak isteyen başka kimseyi bulamayınca çaresiz iki kişi kiralıyoruz jipi. Milli Park alanında durup bilet alıyoruz önce. 1993 yılında çıkarılan bir yasa ile Kazdağı’nın güney yüzünde, Zeytinli Çayı’ndan Altınoluk yerleşiminin batı sınırlarına dek olan bölüm ile buradan zirveye dek olan yükseklikler yani yaklaşık 25 kilometrekarelik bir alan Milli Park alanı ilan edilerek koruma altına alında. Kazdağı’nın önemli bir özelliği de Türkiye’nin en zengin flora (bitki örtüsü) ve fauna yı Kaz Dağı’nda safarinin keyfi başka. (hayvan varlığı) bünyesinde barındırması. Dağda 1000 civarında bitki türü bulunuyor. Asıl önemli olan ise bunlardan 26’sının endimeki yani salt Kazdağı’nda yetişiyor olması. Kazdağı gürül gürül. Adı üzerinde ‘‘Bin Pınarlı İda’’ ‘‘Hasan Boğuldu’’ güzergahımızda değil. Ama kara yazgılı Hasan’ı yad ederek geçiyoruz önümüzdeki dereleri.